Avrupa’nın en yüksek yanardağı olan Etna Yanardağı, İtalya’nın güneyindeki Sicilya Adası'nda bulunuyor. Yani buraya ulaşmak için öncelikle anakaradan Sicilya Adası’nın merkezi olan Katanya’ya geçmeniz gerekiyor. Biz o dönemde Malta’da bulunduğumuzdan adaya Malta’dan direkt uçakla gittik.
Katanya’nın merkezi oldukça ufak ve 1-2 saat içerisinde gezilebiliyor. Dikkatimizi çeken ilk şey binaların oldukça eski ve büyük olmaları. Ne yazık ki İtalya’daki diğer tarihi merkezlere nazaran daha yıpranmış görünüyorlar. Ancak yine de bir İtalyan dondurması eşliğinde gezip dolaşmalık sokakları var. Burada hoşlanmadığımız tek şey hem gündüz hem de akşam saatlerinde sokaklarda çok fazla tekinsiz görünümlü insanın olmasıydı. Özellikle akşam havalimanı otobüsünü ararken başka bir turistle birbirimize sığınmak zorunda kalıyoruz. Sicilya, Afrika kıtasına en yakın yerlerden birisi ve bu nedenle de çok fazla mülteci barındırıyor.
Etna turu için iyi bir rehberinizin olması şart. Biz de internetten yaptığımız araştırmalar sonucunda Etna Tao isimli firmada karar kıldık. Aslında firma derken tek kişilik dev kadro; rehberimiz Carmelo. Kendisi tam bir doğa aşığı ve bu nedenle de tüm turlarını doğaya en az zararla yapmaya çalışıyor.
Katanya merkezinden yaklaşık 40 dakikalık yolcuğun sonunda başı dumanlı Etna’yı ve yarattığı ilk izlerini görmeye başlıyoruz; lavlara kurban gitmiş ev kalıntıları.
Biraz daha ilerledikten sonra aracımızın gelebileceği en yüksek yere ulaşıyoruz. Buradan sonrasını yürüyerek devam edeceğiz. Yukarılara doğru çıktıkça yanardağların ne kadar yıkıcı birer doğal güç olduğunu görüyoruz. Bir yanda tamamen yıkılmış ve artık soğumuş lavların üstünü örttüğü yapılar diğer yanda ayakta kalmış ancak artık çıplak birer odun haline gelmiş ağaçlar görüyoruz. Özellikle bazı alanlar insana farklı bir gezegendeymiş hissi veriyor.
Yanardağlar yıkıcı bir güç olmakla beraber aslında yarattıkları coğrafya birkaç yüzyıl sonrasında çok verimli alanlara dönüşecekler. Bunların ilk izlerini de gezimiz sırasında görüyoruz. Tamamen çorak alanların ardından yeşillenmiş, birçok farklı yemişin büyüdüğü alanlara geliyoruz. Burası tam anlamıyla karşıtlıkların buluştuğu bir yer. Yok oluşu ve varoluşu gözlerinizle görüyorsunuz. Özellikle akan lavların hangi yolu takip ettiğini, tahribatı izleyerek rahatlıkla anlayabiliyorsunuz.
Yukarılara doğru devam ettikçe rehberimiz havanın değişebileceğine dair bizleri uyarıyor. Ve çok uzun zaman geçmeden de uzaktan inanılmaz bir hızla gelen bulutlar her tarafımızı sarıyor. Hava hissedilir derecede soğuyor. Bunun üzerine yönümüzü tekrardan aşağıya doğru çeviriyoruz ve yine şaşırtıcı manzaralar eşliğinde aracımıza doğru gidiyoruz.
Rehberimiz dönüş yolunda bize yakınlarda çok daha eski dönemlerdeki lav birikintilerinin oluşturduğu orman örtüsü ve bu örtünün altında da mağaralar olduğunu söylüyor. Bunun üzerine bu bölgeyi de ziyaret etmeye karar veriyoruz. Kaskımızı ve el fenerimizi alıp çok da uzun olmayan bir mağarayı geziyoruz. Mağaranın bulunduğu alan tamamen çam ağaçlarıyla çevrili. Ağaçlardan dökülen yüzlerce kozalak ve çam yaprağı çok güzel bir manzara oluşturuyor. Bu bölgeyi de dolaştıktan sonra, güzel manzaralar ve bol muhabbet eşliğinde Katanya’ya doğru yola koyuluyoruz.