Dickinson: Abd'nin Kuş Uçmaz Kervan Geçmez Köyünde Bir Yaz

Dickinson... Kuzey Dakota eyaletinin en sessiz sakin kasabalarından... Türkiye'den ulaşım oldukça zor. En kısa yoldan bile gitmek isteseniz üç aktarmalı uçuş + yaklaşık iki saatlik otobüs yolculuğu... Uçsuz bucaksız ovalara sahip bu kasabanın insanları çok sıcak kanlı. Kızılderili ve kovboyların en kanlı savaşlarını yaptıkları bu kasaba size çok şey anlatıyor. Kulağınızı verin ve sessizce dinleyin.

Yıl 2011... KKTC'de üniversite öğrencisiyken, yazı çok farklı değerlendirmek istedim. Amerika Birleşik Devletleri'nde bir yaz çalışmayı kafaya koydum. Asıl amaç İngilizce öğrenmek olduğu için Türkçe konuşmayacağım dolayısı ile hiç Türk'ün olmadığı ya da minimum olduğu bir kasabaya gitmek için tüm planlarımı yaptım. Tercihim Kuzey Dakota'nın Dickinson kasabası oldu.

 

Kıbrıs'tan Amerika Birleşik Devletleri'nin orta bölgelerinde konumlanmış ve Kanada sınırına çok yakın eyaleti Kuzey Dakota'nın Dickinson kasabasına gitmek için tüm hazırlıkları tamamladım. ​Uçuş rotasyonum, seyahat danışmanım tarafından Kıbrıs-Antalya-İstanbul-Amsterdam-New York-Minneapolis-Bismarck şeklinde planlanmıştı. Bilinen bir gerçek şudur ki aktarmalar artıkça uçuş masraflarınız da düşer... Ancak yorgunluğumuzun değerini hesaplayamadığımız için problem etmeyiz. Sanırım yaş itibariyle de tecrübesizlikten bu yorgunluğu hesaba katmamıştım.
 
Uçuş rotasyonları arasında en yorucusu Amsterdam oldu. Zira 14 saat üzeri Amsterdam Schiphol Havalimanı'nda bekleme yaptım. Belki de yaş itibariyle uzun yollar konusunda tecrübesizliğim sebebiyle Schiphol Havalimanı dışına çıkmamayı tercih etmiştim.
 
Amsterdam Schiphol Havalimanı sonrası bir sonraki durağım John F. Kennedy Uluslararası Havalimanı idi. Burası ise uçuş rotasyonlarım içerisinde en karmaşık olanıydı. Vize/pasaport kontrolleri, işlemler ve bir sonraki uçuş için sürenin çok az olması, sağlam bir panik yaşatmıştı :) Minneapolis Uluslararası Havalimanı uçuşuma son 40 dakika kala, tüm işlemleri bitirmeyi başarabildim.
 
Minnepolis Havalimanı'nında bekleme sürem az olsa da o zor resmi işlemleri tamamladığım için çok vakit harcamadım. Üç saatlik bir beklemenin ardından, ABD içerisinde uçuşlar yapan 50-60 kişilik küçük uçaklarla Kuzey Dakota eyaletinin başkenti Bismarck'a ulaştım. Ulaştığımda yerel saatle 20:00-21:00 arası olduğu için güneş batıyordu. Eyaletin başkenti Bismarck'tan Dickinson'a geçiş otobüslerle yapılabiliyor ve son otobüs de 18:30 olduğu için geceyi Bismarck Havalimanı'nda geçirmek zorunda kaldım.
 
Biscmarck Havalimanı, gece saat 12:00'den sonra kapanıyormuş. Klasik Amerikan polisi görünmünde bir havalimanı polisi yanıma yaklaşıp havalimanının gece saat 12:00'de kapandığını sabah 08:00'de açılacağını söyledi. Kısa süreli şaşkınlığın ardından havalimanı dışında beklemek veya uygun bir otel/hostel bulmak arasında bocaladım. Bismarck Havalimanı'na yakın bir otel/hostel/barınma bulamayacağımı anladım. Geceyi havalimanı bahçesinde bekleyerek geçirmeye karar verdim.
 
Nihayet sabaha karşı 04:00-05:00 gibi, yabancı ve çok tecrübesiz olduğumu anlayan yardımsever bir havalimanı çalışanı bana yardımcı olmak istedi. Otobüs terminalinin açık olduğunu ve oraya gidebilmem için bir taksi çağırararak yardımcı olabileceğini söyledi. Kabul ettim. Filmlerdeki gibi "Hey man! How are you bro?" tarzında konuşan klasik Amerikalı profilli bir taksici geldi. Bismarck Havalimanı'ndan otobüs terminaline getirdi.
 
Otobüs terminalinde de yaklaşık 3-4 saat kadar bekledim. Bir otobüsün geldiğini farkettim. Görevliden gelen otobüsün Dickinson kasabasına gittiğini öğrendikten sonra otobüs şoförüne durum hakkında bilgi verdim. Otobüs şoförü deyince aklınıza bizim büyük otobüs şoförleri gibi gömlekli, kravatlı şoförler gelmesin. Şoförümüz, pala bıyıklı, sanırım sol göğsü üzerindeki yıldızda "Sheriff" yazan, sol belinde bir tabanca olan -o yorgunlukla yanlış mı gördüm ki diye hala üzerinde düşünüyorum-, 65 yaşlarında, askılı pantolunlu bir amcaydı. Amcamız bana "Önce yer yok" dedi. Son derece kibar bir dille durumu anlattımsa da pek kabul edecek gibi görünmüyordu. Terminaldeki bilet aldığım görevliye durumu ilettiğimde, görevli şoför amcamızla konuşarak ikna etti. Nihayet otobüse bindim. Ama "hay binmez olaydım" da dedim.
 
Otobüsün içi "Amişler" dediğimiz, inançları gereği son derece ilkel bir hayat yaşamayı tercih eden insanlarla doluydu. Sanki 1700 yıllarından fırlamış gelmişler gibiydi. Film seti gibi... Ortalarda boş bir koltuk buldum diye seviniyordum. O koltuk kırık olduğu için boşmuş, bunu oturunca anladım. Fakat yapacak bişey yoktu. Başka koltuk yoktur ne yazık ki. Ya koridora oturup gidecektim ya da koltuğun arkasına yaslanmadan... Tercihimi ikinci seçenekten yana yaptım.
 
Otobüs hareket edince, 25 dakika sonra o kadar uzun yolun verdiği yorgunlukla gözlerim kapanmaya başlıyordu. Kafamı öne doğru eğilmiş pozisyonda tutmaya çalışıyordum. Uyuyakaldım da koltuğun kırık olan arka tarafına mı yaslandım yoksa otobüstekilerden biri kötü bir şaka mı yaptı anlamadım ama korkarak uyandım.
 
Bu son rezil yolculuktan sonra nihayet Dickinson'a varabildim. Kasaba oldukça küçüktü. İlk izlenimlerimden yola çıkarak tam bir Kovboy kasabasına geldiğimi düşündüm. Saatler geçtikçe haksız olmadığımı anladım. Kasabada 3 katlı, kasabanın büyüklüğüne göre oldukça büyük bir kütüphane, kafeler, alışveriş merkezleri, restoranlar, bankalar, kiliseler/katedraller, iki okul, bir de çok büyük Wallmart AVM vardı.


 

Kasaba oldukça güvenli, insanları son derece sıcakkanlı, uyumlu ve saygılılardı. Kasabada en dikkatimi çeken şey, insanlar arasındaki selamlaşma kültürüydü. İnsanlar sizi görünce hiç tanımadıkları halde size selam veriyorlar, zamanı olanlar durdurup hal/hatır soruyorlardı.
 
Kasabanın uçsuz bucaksız ovaları, tarım arazileri, çiftlikleri vardı. Bu kasabanın başka bir ilginç tarafı ise neredeyse insanlarla iç içe yaşayan dev tavşanlarıydı. Kangurudan biraz daha küçük olan bu dev tavşanlar insanları görünce tabiri caizse toz oluyorlardı ama yerleşim yerlerinin çok yakınlarına kadar geliyorlardı. Kasabada kedi görmedim ama kedi gibi gezen sincaplar gördüm. Yolların kenarlarındaki ağaçlarda kafalarına göre hayatlarını yaşıyorlardı, insanların günlük yaşamlarına ve trafiğin o akışına hiç aldırmadan hem de...
 
Kasabada bazı akşamlar savaş sirenleri gibi Tornado kasırgası alarmları çalardı. Bilinçaltıma küçücük çocukluğumdan televizyonlardan duyduğumuz Irak Savaşı sırasında çalınan savaş sirenleri işlenmiş ki bir gece tam yattıktan sonra duyduğum o siren seslerini savaş sirenleri zannettim. Ne yalan söyleyeyim, ABD'nin bu kuş uçmaz kervan geçmez kasabasının bir terör saldırısı ile vurulduğunu bile düşündüm. Sonradan bu sirenlerin Tornado kasırgasına karşı bir önlem olduğunu anladım.
 
Kasaba insanı sıcakkanlı olduğu kadar çok da saygılı... Yabancısı çok az olduğu halde, dışarıdan gelen yabancılara karşı oldukça saygılılar. Bazıları Dickinson kasabasında ırkçılığın çok yüksek olduğunu söylerse inanmayın ve korkmayın. Sizin inancınız ne olursa olsun, topluma ve insanlığa zarar vermediği müddetçe insanlar saygı ile karşılıyorlar.
 Sonuç olarak eğer gözünüzü yol korkutmazsa bu küçük, sevimli kasabayı ziyaret etmeniz gerektiğini düşünüyorum.