Petra'yı Nasıl Gezmek Lazım? İşinize Yarayacak Bir Rehber

Dünyanın Yeni Yedi Harikası’ndan biri, Nebatilerin başkenti, taşlara oyulmuş kızıl antik kent Petra’yı duymayan yoktur herhalde. Gül Şehri, Gül Rengi Şehir, Kızıl Şehir gibi isimleri de olan bu muhteşem yerle ilgili pek çok şey okumuş, duymuş, görmüş olmalısınız. Petra Hazine Binası’nın önünden ya da karşı tepelerinden çekilmiş müthiş görüntüleri de kafanızdan bir yerinde saklı olsa gerek. Bunlara bir yenisini eklemektense ben size bu yazıda Petra’yı gezmek için işinize yarayacak ipuçları vermek istiyorum.

Her Ürdün gezisinin olmazsa olmazıdır Petra. Haritayı şöyle bir gözünüzün önüne getirin. Afrika ve ArapYarımadası’nın tam ortadan bıçakla keser gibi kuzeye doğru çıkan Kızıldeniz, en tepe ucundan kuzeydoğuya doğru bir çıkıntı daha yapıyor. İşte bu çıkıntı Akabe Körfezi ve Ürdün’ün bugün Ürdün olmasının en önemli nedeni. “Neden bu kadar önemli olsun? Alt tarafı bir deniz?” diyebilirsiniz. Ancak şöyle düşünün; Süveyş Kanalı (1869) açılana kadar Akdeniz ile Kızıldeniz’i birbirine bağlayan bir su yolu yoktu. Tüm ticaret Akdeniz limanlarına kadar gemiyle yapılıyordu. Diğer önemli ticaret rotasıysa güneyde Kızıldeniz’den Afrika (ve hatta Asya, Hindistan vb.) limanlarına giden gemilerin rotasıydı. Akabe Körfezi ve Kızıldeniz’i kilometrelerce içeriye, çölün ortalarına doğru taşıyan bir nimetti adeta.

İşte Ürdün bölgesinin ve dolayısıyla da Petra’nın tarihteki önemi bu iki denizin, ticaret yollarının bağlantısından kaynaklanıyor. Yani kuzeydeki Akdeniz ticareti ile güneydeki Afrika ve Asya ticaret yollarının birbirine bağlanan köprüsü, kuzeyden güneye giden uzun bir çöl alanı aslında. Bu çölün adı ise (kabaca) Ürdün. Çölün üzerinde duraklama yapılacak, hatta şehir kurulabilecek en önemli alan ise Petra’nın bulunduğu Musa Vadisi.

Nebatiler MÖ 400 yıllarında ortaya çıkan ve bu kuzey-güney ticaretinden zenginleşen bir kavim. Ta ki Roma İmparatorluğu bölgeye tamamen hâkim olup da medeniyetleri birer birer bünyesine katana kadar, 2. yüzyıla kadar varlıklarını korumuşlar. Böyle bir coğrafyada, yani çöl koşullarının egemen olduğu bir yerde, göçebe medeniyetlerin dışında bir şehir kurmak, hele ki böylesine güçlü bir medeniyet kurmak kolay bir şey değil. İşte bu kervanların ticaretleri nedeniyle zenginleşen Nebatiler, Petra’yı başkent yapmışlar.

Tam da bu bahsettiğim yerde, kızıl renkli kireçtaşlarına oyulmuş binalar düşünün. O kadar güzel ve ihtişamlı binalar ki bu şehre geldiğinizde büyüleniyor, kendinizi bir film sahnesinde zannediyorsunuz. Aslına bakarsanız burada çekilmiş pek çok film var. Herkes böyle diyor, bu lafı çok duymuşsunuzdur. Yalnız o filmlerin listesine bakınca hep tırı vırı filmler gördüm, yok Mumya’nın Dönüşü, yok Mortal Kombat bilmem ne. Doğru dürüst yönetmenler, doğru dürüst filmler çekmemiş hiç Petra’da. Yazık değil mi bu güzellikte bir yeri saçma sapan Hollywood filmleri yönetmenlerine bırakmak?

Şimdi Petra’nın bu kadar önemli ve güzel olduğunu anladığımıza göre, önce oraya nasıl gideceğimizden başlayalım. Türkiye’den Ürdün’e uçmak için 2 mantıklı seçenek Amman ve Akabe. Petra’nın giriş kapısı Amman’dan 2,5 saat, Akabe’den ise 1,5 saat kadar sürüyor. Ürdün’e kadar gelmişken daha gezilecek pek çok yer var, bu yazıya mutlaka göz atın. Akabe’ye uçup önce bu bölgeyi gezmek, hatta buradan İsrail’e geçmek de mümkün. Eğer bunu tercih ederseniz Akabe’ye Türk Hava Yolları’nın direkt uçuşları 2018 Mart ayı itibarıyla tekrar başladı. Hatta bu yazı, THY’nin ilk uçuşuna bizi davet etmesiyle beraber yaptığımız geziden sonra yazıldı.

Bunun dışında Amman’a da uçabilirsiniz. THY’nin Amman’a İstanbul’dan her gün çeşitli saatlerde birçok direkt uçuşu bulunuyor. Amman’a uçarak Ürdün’e gelirseniz Petra’yı gezdiğiniz gibi ülkenin kuzeyindeki Ceraş’a gitmeyi de ihmal etmeyin. Ama biz gelelim kendi konumuz olan Petra’ya.

Petra’ya nasıl gideceğimizi, nasıl ulaşacağımızı anladığımıza göre ikinci sorumuz: Petra gezisindenerede kalınır?

Tabii ki Ürdün gezi planınızın bütününe göre çok değişir bu sorunun cevabı. Akabe tarafında kalıp da Petra’yı geçerken gezip sonra yolunuza devam edebilirsiniz. Ya da Musa Vadisi tarafında, yani Petra’nın hemen dibinde konaklayabilir ve Petra’ya sabahtan akşama kadar tam gün zaman ayırabilirsiniz. Benim tavsiyem ikincisi olacak. Biz ilk seçeneği tercih ettik çünkü bahsettiğim THY basın gezisinin gereklilikleri nedeniyle başka gezmemiz gereken yerler vardı ve zamanımız kısıtlıydı ancak siz geniş bir gezi planı yapıyorsanız Petra’ya hak ettiği ilgiyi ayırın ve Petra ziyaretçi giriş kapısına çok da uzak olmayan bir noktada konaklayın derim. Bu noktaya yakın otelleri görmek isterseniz şuraya bakabilirsiniz.

Eğer Petra ziyaretçi kapısına yakın konaklarsanız sabah Petra daha açılır açılmaz, muhtemelen kahvaltınızdan hemen sonra gezmeye başlayabilirsiniz. Bence öyle de yapmalısınız çünkü Petra’nın nasıl bir yer olduğunu ilk başta çok hayal edemiyorsunuz. Antik Kent gerçekten çok büyük, içinde çok uzun mesafeler yürüyorsunuz. Güzel yerleri güzel açılardan görüp fotoğrafını çekmek için ise dikyokuşlar ve merdivenler tırmanmanız gerekiyor. Tüm bunlar saatler sürüyor ve günün sonunda “Ah keşke gezmeye daha erken başlasaydım!” diyorsunuz.

Petra, giriş ücreti açısından dünyanın en pahalı ören yerlerinden biri. Tek kişilik bilet 1 günlük 50 Ürdün dinarı yani 285 Türk lirası, 2 günlük 55 Ürdün dinarı ve 3 günlük 60 Ürdün dinarı. Sırf bu yüksek ücret yüzünden bile bu yazıyı iyi okumanız ve bu kadar para bayılmışken hakkını tam vermeniz gerek. Türk Hava Yolları ile uçtuğunuz takdirde biletinizi gösterirseniz girişte %15 ek indirim uygulandığını da belirtelim.

Petra ziyaretçi giriş alanı biraz bizim Kapadokya bölgesinin turistik meydanlarına benziyor. Nereye baksanız kafeler ve hediyelik eşya dükkânları görüyorsunuz.

Petra girişini çok aramanız gerekmiyor. Herkesin yürüdüğü yöne, yani yokuş aşağı doğru gittiğinizde Antik Kent’e giden yola girdiniz demektir. Çok geçmeden yol toprak oluyor ve aşağıya doğru kıvrılarak 1,4 kilometre boyunca devam ediyor. 1,4 kilometre sonra ne mi var? Okumaya devam edin.

Aşağıya inen yol boyunca sol tarafta ise atların ve at arabalarının kullandığı daha kumluk zeminli bir yol var. Yaya yürüyüş yolu ile atların kullandığı yol arasında bir duvar var ki uyanık Bedevirehberler burayı aşıp da yayaların zaten daracık olan yoluna girmesin çünkü Petra’yla ilgili bilmeniz gereken bir şey varsa o da bu şehrin hâlâ Bedevilere ait olduğudur.

Bedevilerle ilgili yazı boyunca başka şeyler de anlatacağım ama bu ilginç halkla ilk tanışacağınız yer işte burası: Petra’nın giriş kapısı. 1985 yılında Petra UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alındığı tarihe kadar Petra’nın içerisinde Bedevi halk yaşıyormuş. Bayağı bildiğiniz mağaraların içinden bahsediyorum. Dünya Mirası Listesi kararından sonra ise devlet bu Bedevileri Petra’dan tahliye etmiş. Onlara yakınlarda yeni ve daha modern koşullarda başka bir yaşam alanı oluşturmuş ve artık orada yaşıyorlar ama Bedeviler Petra’dan ayaklarını kesmemiş tabii ki. Bu şehir onlar için hâlâ geçim kaynağı anlamına geliyor. Kadınların evde yaptıkları dokumalar, el işi gümüş takılar gündüzleri erkekler ve çocuklar tarafından turistlere Petra’nın her noktasında satılıyor.

Bunun yanında soğuk içecek ve küçük yiyecekler satma, Bedevi sürmesi sürmek, atla, at arabasıyla, eşekle ya da deveyleturist taşımak veya tura çıkarmak da başlıca gelir kaynaklarından bazıları.

Bedevileri ilk gördüğünüzde bir şaşkınlık yaşayacaksınız çünkü filmlerde gördüğünüz, kulaktan duyduğunuz o uzaklara bakan “cool” tavırlı çöl gurusuyla, yolda yürüyenlere sataşan, sürekli eğlence ve müzikle meşgul, kıyafetleri alaca bulacalı süslü çingenelerin bir karışımını göreceksiniz bu insanlarda. Tabii ki görünümlerinin, konuşmalarının ve davranışlarının önemli bir bölüm turistler için düzenlenmiş bir tiyatrodan, yani pozdan ibaret ama yine de bu turistik, ticari görüntünün altında etnik özellikleri görebiliyorsunuz, tabii eğer dikkatlice incelerseniz.

Karayip Korsanları filminde, Johnny Depp’in canlandırdığı çengel kollu, sürme gözlü, geniş şapkalı, yakışıklı Kaptan Jack Sparrow var ya? Hah işte onun aynısından en az 10 tane göreceksiniz Petra geziniz sırasında ve bunların 9 tanesi filan da paranızı almak için en az 1-2 yöntem deneyecek.

İlk yaşayacağınız sizi atla taşımak isteyen enteresan kıyafetli adamlar ve enteresan süslü atları olacak. Petra ziyaretçi girişindeki 1,4 kilometrelik yolu, özellikle de sıcak havada yürümek istemeyenleri taşımayı öneren atlıların size seslenmemesi imkânsız gibi bir şey. Petra giriş biletinizi aldığınızda normalde bu bilete atla 1,4 kilometrelik yolun gidiş gelişi dâhil, yani bu hizmet ücretsiz. Bunu size girişte hem görevliler, hem de Bedeviler sıklıkla söyleyecek ama dikkatli olun, sakın oltaya gelip de hiç bir şey ödemeyeceğinizi zannetmeyin. “Aa ne kadar iyi niyetli insanlar, hiç para almayacak olmalarına rağmen beni atla taşımayı teklif ediyorlar, haydi o zaman bineyim” dediğinizde başınıza gelecek olan şey şu: İnmeye yakın Jack Sparrow size diyecek ki: “Bahşişim nerede?”. Sonradan yüksek meblağlar ödemek zorunda kalmamak için baştan 5 ya da 10 dolara denk gelen bir bahşiş miktarı önerirseniz herkes ne beklediğini bilir, sonradan da sorun olmaz.

Bedeviler ısrarcılar ama saldırgan değiller. Sizden bahşiş almak ya da size bir şeyler satmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Sonuçta bu onların ekmek parası. Çok da ısrarcı olabiliyorlar. Ama siz “hayır” dedikten sonra seviyesizleşiyor değiller. Bu konuda bir bilinç oluşmuş, o yüzden endişelenmenize gerek yok ama yine de, özellikle tek başına gezen kadınlara özel bir ilgi duyabilirler. Bununla ilgili anlatılan gezgin hikâyeleri de var. Dünyanın herhangi bir yerine göre daha tehlikeli olduğunu düşünmüyorum. Yalnızca dikkatli olmakta ve her çağırdıkları ücra köşeye gitmemekte, ikram ettikleri açık yiyecek içeceklere rağbet etmemekte fayda var.

Bakmayın size böyle akıl verdiğimize, yazının ilerisinde göreceksiniz ki biz pek çok Bedevi’nin peşine takılıp Petra’nın değişik köşelerine gittik.

Neyse dönelim giriş yoluna. Biz yolu yürümeyi tercih ettik çünkü sık sık fotoğraf ve video çekmek zorunda olmamız, bizim için at yolculuğunu çok cazip hale getirmiyor maalesef. Yol boyunca göreceğiniz bandana, şal, gümüş takı satan Bedevileri geçtikten sonra yolun sonunda Petra’nın o ihtişamlı kızıl kayaları dikiliyor karşınıza. O fotoğraflarda gördüğünüz kaya aralığından ilerleyen yol, yani yerel ismiyle “Siq” işte burası. Kapısına ilginç bir enstantane olsun diye dikilmiş antik kıyafetli askerleri geçerken güvenlikten geçiyor gibi şakalaşabilirsiniz. Ben mesela cep telefonumu yana bırakmıştım ama kimse gülmedi, tek gülen bendim.

Bu dakikadan sonra bütün Petra ziyaretiniz boyunca muhteşem kayalar göreceksiniz. Nebatiler başkentlerini kireçtaşınaoydukları binalar ve mağaralardan oluşan bu yerleşim yerine kurmuşlar. Bu kaya oluşumları Petra’ya birden fazla avantaj sağlıyor.

Her şeyden önce burası korunaklı bir alan. Şehre saldıranlar aşılması güç dev kayalarla karşılaşıyorlar. Siq denilen geçiş alanı onlarca metre yükseklikteki kızıl renkte kayaların arasında uzunca bir süre devam eden dar bir yoldan ibaret. Bu yola giren askerlerin tepeden gelecek saldırılara karşı tamamen savunmasız olduğunu anlaması da zor değil. Petra’nın doğu ve kuzey girişleri de yine benzeri doğal korumalara sahip olduğu için Nebatiler biriktirdikleri hazinelerini buradayüzyıllarca saklamayıbaşarmışlar.

Petra’nın bu kadar önemli ve güçlü olmasının bir diğer nedeni ise su. Malum çöl iklimi olan bu coğrafyada yağışlar çok nadir geliyor. Geldiği zaman da çok yüksek miktarda ve hızlı bir şekilde yağıp sele neden olarak kayboluyor. İşte Nebatiler bu sel suyunu kanallarla toplayıp sarnıçlarda biriktirdikleri için bu onlara büyük bir avantaj sağlamış. Siq yolu boyunca yürürken yolun sağında ve solunda, bel hizasında su kanalları göreceksiniz. Kayaların kenarına oyulmuş bu kanallar ani yağmurlar sırasında süzülen ve akan suları sarnıçlarda toplama görevi görüyormuş.

Siq yolunun büyüleyici atmosferinde yürürken etrafınızdaki ziyaretçi kalabalığını ara sıra gürültülü ve hızlı geçişleriyle atlılar ve at arabaları yarıyor. Hem karizmatik geçişler yapıyorlar, hem de biraz tehlikeli olabiliyorlar. Dikkatli olmakta fayda var.

Siq yolunda kayalıklar arasından Petra’ya doğru giderken yol genelde hafif bir meyille aşağı doğru iniyor. Dönüş yolu ise tabii ki yokuş yukarı. O yüzden belki dönüşte atlı arabalara binmeyi tercih edebilirsiniz ama giderken çok gerek yok açıkçası. 30 dakika-1 saat arası oldukça keyifli bir yürüyüştensonra toplamda 1,2 kilometrelik bu dar yol genişçe bir meydana açılıyor. Meydanı görmeden önce kayalıkların arasından o ihtişamlı binayı görüyorsunuz: İşte tüm Petra fotoğraflarında görmeye alışık olduğunuz meşhur Hazine Binası karşınızda duruyor!

40 metre yüksekliğindeki, süslemelerle dolu, sütunlu bu yapı kayalara oyulmuş bir bina. Tam yapım amacı ve hikâyesi ile ilgili tartışmalar olsa da genel kanı Nebati Kralı 4. Aretas’ınmezarı olarak yapıldığı yönünde. İsminin Hazine Binası olması ise sonradan burayı ele geçiren korsan çetelerinhazinelerini binanın tam ortasındaki büyük küpte saklamış olması. Hatta yapının bu kısmına dikkatli bakarsanız çok sayıda kurşun deliği göreceksiniz çünkü sonradan burayı almış Bedeviler bu küpü patlatıp içindeki altınlara konacaklarını düşünmüş olmalılar. Hâlbuki kireç taşına oyulmuş bir yapı olduğu için öyle Avanos çömleği gibi patlayacak hali yok herhalde yani.

Hazine’ye bol bol bakacağınızı garanti ederim. Görüntüsü gerçekten de güzel ama size daha iyi bir önerim var. Bu muhteşem binaya yukarıdan bakmayane dersiniz? Hani o fotoğraflarda gördüğünüz müthiş bir çekim açısı var ya? Onu yakalamak ister misiniz?

Tabii bu soruya hemen atlamadan önce düşünmeniz gereken bir şey var. Burası ciddi bir tırmanış gerektiren yollarla ulaşılan bir yer. Yani yaşınız biraz ileriyse, uzun yol yürümek ve yokuş tırmanmakla ilgili problemleriniz varsa hiç denemeyin bile. Ya da şöyle düşünün, “O fotoğrafı çekmeyi gerçekten istiyor muyum?”.

Hazine’yi tepeden görmek için iki ayrı nokta var. Noktaların bir tanesi binayı sol üstten görüyor. Yani siz binaya tam karşıdan bakarken sizin sol arkanızda kalan tepenin üzeri. Buraya çıkmanın yolu oldukça dik basamakları olan, yolun çoğunda da basamak bile olmayan, zaman zaman dik kayalardan tehlikeli atlayışlar yapmanız gereken bir yol. Bu yolu kimseye tavsiye etmek istemem ama macera düşkünüyseniz ve bu riski alacağınızı düşünüyorsanız siz bilirsiniz. Zaten siz Hazine’ye karşıdan bakarken yanınıza en az bir kaç tane Bedevi genç yanaşacak ve sizi tepeye kısa yoldan çıkarmayı önerecek. Tabii ki rehberlik ücreti karşılığı. Size 20-30 dolar gibi ücretler teklif edecekler. Klasik arkanı dönüp gitme numaranızı yaparak 10 dolara, hatta yerine göre 5 dolara da düşürebilirsiniz bu ücreti. Kişi başı tabii. Bedevi gençlerin söylediği bir şeye daha inanmamanız gerekiyor: Bu çıkış yolunun 10 dakika olduğunu söyleyecekler size. Hâlbuki bu bahsettiğim soldaki çıkış yolu rahatlıkla 20-30 dakika sürecektir çıkmak için.

Bir diğer seçeneğiniz ise sağ taraftaki tepe. Yani Hazine’ye bakarken sağ arkanızda yer alan tepe. Burası öğleden sonra saatlerinde ışık açısından avantajlı bir noktada kalıyor ve dolayısıyla fotoğraf çekmek için daha iyi bir alternatif. Bu noktayı tercih etmek için bir nedeniniz daha var. Bu tepeye çıkmak için aynı diğer tepeye çıkma alternatifi olan Bedevilerin arkasına takılıp tehlikeli atlayışlar yapacağınız Indiana Jones Yolu (bu ismi ben uydurdum, sakın gidip sormayın kimseye) var, bir de sağ tarafa, Antik Kent’in içine doğru gidip oradan uzun yokuşlar ve daha düzgün merdivenlerle çıkacağınız bir yol daha var. Indiana Jones gibi atlayıp zıplayarak çıkmak isterseniz yine bir 20 dakikayı gözden çıkarabilirsiniz. Üstelik de yol biraz daha dik ve merdivensiz. Uzun olan yol ise rahatlıkla 1 saattenfazla zamanınızı alacaktır çıkmak için ve basamakların dikliği sizi rahatlıkla da yıldırabilir çünkü gerçekten özellikle de sıcak havalarda oldukça zorlu bir yol.

Bu zorlu yolu geçmenin de kolay bir yöntemi var: Eşek ya da katırlagitmek. Biz zamandan kazanmak için bu yolu tercih ettik ancak sonradan da bir pişman olduk ki sormayın. Çünkü eşeklerin çıktığı yol da aslında merdivenli olan yol ve hayvancıklar yolda bir noktada tıkanınca Bedeviler basıyor poposuna sopayı. Çok üzüldük, hatta tam noktaya gelmeden de ineceğimizi söyledik Bedevilere.

Yol oldukça zorlu ama sonundaki mükâfat büyük. Hazine Binası buradan gerçekten de muhteşem görünüyor. Bakar mısınız şu görüntüye?

Bedevi’nin biri buraya gelip geçenler rahat etsin, baksın, hatta bir şeyler içsin diye küçük bir yer kurmuş. Bu Bedevi’nin adı İbrahim. Oldukça ilginç bir kişilik. Bizi Facebook’tan ekledi, arada mesaj filan atıyor, değişik bir adam.

Benim gibi yükseklik korkusu olan biri için bile İbrahim’in Yeri’nde bacaklarını aşağıya sarkıtıp 70-80 metre yükseklikten aşağıya Hazine Binası’nda bakmak ve fotoğrafını çekmek dayanılmaz çekicilikte bir tecrübe. Tabii benim yükseklik korkumdan bahsetmişken İbrahim’in korkusuzluğundan da bahsetmek gerek çünkü bizdeki ilgiyi görünce şov yapmaya karar veren İbrahim, iyice aşağıdaki kayalıklara, hem de hoplaya zıplaya, inerek bize poz verdi. O da yetmedi, tam kayanın ucuna gitti, uçuruma 5 santim mesafede amuda kalkıp bize tekrar poz verdi. Kızlar çığlık çığlığa, hepimizin ağzı açık, hayretler içinde izledik İbrahim’i.

Bu tüyler ürperten gösterisinden sonra İbrahim’le toplu bir fotoğraf çektirdik ve sonrasında İbrahim için aramızda biraz bahşiş topladık. İbrahim’e uzattım. Haşa almıyor! “Yahu al şunu!” diyorum, yok Nuh diyor peygamber demiyor. Hepimizde tabii bir sempati baş gösterdi adama karşı. “Vay be!” dedik, “Ne kadar tok gözlü bir adam”. Sonradan bu karizma yerini başka bir şeye bıraktı. İbrahim dedi ki; “Gelin sizi aşağıya indireyim ben” ve bizi o tehlikeli yoldan aşağı indirdi. Gruptaki kızların zaman zaman “Yok ben buradan inemem, buraya kadarmış” diyeceği kadar dik kayalardan aşağıya indik.

Hem çok zevkli, hem de biraz tehlikeliydi açıkçası. Kişi başı 5 dolar verdik, İbrahim saymadı bile attı cebine. Yani karizmatik ve sevimli cool bir Bedevi mi, yoksa turist soyan bir çakal mı tam karar veremiyorsunuz, öyle bir adam işte.

Petra’da tabii ki görülecek tek yer Hazine Binası değil. Tam Hazine’yi karşınıza almışken sağ taraftan giden yolu takip ederseniz eski kentin diğer binalarına, yani şehrin merkezine doğru gidiyorsunuz. Tabii buradaki binalar daha fazla yıpranmış ve hiç biri Hazine Binası kadar görkemli değil ancak yine de bir kaç tane Bizans Kilisesi, amfitiyatro, agora alanı gibi Romalılar döneminden kalma pek çok yapıyı burada görebilirsiniz. Yürüyüşünüz ortalama 15-20 dakika kadar sürüyor ve bu yolun sonunda bir restorana geliyorsunuz. Bizdeki şehirlerarası otobüs terminali mola yerleri gibi görünse de aslında yemekleri oldukça lezzetli bir yer burası. Epey de şaşırıyorsunuz bu duruma. Biz de bu yemeklerin biraz tadına bakıp, Ürdün’deki favorimiz olan humusu ekmeğin arasına bol bol koyarak karnımızı doyuruyoruz. Biraz da serinledikten sonra dönüş yoluna geçiyoruz.

Petra’da Hazine Binası’ndan sonra gelen en önemli yapı Amfitiyatro. MS 1. yüzyılda yapılan bu tiyatro yaklaşık 7.000 kişi kapasiteli. Orkestraya kadar uzanan oturma tasarımı da Hellenistik tasarım ve mimari tarzın örneklerindenmiş. Oturma yerlerinin hepsi dağın dışına oyulmuş ve sahnesinin zemini de taştan inşa edilmiş.

Burada atlanmaması gereken bir nokta da Manastır. Aynı Hazine Binası gibi görkemli, estetik bir bina olsa da, biraz daha geride ve sapada kaldığı için o kadar fazla insan tarafından ziyaret edilmiyor bu nokta. Yine MÖ 1. yüzyılda yapılan Manastır, bir zamanlar Nebatilerin önemli bir tapınağıymış ve Ürdün’deki bilinen en eski tapınma yerlerinden biri olmasıyla da önemli bir yer. İyi fotoğraflar çekmek için bir güzel seçenek de burası aslında ancak çıkış için yine ekstradan 1 saat, inişi için de en az 30 dakikayı göze almalısınız.

Anlayacağınız Petra’da bol bol yürüyecek ve yorulacaksınız. O yüzden ayağınıza rahat ayakkabılar seçmenizde fayda var. Söylemişken yanınıza almanız gereken diğer eşyalara da değineyim. Kesinlikle güneş kremi, şapka, mümkünse bir bandana (sonradan ıslatıp boynunuza koyabilirsiniz), eğer elinizi temizlemeniz gerekecekse ıslak mendil almalısınız. 1ya da 2 şişe su da almayı ihmal etmeyin, gerçi Petra içinde belli noktalarda da bulabilirsiniz.

Bedeviler sattıklarını fahiş fiyata satmıyorlar ancak bazı satıcı yalanları söylüyorlar. Örneğin Bedevi gümüşü olduğunu iddia ettikleri takıları son derece güzel görünse de gümüşünün kalitesi konusunda pek de emin olmayın çünkü aslında dünya üzerinde Bedevi gümüşü diye bir şey bulunmuyor.

Bedeviler her ne kadar sürülmüş olsa da Petra’nın gerçek sahipleri. Asla kavga etmeyin, zaten saldırgan değiller. Çok ters davranmayın, eğer alışveriş yapmak istemiyorsanız net bir şekilde söyleyin, sizi fazla rahatsız etmezler.

Petra’da hijyene de dikkat edin. Bu kadar çok at, eşek, deve olan bir yerde her yer tabii ki dışkı dolu. Yürürken bastığınız yerlere, oturacağınız zaman ise oturacağınız yere dikkat edin. Gerekirse sermek için bir bez taşıyın çantanızda. Çünkü ben hayatımda bu kadar çok at, eşek pisliğini bir arada görmemiştim.

Bir diğer Petra deneyimi ise Gece Petra Gezisi, Petra by Night. Bu da oldukça güzel bir deneyim. Her ne kadar biz ikisini aynı güne sıkıştırmış olsak da normalde gündüz turu ve gece turu ayrı ayrı yapılıyor Petra’ya. Gündüz giren ziyaretçilerin 17.00 civarında çıkması bekleniyor, yani kış saatine göre hava karardığı zamanlarda aşağı yukarı.

Daha sonra 20.30 civarında kapılar tekrar açılıyor. Zifiri karanlık Petra’yı Bedevilerin yerlere düzenli aralıklarla bıraktığı mumdan fenerlerin ışığında görüyorsunuz. Yolun iki tarafına sağlı sollu, 2’şer metre aralıklarla bıraktıkları bu fener aslında bir kese kağıdının içine konmuş büyükçe bir mum ve altında da bolca kumdan ibaret. Çok fazla oynayıp yerinden kaldırmaya çalışırsanız kese kağıdı rahatlıkla mumun alevinden tutuşabiliyor, o yüzden dikkatli olun.

Bu fenerler çok güzel ve romantik bir görünüm veriyor Petra’ya. Fenerleri takip ederek Hazine Binası’na kadar ulaşıyorsunuz. 1-2 kilometre yürüyorsunuz yani.

Gider gitmez meydanda yerlere serilmiş hasırlar görüyorsunuz. Hasırlara herkesi oturtan Bedeviler, aynı Türkiye’de bir köy düğününe gelmişsiniz gibi size nane çayı ikram ediyorlar. Başta çay geldiğinde çok sevindim (çok severim). Sonra çayın içerisine akıl almaz miktarda şekeri bastıklarını fark edince (nefret ederim) bu tecrübeden soğudum, ama belki siz seversiniz. Derken bir müzisyen Bedevi halk ezgileri çalmaya başlıyor kavala benzeyen üflemeli bir çalgıyla. Daha sonra 2-3 müzisyen daha birlikte ve ayrı ayrı kaval çalıyorlar. Yerde eşek boklarının içinde oturup aşırı şekerli nane çayı içerek (benim için içmeyerek) koyun gibi kaval dinlemekten pek zevk aldığımı söyleyemem.

Ama sonrasında bir konuşmacı Petra ile ilgili konuşuyor. Yaşlı, karizmatik bir Bedevi. Çok bilgi vermiyor, genelde artistik konuşmalar yapıyor, “hoş geldiniz” filan. Bu bitince ise muhteşem bir şey oluyor. Hazine Binası’nı renkli ledlerleaydınlatıyorlar ve müthiş bir görüntüyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Sadece bu görüntü için bile Petra Gecesi Turu’na katılabilirsiniz açıkçası.

Petra hayatınızda yaşayacağınız önemli tecrübelerden biri. Hem giriş ücretinin yüksekliği nedeniyle, hem de yapacağınız yürüyüş ve tırmanışların miktarı nedeniyle oldukça da bir yatırım anlamına geliyor ama kesinlikle tecrübesine değecek bir yatırım olduğunu söyleyebilirim. Eğer yolunuz düşerse bu yazıyı hatırlayın, Bedevileri sevin ama onlara kanmayın. İbrahim’i de görürseniz çok selamımı söyleyin.