Gaziantep’teki ikinci günümüzün öğleden sonrası yaptığımız Bakırcılar Çarşısı, Kapalı Çarşı ve kale bölgesi turları ve alışveriş seanslarındaki yorgunluğumuzun ardından akşam yemeğimizi Aşina Restoran’da yiyoruz. Yemek öncesi herkes farklı tercihlerde bulunuyor. Lahmacun alan da var, içli köfte tercih eden de… Memnun olmayan hiç kimse yok. Ben kuru dolma isteyen ekipteyim. Kuru dolma içinde hafif mayhoş soslu ve salçalı, harika bir lezzet. İnceden baharlı bir acı tadıyla ağzı dolduruyor. Derken kebaplara geçiyoruz. Benim bu seferki kebap tercihim ise Ali Nazik. Müthiş bir yoğurtlu patlıcan sosun üzerinde ağızda dağılan lokum gibi bir parça et. Yanında acı biber ve salata ile bir harika! Babamız Hüseyin Bey burada da patlıcanlı kebap deniyor ve söylediğine göre yine bir harika.
Sonraki günümüzde programda Gaziantep Bölgesi ve Urfa-Halfeti turu var. Öncelikle Zeugma Antik kenti ve mozaik müzesi ile başlayan turumuz, öğlene doğru vardığımız Halfeti’de devam ediyor. Buradaki öğle yemeğimizden ise bahsetmeden geçemem.
Dubalardan oluşturulmuş bir iskelede, baraj gölü üzerinde servis edilen yemeğimiz salata ve firik pilavıyla başlayan müthiş yemeğimiz yine harika kebaplarla (bu sefer ben de simit kebabı tercih ettim) devam etti. Etin tazeliği ve kıvamından mıdır, temiz havadan mıdır bilemiyorum ama bana bu kebap da çok ama çok lezzetli geldi. Bir çok misafir ise kebapla olduğu kadar firik pilavıyla da ilgilendi. Bilmeyenler için (ben de onların biriydim) firik buğdayın olgunlaşıp kurumadan önceki halinden elde edilen bir bulgur türevi. Çoğunlukla tek başına ya da bulgurla birlikte karıştırarak pilavı yapılıyor. Bu küçük mütevazı restorandaki firik pilavının tadı ise muhteşem. Babamız Hüseyin Bey’in tüm Antep’te verdiği en yüksek patlıcanlı kebap notunu ise bu küçük baraj kenarı restoranındaki patlıcanlı kebap, ünlü kebap restoranlarındaki rakiplerine fark atarak kazandı.
Baraj gölü üzerindeki tekne turumuzu müteakip şehre döndük ve akşam yemeği için hazırlıklara başladık. Bu seferki yemeğimiz çok da Antep işi olmasa da mekan olarak tam bir Gaziantep yemeği oldu. Bayazhan’ın meyhane kısmını tercih ettik. Tüm mekanda ancak bir kaç masa doluydu ve o gece fasıl heyeti yoktu. Bir bakıma kötü oldu çünkü ortam biraz sessizdi. Ancak bir bakıma da iyi oldu çünkü tüm mekan sanki bize kalmış gibiydi. Ailece bol bol sohbet etme imkanı bulduk.
Biraz Bayazhan’dan da bahsetmeden geçmemek gerek. Bayazhan eski Tekel Fabrikası aslında. Taştan yapılmış tarihi hanı yıllarca depo ve üretim tesisi olarak kullanmışlar. Daha sonradan ise restorana çevrilmiş. Aynı han kompleksi içerisinde bir kısım kebapçı olarak hizmet verirken, bizim gittiğimiz kısım ise meyhane olarak çalıştırılıyor. Ortadaki avluda ise atılmış masa ve ısıtıcıların olduğu yer bar düzeninde. Bayazhan yemekleriyle olduğu kadar atmosferiyle de Gaziantep’e gelenlerin mutlaka uğraması gereken bir yer.
Ertesi sabah otelde yaptığımız kahvaltının ardından turumuzun ortasında meşhur tavacı Halil Usta’ya uğruyoruz. Halil Usta halen kendi kapıda ve kasanın başında duruyor. Biraz sohbet etme imkanı buluyoruz. Diyor ki: “Ben zamanında İstanbul’a geldim, tutunamadım, beceremedim oralarda restorancılık yapmayı. Ben de döndüm geldim, Antep’te çok rahatım şimdi”. İçeri girenlerin ağzından içeri zorla lokum et tıkıştıran bu sevimli esnafı anlamamak mümkün değil. Benim cevabım ise hazır: “E usta sen İstanbul’da tutunsaydın İstanbullular Antepli tavacı Halil Usta’nın adını bugünkü kadar tanıyor, biliyor olmayacaktı”. Haksız mıyım?
Halil Usta’nın restoranı 365 gün ağzına kadar dolu ve müthiş hızlı bir servis var. Masalarımıza oturduğumuz gibi pide ve salata geliyor. Ama ne salata!! Taze nane, sumak, ince kıyılmış salatalık, domates ve acı biber. Salatanın tadı o kadar güzel ki insanın et yiyesi gelmiyor. Ama tabi birazdan et gelince fikrinizi değiştiriyorsunuz. Antep kebap ve küşleme zaten siz sipariş vermeden otomatik geliyor. Onun yanında bir parça tavuk da cabası. Müthiş bir ziyafetin ardından Halil Usta’yla vedalaşıp şehrin merkezine dönüyoruz.
Şehir merkezinde daha önce bahsettiğim baklava macerasına giriyoruz. Şehitkamil’deki Akıncıoğlu Baklava, 20 yıl önce kurulmuş. Kare baklavaları yanımıza dolduruyor, ağzımızda eriyen çıtır çıtır şöbiyetleri ve fıstık sarmaları gövdeye indiriyoruz. Yanımıza da kartlarını alıyoruz ama ah buraya sipariş etsek yolda gelir mi, gelirse lezzeti aynı kalır mı bilinmez ki? Gerçi internette bir sanal mağazaları olduğunu öğreniyoruz ama tabi en iyisi Antep’e geri dönüp Akıncıoğlu Baklava’ya geri gelmek (www.akincioglubaklavalari.com.tr). Akıncıoğlu, dükkanından istemeye istemeye çıkarken midemiz ve aklımız bu müthiş lezzet ile dolu.
Öğleden sonra turumuzun geri kalanını tamamladıktan sonra kale civarında bulduğumuz kahkeci fırından aldığımız değişik kahkeler atıştırmalık olarak yanımızda duruyor. Kahke, Antep’e özgü küçük çöreklere verilen isim. Genelde sade ve susamlı olsa da çörekotlu, zeytinyağlı gibi değişik türevlerini de denemek mümkün. Antep öyle bir diyar ki denediğiniz her şeye sanki gizli bir perinin eli değmiş. Normal bir çörek bile bu kadar güzel mi olur Allahım? Bu küçük ve iğreti fırından aldığımız alelade görünümlü diğer börek ve kurabiyeler bile bir harika.
Gaziantep bir lezzetler diyarı. Değil iki, oniki yazıya da sığdırmak çok güç. Benim gibi yemek kültürü çok geniş olmayan bir kişinin tam ve doğru bilgi aktarması da öyle.
Sizlere çok etkileyici bu damak macerasını bir nebze olsun anlatabildiysem ne mutlu bana. Ama Antep’e mutlaka gidin. Sadece güzel insanları, tarihi, müthiş eserleri ve kendine has hayat tarzını görmek için değil; aynı zamanda eşsiz mutfağını tatmak için mutlaka gidin.