Kadim Uygarlık Nebatilerin Şehri: Petra ve Wadi Musa

Artık Akabe’den ayrılma vakti çünkü kalan iki günümüzü Wadi Musa’da geçireceğiz. Yine valizleri sırtlayıp dolmuş durağına gidiyoruz. Şoför hemen çantalarımızı bagaja yerleştiriyor. Beklemeye başlıyoruz. Akabe-Wadi Musa arası yaklaşık 130 km. Kişi başı ücret 5 dinar alıyorlar. Taksi düşünürseniz 40 dinar civarı bu işin hakkıymış. Yolculuk yaklaşık 2 saat sürüyor. Bol müzik sesli, sarsıntılı. Etrafı inceliyoruz.

Wadi Musa konum olarak deniz seviyesinden oldukça yüksekte. Dolmuşun penceresinden uzakta beliren pembe renkli vadiyi görüyorum. Harika bir manzara var aşağıda. Wadi Musa’da dolmuştan son durakta iniyoruz. Otelimizin şehir merkezinde olduğunu düşündüğümüzden çantalar ile yürümeye başlıyoruz ama burası yamaca kurulmuş bir yerleşim yeri olduğu için biraz zorlanıyoruz. Bir Toyota pikap yanımıza yanaşıyor. Nereye gideceğimizi soruyor. Petra Palace Otel diyoruz. 2 km yolumuz olduğunu söylüyor. Adam başı 1 dinara anlaşıyoruz. Şoförümüz Muhammed 55-60 yaşlarında Müslüman olduğumuzu duyunca daha çok seviniyor. Otelimize varıyoruz. Aslında yol 2 km falan değilmiş olsa olsa 1 km :)

Otelimiz Petra antik kentinin girişine 200 metre mesafede ve Akabe’de kaldığımız otele göre oldukça büyük. Burada iki gece iki kişi konaklamaya şehir vergisi de dâhil 85 dinar ödüyoruz. Burada yeme-içme ve konaklamada şehir vergisi alıyorlar ama Akabe’de böyle bir durum yoktu. Odamıza yerleşip biraz dinlendikten sonra Wadi Musa’yı keşfe başlıyoruz.

Burası 60-70 bin kişinin yaşadığı sadece Petra antik kenti için kurulmuş küçük bir yerleşim yeri. Bol çeşitli ve yıldızlı konaklama seçeneği mevcut. Bir şeyler atıştırıp odamızın yolunu tutuyoruz. Güneş battıktan sonra serinlik artıyor. Deniz kenarındaki Akabe’den sonra burada çöl ikliminin ve yükseltinin etkisini hissediyoruz. Dinlenmeliyiz yarın büyük gün.

Petra Antik Kenti

Sabah erkenden otelimizde yaptığımız doyurucu kahvaltıdan sonra Petra antik kentine girişi yapıyoruz. Amacımız çok kalabalık olmadan muazzam kareler yakalamak.  Bana bir gün yetmez derseniz iki veya üç günlük biletler alabilirsiniz. Girişte tur rehberleri de size yardımcı olmaya çalışıyorlar. Kent ve kalıntılar hakkında ayrıntılı bilgi almak isterseniz düşünülebilir. Bilet ofisinin karşısında hediyelik eşya satan dükkânlar, kafe ve restoranlar mevcut. Sırt çantanıza atıştırmalık bir şeyler ve su almayı unutmayın. İçeride biraz pahalı. Kent girişine kadar 500 metrelik bir alanı yürüyeceksiniz. İsterseniz deve veya katırlarla yolculuk edebilirsiniz. Bilet ofisinin yanında Petra tarihini anlatan ve çıkarılan buluntuların sergilendiği bir müze de var. Giriş ücretine dâhil.

Petra antik kenti için bilet kontrolünden sonra yürümeye başlıyoruz. Düzgün toprak bir yol. Sol taraf at ve develer için. Vadinin iç kısmına doğru ilerledikçe coğrafyanın değişimine şahitlik ediyoruz. Yaklaşık 200 metre sonra ilk kaya işçiliği örneği Obelisk Tomb’a varıyoruz. Bu yapının bir mezar alanı olduğu söylense de Nebatiler’de konuk ağırlamak için kullanılan bir yer olabileceği de söyleniyor. Fotoğraflarımızı çektikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Şimdi kentin girişinde yer alan ve yaklaşık 1,5 km uzunluğunda yer yer genişliği 2-3 metreye kadar daralan yüksek kayaların arasından ilerlediğimiz As Siq’deyiz. Bu vadiyi görünce Nebatiler’in neden buraya yerleştiklerini anlayabiliyor insan. Bu muazzam vadiye giren bir ordu burada sıkışıp kalır. As Siq’de yürürken yol kenarındaki su kanalları dikkatimizi çekiyor. Nebatiler şehre düzenli kanallar ile su getirmeyi başarmışlar.

Vadideki yolculuğumuzun sonuna yaklaşırken o müthiş manzara ile karşılaşıyoruz. El Khazneh denilen kral mezarındayız. Manzara karşısında dilimiz tutuluyor. Yaklaşık 2 bin yıl önce taş bir bloğa oyularak yapılmış mükemmel eser belki de Petra’nın en çok hatırlanan yüzü. Buranın hazine odası olarak yapıldığı söyleniyor ancak son yıllarda yapılan kazılarda burada birçok mezar odası keşfedilmiş. Yapının içine giremiyorsunuz ama harika kareler çekebiliyorsunuz. Yolumuza haritamıza da bakarak sağdan vadinin iç kısımlarına doğru ilerliyoruz.

Hemen ilerimizde Roma döneminde kalma amfitiyatro var ama biz klasik rotanın dışına çıkıp dağın üst tarafından ilerleyip kurban kesme alanını göreceğiz (High Place of Sacrifice). Rotamıza vadinin solundaki belli belirsiz merdivenleri takip ederek tırmanmaya başlıyoruz. Burası şehre gelen turistlerce çok kullanılan bir rota değil. Issız keçi yolu benzeri yolda zaman zaman dinlenerek tepenin etrafını dolaşarak ilerliyoruz. Her eski uygarlıkta olduğu gibi Nebatilerde de tanrılara kurban sunmak var. Bunun için vadiyi tepeden gören yüksek alanı seçmişler. Burada yerde yuvarlak bir kesim alanı dikkatimizi çekiyor. Kesilen hayvanın kanı bu oluktan aşağıya akıyor bir yerde toplanıyor. Ama manzara harika.

Bu noktadan Wadi Musa’yı net bir şekilde görebiliyorsunuz. Hazır Wadi Musa’dan söz açılmışken biraz buradan bahsedelim. Adında da anlaşılacağı gibi Wadi Musa denmesinin sebebi Hz. Musa’nın kavmini Firavun’dan kaçırırken bu vadiden geçirmesi. Aylarca süren zorlu bir yolculuktan sonra 400 bin kişilik İsrailoğulları kendilerine vaat edilen topraklara Kenan’a varmışlar. Çevre coğrafyayı inceleyince bu hareket gerçekten akıllıca çünkü bir saldırı durumu bile olsa buradan savunma yapmak daha kolay.

Kurban sunağında biraz soluklandıktan sonra yolumuza vadinin aşağı kesimlerine doğru ilerleyerek devam ediyoruz. Vadinin kurumuş nehir yatağından ilerleyip küçük bir tepe aşıyoruz ve karşımızda Bizans döneminden kalma büyük tapınak. Tapınak diğer kaya işçiliği yapılara göre bağımsız bir bina görünümünde olduğundan oldukça yıpranmış ve yıkılmış. Hemen önünde, katır ve eşekler ile sizi bekleyen bedeviler Ad-Deir Manastırı'na götürmek için tur teklif ediyorlar.

Pazarlık ile adam başı 5 dinara bu zorlu yolu çıkabilirsiniz. Ama biz kondisyonumuza güveniyoruz. Ayrıca 850 basamakla çıkılan bu yolu zavallı hayvanların sırtına binerek çıkmak açıkçası hiç işimize gelmiyor. Ama açıkça söylemeliyim gerçekten Petra’nın en zorlayıcı parkuru burası. Arkadaşım Semih geride kalıyor ben yaklaşık yarım saat kırk dakikalık zorlayıcı bir yolculuktan sonra Ad- Deir (Manastır)’e varıyorum. Burası M.Ö 1. yüzyılda yapılmış ve Nebati Kralı 1. Obodas'a ithaf edilmiş. Bunca yola ve eziyete değer diyorum ve karşısına geçip bu tek parça kayaya oyulmuş muazzam yapıyı inceliyorum. Arkadaşım Semih, nefes nefese ve terlemiş vaziyette bende yirmi dakika sonra yukarı çıkmayı başarıyor. Yukarıda epey oyalanıyoruz. Kendimize geldikten ve fotoğraflarımızı çektikten sonra şimdi iniş yolculuğumuz başlıyor. İnerken Petra’nın nefes kesen fotoğraflarını çekiyoruz.

Şimdi yolumuzun üzerinde Roma döneminden kalma şehrin ticaret merkezi sayılan  Colonnaded Street‘e geliyoruz. Şehrin en canlı olduğu dönemlerde yüksek sütunlar ile şekillenmiş caddenin genişliği yaklaşık 6 metre. M.S. 363'te büyük depremde bu Roma sütunları yıkılmış ve bir daha da yenileri yapılamamış. Caddenin sonunda vadi içinde ilerliyoruz karşı yamaçtaki devasa kaya mezarlarını görüyoruz.

Nebatiler ölümden sonra yaşama inandıkları için ve toplumsal statüye göre gösterişli mezarlar yapmışlar. Sırası ile Urn TombSilk Tomb, Corinthian Tomb, Royal Tomb, Palace Tomb karşımıza çıkan yapılar. Bunların birçoğunun içinde açılan mezarların yerleri belli. Bu kaya mezarları vadiyi tepeden gördüğü için yanımızda getirdiğimiz atıştırmalıkları açıp biraz soluklanıyoruz. Petra Antik Kentine giriş yaptığımızdan beri yaklaşık 7 saat geçti ve yorulduk. Burada soluklandıktan ve enerjimizi topladıktan sonra vadideki yolculuğumuza devam ediyoruz. Sırada amfitiyatro var.

Vadinin korunaklı bölümüne yapılan tiyatro, şehrin canlı zamanlarında 7000 kişiyi alacak kapasitede yapılmış. Ancak bugün kazı çalışmaları nedeni ile kapalı. Yolculuğumuza devam ederek başlangıç noktası, bizi ilk karşılayan yapı El-Khazneh’ye varıyoruz. Evet yaklaşık 9 saat süren zorlu bir parkurdan sonra yine başladığımız yerdeyiz. El-Khazneh’e bakarken derin düşüncelere dalıyorum. Bu mükemmel uygarlığın izlerinin 2500 yıldır varlığını devam ettirmesi, zamana, doğaya, insana rağmen ayakta durması. İnançların, insanlara tarihte neler yaptırdığını, düşündükçe içim ürperiyor bu kadim uygarlık hakkında ne kadar az şey bildiğimi fark ediyorum. Duygularım tarif edilemez.

Petra Antik Kenti’nin Tarihçesi

Biraz da Nebati Uygarlığı hakkında bilgi verelim. Nebatiler, Kuzey Arabistanlı bir kavim olarak tarih sahnesine çıkıyorlar. Ticaret yollarına hakim olarak uygarlıklarını geliştiriyorlar. M.Ö. 5. yüzyıldan M.S. 2. yüzyıla kadar varlıklarını devam ettiriyorlar. Şehir daha sonra Roma egemenliğine giriyor. M.S. 324'te Roma Hristiyanlığı kabul ettikten sonra, Hristiyan bir kimliği oluyor Petra’nın. Emeviler döneminde İslam egemenliği ile tanışıyor.

11. yüzyılda gerek ticaret yollarının yön değiştirmesi gerekse seller ve depremlerin etkisi ile şehir canlılığını yitiriyor ve terk ediliyor. Bu dönemden sonra, şehir yaklaşık 600 yıllık bir karanlık dönem yaşıyor. Çöl bedevilerinden başka kimse bu derin vadinin içine saklanmış kenti bilmiyor ve hatırlamıyor. Çöl bedevileri de bu bölgeyi kutsal kabul ediyorlar ve Hz Musa’nın kardeşi Harun’un mezarı olduğuna inanıyorlar. 1812 yılında İsviçre’li gezgin Johann Burckhardt, bu topraklara yaptığı ziyaret sırasında çöl bedevilerinin Petra hakkında anlattıklarını öğreniyor ve bu kenti görmek istiyor. Ancak bedeviler kutsal saydıkları bu alanı Johann’a göstermezler. Bizim gezgin Johann’nın aklına işte burada bir fikir gelir ve bedevilere Harun’a kurbanlar adamak istediğini belirtir. İkna ettiği bedevilerden para karşılığı kurbanlıkları da alarak yola koyulur. 600 yıldır yabancılar tarafından bilinmeyen Petra’ya ilk giren kişi olur bizim gezgin Johann. Bu tarihten sonra yabancıların bildiği, hakkında araştırmalar yaptığı bir yer olur. UNESCO 1985’te kenti, dünya mirası listesine alır. 2007'de ise Dünya’nın yedi harikasından bir olarak kabul edilir.

Wadi Musa Yeme-İçme

Petra Antik Kenti’nin bulunduğu Wadi Musa kenti çöl iklimini iliklerine kadar hissettiğimiz bir yer oldu. Çünkü öğlen ve öğleden sonra güneşin sıcaklığını hissettiğiniz kentte, güneşin batışı ile serinliği de hissediyorsunuz. Kentte bulunduğumuz süre içerisinde yol üstünde keşfettiğimiz bir mekan olan Petra Barbeque Restaurant akşam yemeklerimiz için vazgeçilmezimiz oldu. Sebebi buranın aynı zamanda kasap olması.

Gerçekten yediğimiz kebaplarda etin lezzetini hissettik. Burada karışık kebap, safranlı pilav, cacık ve içeceklerden oluşan menümüze, toplam 18-23 dinar arası hesap ödedik. Burada Akabe'de olduğu kadar seçenek olmadığını da belirtmeliyim. Ancak antik kentin kapısına doğru yer alan birkaç alternatif bize cazip gelmedi çünkü her zaman yediğimiz tatları (pizza, hamburger) tercih etmedik.

Gezigurmesi

Yazar Hakkında

Gezigurmesi

1976 yılında Kocaeli'nde doğdum. İlk,orta ve lise öğrenimimi Kocaeli'nde tamamladıktan sonra 1996 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümüne girdim.