Hindistan'da, Ahmedabad'dayım

Bangalore’den Ahmedabad’a uçtuktan sonra sorunsuz rahat bir yolculuğun ardından Royal Orchid oteldeyim. Hem de tek başıma. Geceyi son derece rahat geçiriyorum. Konforlu ve güzel bir otel. Sabah olduğunda, bir an önce sokaklara çıkma isteği ile hemen kahvaltıya iniyorum. Fasulye ve nohut filizi yiyip, karpuz suyu içiyorum. Elle pirinç olayına giremedim şu an. Beni aştı sabah sabah. Bu arada peynir ve mantarla hazırlanmış omlet de yedim ki, süperdi. Şimdi beni otelden almaya, ağaç dalı gibi kuru ve siyah bir şoför geldi. Sağolsun Hintli dostlarımız. Burada çevremiz geniş sayılır. Şu anda dostlarımızın, müstakil evinin bahçesinde, kuş sesleri arasındayım. Birazdan, önceden organize ettiğimiz genç bir bayan bana kına (hena) yapacak. Kendimi süper hissediyorum. Ellerim ayaklarım hep kına. Bu genç bayanın nasıl bir ustalık ile, seri bir şekilde şekilleri çizdiğinize inanamazsınız. Şimdi tek sıkıntım, 2 saat fotoğraf çekemeyecek olmam. Eller iptal. Eh güzellik uğruna katlanıyorum.

Bu süreyi bahçedeki çimlerde uzanarak ve evde yapılmış ekmeğin yanında yine evde hazırlanmış karışık sebzeli bir şeyler yiyerek geçiriyorum. Burada ne yediğinizi pek anlayamıyorsunuz ama hepsi çok lezzetli.

Dostumuz Bhavna bugün beni çok iyi ağırladı, geleneksel kıyafeti ile mutfakta hazırladı her şeyi, sağ olsun. Mutfaktan bahsetmem gerek; bulaşık makinesi yok, mikro dalga yok. Taş fırın gibi bir mini fırın var.. Teflon tava ve modern görünümlü hiçbir şey yok nerdeyse. Sularını tezgahın üzerindeki toprak bir kap da saklıyorlar, içerisinden de gümüş bir maşrapa ile alıyorlar.

Evlerinde onlara yardımcı olan,  iki tane kara-kuru erkek hizmetli var. Bu insanların neleri başardığına inanmak güç; arabayı kullanıyorlar, ekmeği yoğuruyorlar, öğlen-akşam  yemeklerini hazırlıyorlar, bulaşıkları yıkayıp, kurulayıp kaldırıyorlar, bahçeyi-evi  temizliyorlar misafire hizmet ediyorlar. Darba; bu arada  motosikletle bana Ahmedabad’ı gezdirdi. Yok artık dedirtecek kadar çalışıyorlar. Yaklaşık 16 saat...Mal sahibine işyerinde de yardım ediyorlar. Mutfak alışverişini de yapıyorlar. Terziye gidecek kumaşları da alıp götürüyorlar. Tüm bunlar benim gördüklerim. Allah her eve böyle yardımcı nasip etsin, ne diyelim.

Evde yemeğimizi yerken, evin genç kızının yakında yapılmış olan, düğün fotoğraflarına bakıyorum. İlk Dikkat çeken şey kıyafetlerin özenli, saçların özensiz olması. Takıların abartılı, elbise boylarının uzun olması. Beller, genç yaşlı, şişman zayıf herkes de açık, bacaklar ve göğüs kapalı.

Bu güzel misafirperverliğin ardından çıkıp dışarıdaki, hayata karışmak istiyorum. Korna seslerini özledim yeminle bağımlılık yapıyor. Bu hareketliliğin bir parçası olmak harika.

Bu akşam bir düğüne davetliyiz. Tavsiye edilen, ağır makyaj yapmam ve yoğun takılar takmam. Yanımda tabii ki yok ama arkadaşım Bhavna, sağ olsun bana takılarını veriyor. Ne mi giyiyorum? Tabi ki geleneksel kıyafet olan sari. Krem renkli ve  ipek.. (130USD) Çok heyecanlıyım. Saat 19:00 civarı Bhavna’ların evinde oluyoruz, sadece makyajımı ve saçlarımı yapıp gidiyorum, orada giyineceğim. (Saree’nin altına, uzun poplinden bir etek giyiliyor, beli iple büzülen bu etek, sarinin sarılması esnasında çok işe yarıyor. Beli iyice sıkıyorsunuz ve sarinin bazı kısımlarının bunun içine sıkıştırıyorsunuz.) Yine Saree’nin içine bir bustiyer giymeniz gerekiyor. Nasıl mı oldum? Harikayım… Ellerimde kınalar, ipek sarim ve alnımda evli olduğumu belirten kırmızı nokta. Hazırız ve süperim.

Düğüne araba ile geliyoruz ve  hiç abartmıyorum, indiğim andan itibaren tam bir kraliçe gibi karşılanıyorum. Kendimi kırmızı halıdaki yıldızlar gibi hissettim. Gelin bu kadar popüler oldu mu bilmiyorum??? Sanırım yabancı birinin, onların geleneksel kıyafetlerini giymesi, kınalı olması ve bindy takması hoşlarına gitti.

Düğün ortamını nasıl anlatsam bilemiyorum. 2 futbol sahası büyüklüğünde bir bahçe. Çiçeklerle bezeli tagların altından geçerek giriyorsunuz içeriye, halının üzerinden yürüyerek… Bahçedeki dekorların sadece bir gecelik olduğuna inanmak oldukça güç… Hepsi çok görkemli… Gelin ve damat yüksek bir platformun üzerinde duruyorlar… Oraya çiçekli kemerlerin altından geçerek ulaşıyorsunuz, gençleri tebrik etmek için. Yemek stantları  anlatılır gibi değil, her bir köşede ayrı çeşit… Standların ucu bucağı yok, uzadıkça uzuyor. Yemek de içki yok. Aslında Ahmedabad’da içki yasak. Ghandi’nin şehri olduğundan ve ona olan saygılarından dışarıda içmiyorlar. Sadece izin alınarak, bazı evlerde içki içiyorlar, inanılmaz bir saygıları var.

Düğünden kalanlar; ihtişam anlatılır gibi değil, kıyafetler, takılar, makyajlar abartılı, rengarenk, saçlar özensiz… Kıyafetlerde beller açık da, etekler yerlerde… Ayakkabılar düz… Yemekler sınırsız, bitmek tükenmek bilmiyor. Lezzetler süper… Acı olmazsa olmazı. Hepsi porselen tabaklar da. Alkollü içki yok.Düğünde yemeğin son uğrak noktalarından biri de sıcak süt köşesiydi. Buradaki köşeler say say bitmez; pilav köşesi, çorba köşesi, ana yemek köşesi, helva köşesi, dondurma köşesi… Biz 23:00 gibi ayrıldığımızda, gelin ve damadı tebrik kuyruğunda hala pek çok insan vardı. Bunca ihtişamın arasındayken, insan dışarıdaki sefaleti düşünüp bocalamadan edemiyor, ama buranın gerçeği de bu…

Buradaki dikkat çekici şeylerden biri de; ast-üst sınıf farkı çok fazla, evde çalışanlar bir şey söylemek için bile mal sahibinin yanına geldiklerinde, koltuğa değil yere oturuyor. Ayakkabı ile girilen iş yerlerinde çalışanlar hep yalın ayak. Evde de çalışanlar yalın ayak. Ama isyankar da  görünmüyorlar, sokakta yaşayan insan bile gülümsemesini eksik etmiyor, sizin karelerinizden.

Gözlemlerinden bir-ikisi şöyle oldu; Evde hizmetli olan Darba ile manava gittik , ben kendisine meyve ikram ederken, yere düştü, tam yenisini vermeye yeltendim ki, o da hayır kesinlikle olmaz ben yerim dedi. Yine evde dibi tutan bir yemeğin üst kısmını Darba, bizlere ikram ederken, dip yanık kısmını kendisi yedi. Alışkın olmadığım için, içim sızladı ama burası böyle…

Sürekli yaşanır mı bilemiyorum ama son derece etkileyici bir yer burası. Garip bir mistik havası var, bağlanıyor insan. 

Burada Ghandi’nin evini ziyarete gittim tek başıma. Darba, beni kapıda bırakıp, 2 saat sonrası için randevulaştık. Burası büyük bir bahçe içerisinde, sade bir evden oluşuyor. İçeride bir kütüphane ve minik bir satış dükkanı var. Hemen her yerde, Ghandi’nin sözleri ve fotoğraflar. Sade ve huzurlu…

Ardından vaktim kaldığı için, yolun karşı tarafına geçip başladım yürümeye, tabii ki makinem ile… Derken bir sokağa girdim. Ve bir mahalle… Temkinli yaklaştım ancak görünen o ki, sefil ama mutlular… Onlarla sohbet edince gerçekten öyle olduklarını anlıyorsunuz. Bana soğuk su ikram ettiler, benim için biraz kabus oldu, çünkü tembihlenmiştim, sokakta asla açık su içme, soğuk yemek yeme diye… Ama bana uzatılan suyu almamak da çok ayıp olacaktı ve içtim. Neyse ki hala iyiyim, ayaktayım… Ve yeni gezilere hazırım:)

Burada geçirdiğim bir saat son derece keyifliydi. Hindistan’da dikkat çeken şeylerden biri de hemen herkesin İngilizce konuşuyor olması. (İspanya’da bile bunu bulmak  mümkün değil:)

Saati doldurduğumda Darba ile buluşuyoruz ve arkadaşım Bhavna’nın Saree dükkanına gidiyoruz, içeriye ben ayakkabı ile girerken, Darba ayakkabısını çıkartıp giriyor. Burada biraz zaman geçirdikten sonra Darba ile motosiklet ile çıkıp, çılgın bir tur yapıyoruz. Darba o kadar ince ki arkadan kendisini tutarken, kollarım belinde nerede ise 2 tur atıyor. Bu tur öyle çılgın bir turdu ki, ben arkada nerede ise çığlık ata ata gidiyordum. O karmaşanın tam göbeğinde motorla olmak harika. Arabada o kadar hissedemiyorsunuz her şeyi. Darba, ben arkasındayım ve emanetim diye, o kadar temkinli kullandı ki motoru. Hiç riske girmeden, yavaş yavaş… Onunla daracık sokaklarda gezdik, sonra motoru park edip, tek başıma girmeye cesaret edemeyeceğim hanların üst katlarına çıktık, harikaydı… 

Sonra saat akşamı gösterdiğinde artık motelin yolunu tutup, akşam için hazırlanmam gerekiyordu ne yazık ki… Yoksa bir aksasalar, sokaklarda  kalıcam. Ve artık bu gece bavulları da toparlamam gerekiyor, günler bitti, tatil bitti ve ben mutsuzum:(

Bu akşam Bhavna bizi otantik ama çok acı lezzetleri olan bir yere götürecek… Son geceye özel bir davet  bu. Mekana geldiğimizde gerçekten de özel olduğunu anlıyoruz. Girişinde çeşitli objeler, tütsüler, hoş bir salıncaklı koltuk (tabii ki oturup fotoğraf çektiriyoruz)

Büyülü bir yer burası. İçeriye doğru biraz ilerleyince, karşımıza minik bir kukla tiyatrosu çıkıyor. Konuklar yerlerini beklerken, burada onlara bir oyun sunuluyor, çok keyifle seyrediyoruz. Ardından biraz daha içeriye doğru ilerliyoruz, bu seferde yine bir sahne, karşısında ahşap banklar ve  herkes burada oturuyor. İki güzel Hintli kız geleneksel danslarını yapıyor ve sizi de nazikçe sahneye davet ediyor. Ve dansa birlikte devam ediliyor, fotoğraflar çekiliyor. Bu keyifli anlar, beyne kazınıyor. Ve sonunda masa hazır, sıramız geldi. Yemek vakti… Her şeyi onlar sunuyorlar, fix menu gibi… Her şeyden tattırıyorlar. Neyi ne kadar yedim hiç bilmiyorum, ama acıdan bir ara gözlerim yaşardı ve burnum aktı. Yine de bu yemek hiç bitmesin istedim. 

Ama yemek de bitti, gece de  bitti,  tatilde… Buradaki dostlarımıza ne kadar teşekkür etsem azdır, kendimi hiç yalnız ve yabancı hissetmedim. Ve onlar olmasa, belki bu kadar rahat tek başıma da gezemezdim. Darba bana çok yardımcı oldu sağolsun. Ve yine onlar olmasaydı bu kadar yerel yemeği tatma şansım olmazdı. Geleneksel bir düğün görme şansımız da olmazdı.

Onlara  sonsuz teşekkürlerimizi sunup, ayrılıyoruz ve otelimize dönüyoruz. Ertesi gün de memleketimize. 

Çok keyifli güzel bir tatil geçirdim gerçekten Hindistan’da. Yine gelir miyim? Kesinlikle ve mümkün olsa en kısa zamanda. Lezzetler, renkler, baharat kokan sokaklar, korna sesleri, ineklere duyulan saygı, sokaklarda bunca zorlu yaşama rağmen gülümseyen insanlar, rengarenk geleneksel kıyafetleri ile dolaşan hanımlar… Ve garip bir huzur beni buraya bağladı, hem de kalbimin en derinlerinden. 

Ama burada mutlu olmak için, kendinizi biraz bırakmalı ve boşa almalısınız. Yoksa geziniz kabusa da dönüşebilir. Hiç bir şeyi sorgulama çabasına girmeyin. Vay sokakların niye pis, vay yolda yürürken niye boka bastım deyip ağlamayın. Kısmettir deyin geçin, satıcıdan neden kazık yedim diye hayıflanmayın, olsun biraz fazla kazandı deyiverin, neden herkes elle yemek yiyor diye sormak yerine, bırakın kendinizi ve sizde bunun keyfine varın, elle çıkıyor tadı buradaki yemeklerin. Bu korna sesleri yetti artık demeyin, sokakları bir orkestra gibi düşünün,  trafikten bunalmayın, tiyatro sahnesindeymişsiniz gibi algılayın her şeyi. Size bir şey satmak için yapışanlardan sıkılmayın, insanları tanımaya ve onlarla sohbet etmeye çalışın. Bu da bir tecrübe. Mutlaka ve mutlaka rickshaw’a binin, iki tarafı açık olan bu araç, kalabalık yollarda kolaylık sağlıyor. Ama binmeden önce pazarlığınızı yapın, söylenenin 1/5’i fiyatına yolculuk etme şansınız var bilesiniz. Düşük fiyat verenlerden de şüphelenin, yolda sizi komisyon almak adına bir yerlere götürmeye çalışacaktır. Sert bir sesle konuşursanız olayı çözersiniz.

Farklı bir deneyim burası, sıradışı, ama mükemmel. Burada, onca din ve dil varken, İngilizce hemen herkesin ortak dili. Bu oldukça kolaylık sağlıyor. Hindistan zor, ama gezilesi görülesi bir yer, yaşanılası bir deneyim. Sırt çantanız ile aylarca kuzeyden, güneye dolaşıp değişik bir hayat tecrübesi kazanabilirsiniz. 

Buradan neler mi aldım? Yerel kıyafetleri olan  "Saree"den, bindi çeşitlerinden, rengarenk aşılan canlı figürlerden, toprak malzemeden yapılmış Buda heykelinden, yapma çiçeklerden yapılmış çelenklerden… Tabii ki çeşit çeşit baharatlardan.. İpek şallardan ve eşarplardan, tütsü çeşitlerinden… Hepsi de harika. 
Buraya gelmiş olmaktan, bu insanları tanımış olmaktan dolayı çok mutluyum:)

Tavsiyelerim; Her yerde ve her şeyde pazarlık yapın, açık su içmeyin, sokakta soğuk yiyeceklerden yemeyin, sıcakları tercih edin.

İstanbul’a döndükten sonraki gün, bu büyünün etkisinden çıkmaktan korktuğumdan sanırım, evden bile çıkamadım. Fotoğraflarım ile baharatlarım ile, tütsülerim ile evde yalnız kalmak istedim.

Hindistan'da çektiğim portrelerden bir kısmını aşağıda paylaşıyorum.

*** Yazının birinci bölümü AH HİNDİSTAN... BENİ KALBİMİN EN DERİNLERİNDEN VURDUN için linke tıklayın.http://gezimanya.com/GeziNotlari/ah-hindistan-beni-kalbimin-en-derinlerinden-vurdun

FULYA EROKYAR

Yazar Hakkında

FULYA EROKYAR

1967 istanbul doğumluyum..İlk -orta -liseyi Yeşilköy de bitirdikden sonra, 1988 yılında İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünden mezun oldum.