3-15 Kasım tarihleri arası için hayatımda geçirdiğim en ruhani yolculuğun tarihi desem yanlış olmaz. Kabullenilmişlikler Ülkesi, Gökkuşağı Ülkesi, Özgürlükler Ülkesi Güney Afrika'nın en güney şehri Cape Town. Türkiye, kış aylarına girmişken orası sıcak geçecek bir yaz mevsimine hazırlanıyor. Şehir hakkında söylenilen bir gün içinde 4 mevsimi yaşarsınız sözü az kalır, güneş ve gölge arasında bile inanılmaz ısı farkını hissetmeniz mümkün.
Bu yazı; turistik bir yazı olmaktan ziyade, kendisini dünyaya "Gökkuşağı Ülkesi" olarak tanıtan Güney Afrika ve Cape Town'un sanat ve tasarım olarak ne seviyede olduğunu aktarmaya çalışma yazısı. Bir turist olarak en büyük vazifem olan "Mutlaka Yapılmalı" başlıklı listelerde sıralanan 10 şeyi elbette yaptım. Burada tanıştığım, gitmeden internet sayesinde tanıştığım orada yaşayan arkadaşlarım sayesinde bu 10 şeyden çok daha fazlasını görme şansım oldu. Özellikle tasarımcılarla kurduğum bağlantılar ve onlara götürdüğüm minik hediyeler inanılmaz derecede güzel kapıların açılmasını sağladı.
12 günlük gezimin 8 gününü şehre 15 dakika mesafede yaşayan bir arkadaşımın evinde geçireceğim için ilk 4 günümü şehir merkezinde ve bir sahil bölgesinde Airbnb'den kiraladığım ve lokal dekorasyonu fazlasıyla hissedeceğim evleri tercih ederek geçirdim. Gitmeden Cape Town'un 2014 Dünya Tasarım Başkenti seçildiğini biliyordum ve tüm programımı bu tasarım merkezlerine ve olan biten tasarım pazarlarına göre düzenledim. Kaldığım evlerden biri eklektik ve oldukça renkli, biri modern ve biri oldukça gelenekseldi.
Geri Dönüşüm Projeleri ve Gelişmiş Tasarımlar
Kısaca şehirden bahsedersek; 4 milyona yakın nüfusa sahip, şehir Dünya'nın Doğal 7 Harikası'ndan biri olan Masa Dağı çevresinde kurulu. Yüksek binalara neredeyse hiç izin verilmiyor belirli bölgeler hariç. Demokrasinin 20. yılını kutluyorlar ve bunu bütçesel ayrımlar hariç her alanda hissedebiliyorsunuz. "ÖTEKİ" kavramının neredeyse olmadığını hissetmeniz çok mümkün. Bu yüzden 90'lı yıllar öncesi tüm sanat konuları ötekiler, farklı renkli insanlar, kölelik, insan hakları iken şu an bir çok sanatçının konusunun doğa, canlılar, tarih ve manzaralar olduğunu fark ediyorsunuz. Neredeyse o kadar dertsizleşmişler ki nasıl daha iyi yaşanır sorusuna cevap olarak tasarım inanılmaz derecede gelişmiş ve güçlenmiş.
Şehirde insanların görmezden geldiğini sandığımız bir ayrım var aslında. Milyon dolarlık evler ve barakalar birbirlerine neredeyse yürüme mesafesinde. Bunun yaşayan halk açısından göze batmamasının en büyük nedenlerinden biri sosyal sorumluluk ve geri dönüşüm projelerinin çok aktif olarak devam etmesi. Kaldığım süre boyunca tanıştığım bütün insanlar mutlaka ama mutlaka sosyal sorumluluk projelerinde görev almış ve ana şehirlerinin yarasına tuz olmaya çalışmışlar. Geri dönüşüm projelerinden kasıt barakaları yıkıp yerine zenginler için residenselar yapmak değil o bölgeyi yenileyip içindeki insanla beraber kalkındırmak. Bunlardan en büyük ve eskilerinden biri LANGA denilen kasaba. Bir çok ülke ve yerel üniversitelerin ortak projesi ile bu bölgeye tamamen geri dönüşümlü malzemelerden üretilen kültür-sanat merkezleri yapılıyor. Buradaki halk bu merkezlerde gelen turistlere yaptıkları seramikleri, takıları satarak para kazanıyor. Daha çok satılacak şey, daha çok turist daha çok para döngüsü içerisindeler.
Langa bölgesinde devam eden, tamamen geri dönüşümlü projenin detayları için link. Projede eski evlerden ahşap parçalar ile harika, boyutlu bir desen oluşturulmuş. Sosyal projeler her şeyin daha iyi olabileceğine dair umut aşılıyor insanlara. Dönüşümün en güzel örneği ise onları oradan kovmak değil, yenilemek. Zamanında District 6 denilen bölgeden tüm farklı renk ve ırktan insanları evlerinden atıp o bölgeyi beyazlar bölgesi haline getirme çalışmalarının bu ülke için artık olmayacak bir durum olduğunun bilincindeler. Ama yine de şehir merkezi kısımlarında çok fazla Afrika kökenli insanların ev sahibi olmadığı dikkat çekici bir özellik.
Dünya Tasarım Başkenti Cape Town
Bo Kaap denilen bölge "Cape Town'da Sokak Sanatı" yazımda belirttiğim gibi rengarenk evlerden oluşan sokakların süslediği 2 katlı binaların bulunduğu harika bir bölge. Daha çok Müslümanların yaşadığı, bol bol sokak sanatına rastlayacağınız Cape Town'un en renkli bölgesi. Bol bol helal yemek restoranlarına rastlayabilirsiniz. Bu bölgede bulunan Brundyn Sanat Galerisi'ndeki çalışmalar oldukça etkileyiciydi.
Cape Town, 2014 Dünya Tasarım Başkenti seçildiği için şehirde oldukça fazla tasarım sergisi ve konferansları ve atölye çalışmaları mevcut. Yazının referansı bir İstanbul kıyaslaması olduğu için 3,5 milyon kişinin yaşadığı şehirde sokakları gezerken, 15 milyondan fazla insanın yaşadığı İstanbul'un neden tasarım başkenti olmadığını algılıyorsunuz. 3 üniversite ve bunların güzel sanatlar fakültelerini gezme şansım oldu. Gördüğüm en büyük atölyelere sahip üniversitelerde CNC kesim alanları, lazer makineler 3D yazıcılar mevcut. Bir Bilkent mezunu olarak mobilya imalatımızı şehir dışında bir atölyede yaptırdığımızı anımsıyorum.
"İlk Perşembe" denilen bir etkinlik her ayın ilk Perşembe günü şehir merkezindeki bütün galerilerin açık olduğu bir etkinlik. Sadece o gece ve o bölgede 3,5 milyon nüfuslu şehirdeki açık galeri sayısı 27 idi. Özellikle yeni sanatçıların bulunduğu galerilerde eserlerin ne kadar satın alınabilir rakamlarda olduğunu fark ettim. 400-500 TL gibi rakamlara gelecek vaat eden bir yeni mezun öğrencinin çalışmasını gayet satın alabiliyorsunuz. Sanata verilen önem göz yaşartıcı derecede. Her yerde mutlaka bir sanat eseri ile karşılaşmanız mümkün. Sergilemeye ve şehir manzaracılığına çok önem veren bir şehir.
Şehir merkezi olan Waterfront'ta inanılmaz büyük alışveriş merkezleri var ve burada WaterShed adında harika tasarım ürünler satın alabileceğiniz mağazalar mevcut. Seramik sanatları hariç satılan diğer hiç bir çalışmayı ve benzerini Türkiye'de çok görmedim. Bunun nedeni tasarımda yerel bir dil oluşturmuş olmaları. Hepsini almak istiyorsunuz ama uçak yolculuğu ve kilo hakkınız buna bir engel olabilir :D
Sanatçıyı yüceltme "Oooo Sanatçı" "Oooo Tasarımcı" gibi ifadelerle daha da destekleniyor :D Sanat dışında zanaat olarak yerel malzemeler, işçilik ve halk ön planda. Kendi tasarım dilleri oluşmuş. Bol bol hayvan motifleri, manzara, Afrika haritası ve yöresel çizgiler karşılaşacağınız süs eşyalarının konusu. M.Ö. 60000 yılına ait mağara duvar resimleri tarihlerinden beslenen, yıllarca sömürülme ve kölelik, özgürlük gibi konulardan sonra şimdi özgürleşip balina kuyruğu, fakir dilenci, manzara ve renkli evleri ana konu haline getirmeleri çok doğal. Şehir meydanlarında el işçiliği pazarları mevcut. Bu pazarlarda çok pazarlık yapmanızı öneririm 100 dediği şeye yanımda sadece 20 var derseniz alma ihtimaliniz neredeyse % 80.
Cape Town ile yaşadığım en güzel şeylerden biri gitmeden önce tanıştığım Michael Chandler. Mağazasını ve tasarımlarını gördüğümde ne kadar çok ortak zevkimiz var dediğim Chandler House şehir merkezinde en artistik sokaklardan biri olan Church Street'te bulunuyor.
Michael harika bir insan. İlk Perşembe etkinliğinde davet ettiği özel parti bir çok tasarımcı ve sanatçı ile tanışma fırsatı sunduğu gibi sanatçıların ne kadar da dertsiz olduğunu hissetmemi sağladı. Dertsiz bir halk olduğu için sosyal projelerle dertlilerin derdine çare olmaya çalışmaları bu yüzden sanırım. Kırmızı otobüs turlarında dinlediğim kadarı ile dünyada basın özgürlüğünün tamamen yaşandığı bir kaç ülkeden biri. Bu özgürlük konu olarak sanata ve tasarıma da yansıyınca ortaya harika çalışmalar çıkıyor. Michael Chandler'ın aynı zamanda National Art Gallery'de Cape Town'u çok iyi anlatan kağıttan parçalanmış porselen motifli bir çalışması sergileniyor ve bir battaniye yerleştirmesi mevcut. Bana hediye ettiği tabakları özellikle imzalamasını istedim. Sanırım tabak koleksiyonumun en artistik parçaları oldular.
Tanıştığım harika bir sanatçı olan Mel Miller seramik ve mozaik tekniğine yoğunlaşmış ve Kalks Bay kısmındaki sanatçılardan biri. Galerisinde harika bir yazı vardı özellikle fotoğrafını çektim. Bir sanatçıdan çalışma satın aldığınızda neler kazandığınız ve aslında ne satın aldığınızla ilgili. Bu yazı önemli bir not bence ve bu yüzden halkın sanata yaklaşımı çok destekleyici. Misafir olduğum en bekar evi tabir edilen yerde bile mutlaka duvarda orijinal bir sanatçı çalışması gördüm.
Kalks Bay'de çok fazla sayıda galeri gezebilir, sanatçı stüdyosu ziyaret edebilirsiniz. Şehir dışında öyle bir merkez haline gelmiş. Sahilinde bolca fok mevcut : ) Yine şehire çok uzak olmayan Montebello Design Center'da yemek sanatından, ahşap işçiliğine, takılara kadar harika çalışmalar görebilirsiniz. Sanatçılar ile sohbet edip çalışmalarını satın alabilirsiniz. Şehirdeki tasarım pazarı etkinliklerini kaçırmamanızı öneririm. Eğer benim gibi bir tabak delisi iseniz Cape Town tam size göre. O kadar çok tabak satılıyor ki kartpostal standında bile tabak satılacak kadar çok. Carrol Boyes tabağı alma şansım oldu, Carrol Boyes oldukça estetik el işi çalışmaları olan bir tasarımcı ve New York, Londra gibi metropollerde de mağaza açabilecek kadar ün salmış.
Cape Town Şehir Turu
Gelelim şehir turuna... Şehir oldukça turistik, 10 günün çok yeterli olabileceğini sanmıyorum yüzeysel gezmeyi seven biri değilseniz.
Masa Dağı, yani Table Mountain gurur kaynakları. Dünyanın doğal 7 harikasından biri. Bitki örtüsü ve canlıların farklılığı Darwin'in de dikkatini çekmiş ve bu bölgede çok uzun yıllar araştırmalar yapmış. Güneş batarken ayın doğuşunu izleyebilirsiniz. Iziko Müzeleri'nde mağara resimlerini, dinozor ve balina iskeletlerini, doldurulmuş bölge hayvanlarını görebilirsiniz. Şehirde rüzgarların sayesinde kirlenmemiş tertemiz bir hava var, arı ve kelebeklerin fazlalığı doğallığın en büyük ispatı.
Sahillerin hepsi birbirinden güzel. Şehre en yakın Atlantik Okyanusu kıyıları Camps Bay, Cliffton Sahilleri oldukça soğuk, Hint Okyanusu kıyıları ise 5 derece daha sıcak ama benim için yine de soğuktu zaten soğuk olmasa da yüzmek biraz cesaret ister çünkü her yerde köpekbalığı ikazları ve köpekbalığı gözetmenleri mevcut. Ben dizime kadar olan bir bölgede yüzerek kendimi eğlendirdim : )
Ümit Burnu'na giderken zebra, deve kuşu, penguenler ve çeşitli farklı kuşlar görmeniz mümkün. Pincushion denilen bitkileri inanılmaz derecede güzel. Balinaları izlemek için Hermanus denilen bölgeye gitmeniz gerekiyor. Mevsime göre şehir kısmında da sıkça görülmelerine rağmen garanti olarak görmek istiyorsanız bu bölge onların yaşam alanlarından birisi. Atlıyorlar, kuyrukları ile yavaşça derine dalıyorlar, su püskürtüyorlar ve her nefeste özgürlüğü hissediyorsunuz. Bu bölgede köpekbalıkları ile dalmaya da gidebilirsiniz. Deniz ürünleri ve özellikle alkol inanılmaz derecede ucuz.
Doğada gördüğüm canlılar yetmedi derseniz World of Birds'e 3000 çeşit kuşun sergilendiği parka gidebilirsiniz. Kirstenbosch Botanik Parkı'nda bitkileri koklayabilirsiniz ve akvaryumda köpekbalıklarını diğer farklı deniz canlılarını keşfedebilirsiniz. Günübirlik safari turları ile 5 büyük dedikleri fil, aslan, gergedan vb. hayvanları görmeye gidebilirsiniz. Ben yerel halktan bu işlerin Johannesburg'da çok daha etkileyici olduğunu duyduğum için bu hakkımı bir sonraki gezime saklıyorum.
Şehirde Starbucks yok. Nedeni çok basit; ihtiyaç yok. Bütün kafeleri o kadar güzel ki kahve kokusu ile iç içe yaşıyorsunuz ve çok ucuz. Şehirde gezerken bir anda Berlin duvarı ile karşılaşmanız mümkün; 1996 yılında Almanya tarafından özgürlükler ülkesi olduğu için hediye edilmiş. Gece hayatı oldukça hareketli, barlarında resmen 50-70 yaş arası çiftler çılgınlarcasına dans ediyor batı kısmındaki daha çok Afrika kökenli insanların gittiği kulüplerde. Şehir merkezindeki barlardan en favorim The Piano Bar oldu istek şarkısı, piyano ve mum ışıkları, ucuz içecek daha ne istenilir ki : )
13 saat uçup, oralara gidip, şarap turlarına katılmamak olmaz. Ben gitmeden araştırdığım için en çok Babylonstoren ve Delaire'i görmek istedim. İkisi de tasarım olarak harikalar. Kendinizi cennette sanmanız olası. Delaire Graff otelinde Tretchikoff 'un Çinli Kız tablosunu görünce şok oldum, karşılaşacağımı bilmiyordum. 2013 yılında 1,5 milyon dolara satın aldığı bu ünlü tablo koleksiyonunun sadece küçük bir parçası, bahçe peyzajı ve heykeller görülmeye değer. Anton Smith heykelleri nefes aldığınızı hissettiriyor.
Gezinin en duygusal zamanını kesinlikle Robben Adası'nda Mandela'nın da 18 yılını geçirdiği hapishaneyi gördüğünüzde ve oradaki mahkum rehberler ile sohbetiniz sırasında yaşıyorsunuz. Benim şansıma çok eğlenceli bir Katolik yardım grubu vardı onlarla gezdim.
Bazı şehirler anlatılmaz ve yaşanır. Cape Town için şarkım; orada bol bol duyduğum Bob Marley Redemption Song 'u... Özgürlüğe ve artık ötekileşmeyen ötekilere gelsin... Bir gün bu şehirle yollarımın yeniden kesişeceğini hissediyorum.