Bu kez, son yıllarda yurtdışında okumak isteyen öğrencilerin gözdesi olan ülkelerden biri haline gelen Hollanda ve üniversiteleriyle ilgili yazmak istedim. Geçen Nisan ayında kızım, bir arkadaşım ve benim kızımla aynı yaşta olan kızıyla tam bir kızlar çıkartması yaptık Hollanda’ya.
Kızım daha bir yaşında bile değilken Amsterdam ve çevresini dolaşmış o zaman Hollanda’ya hayran olmuştum. Hollanda, muhteşem şirinlikte kanalları ve üzerindeki nehir evleriyle adeta bir roman ülkesini düşündürmüştü bana. Rüzgar değirmenleriyle Don Kişot’u çağrıştıran ama artık beyaz atlı prensler yerine bisikletli prenslerin yaşadığı kartpostallardan fırlamış gibi güzel olan bir ülke.
Gitmeden önce kızların görmek istedikleri üniversitelerin listesini çıkarıp tüm okullarla e-mail yoluyla iletişime geçtik. Okulu bilen birileriyle gezersek istediğimiz soruları sorma şansımızın olacağını düşündük. Üniversiteler bu işleri artık gönüllü öğrencileriyle yapıyor. Üniversiteyle iletişime geçtiğinizde sizi başvurmak istediğiniz bölümün öğrenci elçisine yönlendiriyorlar, bu sayede direkt hedefe atış yapabiliyorsunuz. Örneğin mühendislik bölümüne başvuracaksınız medya bölümünde okuyan bir öğrencinin zaten sizin soracağınız spesifik soruları cevaplaması olanaksız. Bu yöntemle asıl gitmek istediğiniz bölümde halihazırda okuyan öğrenci, üstelikte öğrenci bakış açısıyla tüm sorularınızı reklam kokmadan cevaplıyor. Okulun artılarını ve eksilerini samimiyetle cevaplandırabiliyor. Biz psikoloji bölümünü görmek istediğimiz için bütün üniversitelerin bu yazıda belirttiğim bölümleri ve resimleri psikoloji bölümlerine ait olacak.
İlk durağımız, uçağımızın indiği Amsterdam şehri olduğu için; Amsterdam Üniversitesi. Üniversite nehrin iki yanına kurulmuş ve nehrin üzerinden geçen bir köprüyle de birleştirilmiş modern binalardan oluşuyor.
Amfileri oldukça büyük, çalışma alanlarıyla oldukça modern tasarlanmış bir bina ama şehrin içinde olması ve sadece büyük binalardan oluşuyor olması kızlarda bir düş kırıklığı yaratıyor. Üniversitenin dünyadaki başarısı azımsanamayacak kadar yüksek ama Amsterdam şehir olarak çok pahalı ve her yer marijuana kokuyor. Burada yaşam çok karışık ve pahalı gözüküyor.
Ertesi gün otobüsle Groningen şehrine gidiyoruz. Groningen oldukça kuzeyde. İlginç bir şekilde kiminle konuşsak herkes Groningen çok uzak ve sapa diyor ama biz şehir olarak seviyoruz.
Bir kere tam anlamıyla bir öğrenci şehri ve üniversite oldukça yüksek puanla öğrenci seçiyor. Dünya sıralamasında da oldukça yukarılarda. Küçük ve sevimli bir şehir Groningen ama üniversite öyle süper modern, havalı falan değil. Kütüphanesi tıka basa öğrenci dolu.
Bizi dolaştıran öğrenci tam olarak ifade etmese de kütüphanede çalışmak için iyi ve sessiz bir yer kapabilmek adına ciddi bir mücadele vermek gerektiği hissiyatına kapılıyorum. Burada İstanbul Üniversitesi’nin havası var sanki.
Sonraki şehir Rotterdam. Erasmus Üniversitesi’nde randevumuz var. Öğrenciyle buluşmak için binanın 9. katına çıkıyoruz. Gerisini siz düşünün.
Büyük ve yüksek apartman gibi binaların içinde Erasmus Üniversitesi. Öğrenci elçimiz Amerikalı bir kızcağız kalkmış taaa nerelerden gelmiş. Anlatırken o da tam araştırma yapmadan geldiği için biraz pişman gibi. Rotterdam diğer Hollanda şehirlerinden farklı… Burada kanallar, nehir falan yok, bildiğiniz kupkuru bir şehir. Diğer şehirlerin güzelliğinden sonra Rotterdam biraz sevimsiz geliyor.
Binalar modern ve üniversitenin içinde çok büyük bir cafe var. Genelde öğrenciler cafede sosyalleşiyorlar, yoksa binadan binaya birbirinizi görme şansınız pek yok gibi. Kızlar burayı daha dolaşırken listelerinden eliyorlar ama ben yine de başarılı bir okul olduğunu belirtmek istiyorum.
Sırada Leiden var. Leiden o kadar cici ve davetkar ki; ilk tepkimiz şehre aşık olmak oluyor ama ne yazık ki duygularımız psikoloji bölümünü gördükten sonra değişiyor.
Bizi dolaştıran hafif depresif ve dağınık elçimizin yanı sıra psikoloji binası deyim yerindeyse acayip izbe bir yer. Kızlar anında dağılıyorlar ve moralleri bozuluyor. Biliyorum listede üstü hızla çizildi ama görmek için bir de medya bölümü binasına gidiyoruz.
Orada daha mutlu ve pozitif bir ortam var, içerisi hayli düzgün. Leiden Üniversitesi küçük küçük binalara dağılmış bir sürü binadan oluşuyor o yüzden de büyük amfiler ya da büyük sosyal cafeler yerine her şey küçük küçük.
Son şehrimiz Utrecht. Amsterdam’ın küçük bir kopyası olan şehir şirin mi şirin. Buradaki psikoloji bölümü, derslerin anlatıldığı amfilerin olduğu bina ve kütüphane şimdiye kadar gördüklerimizin arasında en iyisi.
Modern, geniş, herkese bol miktarda çalışacak yer var. Üstelik şehir yaşamak için çok keyifli. Kanalların yanlarındaki cafeler her saat canlı, Old Town çok keyifli. Bu şehirde ben bile öğrenci olurdum diye düşünüyorum.
Mastricht ve Tilburg üniversitelerini de bu gelişte görmeyi çok istedik ama bize bir türlü elçi ayarlayamadıkları için mecburen onları atlamak durumunda kaldık. Hollanda üniversite trendi bence Brexit ile birlikte giderek yükselecek, çünkü İngiltere ve Hollanda okulları arasında ciddi bir fiyat farkı var. Ama yine de Hollanda’nın daha ileriye gitmesi ve özellikle üniversite öğrencilerinin kalacakları yerlerle ilgili sorunlarını çözmeleri lazım çünkü okulların kendi yatakhaneleri olmadığı için burada ev kiralamaktan başka seçeneğiniz yok gibi.
Yine de Hollanda doğal güzelliği, yaşam ve eğitim kalitesiyle öğrencileri davetkar bir şekilde kendine çekiyor ve çekmeye de devam edecek gibi gözüküyor.
Instagram: banuyollarda