Dublin’in en önemli mekanlarından biri olan Dublin Kalesi’ne geliyoruz. Bu kale yedi yüzyıl boyunca İngiliz askeri ve sosyal gücünün merkezi olmuş. Kale, tarih boyunca defalarca yıkılıp, yeniden yapılmış. Ana giriş kapısı üzerinde Adalet heykeli yer alıyor. Buradaki rehberimiz, heykelin şehre arkası dönük olarak durmasının nedenini, İngiliz hakimiyetinin simgesi olarak gösteriyor. Genel olarak Adalet heykellerinde gözler hep bağlı olur, ancak bu heykelin gözleri bağlı değil. Bunu da heykeltıraşın naifliğine bağlıyorlar.
İrlanda halkı İngilizleri hiç sevmiyor. Çünkü zamanında İngilizler İrlandalılara çok çektirmişler. Kuzey İrlanda ve Güney İrlanda da birbirlerinden nefret ediyorlar. Kuzey İrlanda, İngiltere Mandasını kabul etmiş.
Daha sonra Dublin’de alışveriş in merkezi olan Grawton caddesine geliyoruz. Bu cadde üzerinde pek çok alışveriş merkezi, ünlü markalara ait mağazalar, kafe ve restoranlar var. Bu caddeye renk katan diğer unsur ise sokak sanatçıları…
Grawton caddesi ile Nassau caddesinin kesiştiği yerde Moly Malone heykeli bizi karşılıyor. Molly Malone, el arabalı fahişe anlamına geliyormuş. Bu heykel eski değil, 1988 senesinde Dublin’in şehir oluşunun 1000. Yılını kutlamak için yapılmış.
Biraz daha ilerlediğimizde, İrlanda Bankasını görüyoruz. Ancak daha önce bu bina İrlanda Parlamentosu’na ev sahipliği yapıyormuş. Parlamento, Kildare’deki “Leinster Hause”ye taşınınca bu bina da bankaya dönüştürülmüş. Leinster Hause ise parlamento toplanmadığı zamanlarda halka açık.
Bu yol üzerinde devam ettiğimizde karşımıza Arkeoloji ve Tarih müzesi çıkıyor. Burayı da dolaştıktan sonra Dublin’in en eski yeşil park alanı olan St. Stephans Green’e geliyoruz. Bu park alanının tarihi ortaçağa kadar uzanıyor. Gösterişli bahçeler, havuzlar, ördekler, konserler için oluşturulmuş büyük platformlar var içinde.
Bu parkta bizi en çok etkileyen ise, 18. Yüzyılda yaşanan patates kıtlığını anısına yapılmış olan bronz heykel oldu. Parkta birçok sergi alanı da mevcut.
Buradan parkın hemen karşısında bulunan, St. Stephans Green Alışveriş merkezine gidiyoruz. Bu alışveriş merkezi 1980’de yapılmış. Dublinliler buraya düğün pastası diyorlar. Alışveriş merkezi, Victoria tarzında demir ve cam işçiliği yoğun olarak kullanılarak yapılmış. Biz de parkı ve caddeyi seyretmek üzere bir kafeye oturup, kahvemizi içerken biraz soluklandık.
Dublin’de kanal turu yapmanızı öneririm. Kanal turu esnasında içinde Uluslararası finans merkezinin de bulunduğu pek çok güzel bina görebilirsiniz. Burada göreceğiniz etkileyici mimariye sahip binalardan biri de 1893 yapımlı Gümrük binası.
Gece gidilebilecek en hareketli bölge, Temple Bar bölgesi. Dublin, 24 saat yaşayan şehir olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Dünya’da kişi başına düşen pub sayısında en ön sıralarda.
Temple Bar, sanatçı ve müzisyenlerin mekanı olduğundan burada sanat atölyeleri, galeriler, el sanatları sergileri görülebilir.
Georgian meydanı da sari, kırmızı, mavi, siyah kapıları ile ünlü. Kapıların yan yana renkli boyanması iki şekilde açıklanıyor. Birincisi; Eve sarhoş gelen kocanın evini rahat bulabilmesi. İkincisi ise, Kraliçe Victoria kocası Albert ölünce tüm kapıları siyaha boyatmış. Buna tepki için kapıların rengarenk boyandığı söyleniyor. Ama sebebi ne olursa olsun, rengarenk boyanmış kapılar çok güzel. Buna George üslubu deniyor.
Temple Bar’da güzel bir pub’da oturuyor, yerel müziğimizi dinliyor ve otelimize dönüyoruz.
İRLANDA’NIN OLMAZSA OLMAZLARI: Şatolar, Publar, müzeler, renkli George üslubu kapılar,…