Vatikan, dünyadaki 1 milyon Katolik’in başkenti, aynı zamanda dünyanın en küçük devleti. Yüksek duvarları arasında 43 hektarlık bir alan. Kendi muhafızları, oturanları, çalışanları ve para birimi var ama her yer açık gelenlere.
Vatikan’ın kurulduğu yer; Aziz Petrus’un şehit edildiği ve gömüldüğü yer, günümüzde artık papaların ikametgâhı olmuş durumda. Vatikan’ı gezmekten kasıt; San Pietro yani dünyanın en büyük kilisesi, Michelangelo’nun tavan ve duvar fresklerini yaptığı Sistina Şapel ile Vatikan Müzeleri.
Geç kalmış olduğumuz için, devasa Piazza San Pietro Meydanı boyunca çepeçevre uzanan bir kuyruk görüyoruz. Çocuklar hemen vazgeçmekten yana tavır alsalar da, ben başka bir inanç sistemine ait önemli bir dini merkezi görmeleri gerektiği ve sadece içeride sergilenen Michelangelo’nun Pieta heykelinin bile görülmeye değer olduğu konusunda ısrarcı oluyorum.
Neyse ki, geniş açıklık alanda, güneşin altında fazla dolanmadan, sıra hızlı ilerliyor ve kısa sürede meydanı çevreleyen yarım ay şeklindeki kolonatların altına giriyoruz. Kuyruğun sebebi; güvenlik ve kıyafet taraması yoksa giriş ücretsiz, serbest, ne de olsa Tanrı’nın evi.
Sırt çantalarını güvenlik kontrolünden geçiriyorlar ve özellikle askılı bluz, çok kısa şort tarzı giyinmiş kişileri engelliyorlar. Hanımların varsa bir şal, eşarp tarzı bir şeyle fazla açık olan omuz veya bacak kısımlarını kapatmaları isteniyor. Erkekler için de çok kısa şort, parmak arası terlik, yine onlarda da askılı atlet kabul edilmiyor. Hiç aklımıza gelmeyen bu durumdan, kıvrılan paçaları olan şortumun paçalarını uzatmak usulü ile kurtuluyorum. Gözden kaçanları, ayrıca içeride yakalayan bir grup daha var. Son derece ciddi olduklarını ve saygısızlığı kabul edemeyeceklerini gösteriyor bu durum.
San Pietro’nun kubbesi Michelangelo tasarımı. 1624’te ısmarlanan Bernini’nin abartılı barok Altar tepeliği de Aziz Petrus’un mezarının üzerinde yükseliyor. Michelangelo’nun 25 yaşında yaptığı (nasıl bir yetenekse) Pieta heykeli dışında, Rönesans ve Barok sanatçılarına yaptırılmış yüzlerce sanat eseri bulunuyor.
Pieta heykeli
Kiliseden çıkıp, Vatikan Müzeleri’ne doğru ilerleyince aynı istikametteki Sistina Şapeli’ni de görüyoruz ama fark ettiğimiz bir diğer şey, daha yarı yola gelmeden başlamış olan kuyruk oluyor. İlk iş, Sistina Şapeli’ne girmenin daha iyi bir fikir olacağı maalesef sonradan aklımıza geliyor. Öğlen sıcağında çocukları yavaş ilerleyen uzun kuyrukta bekletmenin imkânsızlığını anladığımdan ısrarcı olmuyorum ama hafızamda kalan Sistina Şapeli’nin erişilmez güzelliğini kaçırdıklarına da üzülüyorum.
Sistina Şapeli’nin tavan freskleri 1508 - 1512 yılları arasında, özel bir iskele üzerinde çalışılarak, Michelangelo tarafından yapılmış. O kadar figürü karmaşık bir kompozisyon ile tasarlamak başka bir şey, bunu tavana aktarmak başka bir şey, aşağıdan bakanların göreceği 3 boyutlu etkiyi yakalamak bambaşka bir şey. Siz onlara bakarken, tavan figürleri de tavanda yaşadıklarının farkında hayatlarına devam ediyorlar hissine kapılıyorsunuz.
Sistina Şapeli
Duvar freskinde ise büyük Altar freski Michelangelo’ya ait ki kullandığı mavinin tonundan mıdır bilmiyorum, resme kendinizi teslim ediveriyorsunuz, adeta ilahi bir el sizi içeri çekiyor. Kullanılan renklerin canlılığı ve figürlerin hareketli yapıları pek de Tanrı’nın evindeymiş gibi bir etki yaratmıyor, daha ziyade, Tanrısal bir tiyatro izler gibi oluyorsunuz. Aynı canlı renk tutkusunu, Michelangelo’nun bizzat tasarladığı ve günümüze kadar değiştirmeden kullandıkları Vatikan muhafızlarının kıyafetlerinde de görmek mümkün.
Vatikan gezimiz bitince yine tur otobüslerimize binip, turist gezi otobüslerinin başlangıç noktası olan Repubblica Meydanı’nda iniyoruz. Pek çok otobüs durağı ve yakında Termini tren garı olduğu için, hareketli ve otellerin yoğun olduğu bir bölge burası. Meydana açılan Via Nazionale, orta halli alışveriş arayanlar için Via del Corso’dan daha cazip ve yoğun görünüyor.
Opera Binasının yanından, Via Torino’ya saparak Ristorante del Giglio’ya giriyoruz. Bu restorandan rehberlerde, arada kalmış bir mücevher olarak bahsediliyor (www.ristorantegiglio.it). Balık tercih ediyorum ve gerçekten lezzetin kıvamında, fiyatların da makul olduğunu görüyoruz.
Roma’da sıcağın etkisi ile kendimizi dondurmaya verdiğimizi söyleyebilirim. Böylece şunu kesinlikle anlamış oluyoruz ki; Roma’ya bahar, sonbahar hatta kış aylarında gelmek akıl kârı zira sıcak ve kalabalık sıkıntı verip tadını kaçırabiliyor.