Fransa'nın Yıldızı Paris

Evet, Cenevre’de şehir merkezi CERN gezimizi tamamladıktan sonra rotamızı Paris’e çeviriyoruz. Otobüsle yolculuğumuz molalarla beraber yaklaşık 7,5 saat sürecek; çünkü Avrupa’da özellikle taşımacılık yapan sürücüler her 200 veya 250 km’de bir dinlenmek zorunda. Bu kurala uymayan sürücüleri ağır cezalar bekliyor. Biz de Cenevre-Paris arasındaki 600 km’lik yolu iki molayla geçmeyi planlıyoruz ancak evdeki hesap çarşıya uymuyor ve otobüsümüz vites arızası yapıyor. Hesapta olmayan bu aksilik Paris’e varışımızı geciktiriyor. Bir de bu yetmezmiş gibi belki son yılların en şiddetli yağışı ile karşılaşıyoruz. Aracın silecekleri yetişmiyor. Göz gözü görmeyen bir yağmur... Fransa topraklarında bulunduğumuz 5 gün boyunca bir tek mavilik görmüyoruz gökyüzünde. Haberlerden öğrendiğimize göre özellikle Fransa kırsalında 20 bin aile evlerinden tahliye edilmiş. İnanılmaz bir yağmur... Aksilikler bununla da kalmıyor çünkü Fransa Meclisi tarafından kabul edilen yasa işçilerin protestolarına neden oluyor. Ülke genelinde grevler ve olaylar... Özellikle Paris ve büyük kentlerde kötü hava şartlarının yanında bir de işçi eylemleri gündelik hayatı olumsuz etkiliyor.

64 kişilik öğrenci grubu ile Paris’te görülecek yerleri metro ile gitmeye çalışıyoruz fakat grevler bizi çok etkiliyor. Şehirde büyük spor organizasyonlarının oluşu, zaten her yıl milyonlarca turisti ağırlayan kentin yükünü iki katına çıkarıyor. Roland Garros Tenis Turnuvası ve Avrupa Futbol Şampiyonası şehre gelen ziyaretçi sayısında artışa neden olmuş durumda ama çıktık bu yola diyoruz. Tüm aksiliklere, olumsuzluklara rağmen programımızı tamamlayacağız. Çocukları ailelerine teslim edeceğiz. Sanırım okul gezileri içinde bir ilki başarıyoruz. İki ülke 6 günlük bir program ve 64 öğrenci 5 öğretmen ile yurt dışı gezi rekorunu kırmış olabiliriz. Neyse şimdi gelelim Paris ile ilgili tecrübelerime...

Paris hakkında bilgiler: Paris’in tarihine bakıldığında M.Ö 3. yüzyılda kurulduğu görülür. Galyalı bir kabile tarafından bugün Seine Nehri üzerinde bulunan küçük adacık Île de la Cite’de kurulmuş. Daha sonra Romalılar tarafında Lutetia adı verilen şehre M.S 4. yüzyılda Paris adı verilmiş. Zamanla büyüyen şehir özellikle 12. yüzyılda yapımına başlanan Notre Dame Katedrali ile önemli bir kimlik kazanmış. Fransa tarihinde Notre Dame Katedrali hep şehir merkezi kabul edilmiş ve başlangıç noktası sayılmış.

Notre Dame Bahçesi 9.Louis Heykeli

Notre Dame Sıfır Noktası

Avrupa tarihi ile adeta özdeşleşen Paris önemli olaylara şahitlik etmiş bir kent. Aydınlanma Çağı düşünürlerinden, Fransız İhtilali’ne kadar tarihte birçok önemli noktada Paris’in adını duymak mümkün. Bu kadar tarihi bilgiden sonra gelelim Paris’e ulaşıma ve Paris’te ulaşıma...

Paris’e Ulaşım ve Şehir İçi Ulaşım: Paris’e çeşitli havayollarıyla direkt olarak ulaşmak mümkün. Orly Havaalanı şehrin güneyinde kalırken Charles De Gaulle Havaalanı şehrin kuzeyinde kalıyor. Her ikisinden de şehir merkezine ulaşım çok kolay. Şehre tren ile ulaşmak isterseniz Avrupa’nın birçok merkezinden bunu yapabilirsiniz. Özellikle metro ağını kullandığımız gezilerimizde önünden geçtiğimiz Gare Du Nord (Kuzey Tren İstasyonu) İngiltere-Hollanda ya da kuzey ülkelerinden gelen hızlı trenlerin istasyonu olduğunu öğreniyorum. Fransa’da hızlı trenler TGV olarak adlandırılıyormuş. İster internetten isterseniz gişeden bu hızlı trenlere bilet alabilirsiniz.

Şehir içi ulaşım için metro çok geniş bir ağ sunuyor. Benim metro ağında dikkatimi çeken şey şu oldu: Hatlar arası bağlantılar için çok uzun yollar yürümüyorsunuz. Anladığım kadarıyla da Paris metrosu yerin kat ve kat altında değil çünkü çok derine inmediğimiz hissi yarattı bende. Şehir merkezinin olduğu 1 ve 2. bölge için ve RER trenleri için aynı bileti kullanabiliyorsunuz. Bilet makineleri sorunsuz çalışıyor ve İngilizce dil seçeneği var. Ancak iki havaalanı ve Disneyland gibi şehrin dış bölgeleri için ayrı bilet almanız gerekiyor. Tek kullanımlık bilet fiyatı 1,40 Euro. Günlük çoklu geçiş için bilet alabilirsiniz. Özellikle şehirde birkaç gün kalacaksanız günlük Paris Visit Pass kart denilen karttan almak avantajlı olabilir. Bu kartta ayrıca şehir içinde bazı indirimler varmış. Öğrendiğime göre 1 günlük Pass kart 1 ve 2. bölgeler için 10,85 Euro iken havaalanları ve Disneyland’ı içine alan tüm bölgeler için günlük 22,85 Euro. Bu fiyatlar tabii 2 veya 3 günlük olarak yine 1-2. bölge ya da 1-5. bölgeler için değişiyor. Metro hatları çeşitli renklerle gösteriliyor. M1’den M14’e kadar metro hattı var. Gayet kullanışlı. Biletleri makineye okuttuktan sonra kapılar açılıyor. Biletiniz kontrollere karşı yanınızda bulundurmakta fayda var. Çıkış yönü ‘’Sortie’’ kelimesi ile gösteriliyor. Metrolarda genellikle kapı üzerindeki düğmeye basmanız gerekiyor. Metro hafta içi sabah 05.30 - 00.30 arasında çalışıyor. Öğrendiğime göre tatil günlerinden önce metro 01.30 - 02.00’ye kadar çalışıyormuş. Metro ile sizin işinize yarayacak hatlar ise şöyle:Sacre Cour Bazilikası ve Molin Rouge için: M2 Mavi Hat
Champs Elysees ve Arc De Triomphe için: M1 Turuncu Hat veya M9 Açık Yeşil Hat.
Louvre Müzesi için: M1 Turuncu Hat veya M7 Pembe Hat.
Notre Dame ve St Chapelle katedralleri için: M1 ve M7 zaten birbirine çok yakın ya da Louvre Müzesi’nden de yürüyerek şehrin doğusuna doğru giderek ulaşılabilir.
Eyfel Kulesi için: M6 Yeşil Hat
Luxemburg Sarayı ve Bahçeleri için: RER B ana tren hattı ile ulaşım sağlanabilir.
Ayrıca Charles De Gaulle Havaalanı için: RER B mavi ana hat ile
Orly Havaalanı için: M7 pempe hatta Louis Aragon son durağında inip T7 Kahverengi hatta geçerek ulaşabilirsiniz.                         
Disneyland için: RER A hattına geçip Marne-la-Vallee Chessy yönüne gitmek gerekiyor. Son durak Disneyland.
Not: Bu arada RER olarak adlandırılan hat banliyö hattı. A-E arası harflerle gösteriliyor ve dış kesimlere ulaşımı sağlamak için kullanılıyor.

Paris’te Gezilecek Yerler: Aslında Paris’te gezilecek yer çok fazla fakat ben bir okul gezisi için şehirde bulunduğumdan programımız dahilinde olan yerleri yazacağım.

Science Museum: Evet, dediğim gibi okul gezisi olduğu için ilk durağımız Science Museum. Cenevre ve CERN gezi yazılarımda belirttiğim gibi fen ve matematik alanıma uzak olsa da özellikle okul çağında çocuğunuz ile şehre ziyarette bulunuyorsanız mutlaka burayı ziyaret edin derim. Bir yetişkin olarak sizin de çok hoşunuza gidecek bir tecrübe olacağının garantisini verebilirim.

Science Müzesi Geoit

Çevre ülkelerden ve tabi ülke içinden gruplar hâlinde öğrenciler bu büyük müzeyi ziyaret ediyorlar. Müzenin içinde çeşitli bölümler var. Matematik ve fen alanında deneyimleyip gözlemleyeceğiniz hatta kendi deneylerinizi yapacağınız kocaman bir bilim müzesi burası. Ses ve ışık deneylerine, Darwin Salonu’na, coğrafya içinde bağlantılı olan yeryüzü katmanları ve kıtaların oluşumunu gösteren salonlara girerek çok güzel zaman geçirebilirsiniz. Ama bence Science Museum’da en ilgi çekici yer hiç kuşkusuz Planetaryum denilen alan. Planetaryum, bilgisayarla yönlendirilen çoklu projeksiyon cihazı ve balık gözü lensi ile kubbe şeklinde hazırlanan bir yapının içinde 360 derecede 3 boyutlu görüntü yansıtarak evrendeki yerimizi, Samanyolu’nu ve diğer gök cisimlerini aynı anda büyük bir topluluğa gösteren çok özel bir sistem. İçeriye girdiğinizde neredeyse yatar pozisyondaki sinema koltuklarınıza oturup bu görsel şovun tadını çıkarıyorsunuz. Adeta uzayda yolculuk yapmak gibi bir şey. Science Museum için isterseniz önceden rezervasyonla isterseniz kapıda bilet alabilirsiniz. Bu internet adresinden yetişkinler ve çocuklar ya da gruplar için bilet alınabilir.

Science Müzesi Ana Salon

Secre Coeur Bazilikası: Paris’in Notre Dame Katedrali’nden sonra en çok ziyaret edilen dini yapısı burası. Montmartre semtinde yer alan bazilika kendine has mimarisi ve muhteşem Paris manzarası ile dikkat çekiyor. Yapım hikâyesi ise ilginç. 1870 Almanya-Fransa savaşında çok zor durumda kalan Fransa bu badireyi atlatırsa büyük bir dini mabet yapmayı düşünüyor. Bunun için aslında Paris’in önde gelen aileleri ön ayak oluyorlar. Savaş atlatılıyor ve bazilikanın inşaatı başlıyor. Yapımı aşama aşama 1914 yılına kadar sürüyor. Fransa bu savaşta 58 bin askerini kaybediyor. Bunun hatırasına bazilikada 1885 yılından bu yana 24 saat papazlar tarafından dua okunuyor.

Sacre Coeur Bazilikası

Bazilikanın kubbe kısmına ücretli çıkılıyor ama alt bölüm için ücret ödenmiyor. Bazilikanın ön cephesinde bulunan at üstünde gösterilmiş iki heykel Fransa’nın tek Aziz ilan edilen kralı 9. Louis’e ve yine Fransa tarihi için önemli olan halk kahramanı Jeanne d'Arc’a ait. Bazilikanın tam ortasına yerleştirilmiş dev bir İsa heykeli de dikkat çekici. Güzel mimarisi ve onlarca basamaktan oluşan ön bahçesi, harika Paris manzarası için mutlaka görülmesi gereken bir nokta.

Notre Dame Katedrali: Sanırım tüm dünyaca tanınan, Paris ve aynı zamanda Hristiyanlık için çok önemli yapı bu katedral. Victor Hugo’nun ölümsüz eseri Notre Dame’ın Kamburu romanı ile ölümsüzleşen bu dini yapı klasik gotik tarzı ile dikkat çekiyor. Yapımına 1163 yılında Papa 3. Alexsandre’ın temel taşını koymasıyla başlanan yapı ancak 170 yılda bitirilebilmiş. Uzunluğu 135 metre ve genişliği 37 metre olan yapıda aynı anda 9 bin kişi ibadet edebiliyor. Özellikle perşembe ve pazar günleri burada olursanız akşam 17.00’de başlayan ayini izleyebilirsiniz.

Notre dame

Yapının ön tarafında bulunan iki kulenin yüksekliği 69 metre. Bu kulelerin üstüne yaklaşık 350 basamaklı dar bir merdivenle çıkılıyor. Bir kuleden çıkıp diğer kuleden iniyorsunuz. Bu kulelere çıkış ücretli 7-8 Euro. Eski zamanlarda katedral Paris’in merkezi sayıldığı için tam önünde yerde bir taş var. Bu taş sıfır noktası kabul ediliyormuş. Paris’te bütün mesafeler bu taşa göre belirleniyormuş. Yapının tarihinde özellikle Fransız İhtilali sonrası ciddi ikinci planda kaldığı görülüyor. Hatta bir ara burası ihtilalciler tarafından şarap mahzeni olarak kullanılmış. Katedral eski ihtişamlı günlerine Napolyon’un taç giyme törenini burada yapmasıyla oluyor.

Ama asıl dikkati çeken şey ise Victor Hugo’nun romanı oluyor. Hepinizin bildiği gibi kilisenin zangocu Quasimodo ile çingene kızı Esmeralda’nın hikayesi Notre Dame’ın Kamburu romanı. Bu arada öğrendiğime göre Quasimodo tam olmayan, eksik demekmiş. Küçük bir bebekken bu sakat çocuk katedralin merdivenlerine bırakılır ve kilise papazı onu alıp büyütür. Zamanla güçlü bir delikanlı olan Quasimodo’ya kilisenin çanını çalma görevi verilir. Hatta Quasimodo kilise çanını o kadar güçlü ve çok çalar ki zamanla kulakları da sağır olur. İşte Avrupa’nın en çalkantılı yıllarında yazılan bu eser tüm dikkatleri kiliseye çeviriyor.

1864 yılında tadilattan geçerek bakımı yapılıyor. Ortasında yer alan kule yapılıyor. Dış cephede yer alan şeytansı heykeller yerleştiriliyor. Katedralin ön cephesinde yer alan üç kapının üstündeki kabartmalarda Hz İsa’nın ölümü ve cennette karşılanışı, Hz Meryem’in kabartmaları ve diğer kapıda ise havarilerin yaşamları gösteriliyor. Katedral içinde yer alan vitraylar zaman zaman tahribata uğrasa da özellikle gül pencere denen kısım hâlâ çok büyüleyici. Katedralin avlusunda ise yine Kral 9. Louis’in at üstünde ve yanında muhafızları ile heykeli dikkat çekiyor. Paris gezinizin olmazsa olmaz noktası olacağını düşündüğüm katedrali mutlaka ziyaret etmelisiniz. Fotoğraf makinenizi elinizden bırakamayacaksınız ama içeride olduğunuz dakikalarda sessizliğinizi koruyunuz derim çünkü görevliler hemen uyarıyorlar. Haksız da sayılmazlar. Çünkü burası dini bir yapı ve hâlen içeride ibadet yapılıyor.

Arc De Triomphe: Paris’in simge yapılarından biri de hiç kuşku yok ki bu yapı. Charles De Gaulle Meydanı’nda yer alan ve Paris’in meşhur caddesi Champs Elysees’nin başlangıç noktasında yer alan yapı adeta Fransa tarihine ışık tutuyor. Türkçesi Zafer Takı olan bu yapının yüksekliği yaklaşık 50 metre. Yapımına 1806 da Napolyon döneminde başlanmış ancak 1836 bitirilmiş anıt ihtişamlı yapısıyla göz kamaştırıyor. Üzerinde zaferi, direnişi, barışı, gidişi sembolize eden kabartmaların olduğu yapının altında 1. Dünya Savaş’ında ölen Fransız askerleri için bir anıt mezar yer alıyor. Ayrıca Zafer Takı, Napolyon’un cenazesinin de altından geçirilmesi ile tanınan bir yapı.

Arc De Tramp

Champs Elysees Caddesi: Paris’in belki de tüm Avrupa’nın en bilinen caddesi sanırım burası. Dünyaca ünlü markaların mağazaları, şık kafe ve restoranları ile gecesi ayrı gündüzü ayrı güzel bir cadde burası. Uzunluğu yaklaşık 4 km olan cadde ilk olarak eskide çok büyük bir tarlaymış. 1616 yılında Marie De Médisis burayı kenarları ağaçlı bir cadde yapmaya karar vermiş. 14. Louis’in mimarı burayı daha da büyütmüş. 1709 yılından sonra cadde bu adıyla anılmaya başlanmış. Bu arada caddenin adı Yunan mitolojisinde geçen cennet ovaları anlamına gelen Eliysion’dan alıyormuş.

Caddenin kuzeyinde ve güneyinde yer alan dünyaca ünlü markalara ait şık mağazalar gerçekten göz alıcı. Bu caddenin özel bir statüsü varmış. Pazar günleri mağazaların açık olması ya da gece 24.00’e kadar açık olması gibiymiş. Metrekaresi 10 bin euro gibi rakamlar olduğu için burada evi olan yok denecek kadar azmış. Mağazaların üst katları genellikle iş yerleri için ofisler yer alıyormuş. Caddenin alt kısmı yani Concorde Meydanı’na doğru konulan dev dönme dolap bence biraz görüntüyü bozmuş. Sanırım Fransızlar Londra’daki London Eye’den etkilenmişler. Caddenin yine aşağısında yer alan Elysee Sarayı’nı ve Başbakanlık saraylarını görmek mümkün. Hatta bu kişinin arasından Churchill Caddesi’nden Sein Nehri’ne doğru giderseniz Leydi Diana’nın kaza yapıp hayatını kaybettiği meşhur tünelin üstünden geçmiş olursunuz. Churchill Caddesi üzerinde yine Winston Churchill heykelini, Charles De Gaulle heykelini ve Bolivya’nın kurucusu kabul edilen Simon Bolivar’ın heykelini de görebilirsiniz.

Eyfel Kulesi: Herhalde bırakın Avrupa’yı dünyanın simge yapılarından biri Eyfel Kulesi’dir. Paris’e gitmeden önce bu yapının beni bu kadar etkileyeceğini hiç düşünmemiştim. Hatta bana hep bir klişe gelirdi Eyfel Kulesi ancak bu yapıyı yakından veya uzaktan görmek beni gerçekten etkiledi. Şehrin hemen hemen her yerinden görülen bu etkileyici yapı aslında ihtilalin 100. yılında Paris’te düzenlenecek dünya fuarı için Gustav Eyfel tarafından giriş kapısı olarak tasarlanmış. Yapı 26 ay gibi kısa bir sürede 18 bin büyük demir bloğun 2,5 milyon tane perçinle tutturulmasıyla yapılmış. Yüksekliği üstündeki anten ile birlikte 324 metre olan kule 1930 da Empire State binası yapılana kadar dünyanın en yüksek yapısı olma özelliğini korumuş. Ancak yapı ilk yapıldığı zamanlar Parisliler tarafından hiç beğenilmemiş. Hatta bu demir kafesin sökülmesi için devlete baskı yapmışlar. 1910 yılında hükümet kararı ile yapının sökülmesine karar verilmiş. Ancak o yıllarda telsiz haberleşmesi yaygınlaşınca antenleri takılacağı büyük ve yüksek yapıya ihtiyaç olmuş. 1910 yılında sökülmekten kurtulan Eyfel Kulesi’ne büyük asansörler yapılmış. Bugün bu asansörler bir seferde yaklaşık 55 kişi alarak turistleri yukarıya çıkarıyor.

Kule ilgili enteresan bir olaysa 1912 yılında gerçekleşmiş. Parisli bir terzi kendi tasarladığı pelerini ile kuleden atlamış ve tabi yere çakılarak herkesin gözü önünde feci şekilde can vermiş. Adamın cesedine yapılan otopsi sonucu ise Fransızları çok şaşırtmış çünkü bizim terzi daha atlayışın başında havada kalp krizi geçirerek ölmüş. Kule birçok intihar olayına da sahne olmuş tabi ama bugün hâlâ ihtişamı ile ayakta.

Birinci kat olarak tabir edilen platformun yüksekliği 57 metre. İkinci platform 115 metrede kurulmuş. 276 metrede bulunan en üst platform ise Gustav Eyfel’in çalışma ofisinin bulunduğu nokta ancak rüzgârlı havalarda güvenlik nedeniyle çıkışlar durduruluyor. Kulenin platformlarına isterseniz merdivenle de çıkabilirsiniz. Asansörlü ve merdivenli kule çıkış fiyatları ve sıraları farklı. Bugün asansörlü çıkış kişi başı 9 euro. Bizim bulunduğumuz gün hava yağmurlu ve serin olduğu için çok fazla kalabalık yoktu. Ayrıca gündüz ziyaret ederseniz bence gece de mutlaka görün derim. Işıklandırması çok güzel olan kule her saat başı birkaç dakikalık yapılan ayrı ışık şovu ile gerçekten harika. Kule gece 23.00’e kadar açık.

Louvre Müzesi: Sanırım Avrupa’nın, hatta dünyanın tartışmasız sanat mirasının olduğu yer burası. Berlin’de bulunan Müzeler Adası’nı ve tabii İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni birleştirseniz tüm dünya tarihini bir yerde toplamış olursunuz. Aslında bir saray olarak inşa edilen yapı 1204 yılında ünlü Fransız Kral  Philippe Auguste tarafından inşaatına başlanmış. 14. yüzyılda Fransa Kraliyet merkezi olmuş. Bir yüzyıl kadar Fransa Kralları bu yapıda ikamet etmişler. Daha sonra saray buradan taşınınca Louvre bakımsız kalmış. 18. yüzyılda tekrar bakımı yapılan, ek binalarla bugünkü şeklini alan yapı Fransa tarihinde ilk ulusal müze olarak 1793 yılında faaliyete geçmiş.

Louvre Müzesi

Müze bugün 7 bölümden oluşuyor. Resim, heykel, Doğu sanatları, Mısır uygarlığı salonu, Yunan medeniyet salonu gibi bölümlerden oluşuyor. Zengin kütüphanesi, içeride çalışan eserlerin bakımın tasnifini yapan akademisyenler ile bence burası tam bir sanat, kültür mirası fabrikası. Yılda yaklaşık 9 milyon ziyaretçi bu kültür sanat yuvasını ziyaret ediyor. U düzenli bir yapı olan bina ortasında Fransız İhtilali’nin 200. yılı şerefiyle yapılan 21 metre yüksekliğindeki cam piramit ise filmlere, kitaplara çoktan konu olmuş durumda. Bugün bu cam piramidin önünde bulunan kapıdan girilen müze Sully, Richelieu, Denon salonları ve içinde barındırdığı yaklaşık 380.000 sanat eseri ile ancak 3-4 günde hakkı verilerek gezilebilecek bir yapı.

Ama ziyaretçiler için hiç kuşku yok ki en çok merak edilen eser Richelieu salonlarının altıncısında bulunan Leonardo da Vinci’nin meşhur Mona Lisa tablosu. Zaten müze içinde ilerlerken akın akın kalabalığın gittiği yöne giderseniz meşhur tabloyu göreceksiniz. Önünde izdiham ise cabası.

Bakınca hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz çünkü bu tablo çok büyük boyutlarda değil. Uzaktan kalabalık arasında zar zor resim çekebiliyorum. İçimden eh dünya gözü ile bunu da gördük diyor ve tam Mona Lisa’nın karşı duvarında yer alan İsa’nın Son Akşam Yemeği tablosunu inceliyorum. Bu tablo Mona Lisa’ya göre oldukça büyük. Dediğim gibi Louvre’nin hakkı ancak 3-4 günde verilir. Ancak biz çok kalabalık bir grubuz ve içeride yaklaşık 3 saat kaldıktan sonra programımız içinde olan Eyfel Kulesi’ne gitmemiz gerekiyor. Müzeye giriş 15 Euro. Grup ve öğrenci indirimleri mevcut. Kendi resmi sitesinden rehber de isteyebiliyorsunuz. Ayrıca içeriye girişte kulaklık rehber de mevcut (5 Euro). İnternetten alacağınız bilet ile gönül rahatlığı ile müzeyi gezebilirsiniz.

Disneyland: Yine Paris gezinizin olmazsa olmazı bir noktada burası. Hele çocuklu bir aileyseniz burayı gezi planlarınız içine almalısınız. Walt Disney’in ABD’den sonra ikinci şubesi olan Disneyland 1992 yılında 19 kilometrekarelik bir alan üzerine kurulmuş muazzam bir eğlence parkı. 2002 yılında ise Walt Disney Stüdyoları açılarak park bugünkü hâlini almış. Paris’in doğusunda  şehir merkezine yaklaşık 35 km uzaktaki bu park tam bir masal diyarı diyebiliriz.

İçinde iki büyük tematik parkı ve 8 tane oteli ile bu eğlence parkına RER A trenleri ile direk ulaşabilirsiniz. İçinde masal kahramanlarının, Hollywood stüdyolarının, roller coasterler’in, çeşitli kafe ve restoranların Indiana Jones’tan, Jaws’a tüm film yıldızlarının şovlarına rastlayacağınız bu eğlence parkını bu gezi sayesinde 40 yaşında ziyaret etme imkânını buluyorum. Şimdiki çocukların, yani bir kısmının ne kadar şanslı olduğunu düşünüyorum. Parkta geçirdiğim bir gün boyunca çocuklar gibi şen zaman geçiriyor, kendimi kaybetmişcesine öğretmen arkadaşlarımla o macera senin bu macera benim zaman geçiriyorum. Park giriş günlük sınırsız ya da çocuk sınırsız biletlerin fiyatları değişiyor. Eğer çocuğunuz çok küçükse Walt Disney Stüdyoları için bilet almanıza gerek yok derim. Ama yok ben gelmişken bu macerayı yaşayım derseniz mutlaka sınırsız bilet alın. Ayrıca içeride bol bol hediyelik veya anı olabilecek Disney hediyelerinden alabilirsiniz. Disneyland için bilet alabileceğiniz resmi sitesi gayet anlaşılır ve güvenli.
 Disneyland’da geçirdiğim bu harika gün sonrası ağzım kulaklarımda ama bir o kadar yorgun otelimize dönüyoruz. Paris için gezilecek görülecek ya da daha uzun zaman geçirilecek yerler var tabii. Dediğim gibi bu bir okul gezisi olduğu için programımız dahilinde gördüğüm yerleri yazmaya çalıştım. Paris’ten ayrılırken bu kente bir kez daha gelmeyi aklıma koyuyorum. Uçağımız havalandığında yorucu, maceralı bir haftanın güzel anlarını gözleri kapatarak tekrar hatırlıyorum ve bir sonraki gezi planımı düşünmeye başlıyorum.

Gezigurmesi

Yazar Hakkında

Gezigurmesi

1976 yılında Kocaeli'nde doğdum. İlk,orta ve lise öğrenimimi Kocaeli'nde tamamladıktan sonra 1996 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümüne girdim.