Ürdün gezimizle ilgili bu ilk yazımızda hem Ürdün hakkında genel bilgiler vermek hem de Wadi Rum’daki çöl maceramızı sizlerle paylaşmak istiyoruz. Wadi Rum, Akabe şehrine arabayla yaklaşık 1 saat uzaklıkta. Bizse Ölü Deniz üzerinden yaklaşık 4 saat süren bir yolu kullanarak Wadi Rum’a ulaştık. Burada hemen bir uyarı yapmak isteriz. Birçok ülkede araç kiralamamıza rağmen ilk defa bu kadar pis ve sadece çeyrek depo benzin dolu bir araç kullanmak zorunda kaldık. Buna hazırlıklı olun ve bizim gittiğimiz yoldan gidecekseniz mutlaka Ölü Deniz oteller bölgesi civarından benzininizi alın. Biz almadık ve benzin ibresinin her düşüşünde stresimiz biraz daha arttı. Uzun bir süre benzin olmadığı için boşu boşuna bu strese girmeyin :)
Ürdün’de genel olarak araba kullanmanın güvenli olduğunu söyleyebiliriz. Ancak gece araç kullanmak oldukça zor olabiliyor; çünkü hem yolların çok azında ışık var hem de karşıdan gelen sürücülerin uzun farlarını kısmamak gibi bir alışkanlığı var. Bunun yanında otoban (King’s Highway gibi) olarak adlandırılan yollarda bile birden bire kendinizi bir kasabanın içinde bulabiliyorsunuz.
Tabii ki böyle yerlerde çok fazla sayıda kasis de var ve hızınızı sürekli kesmek durumunda kalıyorsunuz. Bunun yanında özellikle Ölü Deniz-Akabe arasındaki yolda birçok noktada hem polis hem de asker kontrol noktaları bulunuyor. Bu noktalarda en azından 6-7 defa çevrildik. Gitmeden evvel bu şekilde olacağını biliyorduk ve bu nedenle Amman Türk Konsolosluğu'yla da iletişime geçtik. Bir sorun olursa arayalım diye acil hatlarını da bizimle paylaştılar. Buradan konsolosumuz Mücahit Bey’e de selamlar :) Ayrıca bu yolda bu kadar çok kontrol olmasının sebebinin de Akabe’den kaçak yollarla İsrail’e ve oradan da Kudüs’e gitmeye çalışan Türkler olduğunu öğrendik ne yazık ki :( Bu nedenle Türklere karşı askerler biraz daha hassas ve sorgulayıcı olabiliyorlar. Ancak sakin bir şekilde konuştuğunuzda ve otel rezervasyonunuzu gösterdiğiniz sürece hiçbir sorun yaşamazsınız. Polisler ise çok rahat :) Çoğu Arapça bilmediğinizi öğrenince direkt bırakıyor zaten. Hatta bir tanesi Türkiye’den geldiğimizi öğrenince, bize telefonundan Ebru Gündeş’ten bir şarkı çaldı :)
4 saatlik yolculuğumuzun ardından Wadi Rum ziyaretçi merkezine varıyoruz. Burada kişi başı 5 JED’lik bir giriş ücreti alıyorlar. Biletinizi istemeyi sakın unutmayın çünkü istemezseniz vermiyorlar. Ardından 7 km’lik bir yolculuk sonunda rehberimizle buluşacağımız Wadi Rum Village’a varıyoruz. Biz önceden Rum Stars firmasına rezervasyon yaptırmıştık ve gayet de memnun kaldık. Aracımızı burada bırakıyor ve güneşin son ışıkları eşliğinde, son derece eski bir Toyota 4×4 aracın arkasına atlayıp kamp yerimize doğru yol alıyoruz. Burası bir Bedevi kampı yani kadim çöl insanlarının yaşadıkları kamp yerlerinin ufak bir örneğini sunuyor bize.
Tam akşam yemeği vakti geldiğimizden, yemek hazır sayılır ama öncelikle yemeğin kumdan çıkartılması gerekiyor :) Yemeği sabahtan bir varil içerisinde kuma gömmüşler ve bütün gün kum içinde pişen yemeğimiz hazır. Tadı gayet leziz, sadece hafif bir is kokusu var o kadar. Bu is kokusunu kampta kaldığımız sürece her yiyecekte aldık.
Yemeğin ardından ateş başında içilen çaylar ve şarkılar başlıyor. Bedevi çayı kendinden şekerli ve içinde bildiğimiz siyah çayın dışında dağlardan gelen otlar da var. Her ne kadar önceden alışamasak da sonrasında sürekli içmek istiyoruz. Gelsin kaloriler :) Tabii kalorileri yakmak için de dans etmek şart :) Bedevi ezgileri bize yabancı değil ne de olsa… Eğlencenin ardından dinlenmek üzere, milyarlarca yıldızın altında yürüyerek çadırımıza doğru yol alıyoruz.
Ertesi sabah erkenden uyanıyoruz. Bugün önümüzde uzun bir çöl safarisi var :) Yine eski Toyota’nın arkasına 2 Hollandalıyla beraber atlıyoruz ve çöllerde hoplaya zıplaya yol almaya başlıyoruz. Kimi kanyonlarda rehberimiz bizi bir taraftan bırakıyor ve diğer tarafta alıyor. Yürürken gördüğümüz türlü renkte kum tanecikleri, rüzgarın şekil verdiği enfes güzellikte yükseltiler ve burada nasıl hayatta kalabildiğine şaşırdığımız ağaç ve bitkiler. Biz insanoğlu olarak ne kadar ortadan kaldırmak için her an uğraşsak da çölde bile inanılmaz bir yaşam var… Vadiye dökülmüş incirleri 4 ayaklı dostlarımız yiyor.
Çölün birçok yerinde küçüklü büyüklü kanyonlar var. Biz yürümeyi sevdiğimizden birçok yerde durup yürüyor, hatta kayaların üzerlerine tırmanıyoruz :) Yukarılardan manzara muhteşem. İnsan kendini adeta bir sonsuzluğun içinde hissediyor.
Wadi Rum aynı zamanda T.E.Lawrance’ın, Arapları Osmanlıya karşı örgütlerken geldiği ve yaşadığı bir yer. Hatta burada yıkandığı düşünülen Lawrance Spring adı verilen bir yer bile bulunuyor. Lawrance of Arabia ve 2015 yılında çekilen Matt Damon’ın oynadığı Marslı filminin de bir çok sahnesi burada çekilmiş.
Kampımızı da kuracağımız geniş vadiye varıyoruz. Burası gerçekten çok etkileyici. Dört bir yanımızdan yükselen dağlar ve gözün görebileceğinin çok ötesinde farklı renkte kumullar insanı hayrete düşürüyor. Buranın en güzel yanı ise söylediğiniz her sözün dört bir yandan yankılanıyor olması. Dakikalarca bu oyunu oynadığımızı itiraf etmeliyiz :)
Artık acıktık ve rehberimiz Ahmed’le beraber kampımızı kuruyoruz. Öncelikle çay için ateş yakmamız gerekiyor. Rehberimiz bunu çok kısa sürede kurduğu düzenekle yapıyor ve biz de hayranlık içinde kendisini izliyoruz. Bu arada rehberimizin Lonely Planet’in Ürdün kitabının içinde fotoğrafının bulunduğunu öğreniyoruz. Ünlü bir rehberimiz var :)
Karnımızı doyurduktan ve biraz dinlendikten sonra tekrar yola koyuluyoruz. Yolda bu kez karınlarını doyurmakta olan develere rastlıyoruz. Arabadan iner inmez çevremizi sarıyorlar. Kimisinin boyu belki de 2,5 metre, o nedenle oldukça büyükler ancak kalpleri ve dudakları çok yumuşak. Özellikle büyük olan develerin ön ayakları birbirine bağlı. Bu da hızlı hareket etmelerini ve koşmalarını engellemek için yapılıyormuş. Yanımızdaki yiyecekleri deve dostlarımızla paylaşıyoruz ve onlar yemeklerini kibar kibar yerlerken çöllerin bu cefakar canlılarına veda ediyoruz.
Artık ana kampımıza dönme zamanı geldi. Güneş battıktan çok kısa süre sonra etraf zifiri karanlık olacak. O nedenle de ana kampımıza yakın bir bölgeye gidip sıcacık çaylarımızı yudumlarken, güneş ışıklarının bu güzel çöle ulaştığı son anların keyfini çıkartıyoruz.