Yolculuğumuzun ilk bölümü olan Nepal'den Singapur'a, oradan da Bangkok'a uzanan serüvenimize bir önceki yazıda ulaşabilirsiniz.
Bangkok’un ardındanLaos veKamboçya’yı görmek üzere uzun otobüs yolculuklarına hazırlanıyoruz. Ancak yapmamız gereken ilk iş, Bangkok’taki Laos Konsolosluğundan vize almak. Apar topar çıktığımız yolculukta bir vize alma sürecinden geçeceğimizi göz önünde bulundurmadığımız için gerekli belgeleri toplamaya koyuluyoruz. Bu esnada yaptığımız araştırmalar sonucu öğreniyoruz ki Laos vizesi almak hiç de kolay değil. Biomerik fotoğraf, pasaport fotokopileri gibi küçük işleri hallettikten sonra Laos Konsololosluğu’na ulaşıyoruz. Daha önce vize alamadığını söyleyen yüzlerce Türkiye vatandaşının deneyimlerini öğrendikten sonra anlıyoruz ki tek çaremiz ‘sevimli’ olmak. Yetmezmiş gibi, o gün içinde alamazsak bütün planlarımız ertelenmek durumunda kalacak, bu da Charlie’nin Melekleri misyonumuza pek yakışacak bir durum değil.
Laos Konsolosluğu’nda öğle arasına denk geldiğimiz için bizi iki saat sonraya ertelemek istiyorlar, bu da demek oluyor ki, sonuç ertesi gün belli olacak. Buna vaktimiz yok. Sevimlilik maskelerimizi takıp –ki sevimli insanlarız da- işimizi öğleden önce yapılacak şekilde hallediyoruz ama macera işte burada başlıyor. Neden gideceksiniz, siz kimsiniz, ne zaman gidip ne zaman çıkacaksınız soruları gelmeye başlıyor. Görevli kadının bize yardım etmek gibi bir kaygısı pek yok. Ama biz Asyalıların diliden biraz da olsa anlayacak kadar Asya tecrübesi edindik. "Yolculuğumuz Bangkok’tan otobüsle Kamboçya’nın en dinamik şehri Siem Reap’e geçmemiz, ardından da yine otobüsle Laos’un başkenti Vientiane şehrine ulaşmamızla devam edecek. Bu şartlar altında kendisine bir tarih sunmamız söz konusu bile olamaz. Türkiye’den geldik, Asya turu yapıyoruz, pasaportlarımızda bunların tüm kayıtlarını görebilirsiniz. Laos’u görmemize de izin verin. Biz üç öğrenci Laos’u görmeden Asya’yı gezmiş olmak istemiyoruz" minvalinde dert anlatmamıza rağmen alamayacağımızı anladığımız an çözümü başka yollarda arıyoruz ve birden “Bizim gitmemiz lazım, giriş çıkış tarihlerimiz o kadar lazımsa uçakla da gideriz” diyerek bir şans daha elde etmeyi hedefliyoruz. Bulduğumuz ilk internet bağlantısının ardından sıra geliyor biletleri temin etmeye. Tabii ki biletleri satın almıyoruz. Cep telefon uygulamasından uçak bileti satışı ekranına gelerek ekran görüntülerini alıyor, sisteme isimlerimizi kaydediyor ve görüntü kesildiğinde anlaşılamaz hale getiriyoruz. Teyit etmek istemelerini de göze alıp yanına eklediğimiz ücretsiz rezervasyonlu bir Kamboçya ve Laos hostel rezervasyonuyla inandırıcılığımızı artırıyor ve Laos vizesini kapıyoruz. Bundan sonra Laos’dan vize alacaklar için en önemli şeyi de ‘sevimli’ olun diye de belirtmekten gurur duyacağız.
Hiçbir babanın babasını görmediği yetim ülke: Kamboçya
Tayland’dan gece otobüsüyle uykumuzu alarak Kamboçya’ya, Laos vizesini onlar vermedi biz aldık psikolojosinin özgüveniyle harika bir başlangıç yapıyoruz. Ancak Kamboçya o kadar hüzünlü bir ülke ki, yüksek sesle gülecek olsak utanç duyacağız. Çok değil 25-30 yıl evvel Kamboçya’da Pol Pot rejimiyle yüzleşen halk, henüz onun izlerini silebilmiş değil. 1976 yılında Kızıl Kmerler Gerilla örgütünün kurucusu olarak Başbakan olan Pol Pot, ülkedeki her şeyi sıfırlama ve komünizmin temellerini atma maksadıyla eli kalem tutmuş, elinde mesleği olan herkesin öldürülmesi emrini veriyor. Yaklaşık 2 milyon insanın ölümüne yol açan bu süreçten sonra biz de yaşlı insan göremiyoruz sokaklarda. Şu an baba olan hiç kimse babasını görmemiş. Esir aldığı insanların çok büyük bölümünü tarlalarda çalıştırarak verim elde edip, ihtiyaçlarını karşılamadan ölmelerini seyreden Pol Pot, Kamboçya’da Ölüm Tarlaları kavramının baş sorumlusu. Ölüm tarlaları ayrıca tutsakların kaçmasını önlemek amacıyla tarlalara yerleştirilen yüz binlerce mayını da kast ediyor. Kaçmaya çalışan tutsakların tek çaresi olan tarlalara kaçıp kaybolmak, mayınlar sebebiyle imkansız hale geliyor. Biz de Pol Pot devrildikten sonra ülkenin kahramanı haline gelen Aki Ra’nın anıtını ziyaret etmekten geri kalmıyoruz. Süreçten sonra kimse mayınların nerede olduğunu bilmediğinden, insanlar ve hayvanlar mayınlar karşısında çaresiz kalıyorlar. Aki Ra, elindeki çakısıyla yaklaşık 50 bin mayın temizleyen gerçek bir halkkahramanıyla tanışmaktan büyük bir onur duyuyoruz.Yıllar içinde hep karşılarına çıkan mayın patlamaları sonrası bu ülkenin karakterine yansıyan bu yetim psikolojisi, insanları halden anlayan karaktere bürümüş durumda. Kamboçya, başka ülkede şu anki şartlarla nerede yaşamak istersiniz sorusunun işte bu sebeplerle cevabı konumunda. Kamboçya ve Pol Pot dönemini anlamak için Kamboçya’ya gidilemeycekse ‘Khmer Rouge’ filmi izlenerek bilgi edinilebilir.
Bunun yanı sıra Kamboçya’da ziyaret ettiğimiz dünyanın en büyük tapınaklarından Angkor Wat’ı Indiana Jones filmlerinden tanıyor ve merak ediyorduk. Dünyanın en gözde tapınaklarından biri olan Angkor Wat gün doğumunda harika manzaralar vaat ettiği için gün doğmadan yola koyulmak gerekiyor.
Biz de sabah 5 buçukta önceden anlaştığımız tuktuk sürücüsüyle yola koyulup harika manzaranın tadını çıkarttık. Angkor Wat, Kamboçya’da birkaç gün rahatça yaşamanızı sağlayacak olan 20 Dolar giriş ücretine sahip. Hostel fiyatları üç kişilik her imkana sahip odalarda kalmanın bedelinin yaklaşık 7 Dolar olduğu düşünülünce, lüks bir tercih olarak kabul edilebilir.
Kamboçya’da bir de Türk Kahraman
Kamboçya’da ölüm tarlalarından bizim kadar etkilenen ama farklı bir bakış açısı sergileyen ‘Aynebilim’ takma isimli Türk, oraya yerleşerek ekonomik durumu içler acısı olan Kamboçya’da çocuklar için bir aşevi açtı ve internetten bağış toplayarak çocuklara yeni hayatlar vaadediyor. Phnom Penh’de yaşayan Aynebilim, geçtiğimiz aylarda verilen Hrant Dink ödüllerinde Işıklar kategorisinde onurlandırıldı. İnternetten Aynebilim Aşevi hakkında detaylı bilgi sahibi olmak çok kolay. Aynebilim, yaptığı işi şu sözlerle tanımlıyor:
Ölüm Tarlaları’nı duydunuz mu? Peki ya Pol Pot Rejimi’ni, Kamboçya soykırımını? Buraya gelmeye karar verdiğim gün öğrendim ben de biraz araştırınca. Ölüm Tarlaları, 3 milyon kişinin katledildiği Pol Pot Rejimi’nde öldürülen insanların bir kısmının gömüldüğü, dışarıdan bakınca huzur veren ama hikayesini okuyunca tüyler ürperten bir yer. İşte ben bu hayatın durduğu yerin karşısına yeni hayatlar yeşertmek için ‘Yaşam Tarlaları’nı inşaa ediyorum. Ölüm Tarlaları’nın sessizliğinin karşısına cıvıl cıvıl çocuk sesleri getiriyorum.
Siem Reap’ten Laos’a doğru yola çıkarken yine gece otobüslerini kullanıp yataklarımızda uyuyarak yolculuğumuzu geçiriyor, yaklaşık 10 saat süren asfaltsız yolculuğumuzun sonrasında Ubon Ratchatani üzerinden Vientiane’e ulaşıyoruz. 4 bin Adalar olarak adlandırılan bölgeye geçiyor ve Mekong Nehri üzerinde yer alan irili ufaklı 4 bin adanın en güzeli Don Det’e gidiyor ve sahil kasabası huzurunu yaşıyoruz. Gece hayatı Türkiye ve Avrupadakinden bir hayli farklı olan Don Det’te güzel bir gece geçirdikten sonra ertesi gün kiraladığımız bisikletlerle Don Khon Adası'na asma köprü üzerinden geçiyoruz. Kısa süren Laos yolculuğumuzda aklımızda kalanlar bisikletle gezdiğimiz pirinç tarlaları ve hala Laos’ta süregelen komünizmin yaşayışı oluyor.
Tayland’dan yine harika bir hoşgeldin(!)
Laos'un başkenti Vientiane'den Tayland sınırı Udon Thani'ye otobüsle geliyoruz. Otobüste Kore'li bir Xuan'la ahbap oluyor, doğal bir refleks olarak İstanbul'a davet ediyoruz. Laos sınırından çıktıktan sonra iki ülkeye de ait olmayan yolu yürüyüp Tayland sınırına geliyoruz. Otobüs bizi Tayland sınırı içinde yeniden almak üzere bırakıyor. Xuan'a girişte problem yaşama ihtimalimizi anlatıyorum, şaşırıyor. Pasaportlarımızı polise uzatıyoruz ve yine bir veba salgını yayılmaya başlıyor kontrol noktasında. Bizi almaya bir kaç polis geliyor. Kapısında "yüksek risk teşkil eden gruplar" yazan bir ofise götürüyorlar bizi. Götürdükleri sırada Xuan'la göz göze geliyorum ve gözlerinde hiç unutamayacağımız bir acıma ifadesi beliriyor.
Polisler pasaportlarımızı yine alıyor ve beklememizi söylüyorlar. Kalacağımız yerin adını sorup öyle bir yer olup olmadığını Google üzerinden teyit ediyorlar. Biz de bu sırada yüksek risk taşıyanların girdiği, kapısında uyuşturucu tacirlerinin, seks işçisi olarak çocuk çalıştıranların, hapishaneden kaçanların fotoğraflarının olduğu kapıdan girmek üzere bekliyoruz. Aradan geçen 20 dakikadan sonra dışarı bakıyoruz ve görüyoruz ki Xuan içeriyi işaret ederek biz gelmeden otobüsün kalkmaması gerektiğini şoföre anlatmaya çalışıyor. Otobüsün bizi almadan gitme ihtimalini hiç düşünmemişken bunu görmek bizi paniğe sevk ediyor. En nihayetinde otobüsümüz daha fazla beklemeyip Xuan'ın bütün çabalarına rağmen bizi almadan gidiyor. Kendimizi dünyanın en değersiz varlıkları gibi hissettiğimiz o dakikalarda polis sorduklarımıza bazen cevap veriyor, bazen vermiyor. Otobüsün gittiğini söyleyince takındığı 'hiç bir hak iddia edemezsiniz' tavrı da o anki çaresizliğimizle hafızalarımızdan çıkmayacak.
Yapılan kontrollerin ardından bineceğimiz bir otobüs olmadan kapıya gidiyoruz. Bin bir zorlukla birilerine durumu izah edip yardım istiyoruz. Polislerden biri başka bir otobüsle konuşup bizi Chiang Mai'ye götürmesini söylüyor. Biz de normalde 10 dakika süren kontrol sürecini 2.5 saatte de olsa tamamlamış olmanın mutluluğunu yaşıyor ve Chiang Mai'ye doğru yola koyuluyoruz.
Chiang Mai ve Şafak operasyonu
Chiang Mai'de otobüsten iner inmez daha önce bir çok kez buraya gelen Murat Fıçıcı'nın (Varuna Gezgin kurucusu ve sahibi) önerdiği hostele yerleşiyoruz. Murat Fıçıcı'nın selamını da kaldığımız hostelin sahibi Madame Sin'e iletmek gibi bir görevimiz var. Gider gitmez Sin'e Murat'ın selamını iletiyoruz ve o da eski bir dostundan aldığı selama karşılık veriyor. Bize çeşitli tavsiyelerde bulunan Sin, anaç tavırlarıyla sevgimizi kazanıyor. Yıllarca Fransa'da yaşamış 'Madame' Sin. Kendisiyle bir fotograf çekip Tayland'dan Türkiye'ye selamı iletiyoruz.
Tayland'dan ayrılmadan bir gece önce sabaha karşı 06.30'da odamızın kapısının çalındığı duyuyorum ve kapıyı açıyorum. Karşımda Madame Sin ve siyah elbiseli bir adam. Sin diyor ki, polis pasaportlarınızı görmek istiyor çocuklar, odanızı da arayacaklar. Uyku sersemliğiyle tamam diyor ve beş dakika istiyorum hazırlanmak için. 5 dakika içinde üçümüz de pasaportlarımızla kapıya çıkıyoruz. Karşımızda kimisi motorlu, kimisi ağır silahlı polisleri görüyoruz. Masaya oturuyoruz, masanın bir tarafında 20 tane silahlı adam, diğer tarafında üç Türk.
O saatte uyandırıldığımız, biraz da insan haklarından haberdar olduğumuz için ters davranıyoruz polislere. "Neyi kontrol edeceksiniz edin, silahlarınız da var. Kalabalıksınız da... Biz bu ülkeye girerken yeterince denetlendik zaten, buna hakkınız yok" gibi bir tavır sergiliyoruz.Sonra karşımızdakilerin polis olduğunu tekrar düşününce kendileriyle iletişim kurulamayacağını bir kez daha anımsıyoruz.
İngilizceyi pek de iyi bilmeyen polislerle aramızda köprü olan Madame Sin, bizi sakin olmamız konusunda uyarıyor. Polis fotoğrafımızı çekerken objektife bakıp gülümsüyorum, polis karşısında gülümsemek iyi bir eylemdir diye düşünerek.
Fotoğrafın ardından bunu Bangkok'taki tapınak bombalanması sebebiyle yaptıklarını söyleyen polis Tayland'a ne zaman giriş yaptığımızı soruyor; yine, yeni ve yeniden... "Burada yazıyor" diyerek pasaportu önüne doğru fırlatıyorum - henüz bir dakika önce anlattım Tayland’a giriş çıkış hikayelerimizi tüm detaylarıyla.- Bu fırlatma hiç hoş karşılanmıyor ama insan hakları suçu işlendiğine inanıyoruz. Böylesi bir durumda insanın onurunu koruması için her türlü direnci göstermesi bir hayli gerekliymiş.
Biz Tayland’ın kolluk kuvvetlerine Pasaport fırlatırken Madame Sin, her fırsatta "Türkiye'den arkadaşım yolladı onları, bu çocukları Murat yolladı, bunlar bir kafede çalışıyor ve o cafenin çalışanları oldukları için geziyorlar" minvalinde ifadelerle polislere bir şeyler anlatıyor. Polislere dönüp fotoğraflarını çekiyorum ben de onların, psikolojik olarak skoru eşitlemek maksadıyla. Utanıyoruz onlar adına. Bir yandan da Madame Sin olmasa o kadar sert çıkışlarımızı tolere etmeyebilirlerdi. Madame Sin'e söylediğimiz şu sözler bizim tavrımızın özetiydi: Patlamadan dolayı biz de çok üzgünüz, ama sizin adınıza utandığımızı da söylemek zorundayız.
Yeni Görev: Tokyo
Tayland’da geçen kötü günlerin ardından yeni bir e-posta alıyor ve yeni istikametimizi öğreniyoruz: Tokyo. Daha önce Japonya’ya gitme ihtimalini hiç düşünemiş üç genç olarak Japonya’ya gidecek olmak ve ulaşıma ücret ödemeyecek olmak bizi adeta bir rüyada gibi hissettiriyor. Bu duyguları yaşarken Tokyo’nun pahalılığından bihaber olmamız da hikayenin en büyük serüven unsuru. Daha önce Nepal’de 5 Dolara, Kamboçya’da 7 Dolara üç kişilik odalar tuttuktan sonra Tokyo’da kapsül odalarda kişi başı 40 Dolar ödeyeccek olmamız bizi bir hayli endişelendiriyor. Sadece bir insanın sığabileceği ebatlarda kapsülden oluşan kapsül hostellerin fiyatları, bir iki gün geçireceğimiz Tokyo’da nasıl geçineceğimizi bize düşündürüyor ve yemek dahi yiyememekten korkuyoruz. Odayı yine sevimlilik silahını kullanarak kişi başı 25 Dolara getirip ortak kullanım alanının içinde kalan bir odada konaklıyoruz. Sıcak su ve yemek pişime imkanı olmasından başka derdimiz yokken bir hayli cazip geliyor ve ortak alanda uyuyup yemeğimizi de ucuza pişirip Tokyo’da en azından metroya binecek paramızı cebimizde saklıyoruz.
Tokyo’nun simgelerinden, belgesellerin vazgeçilmezlerindn olan Shibuya Crossroad’a gidip klasikleşen dans videomuzu çekiyor ve dünyanın en büyük kavşaklarından birini görüyor ve onlarca kez karşıdan karşıya geçiyoruz. Tokyo’nun en canlı semtlerinden biri olan Shibuya’daki bu kavşak, aynı anda binlerce insanın karşı karşıya geçmesiyle Guinnes Rekorlar Kitabı’na girmeyi de başarmış. Dünyaca ünlü Hachiko Anıtı'nı da Shibuya meydanında ziyaret ettikten sonra Japon teknolojisi ve insanüstü metro anlayışıyla büyülendik. Hachiko, sahibiyle her sabah metro kapısına kadar gelip dönüş saatinde yeniden sahibini metro çıkışında karşılyan bir köpek. Yıllarca devam eden bu alışkanlıktan snra Hachiko sahibi üniversitede vefat edip metroya binmediği günden sonra 9 yıl sahibini metro kapısında beklemiş ve 11 yaşında metronun kapısında ölmüş vefakar bir köpek. Çocukluğumuzdan beri hikayesini duyduğumuz Hachiko’dan çok etkilendik.
Dünyanın en iyi Sushi restoranını da ziyaret edip balık pazarını gezdikten sonra Tokyo bizim için tamamlanmış bir görev kabul edilecekti. Dünyanın en iyi Sushi restoranının sabah 6 ‘da balık pazarında açılması ve öğlen 2’de kapanması bizi sabahın ilk ışıklarından restoranın kapısında beklemeye itti. Dünyanın en büyük balık pazarından çıkan balıklarla Tokyo’da Sushi yeme deneyimi için sonradan anladık ki, Sushi pek de bize uygun değil. Hiç de az olmayan paralar ödeyip yediğimiz Sushi porsiyonlarını bitiremedik ve restoranda alay konusu olduk. Her ne kadar Japonlar çok sıcak ve samimi insanlar olsalar da saatlerce sırada bekledikten sonra Sushileri yiyemeyişimize gülmekte sanırım biraz haklılardı. Sushi kahvaltıda yenecek bir ürün değil-miş.
Tokyo macerasından sonra Türkiye’ye dönme sürecine girerken yeni biletimizle Moskova aktarmalı İstanbul uçağına doğru hareketlendik. Bizden sonra geziye çıkacak arkadaşlarımızla Moskova’daki aktarma süremizde yarım saat geçirdikten sonra uçağa binip ülkemize döndük. Kızıl Meydanda yine klasikleşen dans videomuzu kaydedip, Moskova’nın tadına varamadan İstanbul yolcusu olduk.
Geçirdiğimiz 29 günlük Asya seyahatinin ardından anladık ki dünya bizim hayal edebildiğimiziden çok daha büyük. Sandığımız paralardan çok daha azına dünyayı gezmek mümkün. Uçak paralarını ayarladıktan sonra Türkiye’de bir ayda harcanan paradan çok daha azına Asya’da gezmek mümkün. Tabii bizim kadar ekonomik kaygılar taşımayacaklar için bu mümkün değil. Dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Nepal’de bile pastanelerin akşamları yaptığı indirimden yaralanmak için aç kalan, ekmeğin arasına patates cipsi koyarak karnını doyuran bir anlayış için farklı kıtaları gezmek Türkiye’de şehir değiştirmek kadar kolay. Cipsli ekmeklere, farklı farklı gece hayatlarına tanık olarak biz hala yaşıyoruz ve sağlık problemimiz yok. Asya’da gezmek Türkiye’de her yerde dışarı çıkmaktan kesinlikle daha güvenli. "Yol açık, yola çık" parolasıyla yaşadığımız gençlik serüvenimizi bundan sonra başka kıtalarda başka hikayelerle yaşamak için gereken zehir çoktan kanımızda dolaşmaya başladı bile. Herkesin bu zehirden tatması umuduyla..