Şili hakkında kısa bir bilgi verirsek Güney Amerika kıtasının Pasifik Okyanusu boyunca en güneyden kuzeye doğru uzanan ince uzun bir ülke. 757 bin kilometrekare. Pasifik Okyanusu boyunca 4350 km uzunluğunda ancak 180 kilometre eninde bir şerit şeklinde. Yüzölçümü olarak Türkiye kadar, nüfus ise 17 milyon civarında, nüfusun sadece %3’ü yerli halk, nüfusun diğer % 97’lik kısmı İspanyollar, İtalyanlar ve Almanlardan oluşuyor. Okuma yazma oranı %95. Güney Amerika ülkeleri içinde refah düzeyi en yüksek ülke Şili. İnce uzun bir ülke olduğundan aynı zaman diliminde 4 mevsimi yaşayabiliyorsunuz.
Ülkenin en öneli ihraç ürünü yer altı kaynakları. Bakır üretiminde dünya birincisi. Bilgisayar ve pil üretiminde kullanılan lityum madeni ise dünyada yalnız Şili’de çıkarılıyormuş. Patlayıcı imalatında ve gübre sanayinde kullanılan güherçile (potasyum nitrat) Şili güherçilesi de en önemli ihraç ürünlerinden. Ekonominin ikinci ayağı ise balıkçılık ve deniz ürünleri. Sığır besiciliği de ülke ekonomisinin bir diğer ayağı. Chile, Ayamara dilinde “dünyanın sonu” anlamına geliyormuş. Bu nedenle de her yerde dünyanın sonu tabelası ve pek çok hediyelik eşyada da dünyanı sonu tabiri kullanılmış.
Şili hakkında bu kadar önbilgiden sonra gelelim gezimize. Bugün seyahatimizin 17. günü Punto Arenas’tan hareket ettikten sonra Macellan Boğazı’ndan geçerek kuzeye Valparaiso’ya doğru yol aldık. Gezimizin son günlerine rastlayan bu 3 günlük gemi yolculuğu bizim gibi diğer yolcuları da biraz sıktı. Gemide yeme-içme, her türlü spor aktivitesi, sineması, çeşitli şovlar bol bol olsa da 3 gün deniz fazla geldi ve nihayet kara göründü. Liman devasa konteynırlar ve vinçler ile dolu. Oldukça büyük ve önemli bir liman.
Limana sabah saat 06.00’da girdik, ancak gemiden çıkışımız 9.00’u buldu. Bizi karşılayan yerel rehber Patricia ile tanıştık. Programımızda Valparaiso turu yoktu. Direkt Santiago’ya gidecektik. Biz kendi aramızda anlaşıp Patricia’ya Valparaiso’yu gezmek istediğimiz söyledik, zaten 12 kişiyiz. Kişi başı 45 $ karşılığı. Patricia bizi Valparasio’da dolaştırdı.
Otobüsümüz önce Şilili meşhur yazar ve şair Pablo Neruda (asıl ismi Ricardo Eliezer Neftali Reyes Basoalto)’nun evi Le Sebastiana’ya geliyoruz. Neruda’nın Şili’de 4 adet evi varmış, çocuğu olmadığından bu evlerin hepsi bir vakıf altında toplanmış ve müzeye çevrilmiş. Nazım Hikmet de Neruda’nın çok yakın arkadaşı. Hatta Neruda Santiago’daki evi La Chascona’nın yatak odasının tavan döşemesinde Nazım Hikmet gibi sevdiği dost ve yazarların ismini yazdırmış.
12 Temmuz 1904 doğumlu Neruda 3 evlilik yapmış, 1. evliliğinden 1 çocuğu olmuş, 7 yaşında hastalanarak ölmüş. İkinci evliliğini Arjantinli bir bayanla yapmış. İtalya seyahatlerinde İtalya’da tanıştığı Şili’li bir bayanla ilişkisi olmuş. Arjantinli ikinci hanım bu durumu öğrenince Neruda’dan ayrılmış. Neruda da 3. evliliğini bu uğruna yuvasını yıktığı Şilili hanımla yapmış. 1971’de edebiyat dalında Nobel ödülü alan sanatçı 23 Eylül 1973’te vefat etmiş. Neruda’nın buradaki evi La Sebastiana Av. Alemania üzerinde. Evin manzarası tüm Valparasio’ya hakim, mükemmel bir manzara var. Bu müze ev 5 katlı ancak her kat 30 metrekare civarında, hatta katlar yükseldikçe metrekare daha da küçülüyor. Müze içinde fotoğraf çekmek yasak olsa da 1-2 ikaz almama rağmen sizler için bir şeyler çekmeye çalıştım. Müze içinde Neruda’nın yaşarken kullandığı eşyalar, dünyanın farklı yerlerinden aldığı objeler sergileniyor.
Evin birinci katı giriş, ikinci kat büro tarzı döşenmiş. Üçüncü kat yaşam ve yemek odası (buradaki şömine çok ilginçti), dördüncü kat yatak odası ve banyo. Bunların hepsi Valparaiso manzaralı.
Neruda, en sevdiğim şiirini (Yavaş Yavaş Ölürler) bahçesindeki bankta bana okurken fotoğraflandık. “Seyahat etmeyenler, müzik dinlemeyenler, okumayanlar yavaş yavaş ölürler diye başlayıp alışkanlıklarını değiştirmeyenler, her gün aynı yoldan yürüyenler yavaş yavaş ölürler. Heyecanlardan kaçınanlar, tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı görmek istemekten kaçınanlar yavaş yavaş ölürler” diye devam eden bu güzel şiiri işte bu bankta benim için okudu sanki büyük şair ve yazar Neruda.
Buradan güzel duygularla ayrılıyoruz ve yokuş aşağı yürüyoruz. Burası tam bir grafiti şehri, yol boyunca hangi evin fotoğrafını çekeyim diye zorlanıyor, hiçbirini es geçmeye gönlünüz razı gelmiyor. Burası deprem bölgesi. Bu nedenle evler genelde ahşap yapılmış. Ahşabı da korumak için evlerin dış kısmı ondülin şeklinde sacla kaplanmış. Bu saclar da çok güzel bir şekilde boyanmış ve netice harika. Evlerin hepsi de teneke kaplı değil, bazıları betonarme. Bu sokağın her tarafı boyalı rengarenk.
Rehberimiz şehrin 41 tepe üzerine kurulu olduğunu söylüyor. Tepelere ulaşım füniküler ile sağlanıyor. Tepelere çıkan merdivenler ise rengârenk ve çok keyifli. Burası sanki bir açık hava müzesi. Şehrin merkez nüfusu 280 bin civarında.
Neruda’nın evinden aşağıya inerken Şili’ye has Empenada yedik. Empenada’nın peynirlisi bizim puf böreğine benziyor. Bence benziyor değil, aynısı, yağda kızarmış peynirli çi börek. Empenada’nın deniz ürünlü ve etlisinin ise hamuru biraz daha kalın, bohça gibi katlanmış ve fırınlanmış. Bana göre çok özel bir lezzet değildi. Empanada’nın tanesi 1,5 $.
Şehirde çok fazla sokak köpeği var. Hele biz empanadamızın bir kısmını onlarla bölüştük. Yanımızdan kolay kolay ayrılmadılar. Pek çok bankanın bulunduğu Savaş Caddesi'nden geçerek, şehrin ana meydanında mavi beyaz muhteşem mimarisi ile deniz kuvvetleri binası önüne geliyoruz. Buradaki anıtı da fotoğraflayıp, para bozdurmak üzere bir change ofise geliyoruz.
Alışverişlerde $ kabul edilmiyor. Bu nedenle paranızı bozdurmanız şart. Bizim alışverişlerimizi Patricia yaptı, biz ona $ verdik. Ama bu meydanda bulunan döviz bürolarından bir miktar Şili pesosu almak gerek. 1 $ = 615 Şili Pesosu.
Valparaiso önceleri Pasifik ve Atlas Okyanusu’na geçen gemilerin ikmal yeri imiş, bu nedenle de çok zengin bir liman şehri imiş. Ancak Panama Kanalı'nın açılması ile önemini yitirmiş, Şili devleti şehre eski canlılığını getirebilmek için parlamento binasını buraya taşımış.
Valparasio; Şili’nin kültür başkenti, burada çok sayıda üniversite kurulmuş. Şehir eski canlılığına kavuşturulmuş, şehre dinamizm kazandırılmış. Edebiyat, sanat, müzik, kültür başkenti. Meydan ve çevreyi fotoğraflayarak otobüsümüze doğru gidiyoruz.
Koloniyal dönemden kalma mimariye sahip olan tarihi merkez 2003’te UNESCO tarafından koruma altına alınmış. Valparaiso çok güzel bir şehir. Burayı hiç görmeden gidecektik. Sıra 10 dakikalık bir yolculuk sonrası Vina Del Mar’da.
Valparaiso’dan aklımda kalanlar: Duvarları graffitilerle süslü evler. Burası tam anlamı ile graffiti şehri.