Her Şeye Rağmen Gülümseyen Bir Başkent: Phnom Penh

Kamboçya’nın başkenti Phnom Penh ile ilgili, buraya gelmeden önce nedense olumsuz şeyler, kötü tecrübe hikâyeleri duyduk bol bol. Büyük ve kargaşa dolu bir şehir, çantanıza cüzdanınıza sahip çıkın, yollarda dikkatli yürüyün, geceleri ıssız yerlerde dolaşmayın, kimseye yanaşmayın diye bizi uyaran gezgin sayısı hiç de az değildi. Akşama doğru şehre vardığımızda bastıran muson yağmuru altında uzunca bir süre dolaşıp bir sürü kötü durumda ve buna rağmen yüksek fiyatlı otelle de karşılaşınca ikinci bir Delhi vakası mı yaşayacağız acaba diye iyiden iyiye endişelendik (bkz: Hindistan Günlükleri – Delhi). Neyse ki sonunda merkezi bir yerde bulunan Royal Guesthouse Otel’de temiz, klimalı ve uzunca bir terasa açılan uygun fiyatlı bir oda bulup tuttuk hemen.

İlk akşamımızda muson yağmuru şiddetle yağmaya devam ediyor, yorgunuz da, bu yüzden şehri keşfetmeyi ertesi güne bırakıp akşam yemeği için Mekong kıyısındaki sahil yoluna gidiyoruz. Kıyı boyunca uzanan bu geniş, kalabalık ve modern caddede pek çok restoran, kafe ve eğlence yeri var. Rehberimizde tavsiye edilen Chiang Mai Riverside Restoran’da (evet Kamboçya’dayız ama bu Pad Thai bulduğumuzda yemeyeceğiz anlamına gelmiyor! :) ) akşam yemeği yiyor ve yine bu sahil caddesinde bulunan Riverside Bar & Bistro’da, Asya’daki ilk çikolatalı kekimizi deniyoruz. Tadı hiç fena değil, beklentilerimizin çok yüksek olmamasından belki de…

Phnom Penh’in nehir kıyısındaki yürüyüş yolu

Ertesi gün sabah erkenden kalkıp şehri keşfe çıkıyoruz. İlk durağımız; yakın tarihte yaşanmış Kızıl Khmer vahşetini gözler önüne seren Killing Fields (Ölüm Tarlaları). 1975-1979 yılları arasında Kamboçya’da yönetimde bulunan diktatör Pol Pot önderliğindeki bu komünist rejim, kendi kendine yeten bir tarım toplumu oluşturma ideolojisini benimsedi ve bu toplumun temel direği olarak gördüğü köylü ve toprak çalışanı vatandaş sınıfına dâhil olmayan tüm Kamboçyalıları katletmeye başladı. Okuyup eğitim görmüş Kamboçyalılar, şehirlerde yaşayan ve maddi durumu iyi olan modern sınıf, akademisyenler, sanatçılar, din adamları öldürüldü. Hatta ve hatta yabancı bir dil bildiği ya da gözlük taktığı için sayısız Kamboçyalı Kızıl Khmerler’in kurbanı oldu. Aileler dağıldı, tarlalarda çalışamayacak kadar yaşlı, hasta ya da güçsüz olan herkes ölüme terkedildi. Çocuklar ailelerinden ayrılıp çocuk asker yetiştirme kamplarına alındı. Yönetimde oldukları bu 5 senelik dönemde Kızıl Khmer rejimi tarafından öldürülen Kamboçyalıların sayısının 3 milyonu bulduğu tahmin ediliyor. Bu dönemde Kamboçya’nın toplam nüfusu ise 8 milyondu… Günümüzde sokaklarda karşılaştığınız, alışveriş yaptığınız, bir şekilde tanışıp konuştuğunuz Kamboçyalıların çoğunun ailesinde Pol Pot rejimi tarafından öldürülmüş anne babalar, kardeşler, akrabalar var…

Kızıl Khmerler’in Vietnam ordusunu püskürtmek için Kamboçya’nın çeşitli yerlerine yerleştirdiği kara mayınları bugün halen can almaya devam ediyor. Mayınlar yüzünden ya da iç-dış savaşlarda yaralanıp sakat kalmış; kolunu, bacağını kaybetmiş insanlar sokaklarda yanı başınızdan geçip gidiyor… Tüm bunlara rağmen gülümseyen, tarihlerini tekrar ve daha iyi, daha umutlu bir şekilde yazmaya çalışan insanlar Kamboçyalılar… Biz nedense çekindik hep, pek soramadık Kızıl Khmer vahşetiyle ilgili kişisel kayıplarını, hikâyelerini tanıştığımız insanlara. Hiçbiri de değinmedi kendiliğinden bu karanlık geçmişe, hep gülümseyerek güzel şeyler anlattılar bize. Ama ulusal ve uluslararası seviyede, bu vahşeti unutmak, yok saymak değil Kamboçya’nın istediği. Ölüm Tarlaları, Tuol Sleng Hapishanesi gibi; Pol Pot vahşetinin birebir yaşandığı noktalar bugün ziyaretçilere açık, bu konuda her türlü bilgiyi veren yerler. Kamboçya’nın çeşitli yerlerinde Ölüm Tarlaları’na rastlamak mümkün ama belki de en bilineni Phnom Penh’de bulunanı… Bir audio-rehber eşliğinde burayı gezerken, binlerce insanın katledilip gömüldüğü toprakların üzerinde yürürken hissedilenleri anlatmak mümkün değil. Kurbanların dişleri, giysilerinden parçalar bugün hala toprağın üzerine çıkmaya devam ediyor. Kamboçya’yı ziyaret edecek herkese, bu vahşeti yaşamış olan bir Kamboçyalı, Loung Ung’un kendi hikâyesini kaleme aldığı First They Killed My Father (Önce Babamı Öldürdüler) adlı kitabı öneririm.


Bu yemyeşil, ağaçlık, park görünümündeki yer aslında bir toplu mezar - Ölüm Tarlaları


Ölüm Tarlaları

Ölüm Tarlaları’ndan ayrıldıktan sonra bizi meşhur Rus Pazarı’na (Russian Market) götüren tuk-tukta bir süre hiçbir şey konuşamıyoruz bile aramızda. İnsanın insana yapabileceği kötülüklerin boyutunu düşünmek korkutucu ve can yakıcı… Öldürülenlere ait 8000 adet kafatasının bulunduğu anıt gözlerimizin önünden gitmiyor.

Rus Pazarı (Psar Toul Tom Poung - Russian Market) çeşit çeşit lokal yemek ve tatlıların, bir de taklit aksesuar ve tekstil ürünlerinin satıldığı bir pazar. Lezzetli yemeklerin tadına bakmayı ve tabii ki meyve stantlarından günlük Durian alışverişimizi yapmayı ihmal etmiyoruz.


Rus Pazarı Yiyecek Bölümü

Öğleden sonramızı Ulusal Müze’yi (National Museum) ve Phnom Penh’in en canlı ve büyük pazarı olan Central Market’i gezerek geçiriyoruz. İkindi vakti biraz günbatımı manzarası izlemek umudu ile kendimizi Mekong kıyısındaki cıvıl cıvıl sahil yoluna atıyoruz yine. Burada bulunan FCC (Foreign Correspondents Club)’ın teras katında çok hoş bir bar var, özellikle Happy Hour zamanına denk getirip ziyaret etmeniz şiddetle önerilir. Hava yağmurlu ve bulutlu olduğu için günbatımını izleyemiyoruz buradan ama terasın manzarası yine de çok güzel.

Akşam yemeğini nerede yesek diye sokaklarda dolaşırken, sadece yerli halkın önünde kuyruk olduğu, tek bir turistin bile olmadığı küçük bir yol kenarı lokantası gözümüze çarpıyor. İçerisi tıklım tıklım, menü yok, personel İngilizce konuşamıyor. Yemeklerini yemekte olan bir Kamboçyalı ailenin yanına ilişiyoruz, garson gelince de ailenin tabaklarında gözümüze kestirdiğimiz yiyecekleri işaret edip siparişimizi vermeye çalışıyoruz. Başarılı oluyor bu sipariş girişimi ve az sonra önümüze lezzetli mi lezzetli Kamboçya yemekleri geliyor. Hem de fiyatlar çok ucuz. Bu küçük lokantanın bir tabelası ya da adı yoktu (ya da biz göremedik) ama tabii ki size tarif edebilmek için kendimce bir not aldım günlüğüme: Phnom Penh merkezdeki Street 19 (19. Sokak) üzerinde bulunan The Camfirst School’un hemen yanındaki lokanta! Mutlaka deneyin.


Ulusal Müze’nin bahçesi


FCC (Foreign Correspondents Club) terasında kokteyl keyfi


Street 19′daki isimsiz yol üstü lokantası… Mutlaka denenmeli!

Phnom Penh’deki son günümüzde, önce Royal Palace (Kraliyet Sarayı) ve Silver Pagoda’yı ziyaret ediyoruz. Şehrin en turistik noktalarından olan bu saray ve anıt, bizde hayal kırıklığı yaratıyor. Belki de dört haftanın sonunda artık saray ve Budist anıtları ziyaretten yorulduk biraz, kim bilir… Öğle yemeği molasını küçük ama turistler arasında çok sevilen, kendi ev yapımı makarna ve eriştelerinden yemekler servis eden “Little Noodle Shop”ta veriyoruz. Makarna çorbaları harika!


Kraliyet Sarayı bahçesindeki ilginç ağaç


Little Noodle Shop’un el yapımı makarnaları


Bu da makarnanın pişirilip, makarna çorbası olarak servis edilen hali, çoook lezzetli

Öğleden sonramızı Tuol Sleng Müzesi’ne ayırıyoruz. Daha önceleri kendi halinde bir okulken 1975 yılında Pol Pot rejimi tarafından rejim karşıtlarının tutulduğu bir hapishaneye çevrilen bu binada 15.000′e yakın insan işkence edilip öldürülmüş. Pol Pot rejimi devrildiğinde, bu hapishaneden canlı olarak çıkmayı başaran sadece 8 kişi olmuş.


Tuol Sleng Hapishanesi’nde öldürülenlerin fotoğrafları


Tuol Sleng Hapishanesi’ndeki hücreler

Son akşam yemeğimizi otelimize yakın bir sokak arası lokantasında yedikten sonra, erkenden otele dönüyoruz. Ertesi sabah yola devam, bir sonraki durak nihayet Kamboçya sahilleri!

Bu şehirdeki son gecemizde düşünüyorum da, Phnom Penh bana güzel bir seyahat dersi verdi:Başkalarından duyduğun hikâyelerin seni etkilemesine izin verme, kendi tecrübelerin çok farklı olabilir. Korktuğum gibi tekinsiz, tehlikeli, karmaşık ve yorucu bir şehir olmadı benim yaşadığım Phnom Penh… Tam tersi, tüm kargaşası ve kalabalığına rağmen; kendini sevdiren, hep gülümseyen, sürprizleriyle şaşırtan, geçmişiyle ders veren güzel bir başkent…

Tipik bir Asya kahvaltısı: kızarmış sebzeli pirinç, makarna çorbası ve buzlu tatlı kahve

ŞİLAN KÜÇÜKOKUR BARTEL

Yazar Hakkında

ŞİLAN KÜÇÜKOKU…

Uzun yıllar İstanbul'da pazarlama profesyoneli olarak çalıştıktan sonra, plazalara ve kurumsal hayata veda ederek Berlin'e yerleşti.