Küba denince ilk akla gelen şehir kuşkusuz Havana... Oysa Küba’da güneş, ülkenin doğusunda bulunan ve ikinci büyük şehri olan Santiago de Cuba’dan doğar. Aynen Küba devriminin ve 1895-1898 yılları arasında yaşanan Küba Bağımsızlık Savaşı’nın doğduğu gibi. İşte bu sebepledir ki buranın yerlileri, Santiago es Santiago! (Santiago, Santiago’dur!) diyerek Santiago'nun farkını ve Santiagolu olmaktan duydukları gururu ifade ederler.
Uluslararası bir havaalanına sahip olmasına rağmen Türkiye’den ancak Havana aktarmalı olarak gidilebilen Santiago de Cuba’ya havayolu, karayolu ve tren yolu ile ulaşım mevcut. Yaklaşık 14 saat süren tren ve karayolu seyahatini tercih edecekler ise biletlerini mutlaka günler öncesinden ayarlamalı, zira Küba’da ulaşım alıştığımız kolaylıklara sahip değil. Hatta o kadar değil ki Havana'dan Santiago de Cuba’ya giderken dönüş biletinizi prosedürler gereği satın alamıyorsunuz ve dönüşte oldukça zorlanabiliyorsunuz. Havana'ya dönüş için tren biletleri aylar öncesinden tükeniyor ve otobüs için de saatler ve hatta günlerce otogarda beklemek gerekebiliyor. Eğer bütçeniz müsaitse uçak bileti almayı deneyebilirsiniz ya da benim gibi 1 gece otobüs garında uyuduktan ve otobüse binemeyeceğinize ikna olduktan sonra bir kamyonun arkasında 16 saatlik yolculuğa razı olup Havana'ya yorgun ama gururlu bir dönüş yapabilirsiniz.
Santiago de Cuba’ya varıldığında ilk dikkati çeken şey, Havana’nın her yerinde karşılaşılan Jose Marti heykellerinin yerini Máximo Gómez’in alması. 1895 yılında İspanya’ya karşı Doğu Küba’da başlatılan Küba Bağımsızlık Savaşı'nın kahramanlarından Gómez, “machete” adı verilen ve kendisiyle özdeşleştirilen usturalar ile dev meydandaki atı üzerinden hala özgürlüğe karşı selam duruyor.
Santiago de Cuba’yı tarihsel açıdan önemli kılan bir diğer tarih ise 26 Temmuz. Batista rejiminin yıkılması ve Fidel Castro önderliğinde yeni bir Küba hükümetinin kurulması süreci, 26 Temmuz 1953 tarihinde Santiago de Cuba’da bulunan Moncada Kışlası’na yapılan baskın ile başlıyor ve yine Santiago de Cuba’nın ilk ele geçirilen şehirlerden biri olmasıyla son buluyor. Duvarlarında hala büyük mermi deliklerinin bulunduğu sarı renkli Moncada Kışlası, bugün devrim tarihinin ayrıntılı olarak anlatıldığı bir müze ve okul olarak kullanılıyor. Fidel Castro’nun devrim konuşmasını yaptığı bina ise günümüzde bir kamu binası.
Santiago de Cuba’da bulunan müzelerden bir diğeri de Emilio Bacardi Müzesi. Fakat bu müzede, Bacardi ailesinin mirası meşhur rom içkisine dair hiçbir şey yok. Müzede kostümlerden savaş aletlerine, gazete basım makinelerinden mumyalara; Küba tarihine dair farklı eser ve objeler sergileniyor.
Santiago de Cuba’nın tarihi önemini bir yana bırakıp günlük hayat tarzına baktığımızda ise Havana’ya kıyasla çok daha ekonomik ve turizmden nasibini çok daha az almış bir şehir görüyoruz. Dağlarla çevrili bu yeşil şehirde, yerel halkın gelir oranıyla da doğru orantılı olarak hayat daha ucuz. Hatta Havana’da karşılaşamayacağınız madeni paralar burada halen kullanılıyor. Şehir içi ulaşımda ise motosikletler ve kamyonetler yaygın. Halk, otobüs yerine bir motosiklet taksinin veya kamyonun arkasına atlayarak ulaşımını sağlıyor.
Mango ve kahve cenneti Santiago de Cuba
Bu yeşillikler içindeki şehirde elbette doğa da güzellikleri konusunda cömert davranmış. Sokak satıcılarının yok pahasına sattığı mangolardan almanıza gerek bile kalmadan ağaçlardan yere dökülmüş olgun mangoları yürüyüşünüz sırasında yiyebilirsiniz. Bu şehirdeki diğer yerel lezzet ise kahve… Sıcak su kazanlarında bir tür süzme yöntem ile hazırlanan kahveyi ayaküstü içerek yola devam edebilirsiniz. Tercihiniz bir mola vermek ise de Isabella’nın Yeri olarak adlandırılan otantik ve popüler kahvede dinlenebilirsiniz. Isabella’nın Yeri, sosyal hayatın yoğunlaştığı Cespedes Parkı’nın yakınında bulunuyor. Bu park aynı zamanda akşamları müzikli eğlencelere de ev sahipliği yapıyor.
Eğlenilebilecek mekanların kısıtlı olduğu Santiago de Cuba’da hayat, geceleyin de sokaklarda ve parklarda yaşanıyor. Sokak satıcılarının önünde kalabalık oluşturan Kübalılar, Coppelia’da dondurma yemek için uzun sıralar bekliyor. Havana’da da bulunan Coppelia’nın dondurması, kesinlikle bu şehirde çok daha lezzetli. Santiago de Cuba’da sokak yiyecekleri ise oldukça çeşitli ve ucuz. Havana ile kıyaslandığında daha ufak dükkanlarda veya arabalarda satılan bu yiyecekler ile çok az miktarda bir paraya karnınızı rahatça doyurabilirsiniz.
Santiago de Cuba’da geçirdiğiniz günlerde denize girmek isterseniz, dağların arasında bulunan koylara gidebilirsiniz. Bir tatil köyünü anımsatan bu yerlere yine kamyon arkasında yolculuk ederek gitmek mümkün. Havana'nın beyaz kumlu plajından çok daha farklı, daha koyu renkli kumlara sahip olsa da Santiago de Cuba sahillerinde taze hindistancevizi suyu bulmak konusunda bir sıkıntı neyse ki yok.
Serinlemek isteyenler için bir diğer seçenek ise şelaleler. Fakat bu şelalelere gitmek için herhangi bir turistik rehber bulmak çok zor. Tek yol, yerel halktan yardım istemek. Fakat ulaşım epey sıkıntılı olduğu için yerlilerin de bir kısmı bu güzelliklerden habersiz olabilir veya yolu tam tarif edemeyebilir.
Küba’nın sadece Havana’dan ibaret olmadığını görmek, yerel hayatı daha yakından gözlemlemek ve devrimin tarihine tanıklık etmek isteyenler, Santiago de Cuba’yı mutlaka ziyaret etmeli.