Çıktığımız Avrupa turuna 15 Haziran'da başladık ve 26 Temmuz'a kadar 6500 kilometre yol yaptık. Gördüğümüz ülkelerle ilgili deneyimlerimi paylaştığım yazımda beş ayrı ülkeye dair bilgiler yer alacak.
İlk Durak Kavala
Araba ile çıktığımız Avrupa turunda ilk durak olarak seçtiğimiz Kavala, İstanbul'dan yaklaşık 530 km. Şehir olarak eski bir tatil şehri görünümünde. Görülecek pek bir şeyi yok. Ufak bir marinası ve etrafında birkaç güzel restoranından başka bir şey yok. Deniz ve güneş derseniz o güzel.
Asıl Kavala'ya 150 km mesafede Halkidiki diye bir bölge var orası çok güzelmiş. Biz dönüş yolunda oraya uğramayı planladık. Kavala'yı biraz araştırdım, İstanbul'dan 4 günlük 250 Euro'ya turlar varmış. Otobüslerle de gidiliyor.
Biz Kavala'da kamp yerinde kaldık. Kamp yeri oldukça güzeldi. Yunanistan'da kıyı boyunca birçok kamp alanını bulabilirsiniz. Fiyatları da 15 ila 25 Euro arasında değişebiliyor. Bizim arabamız gazlı olduğu için biliyorum, Yunanistan'da gaz fiyatları bize göre daha ucuz. Otobanları diğer Avrupa ülkelerine göre daha ucuz ve daha az yerde paralı olarak seyahat edebiliyorsunuz.
Yurt dışına arabanızı çıkarmak için ruhsat sahibinin olması gerekiyor. Araba için yeşil kart ve gideceğiniz ülkeleri kapsayan geliştirilmiş kaskonuzun olması gerekiyor (şart değil ama kaza yaparsanız çok önemli). Sizin için de bu zorunlu değil ama sağlık sorunu yaşadığınızda ihtiyacınız oluyor.
Kavala'da deniz ürünlerini tüketmenizi tavsiye ederim. Bütün Akdeniz kıyısında olduğu gibi Yunanistan'ın bütün kıyılarında deniz mahsullerinden yemenizi tavsiye ediyorum.
Kültürlerin İç İçe Geçtiği Üsküp'teyiz
Üsküp'te eski şehir bölgesinde Müslümanlar yaşamakta o yüzden çok insan Türkçe biliyor. Diğer tarafta yani suyun diğer tarafında ise Türkçe konuşan yok gibi. İnsanlar yardımsever ve turistlere karşı ilgililer. Kazıklandım ya da beni kazıklayacak hissi duymuyorsun.
Para olarak Dinar geçerli ama çoğu Euro da kabul ediyor. Ama üstünü verirken Dinar olarak vermeyi ihmal etmiyorlar. 20 Dinar 33 Cent ediyor. Yemek ucuz sayılmaz ama pahalı da değil. 2 porsiyon köfte (porsiyon büyüktü), 3 ayran yanında ekmek ile 6 Euro. Yani 18 TL. 2 bira 2,80 yani 8,5 TL (oldukça şık bir restoranda). Dinar üzerinden Euro'ya çevirmek isterseniz 61'e bölmeniz yeterlidir.
Çok farklı iki kültürün bu kadar iç içe olması ve bunu devam ettirebiliyor olmaları büyük başarı. Bildiğimiz ve bilemediğimiz tabi ki çok fazla sorun yaşadılar ve yaşıyorlardır ama bilmedikleri bir şey var ki sorunsuz geçen her gün, bana göre bir mucizeyi gerçekleştiriyorlar.
Önemli devlet işleri ve memurluklar Hristiyanlara veriliyormuş. Yanlış politikalar ve Müslüman, Hristiyan ayırımları yüzünden burada da Müslümanlar fakir kalmış. Bu yüzden de eski çarşı ve eski şehir dedikleri bölge (Müslümanların yaşadığı) tam anlamı ile eski kalmış.
Şehre yaklaşık 20 km mesafede Matka Kanyonu dedikleri bölge var. Matka Kanyonu 50 kilometrekare büyüklüğünde şehre yarım saat mesafede bulunan ve Treska Nehri'nin oluşturduğu bir kanyonmuş. 250 çeşit kelebeğe ev sahipliği yapan kanyon dünyanın 100 doğa harikası listesine girmiştir. Yağmurun izin verdiği ölçüde biraz dolaştık. Yemek yenecek restoranı da var. Oldukça güzel bir yer.
Üsküp'e uçakla sadece hafta sonunda bile gelinebilir. Araştırdım Pegasus'un Üsküp'e hafta sonu uçuşları var. Kampanyaları takip edilirse çok uygun fiyata bilet bulunabilir. Havaalanından şehre taksi 20 euro imiş. İsteyen araba kiralayabilir. Makedonya'ya vize yok. Sadece pasaportunuzun olması yeterli.
Not: Yunanistan Selanik'ten Üsküp'e gelirken yollarda çok fazla yürüyen ya da bisikletle seyahat eden insanlar vardı. Bunların hepsi genç erkekti. Ne olduğu konusunda saatlerce kafa patlatmamıza rağmen neden bu insanların böyle yollarda olduğunu çözemedik. Ama kuvvetli tahmin Suriyelilerdi. Evet gerçekten de Suriyeliler, Yunanistan'dan girmiş ve şimdi Orta Avrupa'ya kadar gelmeyi başarmışlardı. Burdan da Almanya ve diğer gelişmiş Avrupa ülkelerine girmeye çalışacaklarmış.
Bir Kültür Mirası: Matera Şehri
Gezimizin 3. duragi olan Matera inanilmaz güzel eski bir sehir. Matera, Güney İtalya'da Basilicata bölgesinde bulunan yaklasik 60 bin nüfuslu bir şehir. 1993 yilinda da Unesco'nun dünya miraslari listesine girmis.
Matera biraz Mardin biraz da Kapadokya karisimi bir yer. Yumusak kayalara oyulmus minik evler inanilmaz görsel sölen yaratiyor.
Sehir iki bolgeye yani yeni ve eski sehir olarak ayrilmis. Eski sehir oldukca büyük bir bölge ve cok iyi korunmus. Yürüyerek eski sehiri kolaylikla dolasabiliyorsunuz. Yine burayi yeni sehirin bir cok noktasindan seyir teraslarinda izleyebilir, oralarda fotoğraf cekip, sehri doya doya seyredebilirsiniz. Italya'nin en cok begendigimiz sehiri Matera oldu.
Sehre girdiginizde böyle bir güzelligin burada oldugunu hic anlayamazsiniz. Büyük bir stadyumu düsünün ve o stadyumun büyüklügünü ve güzelligini ancak icine girince anlarsinizya, iste Matera'nin eski kismi öyle bir yer.
Yeni sehirde de dondurma dükkanlari, kafeteryalari, restoranlari, kiliseleri ve tertemiz ve bakimli caddeleri var. Fotoğraf cekmek cok zevkli cünkü her yer ayri bir güzel.
Biz araba ile seyahat ettigimiz icin, Yunanistan'dan gemi ile Bari'ye gectik. Bari, liman sehri oldugu icin gayet büyük bir sehir ama bizi cok cezbetmedigi icin direkt Matera`ya gectik. Bari`den Matera 65 km mesafede.
Matera'ya gittigimizde, otel rezervasyonumuz yoktu ve sehirdeki informasyona basvurduk ve orasi bize güzel bir otel ayarladi. Booking`de de olan 9,5 puanlamasi olan bu otelden ayrilirken sahipleri bize ekmek hediye ettiler. Bu hareket, gezimizde bizi gülümseten güzel anlardan biri oldu.
İtalya'nin cogu sehrinde yasadigimiz park sorununu burada yasamadik. Yemek ve otel fiyatlarida gayet iyi. Metara'yi 1 günde gezebilisiniz ama rahat rahat gezmek istiyorum derseniz 2 gün yeterlidir. Ucakla gitmek isterseniz Bari ya da Napoli üzerinden gidebilirsiniz. Iyi gezmeler...
Alışveriş Cenneti Capri Adası
Capri adasına Amalfi'den bindiğimiz tekne ile yaklaşık 1.5 saat süren yolculuktan sonra vardık. Teknenin adaya gidiş dönüş fiyatı 40 euro idi. Çok büyük olmayan liman ve hemen yanında bulunan plajı ile Amalfi'den çok farklı görünümü yok ancak oranın ada olduğunu adımınızı adaya atar atmaz hissedebiliyorsunuz.
Tatil programımızda olmayan Capri Adası'na çok fazla bilgim olmadan gitmiş bulundum. O yüzden biraz sanki el yordamıyla adayı gezmeye başladık. Ada, Capri ve Anacapri olarak ayrılmış. Capri olarak adlandırılan adasının orta bölümündeki alana gitmek için finiküler, otobus ya da taksi ile gidebiliyorsunuz.
Biz ilk olarak Anacapri kısmına gitmek istedik. Otobüsle gitmeyi planladık ve sıra bekliyordukki şansımız yaver gitti. Taksi şöförü kişi başı 5 euro olmak kaydı ile 5 kişi olarak bizi adanın orta bölümüne kadar çıkardı. Yani bir nevi dolmuş yaptı. Yollar dar ve inanılmaz virajlı ama bu yollar italyanın akrobatik söförleri için hiç zor değil. Orta kısımda, renkli dükkanlar var. Kiminde limon içerikli ürünler, kiminde seramik ve porselen objeler, eşyalar ve keten kumaşdan yapılmış giyim eşyaları var. Alışveriş anlamında güzel bir yer.
Oradan teleferikle adanın en tepesine ulaştık. Adanın neredeyse tamamina hakim olan bu tepede güzel fotoğraflar yakalayabiliyorsunuz.
Dinlenmek ve birşeyler yemek içinde güzel bir kafeteryası var. Kahvenizi içerkende adanın doyumsuz manzarasının tadını çıkarabilirorsunuz. Dönüş yolunda ise teleferiğe bindiğimiz yerden otobüsle Capri'ye gittik. Oradada küçük bir meydan, kilise ve ünlü markalara ait mağazaların bulunduğu bir caddesi var. Alışveriş yapmayacaksanız bu bölgede sadece muhteşem liman manzarasını ve birkaç güzel restoran kafeteryadan başka birşey yok. Adanın manzarası denizi çok güzel eğer Capri'ye gelecekseniz burada birkaç gece kalmak ve adanın tadını çıkarmak gerekiyor.
Biz planlarken hiç Capri'yi düşünmediğimiz için adayı sadece geldim, gördüm ve döndüm şeklinde yaşadık. Tabiki tavsiyem siz bizim gibi yapmayın, Temmuz ve Ağustos ayı hariç (çünkü binlerce turist ziyarete geliyormuş) otelde yerinizi ayırtıp adaya gelmenizdir. Bizim ise burdan sonraki durağımız Roma. İyi tatiller...
Kolezyumu, Aşk Çeşmesi ve Müzeleriyle Ünlü Roma'dayız
Roma için söylenecek çok şey var tabi ki ancak çok fazla detaylandırmadan yazmak istiyorum. Roma oldukça kalabalık bir şehir. Bu yüzden internetten yapacağınız rezervasyon ile müzelere giriş hem daha ucuz hemde sıra beklemeden girebilmeniz acisindan cok kolaylik saglayacaktir.
Roma pass alırsanız 3 günlük fiyatı 36 euro ve pass ile 2 müze bedava ve müzeye giris sıra beklemiyorsunuz. Ayrıca otobüs ve metroda pass aldiginizda bedeva ancak havaalanında gidiş dahil değil ve 3. gün akşamı saat 24.00'te süresi doluyor. 2 günlük pass ise 28 euro ve 1 müze bedava. Otobüs ve metrolara binerken hicbir bilet kontrolu yapilmiyor. Ancak kontrol memurlari yolcu gibi binip tesadüfi kontroller yapmaktadir. Eger bu kontrole denk gelirseniz cok ceza yersiniz. İtalya fiyatini bilmiyorum ama Almanya'da bu fiyat 3 sene önce 80 euro idi. Siz bunu ortalama 100 euro gibi düsünün.
Otel fiyatları 3 yıldızlı olanlar ortalama 70 ile 100 euro arasında. Booking'ten reervasyon yaptırmanız size çok kolaylık sağlayacaktır. Alternatif olarak kamptada kalabilirsiniz. Kampta karavanda veya prefabrik evlerde kalabilirsiniz. Fiyatlarıda ortalama 20 ile 50 euro arasında değişiyor.
Roma'da görmeniz gereken en önemli yerler; Kolezyum, Trevi çeşmesi, Foro Romano, Fontana di Trevi ( aşk çeşmesi), Konstantin Taki, Piazza Venezia, Palatino tepesi, Navona meydanı, Piazza di Spagna (ispanyol merdivenleri) ve Vatikan müzeleri...
Roma'yı tabi ki yürüyerek de gezebilirsiniz. Şehir haritasından kalacağınız güne göre şehri bölgelere ayırabilir ve bu bölgeleri yürüyerek gezebilirsiniz.
Roma, İtalyan mutfağını seviyorsanız, yeme-içme konusunda gayet mutlu olacağınız bir yer. Piazza Popolo’da bulunan Cafe Rosati ve Cafe Canova ve şehrin en eskilerinden olan bu iki kafe, hem güzel bir bölgeye bakıyor hem de İtalya’nın en güzel kahvelerinden içebilirsiniz.
Pastificio, İspanyol Merdivenleri'nin karşisındaki Via della Croce de bulunan ve her gün sadece 2 çeşit makarna yapan oldukça keyif alabileceğiniz bir restoran. Trastevere de bulunan Hostaria del Moro ya da uğramanızı tavsiye ederim. Limoncello adındaki limonatalarını beğeneceğinizi düşünmüyorum. Ancak dondurmalarını tavsiye ederim. Her yerde gelato adı ile geçiyor.
Bizim Roma'dan sonraki durağımız, Toskana bölgesinin en güzel tarihi kasabası Bagnerogio.
Sadece 100 Kişinin Yaşadığı Bir Orta Çağ Kenti: Bagnoregio
Civita di Bagnoregio, Roma'nın kuzeyinde kalıyor. Etrüskler tarafından M.Ö. 6. yüzyılda kurulmuş küçük bir şehir. 17. yüzyılda yaşanan deprem nedeni ile kardinal ve yardımcıları şimdiki şehrin bulunduğu yere yerleşmişler ve burası zamanla boşalmış. Şu anda şehirde 100 kadar kişi yaşıyor.
Bu küçük Orta Çağ şehri erozyon nedeni ile tamamen yalnız kalmış ve şu anda sadece dar bir köprü ile bağlantı kurulabiliyor. Uzaktan görünüşü karada bir ada şeklinde tanımlanabilir. Köprüye varmadan önce birkaç binadan oluşan bir yerleşim yeri var. Köprünün yanı başındakı gişeden kişi başi 1,5 eurodan bilet aldık. Süs olsun diye mi yoksa başka bir nedeni mi vardı bilmiyorum, köprünün kenarlarına takılmış, üzerleri çanlarla şüşlenmiş çalı süpürgesi görünümlü şeyler vardı. Köprünün üzerinde yürürken hissettiğim şey tam bir sonsuzluktu. Biraz ürkütücü de olsa doğası ve kuş seslerinden başka hiçbir şeyin olmadığı boşluk oldukça etkileyiciydi.
Köyün tam ortasında kilise ve küçük bir meydanı ve etrafında birkaç kafeterya ve hediyelik eşya satan dükkanlar var. Köyün etrafı sur olarak evler sarmış ve sokakların sonu demir kapılarla kapatılmış çünkü o kapılar olmasa uçurumdan aşağı düşmek çok olası. Köyün etrafındakı yeşilliklerin güzelliği inanılmazdı. Toskana vadisinin güzelliğini bu küçük şehirden baktığınızda çok daha iyi görebiliyorsunuz.
Yemek yiyebileceğiniz bir kaç küçük restoran ve birkaç kafe var. Biz orada sipagetti yedik. Fiyatlar İtalya'daki fiyatlardan çok farklı değil.
Köyde bir asırdır Haziran ve Eylül aylarının ilk haftasında eşek yarışları yapılıyormuş, ama maalesef biz göremedik. İtalya'da buna benzer bircok köy ve kasaba var ancak en ilginc ve en etkileyici olan burasi diyebilirim. Zaten fotoğraflara bakinca ne demek istedigimi cok iyi anlayacaksiniz. Yolunuz bu taraflara düserse ugramadan gecmemenizi tavsiye ederim.
İyi tatiller...
Masallardan Fırlamış Gibi Duran Carcassonne
Carcassonne, en son durağımız olan Brignoles`e 350 km. Yine Booking`den yapmış oldugum rezervesyonla 4 yıldızlı bir otelde kaldık. Fiyatı yaklaşık 80 euro idi. Otel eski şehirin oldugu bölgeye yakındı, ancak kalenin içindede cok güzel butik otellerde var. Otel iyi idi ama resepsiyondaki kadın Fransizca konuşmadığımız icin neredeyse bizi otelden kovacakdı. Fransızların bazı bu tutumları beni hep şaşırtmıştır.
Öğlen saati gibi vardiğimiz şehirde gezmeye başladigimiz ilk andan itibaren eski şehir beni büyülemistir. Oldukca iyi bir şekilde korunmuş olan surlar icindeki eski şehir, oldukca etkileyici bir yer.
Şehir 5. yüzyılda Vizigotlar tarafından eski bir Roma şehri üzerine kurulmuş. 11. ve 13. yüzyıllarda genişletilmiş fakat daha sonra Napolyon döneminde restorasyonlardan zarar görmüş. 1849'da neredeyse tamamen yıkılacakmış fakat 1853'de Eugéne Viollet-le-Duc kapsamlı bir yenileme başlatmış ve sur ayakta kalabilmiş. 20. yüzyılda mimar Eugène Viollet-le-Duc tarafından onarılan şehrin merkezi bölgesi (ville), 1997 yılında Ville fortifiée historique de Carcassonne adıyla UNESCO Dünya Mirasları Listesi'ne eklenmiş.
Ortaçağ şehri Carcassonne cok güzel bir kaledir. Sanki masaldan firlamis gibi bir görünümü var. Kalenin içinde hediyelik eşya dükkânları, restaurantlar, patiseriler, oteller, şövalyeler, Katolik kilisesi tarafından engiziyon mahkemesinde yargılananlara kullanılmış olan işkence araçlarının sergilendiği Musée de la Torture yani işkence müzesi, yine engizisyon mahkemesine ait bir kule, kuyular, bir adet açık hava tiyatrosu var.
Orta kisimda restoranlari ve cok sirin cafeteryalari var. Buraya özgü, yaban kusu ve tavuk etinden yapılmış fasülye yemeği cok meşhur. Ara sokaklarda keşfedeceğiniz dükkanklarda, seramikler, metal ev aksesuarları, rengarenk şekerlemeler ve doğal sabunlar var. Biraz turistik satış gibi gözükse de cok kaliteli hediyelik eşya bulabilirsiniz.
Sehrin cok farklı ve renkli bir görünümü var. Eger bu bölgede seyahat ediyorsanız mutlaka uğramanız gereken bir yerdir. Burada biz 1 gece kaldık ve ertesi gün Barselona`ya doğru yola çıktık.
İyi gezmeler...
Rönesans'ın Doğduğu Şehir: Floransa
Araba ile çıktığımız turumuzda büyük şehirler arasındaki küçük kasabalara da uğradık. Toskana bölgesinin doğası ve küçük kasabaları ile bezenmiş müthiş güzelliklerini görmeden geçmek yazık olurdu. Bognerogio'dan, Floransa'ya doğru giderken Orveito, Chianciano Terme, Montepulciano, Colle di Val d'Elsa'ya uğradık. Kasabalar arasındaki mesafeler birkaç km mesafede.
Terme'de küçük bir pastahanesinde Toskana vadisinin manzarasında pastamızı yedik. Yemeğimizi de Montepulciano'da tesadüfen yoldan geçerken görüp kalmaya karar verdiğimiz butik otelde yedik. Otel yaklaşık 10 odalı ve evden otele çevrilmiş bir taş evdi. Bir tarafı ev diğer tarafı şarap mahzenleri vardı. Kahvaltımızı da mahzende bulunan salonda yaptık. Kahvaltıdan sonra direk olarak Floransa'ya geçtik.
Floransa, Toskana bölgesinin başkentidir ve kendi ismini taşıyan ilin merkezidir. Kısa bir dönem, İtalya Krallığı'na da başkentlik yapmıştır. Floransa gezilecek yerler bakımından Avrupa’nın en önemli şehirlerinden biridir. Rönesans’ın doğum yeri olarakda bilinir.
Floransa’da gezilecek birçok önemli nokta bulunuyor. Arno Nehri etrafında kurulu olan bu şehirde birbirinden güzel tarihi yapıları, sanat merkezlerini, müzeleri ve meydanları sizi kısa sürede büyülemeye yetecektir. Floransa çok büyük bir şehir değil. Şehirde yer alan tüm önemli gezi noktaları birbirine yürüme mesafesindedir. Neredeyse birkaç önemli yer haricinde her yere yürüyerek ulaşabilirsiniz.
Sehre dogru giderken, Floransa'yı en güzel yerinden görebileceğimiz Micalengelo Meydanı'nının hemen önünden geçiyorduk ki manzarayı görünce büyülendim. Meydandan Floransa'yı en güzel haliyle görebiliyorsunuz. Gecede bu meydan çok güzel oluyormuş. Meydanda manzaranın tadını çıkardıktan sonra şehre indik.
Şehirde Arno Nehir kıyısında bulunan bir otelde oda tuttuk. Tesadüfen buldugumuz otelin, fiyatı kahvaltı dahil 120 euro idi. Ayakbastı parası olarak yani şehir vergisi kisi basi 4,90 euro ve bu fiyat sehir vergisi olarak İtalya'da ödedigimiz en yüksek fiyattı ve otopark için de 20 euro ödedik.
Şehre araba ile giremiyorsunuz. Sadece yürüyerek geziyorsunuz ama bu sizi korkutmasın her yer birbirine yakın. Zaten her yeri tarih kokan o sokakların hakkını ancak yürüyerek verebilirsiniz.
Şehri gezmeye Floransa Katedrali'nden başladık (Duomo), sonra Vecchio Sarayı, Signoria Meydanı. Burası Davut heykelinin bulunduğu meydandır ve Academi Galerisi'nde bulunuyor.
Görmeniz gereken en önemli eserler; Santa Croce Bazilikası, Ponte Vecchio Köprüsü (Eski Köprü), Pitti Sarayı, Bergolle, Santa Maria Novella Bazilikası, Aziz Ciovanni Vaftizhanesi, Duomo Meydanı. Bu meydan Floransa'nın en büyük ve en ünlü meydanıdır.
Duomo Katedrali, Giotto’nun Çan Kulesi, Aziz Giovanni Baptisteri, Museo dell’Opera del Duomo gibi şehrin birçok önemli yapısı bu meydan çevresinde yer almaktadır. Bizim burdan sonraki durağımız ise Pisa olacak.
İtalya'nın En Ünlü Kulesi: Pisa
En son duragimiz olan Floransa'da kahvaltımızı yaptıktan sonra direk olarak Pisa'ya dogru yola koyuluk. Floransa ile Pisa arası 85 km. Oldukça küçük bir şehir ve burada ufak bir nehir var. Nehiri geçtikten sonra meyadana çıkmadan önce arabamizi sokak arasına park ettik.
Sokaklar Afrikalılar tarafından tutulmuş durumda. Park parasını makinadan ödedik ama onlara da ne olur ne olmz diye bahşiş vermeden geçmedik.
Katedral meydanına geldiğimizde 4 ayrı yapının bir arada, nerdeyse yapışık gibi duran yakınlıkta olması bende biraz şaşkınlık yarattı. Pisa Kulesi’nin İtalyancası "Torre pendente di Pisa"dır. Yani Pisa'nın eğilen kulesi anlamına gelmektedir.
Mucizeler Meydanı anlamına gelen Piazza dei Miracoli alanında bulunuyor. Aslında Pisa Katedrali’nin çan kulesidir. Meydanda katedral ve çan kulesinin yanısıra bir vaftizhane ve anıt mezar bulunmaktadır. Katedral 1063-1090 yılları arasında yapılmış, Pisa Kulesi ise 1173’te inşa edilmeye başlamıştır.
Savaş sebebiyle tam 1 yüzyıl ara verilen inşaat ancak 1272’de devam eder. Sonra savaşlar sebebiyle yine duran yapım 1 sonraki yüzyılda 1370 yılında tam olarak tamamlanmış.
Pisa Kulesi yapıldığından beri güneye doğru eğilmektedir. Eğilme ilk olarak ikinci kat çıkıldıktan sonra başlamıştır. Pisa Kulesi yumuşak zemin nedeni ile çökme yaşanmaktadır. Katedral ve vaftizhanede de aynı sebeple içeri doğru çökmektedir.
Kule 8 katlıdır ve toplam yüksekliği 55 metredir. Pisa Kulesi'nin ağırlığı yaklaşık 14 bin tondur. İçinde her biri bir notaya denk gelecek şekilde 7 tane çan bulunmaktadır.
Pisa şehrinin bu meydanından başka hiç bir özelliği yok ancak bu meydan turist akınına uğramaktadır. Her yıl yaklaşık 1 milyon üzerinde kişi bu meydanı ziyaret ediyor. Kulenin içerisine aynı anda sadece 40 dakikada bir 30 turist alınıyor.
1987 yılında Pisa Kulesi’ni de içine alan meydan Unesco Dünya Kültür Mirasları Listesine alınmıştır ve Pisa Kulesi’nin mimarının da kim olduğu tam olarak bilinmemektedir. Pisa Kulesi 1989 yılında başlayan restorasyon yüzünden 2001 yılına kadar ziyarete kapatılmış ve bu restorasyon sonrasında artık eğilmenin olmadığı söylenmiştir.
Pisa şehrinden sonra rotamızı denize doğru çevirdik ve oradan da Fransa'nın muhteşem sahillerine doğru yolculuğumuz devam edecek. Bir sonraki durağımız lavanta tarlalarını görebileceğimiz Brignoles.
Avrupa'nın En Şık Rotalarından Fransız Rivierası
Fransa'nın en güzel kıyı şeridi İtalya'dan hemen sonra başlıyor. İlk olarak Menton, Roquebrune-Cap-Martin, Monaco, Nice, Cannes ve devam ediyor. Biz sadece Monaco'da soluklanmak için durduk ve direk olarak Brignoles'e gittik. Ancak dönüş yolumuzda Nice'de kaldık ve bu yüzden biraz Nice'den ve daha öncede görmüs oldugumuz Monako'dan bahsetmek istiyorum.
Nice, Fransa'nın 5. büyük kenti ve Fransa'nın en şık (bu tanımlama ne kadar doğru bilmiyorum) şehirlerinden biri. Tabi ki çok yakınında bulunan Monaco içinde aynı şeyi söyleyebiliriz. Ancak Monaco yüksek apartmanların arasında boğulmak üzere. 10 sene önce gördüğüm Monaco'dan çok fazla bir şey kalmamış gibi.
Monte Carlo ve etrafi hala cok güzel. Monaco'ya gitmiskende Kraliyet Sarayi'ni da görmeniz lazim. Saray ülkenin önemli yapılarındandir. Dünyadaki diğer saraylara göre bu küçük prenslikten hiç beklenmeyecek şekilde mütevazı bir bina.
Nice ile ilgili söyleyebileceğim birkaç şey ise otel bulma konusunda hiç zorluk yaşamayacağınızdır. Booking'den yapacağınız rezervasyon ile oldukça uygun otellerde kalabilirsiniz. Ana cadde üzerindeki lüks otellerin paralelinde 3 yildizli, oldukca iyi otel bulabilirsiniz. Hemen caddenin altından da denize girebilirsiniz. Nice sehir icinden denize girilebilinen ender yerlerden biri. Sahili tasli ama kesintisiz ve denizi de cok temiz.
Gece ise şık restoranlarında yemeğinizi yiyebilirsiniz. Nice'de görebileceğiniz yerleri, Promenade des Anglais (İngiliz yürüyüş yolu) denilen sahilde bulunan yol, antika pazarıdır. Ayrıca Nice, Fransız sosyetesinin gözde tatil yeri olduğu içinde lüks mağazaları ve lüks restoranlarıda vardır. Yine burada lavanta ile ilgili ürünler, el yapımı sabunlar ve zeytin yağı ile ilgili ürünler bulabilirsiniz.
Monaco ise bağımsız bir prenslikdir ve dünya’nın en küçük ikinci devletidir. Birincisi ise Vatikandir. Zenginliğin, lüks yasamin başkenti olan ülke/şehirdir. Tam merkezinde bulunan, Monte Carlo semti ve kumarhaneleriyle meşhurdur. Güzel bir stadyumu ve cok güzel bir yat limanı var. Demiryolu ulaşımı oldukca gelişmiştir. Fransa'nin diger sehirlerine ve Avrupa’nın her yerine bağlanır.
Formula 1 pisti yoktur ancak şehir içinde yapilan Monaco Grandprix’i ayagi vardir. Her yil burada yapilan F1 yarisi cok fazla turisti bu sahillere ceker. Yaklasik 35 bin nüfusu vardir. Ancak bu sayi her gecen gün hizla artmaktadir. Bu nedenle de Monaco artik apartmanlar ülkesi olmus durumda. En son gittigimizdekine göre cok fazla tas bloklar yükselmis. Cannes ise film festivalleriyle meşhur ve onun dışında da çok bir özelliği yok ama Nice kadar büyük sahili olmasa da yine burada da sehir icinden denize girilebiliniyor. Burası da lüks oteller ve lüks magazalarin cok sayida oldugu bir yer. Tren veya otobüsle 20 dk da gidip görebilme sansiniz var. Fransiz Rivierasi hayatinizda 1 kere görmeniz gereken en önemli bölgelerden biri. Deniz, doga, lüks yasam ve paranin kokusunu cok net bir sekilde duyabileceginiz bir bölge.
Lavanta Kokuları Eşliğinde Brignoles Turu
Cannes'dan yaklaşık 95 km mesafedeki, Brignoles denizden biraz içeride, küçük bir ilçe. Biz buraya yakın bir köyde, Booking'den rezervasyon yaptığım, geceliği kahvaltı dahil 80 euro olan bir butik otelde kaldık.
Otel o kadar güzel ve rahattı ki burada 2 gece kaldık ve arabamızla, kaldığımız bölgeye yakın yerleri otel sahibinden aldığımız tiyolarla gezdik. Akşam yemeğimizi otele yakın köy olan Tourves'de yedik.
Köyün tek restoranında, odun ateşinde pişmiş pizzası ile karnımızı doyurduk. Rezervasyonu cokdan dolmus olmasina ragmen, yalvar yakar bizi kabul ettiler. Yoksa o gece ac yatabilirdik. Ertesi günü otel sahibinin hazirlamis oldugu güzel kahvaltidan sonra lavanta tarlalarını görme umudu ile yola çıktık.
Harita üzerinden ev sahibinin tarifi ve navigasyon ile yolumuzu bulmaya calistik. Zaten arabasiz ve navigasyonsuz bu bölgede gezmek imkansiz bir sey. Umudumuz cok yokdu ama inanılmaz keyifli manzaralar ve güzel eski bir turistik kasabayı görme şansımız oldu.
Lavanta tarlalarını Quinson ve Saint-Laurent-du-Verdon'da gördük. Lavanta tarlaları görmek inanılmaz keyif vericiydi. Yol boyunca milli parkın içinden geçtik. Yeşilin ve doğanın muhteşem güzelliğini anlatmak kelimelerle anlatilmaz.
Quinson'da gördüğümüz Seine nehri ve bunun yakınındaki eski bir köy, (Moustiers sainte Marie) çok şirin bir yer. Lavanta ile ilgili her türlü ürünü bulabileceğiniz dükkanları, şirin restoranları var. Harita üzerinde görünen güzergahla yukarıda bahsettiğim güzellikleri görme şansınız olacaktır.
Koyu renk güzergahdan gittik ve açık renk güzergahdan döndük. Yanlız dönüş yolunda lavanta tarlalarını göremedik. Lavanta tarlalarını hep aynı yerde görme şansınız olmayabilir ancak en yoğun ekim yapılan bu bölge imiş. Buralari gezmek isteyenler icin tam güzergahimiz, gidis; Cotignac, Quinson, Saint-Laurent-Du-Verdon, Moustiers-sainte-Marie. Sen nehrinin olusturdugu gölün etrafindan dolanip, Brignoles'e geri döndük. Brignoles'den sonra bu güzergahdaki şehirler Aix-en-Provence ve Salon-de-Provence. Ancak bizim burdan sonraki durağımız Carcassone'dir.
Dönüş Yoluna Geçmeden Önce Son Durağımız Barcelona
Barselona, bizim icin dönüs yolundan önceki son durak oldu. Carcassonne'den yaklasik 300 kilometre'dir. Portekiz'e kadar devam edecek olan gezimiz, Temmuz`un 15`ine denk geldigi icin ve araba ile seyahat ettigimiz artik sıcaklar cekilmez hale gelmisti. Biz de Barselona`dan geriye dönmeye karar verdik.
Yine Booking`den ayırtmıs oldugum limana yakın otel, gayet düzgün ve merkezi idi. Klimalı ve genis odaları vardı. Arabayi da 20 euroya yakınındaki bir kapalı parka bıraktık. Park önemli cünkü arabayı cok güvenle birakabileceginiz cok fazla yerler yok. O yüzdende otelin önerdigi kapali parkı tercih ettik. Genis, temiz ve kalabalık sokaklarıyla Barselona oldukca renkli bir sehir. Avrupanın en kalabalık ve turist ceken sehirlerinden biridir. Mimar Antoni Gaudi’nin eserleri ile süslenmis olan Barselona, görmeniz gereken sehirlerden biridir. Yemek konusunda yelpaze oldukca genistir. Balik ürünleri oldukca iyi.
Görmeniz gereken yerler ise Sagrada Familia Bazilikasi, Park Güell, La Rambla Caddesi, Casa Mila, Barselona Katedrali, La Rambla Caddesi üzerinde yer alan Mercat De La Boqueria adlı pazar ve Parc De La Ciutadella bunlardan bazılarıdır.
Mercat De La Boqueria şehrin dünyaca ünlü kapalı pazarıdır. Mimari ya da tarihsel bir önemi olmasa da pazarda satılan biribirinden güzel tropik meyve ve sebzeler, lezzetli çikolatalar pazarın dünyaca ünlü olmasındaki en büyük etken sanırım. La Rambla’yı gezerken pazara uğrayıp ufak tefek bir şeyler almaya özen gösterin. Yalnız dikkat, La Boqueria Pazar günleri kapalı.
Tabi ki Barselona'daki en önemli yapı Sagrada Familia Bazilikası'dır. Barselona’nın en ünlü ve önemli simge yapısıdır. Şehre birçok ölümsüz eseri ile hayat veren ünlü Katalan Mimar Antoni Gaudi’nin en büyük eseridir. Eğer bazilikanın içini de gezmeyi düşünüyorsanız uzun kuyrukları gezi planınızda hesaba katmalısınız. Aynı sey Park Güell icinde gecerlidir. Park Güell daha önce görmüs oldugunuz tüm parklara göre oldukca farkli bir görünüme sahiptir. Oraya gittiginizde hem paralı hemde parasız olarak görülecek alanlar vardır. Ama mutlaka paralı olan kısma girmeyi ihmal etmeyin. Mimar Gaudi sehrin bir cok yerinde ilginc mimariye sahip eserlerini görebilme imkanını sunmustur ve Barselona'ya oldukca büyük katkı saglamıstır.
Biz yorgunluktan dolayı gece hayatına katılamadık. Bu yüzdende herhangi bir fikrim yok ancak duyduguma göre oldukca renkli ve eglenceli gece hayati varmis.
Biz yemek olarak marinanın yaknlarında bulunan bir restoranda balık yedik. Ama gündüz o genis caddelerinde gezerken rastladıgımız balik ürünlü kanepeler nefisdi. Cok basarili balikli ürünleri var ve mutlaka denemelisiniz.
Barselona ile ilgili tabi ki cok daha fazla sey yazilabilir ama benden simdilik bu kadar. Bu gezimizde görüp de tekrardan gidebilecegim sehirlerden biri Barselona olmustur. Mutlaka bir daha gitmek isterim.