Bu yazı şüphesiz ki içerisinde güzel hikâyeler barındırmalı, anıları tekrar canlandırmalı, heyecanı o günden bugüne taşımalı. Bunları yaparken, kelimeleri sözcüklere dökmeye çalışan beni, mutluluk deryasına sokmalı. Bakalım yapabilecek mi?
Farkındayım uzun zaman oldu olaylar yaşanıp biteli ama nedendir bilmem bir türlü oturup yazamadım o güzel hatıraları. Günlerden bir gün ki o gün Temmuz sonlarına denk geliyor; Romanya'ya gelişimizin üzerinden neredeyse 3 hafta geçmiş, tatil dedikleri günler kapımızda belirmişti. Hemencecik bir plan yapmalı önümüzdeki bu fırsatı en iyi şekilde kullanıp yeni yerler görmeye çalışmalıydık. Elimizden geleni ardımıza koymadık elbette. Henüz Romanya'ya gelişi 1 hafta olmamış sevgili arkadaşımız Samet'i de ayartıp, Sırbistan'da Belgrad ve Novi Sad, Romanya'da Timişoara, Arad ve Sibiu'yu içeren 10-12 günlük bir program hazırladık. Gidişimiz öncesi nerede neresi gezilir, oralara nasıl gidilir, ne yenir ne içilir diye kapsamlı bir araştırma yaptık. Zira kendisi Avrupa'da kendi başımıza yapacağımız ilk seyahat olacaktı. Planlar yapıldı, yola konuldu.
26 Temmuz günü Samet'le Belgrad’da buluşmak üzere sözleştik. Sabah erken saatlerde Dragaşani'den ayrılıp, yaklaşık 10 saatlik bir otostop yolculuğu sonrası Belgrad'a ulaştık. Hostelimize yerleştikten sonra, para çevirmek için döviz bürosu aramaya koyduk kendimizi ama şans işte. Şehre geldiğimizde saat 19.00'u geçmişti, hostele yerleştikten sonra ise 20.00’yi. Haftasonu olunca döviz ofisleri erken kapanmış. Uzunca bir arayıştan sonra fark ettik ki aslında hepsi açıkmış ama biz yanlış yerde arıyormuşuz (para konularıyla ilgili detaylı bilgi yazı sonunda). Bu mevzudan sonra, kötü gün dostu McDonalds'a attık kendimizi, hem karın doyurmak hem de internet bağlantısını kullanmak için elbet. 10 dakika geçmedi, Samet de geldi yanımıza. Sarıldık, öpüştük derken attık kendimizi Belgrad sokaklarına.
Yaz ortası olunca sıcak bunaltıcı derecede, sokaklar insan kaynıyor. Hele ki Sırbistan, Türklere vize istemeyen bir ülke olunca, adım başı Türkçe konuşan birilerine denk geliyorsunuz. O kadar fazla ki Sultanahmet'te en az bir kez bulunmuş birinin yaşadığı acaba Arabistan'a mı geldik hissiyatının, Türkiye'de miyiz versiyonunu en derinden hissediyorsunuz.
Özelde Belgrad, genel anlamda Sırbistan aslında bir Balkan ülkesinden çok Avrupa ülkesini çağrıştırıyor. Coğrafi olarak dört AB ülkesine komşu, Batı'da Hırvatistan ve Macaristan, Kuzey ve Doğu'da Bulgaristan ve Romanya. Köyleri, yolları, şehir merkezleri, yaşam standartları, sokaklardaki hava, insanların giyim kuşamı deneyimlediğim kadarıyla standart bir Avrupa ülkesinden çok farklı değil. En azından Romanya'nın durumundan bir tık daha yüksek olduğu açık.
O gece, saatlerdir yollarda olmamızın verdiği dayanılmaz yorgunluk ve uyku hissiyle çok oyalanmadan yatağa atıyoruz kendimizi, sabah erkenden şehir turuna başlamak için..
Ertesi günümüz enerjik başlıyor sabahın erken saatlerinde. Hemen kahvaltılık bir şeyler arayışına çıkıyoruz. Cumhuriyet Meydanı (Republic Square) etrafında onlarca küçük dükkân buluyoruz börek, sandviç vs. satan. Zaten bizim börek olayı buralarda da meşhur, her çeşidini bulabilirsiniz. Fiyatları gayet uygun. Romanya'da da olduğu gibi içinize oturan tek şey, bira dışındaki tüm içeceklerin fiyatı. Küçük şişe meyve suyu, aldığın koca böreğin 1,5 katı fiyata olunca insan hayret ediyor.Burada bir parantez açmak lazım. Eğer yeni bir şehre turistik amaçlı geliyorsanız ilk yapmanız gereken şey kesinlikle bir turizm bilgi merkezi (Tourism Information Office) bulmak olsun. Önceleri ben de gideceğim yer ile ilgili internetten araştırma yapar, nereler gezilir falan diye bakardım ama şimdilerde yaptığım tek şey bu ofislere gidip ücretsiz dağıtılan şehir haritalarından birini almak oluyor. Hali hazırda haritada nerelere gitmek gerekir, nereden gidilir gibi tüm ihtiyaçlarınıza cevap veren bilgiler mevcut. Ofisteki çalışanlar da Türkiye'dekilerin aksine çok ilgililer ve yardımcı oluyorlar. Bu haritalar sayesinde kaybolmadan rahatlıkla her yeri gezebilirsiniz. Şiddetle tavsiye ederim! (detaylı bilgi yazının sonunda)
Böreklerimiz elimizde, Cumhuriyet Meydanı manzarasında insanları izleye izleye kahvaltımızı ediyoruz. Kahvaltı sonrası elimizde uzun bir liste var gezilmesi gereken müzeler diye. Hangisinden başlasak önce falan diye konuşurken çılgın bir yağmur başlıyor. Hemen kafamızı sokacak bir yer olsun derdiyle bulunduğumuz meydandaki Ulusal Müze (National Museum)'ye atıyoruz kendimizi. Şanslıyız Pazar günü halk günü olduğundan müze girişi ücretsizmiş. Daha çok dinsel motiflerin ağırlıkta olduğu bir müze burası. Bolca tarihi haç, İncil, resimler, tablolar bulmanız mümkün. Bizi çok cezbetmedi ama elimizden geldiğince her bir objeye bakıp anlamaya çabaladık.
İkinci durağımız; Etnografya Müzesi. Ulusal Müze ile aynı cadde üzerinde, Studentski Park'ının köşesinde ihtişamlı büyük bir bina. Giriş ücretini gerçekten hatırlamıyorum. Not da almamışım. Zira elimizde EVS Gönüllü kartıyla her seferinde ücretsiz ya da indirimli giriyoruz. Genelde anlamıyorlar kartın ne olduğunu, zaten bir geçerliliği de yok ama ya olur mu bakın diğer müzeden geliyoruz, oraya bir ücret ödemedik falan diyoruz. Zaten adam akıllı İngilizce konuşan birileri çıkmayınca karşımıza 20-25 saniyelik bir karşılıklı anlaşamama durumundan sonra, ne haliniz varsa görün diye sokuyorlar içeri. Girdiğinizde birinci ve ikinci kattaki cansız mankenler üzerindeki geleneksel kıyafetleri, eğer çok ilginiz yoksa direk geçmenizi ve üçüncü kata yönelmenizi tavsiye ediyorum. Üçüncü katta geleneksel evlerin içleri, balıkçı malzemeleri, tütün makinaları gibi geniş yelpazede çok başarılı sunumlar var. Tek tek her birini yakından incelemenizi tavsiye ederim.
Belgrad'a geldiğinizde herkesin dilinden düşürmediği tek bir müze duyacaksınız yüksek ihtimalle; Nikola Tesla Müzesi. Sırpların talihsiz bilim adamı güzel insan Tesla adına yapılmış, icat ettiği aletlerin gerçekleri ya da modellerinin sergilendiği bir müze. Herkes pek bir övünce gidip bir görelim dedik. Pazar günü olunca saat 13.00'e kadar açıkmış. Koştur koştur yetiştik. Bir insan seli içerde, kimin ne yaptığı belli değil. Zaten küçücük bir yer affedersiniz, gişe nerde, sıra nerde derken bulduk bilet alacağımızı yeri. Bilet 150 RSD. Tüm yolculuğumuz sırasında verdiğime bin pişman olduğum tek paradır bu. Aldık bileti, oturduk bir sinema sisteminin önüne. Zaten herkes Türk, araya birkaç tane yabancı karışmışsa belki... Açtılar, 20 dakika başarısız bir Tesla belgeseli izledik. Yetmedi arkasından üniversite öğrenci sarışın bir genç çıktı, zaten müzenin çalışanlarının tamamı üniversitedeki fizik bölümünde okuyan öğrencilermiş, adam sanki karşısında BM üyeleri varmış edasında anlamsız bir İngiliz aksanı yapmaya çalışarak başladı konuşmaya, eline aletleri alıyor anlatıyor falan. İki cümle anladım-anlamadım. Yani ben çok böyle bilime falan uzak bir herif değilim, indüksiyon motoru nedir Tesla bobini nedir bilen bir adamım. Ama adamın anlattıklarından ben dâhil hiç kimse bir halt anlamadı. 5-10 dakika konuştu, hemen dedi yan tarafa geçelim. Bir iki küçük florasan gösteri sonrası, dedi bitti. Dedim sizi Allah ne yapmasın. Saçmalık abidesi bir durum yani. Bak bir de koca paragraf bu müzeyi anlatacağım diye yazmışım. Sözde Tesla'nın küllerinin bulunduğu küreye 5 metre geriden bakmak gibi bir fanteziniz varsa buyurun gidin, yoksa zaman, enerji ve para kaybı.
Oh be, içim rahatladı.
Öğle vakti oldu, acıktık. Müze müze gezmekten yorulduk. Bir de aralarda St. Mark's Kilisesi ve Ulusal Meclis (National Assembly) binalarına takılınca iyice kafamız döndü. Tam yemek yemeğe gidiyorduk bir müze daha gördük, hadi dedik buna da girelim sonra yeriz. Kendisi; Historical Museum of Serbia. Information Office'ten alacağınız haritada yazmaz ama görülebilir bir yer. Hemen Nikola Pasic Meydanı’nın köşesi, National Assembly binasının yanı. Savaş yıllarıyla ilgili dokümanların, fotoğrafların bulunduğu geniş bir alan. Girişte bilet almadan girmeye çalışın, öğrenciyiz ıvır vızır falan diye. Yok illa bilet diyorlarsa hiç zorlamayın, o kadar çabaya değer bir yer değil. Bir müzeden çok tiyatro dekorlarına benzer şeyler bulacağınız bir yer.
Sonunda öğle yemeğine doğru geçiyoruz. Sırbistan sınırları içerisinde bulunduğumuz 4 günlük süre zarfında yediğimiz tek bir şey vardı, o da efsane niteliği taşıyan “Pljeskavica”. Kısaca Sırp hamburgeri olarak açıklayabileceğimiz, fiyatıyla, lezzetiyle, boyutuyla baş döndürücü bir şey kendisi. Hemen her yerde küçük restoranlar görürsünüz bunu satan ama tek bir yerde adam gibi ve ucuza yenir. Açık adresi yazıyorum, bir kenara not edin; Trg Republike, Tc. Staklenac Makedonska 5. Yani kısaca Cumhuriyet Meydanı’nın çaprazında kalan parkın köşesi. Adı da "Pljeskavica Bar". 24 saat açık. 220 RSD'ye Kutu Cola + Pljeskavica'yı afiyetle götürebilirsiniz. Gözünüzün önünde hazırlıyorlar zaten. Eminim yediğiniz an, diğer öğünü de burada yiyelim diye konuşmaya başlayacaksınız.
Yemekten sonra kendimizi kaleye doğru atıyoruz. Cumhuriyet Meydanı'ndan "Knez Mihailova" sokağını takip ederek ulaşabiliyorsunuz kaleye ki bu sokak aynı zamanda Belgrad'ın İstiklal Caddesi. Kafeler, mağazalar, kitapçılar, sokak sanatçıları, seyyar satıcılar vs. Her şey bu uzun sokağa konumlanmış. Belgrad Tuna ve Sava nehirlerinin kesişim noktasına kurulmuş bir şehir. Bahsi geçen kale yani "Kalemegdan" da tam olarak bu kesişim noktasına hâkim tepede kurulmuş. Tarihi milattan öncesine kadar dayanan bir yer. Tabii tarihsel süreçte sürekli el değiştirmesiyle gelişmiş ve değişmiş. Şu anki haline de Osmanlı döneminde kavuşmuş. Zaten girdiğinizde Osmanlı esintilerini hissedeceksiniz. Kalenin tam ortasında Damat Ali Paşa'nın türbesi var örneğin. Kale kendi içinde farklı bölümlerden oluşuyor. Birkaç kilise, müze, seyir terası, çeşitli kuleler vs. En önemli ve mutlaka görülmesi gereken kısımları şüphesiz; Askeri Müze (Military Museum), Hayvanat Bahçesi (Zoo) ve seyir terası. Gün içerisinde ancak Askeri Müze ve seyir terasına vakit ayırabiliyoruz.
Military Museum, kesinlikle görülmesi gereken bir yer. Öğrenciye indirimli 150 RSD giriş ücreti var ama her bir adımında hakkını veren harika bir müze. Kale duvarları içerisine dağılmış bir yapısı var, kat kat. Her bir köşesinde hayrete düşecek şeyler görüyorsunuz. Özellikle benim gibi savaş malzemeleri, tanklar, uçaklar, gemiler, motorlar, arabalar, belgeler, üniformalar vs. hevesliyseniz. Osmanlı öncesinden günümüze kadar uzanan askeri tarihle ilgili çok başarılı sergilemeler göreceksiniz. Özellikle zaman ayırılması gereken bir müze burası. Girdiğinizde en az 2 saatinizi burada geçireceğinizi bilerek girmenizde fayda var. Yanınıza su, atıştırmalık bir şeyler alın, tavsiyemdir.
Bir de genel bir not, hemen her yerde geçerli bir durum ama müzelerin hepsi Pazartesi günü kapalı. Planlamanızı bunu göz önünde bulundurarak yapmanızda fayda var. Müzeden sonra kendimizi eşsiz Tuna manzarasını izlemek için terasa, yani kalenin en yüksek duvarlarına atıyoruz. Kimsenin birbirine ilişmediği kalabalık ama sessiz ve sakin bir topluluk var burada manzarada size eşlik eden. Saatler harcıyoruz burada, sohbet ediyor, tadını çıkarıyoruz.
Akşam yemeğimiz için diyoruz ki kıyalım paraya şöyle güzel bir restoranda adam akıllı bir yemek yiyelim. "Skadarlija" sokağı diye bir yer var. Eskişehir'deki Barlar Sokağı gibi bir yer. Fasıl tarzı canlı müziklerin olduğu restaurant, kafe dolu bir sokak. Gayet de hoş. Çok dolanmadan giriyoruz birisine. Pek meşhurmuş, duyduk, birer porsiyon Cevapcici istiyoruz Sırp birası Jelen ile birlikte. Küçük ama sevimli bu yerde afiyetle yiyoruz yemeğimizi, en güzelinden ediyoruz sohbetimizi.
Üçüncü günümüz hayvanat bahçesiyle başlıyor. Kalemegdan'nın kuzey kapısından ulaşıyorsunuz buraya. İndirim, kart vs. geçmeyen tek yer burası Belgrad’da. Paşa paşa adam başı 300 RSD'yi verip giriyoruz. Her adımıyla hakkını veren bir hayvanat bahçesi burası. Hayvanat bahçelerinin doğrululuğu ya da yanlışlığı kısmı tabii ki tartışılır bir durum ama farklı yerlerde hayvanat bahçelerini ziyaret etmeye çabalıyorum ve her seferinde rezalet manzaralarla karşılaşıyorum. Ama burası gerçekten de çok başarılı dizayn edilmiş bir yer. Hayvanlar mutlu ve sağlıklı gözüküyorlar. Çok geniş bir yelpazede yüzlerce hayvan türünü görebileceğiniz bir alan. En az 2 saatinizi alacak, zamanınızı iyi planlayın.
Buraya kadar olan her şey sanıyorum ki Belgrad'a gelen her turistin yaptığı standart şeyler içerisinde sayılabilir. Bundan sonrası en eğlenceli kısım olarak çoktan yer etti hafızamda. Hayvanat bahçesinden çıktığımız gibi birkaç cadde altta bulunan "Milan Muskatirovic Sport Center"a gidiyoruz. Merak etmeyin, burayla işimiz yok. Binanın hemen altında bisiklet kiralayabileceğiniz kocaman bir dükkân var. Herhangi bir kimlik kartı karşılığında, 24 saatliğine çok sağlam bir bisikleti 500 RSD'ye kiralıyorlar. Information Office'ten alacağınız haritada göreceksinizdir zaten, şehrin her bir köşesinde ve nehir kenarlarında bisiklet yolları var. Çok başarılı şekilde yapılmış yollar bunlar. Hepsi birbirine bağlanıyor. Araba yollarından hiçbir farkı yok ve çevirdiğiniz her pedalda şehrin hiçbir yerden görünmeyen eşsiz manzaralarını sunuyor size. Bisikletlerimiz altımızda ilk hedefimiz "Ada Ciganlija"ya doğru ilerliyoruz. Şans ya bizdeki yolun yarısında sağanak yağmur başlıyor. Hemen bir köprünün altına sığınıp bekliyoruz. Umuyoruz ki yağmur dinecek, biz de keyifle bisiklet sefası yapacağız. Yarım saat kadar bekledikten sonra yağmurun dinmeyeceğine kanaat getiriyor ve yola devam ediyoruz. Çevirdiğimiz her pedalda donumuza kadar ıslanıyor ama eğlencenin da doruklarını yaşıyoruz.
Adaya varıyoruz ama kafamızı sokacak bir yer yok. Sonra plajdaki kapalı kafelerden birinin bahçesine sığınıyoruz. Tam anlamıyla sucuk gibiyiz. Üstümüzü başımızı elimizden geldiğince sağa sola seriyoruz biraz kurur diye ama pek mümkün değil. Dedik o kadar ıslağız madem girelim yüzelim, ne fark edecek. Gittik bir ara dener gibi olduk ama su buz gibi. Düşen her bir damla daha da üşütüyor adamı. Hemencecik geri döndük, kafenin koltuk minderleri ile kuruttuk kendimizi bir güzel. 1 saatten fazla bir süre oyalandık burada mecbur. Hem yağmur devam ediyordu hem de bütün kıyafetlerimiz ıslaktı. Güneş bir ara yüzünü gösterdi, attık kendimizi tekrar yola. Hem sürdük hem kuruduk. Sağ olsun çok geçmeden güneş açtı, sanki az önce gök yarılmamışçasına… Adanın dört bir yanını turladık bir güzel, azıcık ayaklarımızı soktuk suya falan…
Dönüş yolunda fark ettik ki bu bisiklet yolu şehrin diğer kıyısına kadar gidiyor. Hazır kuruduk da niye gitmiyoruz dedik kendimize. Durmadık devam ettik, karşı kıyıya geçtik, hatta bir ara durduk Pljeskavica'yı da gömdük. Güneş battı. Dönme vakti geldi. Bisikletleri teslim edelim, bir şeyler içer, yarın da yolar çıkarız dedik ama bisikletçiye döndüğümüzde çoktan kapanmıştı, bisikletler mecbur elimizde kaldı. Neyse ki kiralama olayı 24 saatlik olduğu için fiyat aynı. O gece bisikletlerimiz elimizde canlı müzik eşliğinde bir şeyler içtik, hostelimize döndük.
Ertesi sabah erkenden kalkıp bisikletleri geri verdik. Kahvaltı sonrası tramvaya atladık, sonraki rotamız için otobana çıktık. Çok önemli uyarıdır; tramvaylara bilet basmadan binebiliyorsunuz ama sık sık kontrol için geliyorlar. Yakalandığınızda gözünüzün yaşına bakmadan adam başı 10 Euro ceza ödüyorsunuz haberiniz olsun. Acı bir tecrübeyle doğrulanmıştır. O yüzden bindiğinizde direkt vatmanın yanına gidin, biletinizi alın. Bu uyarıyla Belgrad bölümünün sonuna gelelim, sonraki yazı Novi Sad, Timişoara,Arad ve Sibiu hakkında olacak.
Belgrad ile ilgili olarak şunları da bilmenizde fayda var;
- Sırbistan'da "Exchange Office" kavramı yerine "Menjacnica" kelimesi kullanılıyor. Gözünüz bu kelimeyi aramalı. Merkez diyebileceğim "Knez Mihailova" sokağı üzerinde onlarca döviz bürosu bulabilirsiniz. 1 Euro, 120 RSD (Sırp Dinarı); 1 TL yaklaşık olarak 42 RSD'na denk geliyor. Ama çok önemli bir konu; sakın ha sakın Türk Lirası ile gelmeyin buralara zira dönüştürebileceğiniz bir yer bulamayacaksınız. Aynı şekilde Romanya Lei'si ile de gelmeyin! Her zaman EURO. Son bir şey daha, çok fazla binler, yüzler geçecek cümle içinde para işleriyle uğraşırken, kafanız karışacak, sinirlenecek, gerileceksiniz; sakin olun ve alışmaya çalışın.
- Belgrad'da birkaç "Information Office" var ama en yakını ve merkezdeki Cumhuriyet Meydanı (Republic Square) ile Knez Mihaliova'nın kesiştiği meydanda sütunlu binanın altı. Kocaman "i" tabelası var zaten, görmemeniz mümkün değil.
- Konaklama ilgili olarak çok detay bilgi vermeme gerek yok sanırım, booking.com'dan merkezde ucuz ve güzel hosteller bulabilirsiniz. Fiyatlar 5-7 Euro arası oynuyor. DownTown Central Hostel'i de ayrıyeten tavsiye ederim.
Belgrad Gezilecek Yerler sayfasını da ziyaret etmenizi öneririm.