İnanılmayacak kadar zengin bir geçmişe, sayısız antik kente sahip güzel beldemiz Bodrum...
Pedasa, Myndos Kapısı, Bodrum Tiyatro, Kale ve Sualtı Arkeoloji Müzesini anlattığım yazımıbelki de okudunuz.
Tatil denince akla ilk gelen beldelerimizden Bodrum’a defalarca yaz tatiline gittiniz mutlaka, Kale ve Antik Tiyatro’yu uzaktan gördünüz, belki gezdiniz, belki de sadece konserler için gittiniz. Oysa Pers, Karia, Roma, Bizans ve Osmanlı gibi büyük devlete tanıklık etmiş ve tarihi M.Ö. 650 yılına kadar uzanan Bodrum birçok medeniyete ev sahipliği yapmış gerçek bir tarih hazinesi.
Bu tarihi yerlerinden bazılarını gezelim mi? Tarih bilgileri ile sizi bunaltmadan...
Bodrum’da, şehir merkezinde bulunan (Pedasa-Pedasos, Bitez / Myndos Kapısı - Gümbet / Karyanda, Myndos - Gümüşlük / Dağbelen ve Sandima Köyleri - Yalıkavak / Bargylia- Andanos-Gök Asar) birkaç antik kentin dışında çok yakın çevresinde, hatta yarım saatlik mesafelerde günübirlik gidip gezebileceğiniz çok sayıda antik kent (Bozalan Leleg Kenti / Syangela Antik Kenti-Alazeytin Köyü / Teikhiousa-Telmisos / Iasos – Kıyıkışlacık / Mylasa – Beçin Kalesi - Milas / Milas yakınlarında Labranda – Euromos –Yatağan yakınlarında Stratonikeia ve Lagina gibi) bulunuyor.
İlk adı Halikarnas (Halikarnassos) olan Bodrum’un ilk yerleşim yeri de o günlerde etrafı tamamen sularla çevrili olan bugünkü kale ve bölgenin yerleşik ilk halklarından biri de Karia’lılar, kültürlerini ve geleneklerini M.Ö. 3500'lerden M.S. 4. yüzyıla kadar koruyabilen nadir kavimlerden biri.
Dünyanın Yedi Harikası'ndan biri olan Mausoleum bu şehirde inşa edilmiş. Depremler ve istilaların etkisiyle zamanla yıkılan mozolenin mermer taşları daBodrum Kalesi'nin yapımında kullanıan kale bugün dünyanın en büyük ikinci sualtı arkeoloji müzesi olarak hizmet vermekte.
Gökova ve Çevresi
Bugün Bodrum’dan çıkıyor ve Gökova Körfezi'ne doğru yol alıyoruz. Çökertme yukarılarındaki iki Leleg Köyü'nü gezeceğiz. Bozalan ve Syangela. Kral Mausolos’un, Bodrum yarımadasında Leleg'lerin yaşadığı sekiz kentte yaşayan halkı Halikarnassos’a taşınmaya zorlaması sonucu terk edilen kentler.
FESLEĞEN KÖYÜ
Bodrum'a 45 kilometre uzaklıkta. Köyde bir kahve molası verip köy halkının geçim kaynağı olan halılara da bir göz atabilirsiniz, zira sizi zorlu bir yürüyüş bekliyor. Lelegler kentlerini ulaşılması zor, dağlık noktalara kurmuşlar, burası da kayalık uçurumlardan oluşan bir dağın zirve noktasında. Köyden orman yürüyüşü ve biraz tırmanıştan sonra Gökova Körfezi'ne hakim bir zirvenin üzerinde bulunan antik kente ulaşacaksınız.
BOZALAN LELEG KENTİ
Çökertme koyu ve Gökova Körfezi'ne kuşbakışı hakimiyeti ile gelecek düşmanlara ve saldırılara karşı koruyucu bir kale gibi Leleg kenti Bozalan (antik dönemdeki adı bilinmediği için yakınında bulunan Bozalan köyünün adı işe anılmakta). 3000 yılık tarihi bilinmezlerle dolu olsa da antik çağlarda Karia Bölgesi'nde Kar’lar olarak adlandırılan halkla birlikte yerleşmiş Leleglere ait kent kalıntıları günümüze kadar ulaşmış. İç ve dış surları oldukça sağlam kalmış kent düzenli sokaklarla bölümlenmiş.
Çok yıkık ve doğa tahribatına açık olmasına rağmen yapıların duvarları halen rahatlıkla gözükmekte. Antik kente varmak biraz zor ve zahmetli olsa da belki birçok kişinin varlığından bile haberdar olmadığı zengin bir kenti görmüş olmak ve müthiş manzara için gitmeye değer.
ALAZEYTİN Köyü'nden yarım saat yürümeden sonra Syangela Antik Kenti.
SYANGELA-SOUAGELE ANTİK KENTİ: “Ana Tanrıça’ya Giden Yol”
Bodrum yarımadasının Gökova Körfezi'ne doğru (10 kilometre mesafede) yer alan, Çiftlik Köyü'ne bağlı Alazeytin Mahallesi üzerinde bir tepeden Gökova Körfezi ve Orak Adası'nı ayaklarınız altına sermekte. Kalıntıların bulunduğu tepeye zeytinlikler arasından yürüyerek 20 dakikada müthiş manzara bile buraya gelmenize değecek güzellikte.
Bir Leleg kenti olması dışında, tarihi konusunda yeterli bilgi olmasa da M.Ö. 2000 yıllarında kurulduğu sanılmakta. Souagele’den günümüze yalnızca Leleg surlarında görülen kırık ve işlenmemiş taşlardan oluşan sur duvarları ile bazı burçlar kalmış. Kent Pedessa'ya göre daha karışık bir plana sahip, iç ve dış surdan oluşan kentin bu hali Anadolu'nun erken yerleşimleriyle benzerlik gösteriyor. Özellikle tapınak, agora ve saray yapılarının bir arada olması Alazeytin'in Anadolu geleneğiyle (Alişar) olan bağlantısını göstermesi açısından son derece önemli.
Bargliya (Andanos-Gök Asar): “Yüksekteki Yer”
İkinci günde ilk durağımız Bargylia, Bodrum’a çok da uzak olmayan, zeytinliklerle çevrili masmavi bir koydaki Boğaziçi Köyü yakınlarında, havaalanından önce sola saparak ulaşabilirsiniz. Biz bazı akşamlar bu köy yolu üzerinde denizin içeri doğru uzantısı kıyısına kurulmuş olan restoranlara balık ve karides yemek için de sık sık gidiyoruz. Siz de bir akşamüzeri yola çıkarak, hem antik bir kenti gezer hem de kendinize, balıkçılıkla geçinen köyde taptaze ve şehirden çok daha ekonomik güzel bir balık ziyafeti çekebilirsiniz. Hatta dönüşte istediğiniz deniz ürünlerini ve tavsiye ederim zeytinyağı da alıp götürebilirsiniz.
Bir Karya kenti olan Barglia, yarımadanın kuzeyinde, Güllük Körfezi'nde, küçük bir yarımadadaki tepecik üzerinde Bargilya Köyü'nün yamaçlarında kurulmuş. Adını da mitolojik öykülerle bağlantılı olarak almış. Hikayesine gelince; mitolojide adı geçen Bellerophon'un sürekli bindiği ve kanatları olan atının attığı bir çifte ile yakın arkadaşı Barglos’un ölümüne neden olur. Buna çok üzülen Bellarophon arkadaşının anısına bu kenti kurmuş, Bargylia sikkeleri üzerine de Pegasus tasvirleri bastırtmış.
Bu arada, Bellerophon da Likya Bölgesi'nde korku salan ve ağzından alevler çıkaran bir canavar olan Chimera’yı öldürdüğü için halk kahramanı olmuş. Bargylia oldukça ihmal edilmiş ve gereken önem verilmemiş, fazla şaşırmıyorum ciddi kazı yapılmadığını öğrendiğimde.. Bu nedenle de kentle ilgili bilgi çok az.
Şehri çevreleyen surlar, bir tapınak, tapınağa ait olabilecek bir alan, sadece yeri belli bir tiyatro ve Roma izleri taşıyan bir hamam kalıntıları ile Bizans dönemine ait olduğu düşünülen nekropol alanı belli belirsiz görülmekte..
Milas’a doğru yolumuza devam ediyoruz.
KıyıkışlacıkKöyü
Havaalanını geçtikten sonra Milas’a gelmeden sol tarafta tabelasını göreceksiniz, ana yoldan 15-20 kilometre kadar içeride Bu arada köyde deniz kenarında da yine balık restoranlarına da uğrayabilir, bol ve ucuz balık yiyebilirsiniz. Bu yörede geçen sene çekilen bir film de köyün ününe ün kattı. Köyde konaklayalım, sabah Milas ve civarındaki antik kentler gezimize buradan devam edelim derseniz gecelemek için çok sayıda otel, pansiyon bulabilirsiniz.
İasos Antik Kenti
Antik kentin hemen dibine kurulmuş olan Kıyıkışlacık Köyü'yle neredeyse iç içe, sol tarafındaki koyun içine adeta saklanmış. Bu heybetli Karia kentine daha önce gelmediyseniz şaşırabilir, tarihin derinliklerinde kaybolabilirsiniz.
Bugünkü adı Kıyıkışlacık olan İasos Antik Kenti aslında dünyaca ünlü ve her sene çok sayıda turisti ağırlamakta, ancak biz çok yakınlarına gitsek de hava çok sıcak olduğundan mı neden bilinmez denize girer, balık yer, antik kente uğramadan döneriz ya da fazlaca bilgimiz yoktur. Oysa görülmesi gereken önemli ve tarih hazinesi bir antik kentimiz.
Önceleri bir ada olan Iasos, şimdi bir yarımada da yaşam M.Ö. 3000 yıllara, Erken Bronz Dönemi'ne kadar uzanmakta. Antik kentteki dört tarafı revaklarla çevrili Agora'ya kemerli bir kapıdan geçerek girerken gördüklerim karşısında şaşkınlıkla ama hayranlıkla bakıyorum.
Ören yerinde görülmesi gereken önemli yapılar ve kalıntılar:
Kenti karadan koruyan, tamamlanamamış, yaklaşık 1,5 kilometre uzunluktaki surlar.
Roma çağında inşa edilmiş dört tarafı revnaklarla çevrili Agora Kent Merkezi, Tiyatro, Bazilika, Balık Pazarı (Roma Anıt Mezarı), Anıt Mezar Bouleterion, Liman - Gümrük Binası Kalıntıları, Mezarlar, Orta Çağı Kalesi, Saat Kulesi, Mozaik Evi, bir bölümü sular altında bulunan Mendirek-Fener, Iasos’un simgesi olan ve değerli bir hazinesi Yunuslu Çocuk Heykeli... Iasos halkının deniz ve balıkçılığa verdiği önemin simgesini ise Selçuk’ta Efes Müzesi'nde görebilirsiniz (ilginç hikayesi oldukça uzun, internette bulabilirsiniz).
Iasos ve Bargylia’nın diğer önemli özellikleri ise koruma altındaki "Kuş Cenneti" olmaları. Sakarmeke, angut, yaban ördeği, pelikan ve balıkçıl kuşlarıyla, yerli ve yabancı turistleri bölgeye çekmekte.
Milas’a devam etmeden önce Iasos’un karşı yönünde uğrayabileceğiniz bir başka güzelliğe geldi şimdi sıra.
Uyku Vadisi ve Gökçeler Kanyonu İncirliin Mağarası
Bodrum-Milas yolunda bu kez sağa, Gökçeler Köyü'ne doğru döndükten sonra köyden yaklaşık 1 kilometre ileride.
Uyku Vadisi'ne zeytin, çam, narenciye gibi yöre ağaçlarının mis gibi kokuları arasından, kuş cıvıltıları, şelale sesleri ile doğa güzelliklerini fotoğraflayarak rahatlıkla gidebilirsiniz. Doğal Sit Alanı olan mağaraya ulaşım da kolay bir rota, ancak biraz yürüme, spor ve macera gerektiriyor, hele de hayvan korkunuz varsa mağaraya hiç girmeyin derim, mağaraya girdikten sonra “yarasa galerisi” denen, yarasaları bol bir bölüme geliyorsunuz, ürkütücü olabilir. Sarkıt ve dikitlerle, küçük havuzcukların bulunduğu ilk bölümlerden sonrası ise profesyonel mağaracıların işi, merakınız varsa bu turu ve kanyon gezisini rehbersiz yapmayın.
Yolumuza devam ediyor ve hemen 20 kilometre ilerideki Milas tarihi evleri, eski eserleri ile yakınlarındaki Labranda ve Euromos Antik Kentleri ile çok ilginç bir köyü, Çomakdağ’ı gezeceğiz.
Milas ve Çevresi
Bodrum’a karayolu ile gidiyorsanız illa ki içinden geçip gittiğimiz Milas... Karia’nın ilk başkenti olduğunu biliyor musunuz? 19. yüzyıldan kalma tarihi Milas evleri, tarihi eserleri, ilçe ve çevresi ören yerlerindeki kazılarda ele geçen buluntuların sergilendiği Arkeoloji Müzesi, çevresindeki antik kentler ve kalıntıları ile antik dönemin önemli bir beldesi olmasının yanı sıra halıları ile de dünyaca ünlü. O halde bir mola vermeye ve kentini gezmeye ne dersiniz?
Milas, Batı Anadolu’daki Antik Çağ'ın üç bölgesinden biri. Karia döneminden şehirde özellikle eski surlardan bugüne ulaşan tek kalıntı, üzerinde Karia baltası olan “Baltalı Kapı” kemeri çok ünlü (M.Ö.1.yy)
Zeus Karios Tapınağı ve Korint başlıklı tek sütunu halen ayakta. Mausoleion’un daha küçük bir örneği Gümüşkesen Anıtı. Milas’ın doğusundaki ovada uzana iki katlı su kemerleri erken Bizans dönemine ait. Kent merkezindeki Firuz Ağa Cami, Menteşe oğulları döneminden kalan en önemli eserdir.
Osmanlı dönemine ait yapılar: Çöllü oğlu Hanı, Ulu Camii, Belen Camii, Ağa Camii, Kurşunlu (Firuzbey) Camii ve Osmanlı döneminden kalma tarihi köprüler.
Tarihi Milas Evleri: 19. ve 20. yüzyıllara ait, kimi restore edilmiş, kimi boynu bükük kalmış hüzünlü birbirinden güzel ikişer katlı ahşap evler.
Beçin Kalesi: Şehre tepeden bakan, Milas Ovası'na hakim, bir plato üzerindeki Bizans yapısı kale surlarla çevrili. Kısmen restore edilmiş kalede hamam ve sarnıçkalıntıları izlenebilir. Asıl yerleşimin daha yukarıda olduğu iç kale bölümünde bir Bizans şapeli, medrese, türbe, camii, hamam gibi yapılar günümüze ulaşan eserler.
Milas’tan İzmir yoluna doğru giderken biraz ileride sağda göreceğiniz “Labranda” tabelasından saptıktan 14 kilometre sonra Türkiye’nin en iyi korunmuş antik kentlerinden birine ulaşacaksınız.
Labranda Antik Kenti
Kentin yolu oldukça bozuk, ama yemyeşil bir yoldan güzel manzaralarla ilerleyerek güzel ve kutsal bir antik kente geliyorsunuz. Karia Bölgesi'nin en önemli kutsal alanı olan Labranda, Tanrı Zeus'a ithaf edilmiş, Karialılar için oldukça önemli bir kültür merkezi.
M.Ö. 4. yüzyılda Mausolus ve kardeşi Idrieus tarafından inşa edilmiş Zeus Tapınağı, güneyindeki büyük teras duvarı, terasında Labranda’nın kutsal suyunun kaynağı, biraz yukarısında da ise bir mezar, Roma Çağı kalıntılarının görüldüğü kentte ayrıca kiliseler, stadyum, stoa, kült yemeklerinin yendiği pencereleri olan Andronlar, Saray olduğu sanılan büyük yapılar, teras evleri, kalıntıları görebilirsiniz.
Antik kent oldukça büyük ve önemli, gezmek için epey zaman ayırmanızı öneririm. Anlatacak çok detay, tarih var... Ben sizi fotoğraflarla baş başa bırakıyorum. Ören yerinde bir bekçi, kulübesi ve tertemiz bir tuvaleti olması hoşuma gitti.
Çomakdağ
Milas’tan çıkıp İzmir’e doğru giderken çok yakınında (5-6 kilometre) sağdaki tabelayı göreceksiniz.
Yol oldukça virajlı ve dik. Zira Beşparmak Dağları'na tırmanıyorsunuz, sırtını bu dağlara dayamış köy tepede görüntümüze giriyor ama hayli uzak gibi... Sakın vazgeçmeyin devam edin, dağın arka yamacına sapıyor yol ve kolayca ulaşıyoruz. Gittiğinize değecek.
Çomakdağ evlerinin ilginç bir mimarisi var. En ilginç yanı taş evlerin estetik ve ilginç bacaları hemen dikkat çekiyor. Bacaların tepelerinde, başka hiçbir yerde rastlayamayacağınız, çevredeki antik yapılardan esinlenilmiş yarım ay ya da kartal başı şeklindeki figürler yer almakta.
Köy meydanına geldiğimizde hemen her evden hanımlar el emeği ürünleriyle birlikte etrafımızı sarıyorlar, ancak bizim için esas ilginç olan kıyafetleri ve özellikle de başlıkları. Fotoğraflardan daha iyi anlayacaksınız. Köy halkı dış dünyaya adeta kapalı ve kendi köy geleneklerine göre yaşıyorlar. Biz gittiğimizde meydandaki camide cenaze vardı, bize “viski döküyorlar.. gidin” dediklerinde hayli şaşırdık, meğer lokma dökmenin köydeki adı buymuş… El emeği ürünlerinden almayı ihmal etmiyoruz tabii, zeytinyağı ve köy ürünleri de alabilirsiniz..
Euromos – Lepsynos Tapınağı
Çomakdağ’a oldukça yakın, (Milas’a 12 kilometre) yine yolun sağında göreceğiniz Euromos tabelasından giriyoruz. Caddeye o kadar yakın ki hatta bazı bölümleri ören yerine geldiğimizde gördüğüm heybetli Zeus Tapınağı beni hayli şaşırtıyor.
M.S. 2. yüzyıla ait, Anadolu’nun en iyi korunmuş Roma Tapınakları'ndan biri, çok sayıdaki sütunların 16'sı halen ayakta. Antik kentte yapılan kazı ve araştırmalarda bulunan mimari parçalar antik yerleşimin 6. yüzyılda var olduğunu göstermekte.
Tapınağın hemen karşısındaki tahta merdivenlerden, biraz zorlu olsa da, tepedeki ahşap terasa mutlaka çıkın, zira tapınağın en güzel fotoğraflarını buradan çekeceksiniz. Tapınağın karşısındaki yamaçlarından aşağıda sur kalıntılarını, Tiyatroyu, agora, hamam ve şapeli görebilirsiniz. Milas-İzmir yolundan ilerlerken (tabii araba kullanmıyorsanız ve dikkatli bakacak olursanız) yola çok yakın bulunan Kral Mezarları-Nekropol’ü görebilirsiniz.
Milas-Yatağan Rotası
Bugün Bodrum’dan Milas - Yatağan yolu üzerinde bulunan iki antik kenti gezmeye gidiyoruz. Her ikisi de oldukça önemli ve özellikle Stratonikeia oldukça büyük bir kent.
Stratonikeia Antik Kenti – Aşkın şehri
Ölümsüz aşkların ve gladyatörlerin kenti olarak bilinen Stratonikeia, Yatağan’a gelmeden 7 kilometre önce sağda, Eskihisar Köyü sınırları içinde. Tabelasını okusak da geçip gittiğimiz Stratonikeia, Arkaik, Klasik, Helenistik, Roma İmparatorluk, Bizans, Beylikler, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerine ait yapılarının birlikte görülebildiği muhteşem bir antik kent, dünyanın mermerden inşa edilmiş en büyük kentlerinden biri. Mutlaka ziyaret edilmeli, ancak çok zaman ayırmalısınız zira 7 kilometrelik bir alan gez gez bitmiyor, inanın ve sakın kaybolmayın.
Geç Tunç Çağı’ndan günümüze kadar kesintisiz yerleşime sahne olan kent, Seleukos kralı I. Antiokhos tarafından karısı Stratonike adına yaptırılmış. Anadolu’nun fethinden sonra Türklerin hakimiyetine giren kentte Beylikler, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi’nde de yerleşim devam etmiş.
Antik kentteki gymnasium, bouleuterion, tiyatro, hamam, kent kapısı ve çeşme gibi anıtsal yapılar, köy meydanı, hamamı, Şaban Ağa Camii, Osmanlı Çeşmesi, ağa evleri, Türk mimarisi açısından önemli örnekler, tümüyle ihtişamlı.
LAGİNA
Karyalıların bir diğer kült merkezi. Stratonikea’dan ayrıldıktan sonra Yatağan’a gelmeden yolun sol tarafında, kömür tesislerinin yanından saptıktan 8 kilometre kadar içerde, tarihi ve turistik öneme sahip bir antik kent, kasaba yöre halkı tarafından Leyne olarak anılmakta.
Lagina Stratonikeia kentinin kutsal alanı olarak, Karia’nin ünlü tanrıçası Hekate için inşa edilmiş. Yerin, göğün ve yeraltı dünyasının tanrıçası olan üç başlı ve gövdeli Hekate, yeraltı dünyasının kapısını açan bir anahtara sahipmiş.
Lagina da Stratonikeia kadar büyük olmasa da güzel ve önemli ve birbirlerine kutsal bir yol ile bağlı iki kent. Lagina kutsal alanının tam ortasında merdivenlerle çevrili, bir platform üzerine oturmuş bir tapınak, etrafında ise anıtsal giriş kapısı, kutsal yol, altar (kurban ve sunak yeri), peribolos (kutsal alanı çevreleyen duvar), Dorik Stoalar ve Hekate Tapınağı'nı görülmekte. Antik kentten çıkartılan önemli eserler İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde görülebilir.
Olur da Marmaris’e, Bodrum’a giderseniz ve yolunuz Yatağan’dan geçecek olursa gelip görmenize kesinlikle değer bir başka hazinemiz.
Lagina'daki arkeolojik araştırmalar ilk olarak Osmanlı devrinde Türkiye'nin ilk müzecisi, arkeolog ve Türk ressamı Osman Hamdi Beyve Halit Ethem Bey yönetimindeki bir Türk bilim ekibi tarafından yapılmaya başlanmış.
Ünlü “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosunun ünlü ressamı Osman Hamdi Bey'in Lagina antik kent yakınındaki Turgut Beldesi'nde bir süre kaldığı evi restore edilmiş ve şimdilerde müze olarak hizmet vermekte. Biz de elbette ziyaretine gittik, ancak ne yazık ki kapalıydı ve ilgili kimseyi de bulamadık. Ev güzel restore edilmiş, güzel bir bahçe içinde ve dış bir duvara boydan boya Kaplumbağa Terbiyecisi tablosunun posteri kaplanmış, gerçi güneşten solmakta olması üzücü ama büyük ustanın unutulmamış olması da sevindirici. Müzeye giremediğimiz için üzülerek ayrılıyoruz oradan.
Buralara gelmişken Bodrum’a dönmeden, bu yöredeki başka güzellikler henüz bitmedi dostlarımı götürmek istediğim, gitmemiş olsanız da adını mutlaka duymuşsunuzdur. Ünlü Tarihi “Belen Kahvesi”ne gidiyoruz, kahvelerimizi yudumlarken tarihi bir kez daha hatırlayacağız.
Ama öncesinde 8 asırlık bir çınar ağacının gölgesinde yemek yemeye gideceğiz...
Sekiz Asırlık Çınar Ağacı ve Ormancı Türküsü'nün Hikayesi
Bodrum yakınlarındaki antik kentlerin birkaçını geziyoruz son iki gündür.
İlk gün Gökova Körfezi'ne doğru yol aldık ve iki Leleg kentini gezdik: Bozalan ve Syangela.
İkinci gün Bodrum yakınlarındaki Bargylia ve Iasos Antik Kentleri ile Uyku Vadisi'ni. Sonra Milas’ın tarihi evlerini, tarihi eserlerini, Labranda ve Erosmos Antik Kentleri'ni gezdikten sonra Beşparmak Dağları'na tırmanıp Çomakdağ Köyü'nü ziyaret ettik.
Bugün de Yatağan yakınlarında muhteşem iki antik kent Stratonikeia ve Lagina’daydık.
Yakın yörelerde daha gezecek o kadar çok tarihi değerlerimiz hazinelerimiz var ki, güzel yurdumun taşı toprağı tarih, gezmekle bitmez. Gelecek bahar aylarında Muğla’ya, AydınÇine’ye doğru giderek bu yörelerimizdeki güzellikleri gezmek üzere sözleşiyoruz.
Bugün biraz yorulduk ve biraz keyif yapmayı hak ettik sanırım, zaten henüz gün bitmedi, dostlarımı uğurlamadan ünlü ve tarihi Belen Kahvesi'ne götürmek istiyorum, biraz da yorgunluk çıkaracağız.
Önce yolumuz üzerindeki Bozüyük Köyü yakınlarında, güzel bir bahçe içinde, 8 asırlık, gövdesinin içine girebileceğiniz büyüklükte dev bir çınar ağacı ve 87 metre derinlikten çıkan doğal bir su kaynağı gölet etrafına kurulmuş Pınarbaşı Restoran'da keyifli bir yemek yiyoruz. (Yatağan’a gelmeden yolun sağ tarafında tabelasını göreceksiniz)
Artık kahve içme vakti.. günümüzdeki adı Çaybükü olan Gevenes Köyü, Belen Kahvesi restore edilerek açıldığında ziyaretçi akınına uğramış. Nedeni ise, 1946 yılında bu kahvede yaşanan gerçek bir olayın hazin hikayesi. Değirmenci Pisili Tahir Usta tarafından söylenen ve zamanla ünü Türkiye’ye yayılan, birçok ünlü sanatçı tarafından okunan bir halk türküsü. “Ormancı” türküsü..
Hikayesi biraz uzun, dinlemek isterseniz aşağıda...
Bizim kısa ama çok keyifli, dolu dolu geçen Bodrum’un bilinmeyen ya da fazla gidilmeyen köşeleri gezimizi umarız sizler de bir gün yaparsınız. Başka yörelerde buluşmak üzere...
“Gevenes mahallesinde 1922 yılında dünyaya gelen ve bir ağa çocuğu olan Mustafa ile en yakın arkadaşı köy muhtarı Tevfik, her akşam köy kahvesinde dama oynayan iki arkadaş. 1946 yılının bir Temmuz gününde, Mustafa ve Muhtar Tevfik, yine oynarken 'Sarı Memet' lakaplı Orman Memuru Mehmet çıkagelir, sarhoştur. Bir gün önce, komşu Çiftlik Mahallesi'nde yangın çıkmıştır. Ormancı, yangın evrakının bir an önce ilçeye götürülmesi için bekçiyi muhtardan ister. Ancak bu arada 1946 seçimlerinin evrakı da Yatağan’a gönderilecektir. Muhtar Cezayir, 'Olmaz, daha acil olan seçim sonuçlarının ulaştırılması gerekiyor. Bekçiyi gönderemem' cevabını verince ormancı ile muhtar arasında tartışma başlar. Muhtar Tevfik, 'Ayıp ediyorsun Mehmet' der ve oyuna devam eder.
Ormancı dama masasına bir yumruk atar. Mustafa, bu davranışa tahammül edemez ve ormancıyı tokatlar. Olayın büyüyeceğini anlayan köylüler, ormancıyı sakinleşmesi için kahvenin arka tarafına götürürler. Ormancının savurduğu küfürler Mustafa’nın tahammül sınırını zorlar, yerinden kalkar, ormancının üzerine yürür. Ormancı Mehmet, kamasını çıkarıp Mustafa’yı kolundan yaralar. Mustafa da ormancıyı korkutmak için, belindeki tabancayı çıkarır, yere doğru ateş eder. Muhtar, ormancının ikinci kez kama vurmaması için elini tutar. Fakat Mustafa tetiği çoktan çekmiştir ve kurşun muhtar Tevfik'e isabet eder. Ormancı Mehmet, kaçmaya başlar. Mustafa kaçmasın diye, bir el daha ateş eder, öldürmek için değil, kaçmasına engel olmak için. Ancak Mehmet yere düşer, arka cebinde tütün tabakası olduğu için, ona bir şey olmaz, ama Tevfik kanlar içindedir.
O günlerin imkânsızlıkları.. Çok kan kaybeden Tevfik’i, tahta bir sal üzerinde hastaneye götürürler. Mustafa, Doktor Veli Bey’e, “Babamın selamı var, bu adamı iyileştir” diye yalvarır. Doktor Veli Bey, “O ölecek, önce senin kolunu saralım” diye yanıt verir. O sırada Tevfik eliyle işaret edip Mustafa’yı yanına çağırarak, ”Ben ölüyorum, hakkını helal et” dedikten sonra can verir.
Mustafa, en yakın arkadaşını öldürdüğü için teslim olur, 4 yıl ceza alır. Cezaevinde Tevfik her gece rüyasına girer ve ormancıya kini gittikçe artar. Bu acı olaydan sonra köyde kalamayacağını anlayan Mehmet ise, tayinini ister, doksanlı yılların başında da ölür.
Mustafa da, cezaevinden çıktıktan sonra, anılarla dolu o köyde yaşayamayacağını anlayıp, Muğla’ya yerleşir. Çok sevdiği ve öldürdüğü arkadaşı Muhtar arkada 25 yaşında bir eş ve 3 çocuk bırakmıştır, eşi Pembe, bu acıya dayanamayıp birkaç yıl sonra akli dengesini yitirir. Oğlunun biri İzmir’e yerleşir. Diğer oğlu ile kızı, köyde evlenirler ve hayatlarını orada sürdürmeye devam ederler.
Bu arada Mustafa'nın anne tarafından akrabası olan Değirmenci Pisili Tahir Usta Gevenes Köyü’nde yaşanan bu acı olayın türküsünü besteler. Bu türkü Ormancı türküsüdür.
Hayatının kalan yıllarını bu olayı unutmaya çalışarak geçiren Mustafa da 2005 yılında 83 yaşında ölür.