Île de la Cité, Eyfel Kulesi’nin tepesinden bakıldığında Paris’in çatılarına karışabilir, ama bu ada Fransa’nın en önemli yerlerinden biri. Siyasi, hukuki ve dini açıdan ülkenin kalbinde yer alıyor ayrıca diğer bir sürü adayı bir zamanlar kontrolü altında tutmuş Fransız İmparatorluğu’nun merkezi.
Paris’e gelen çoğu kişi Île de la Cité’yi bir ada olarak düşünmez. Seine’in iki yakasını birbirine bağlayan dört köprüden biri olan zarif Pont Neuf’ten ağır ağır geçerken, buna ilişkin pek az ip ucu görürsünüz – Cité metro istasyonuna ulaşırsanız hiç görmezsiniz.
Fotoğraf | Île de la Cité
Birçok tarihçi, adaya ilk kez MÖ 52’de, küçük bir Kelt boyu olan Parislilerin yerleştiğine ve Paris şehrinin bu ilk yerleşimlerden ortaya çıktığına inanıyor. Bugün Île de la Cité dünyadaki en ünlü katedrallerden birine ev sahipliği yapıyor: Notre Dame. Fransız Devrimi’nin kötü şöhretli hapishanesi, tehditkâr Conciergerie de burada, Adalet Sarayı da; onun karşısında ise, avukat cüppeleri satan dükkânlar.
Notre Dame bu binaların en iyi bilineni olsa gerek, en çok turisti onun çektiği kesin. İkiz çan kuleleri ve hayvan başlı oluk ağızlarıyla hemen tanınan cephesinin önünde gece gündüz poz veriyorlar. Victor Hugo’nun Notre Dame’ın Kamburu bu oluk ağızlarının ününü daha da artırdı. Kulelerden birinin tepesine tırmanmak ve romanda Quasimodo’nun çaldığı çanı görmek için uzun kuyruğa girmeye değer. Paris’in panoramik manzaraları dört bir yana uzanıyor. Katedralin içi gerçekte olduğundan daha büyük görünüyor; çok sayıda ziyaretçiyi içine alabiliyor ve onları huşu dolu bir sessizliğe gömebiliyor. Mekan küçük şapellerle çevrili ve süslü ahşap koro sıraları doğu ucunun büyük bölümünü dolduruyor.
Notre Dame katedralinin arkasında, büyük kısmı yeraltındaki Şehitler Anıtı yer alıyor. Bu sade ama yürek parçalayıcı yapı, II. Dünya Savaşı sırasında Paris’ten sınır dışı edilip Alman toplama kamplarında öldürülen 200.000 kişinin anısına yapılmış.
Fotoğraf | Notre Dame Gargoyle
Île de la Cité’de toplanmış onca azamete ve resmiliğe karşın, adanın dikkat çekecek ölçüde insani bir yüzü var. Batı ucundaki Vert Galant küçük ve sevimli bir bahçe, sevgililer ve piknikçiler arasında popüler olan bir iskeleyle tamamlanmış. Dauphine Meydanı ise şehirdeki en sade ama en mükemmel Fransız meydan örneklerinden biri. Ada gittikçe daraldığı için üçgen olan bu meydanın bir tarafı aykırı bir biçimde Adalet Sarayı’nın beyaz ve görkemli binasına bakıyor. Boule oynayanlar bodur ağaçların gölgesinde birbirleriyle yenişiyorlar ve birkaç küçük restoran yazın açık havada servis yapıyor.
Büyük bir çiçek pazarı da var, Pazar sabahları onun yerini kuş pazarı alıyor, hava kuşların cıvıltılarıyla doluyor. Bunlardan binlercesi küçük tahta kafeslerde sergilenmekte; bu sahne bir Avrupa şehrinin merkezinden çok Asya’yı hatırlatmaktadır. Daha küçük ve insana çok daha yakın olan Île Saint-Louis, Île de la Cité’yle bağlantılı. Üzerinde seçkin konutlar var. Barlar ve restoranlarla dolu ana caddesinde ise peynir, antika ya da dondurma gibi spesiyaliteler satan dükkanların yanı sıra daha alışılmış hediyelik eşyalar satanlar da bulunuyor.
Akşamları iskele gezmeye çıkan turistlerle ve yerli halkla dolduğunda, iki ada da canlanıyor; ama en etkileyici oldukları zaman sabahın erken ve puslu saatleri, trafik gürültüsü ve yayalar, sakince akan Seine kadar sonsuz bir sahneyi ele geçirmeden önce.