Türkiye'de Bulunan Unesco Dünya Mirasları

Evrensel değere sahip kültürel ve doğal varlıkların korunması, dünyaya tanıtılması ve hakkında farkındalık oluşturulması için 1972 yılında Paris’te UNESCO Genel Kurulu’nda oluşturulan sözleşme ile “Dünya Mirası” kavramı ortaya konmuştur. Dünya çapında önemi bulunan kıymetli varlıklar bu kavram altında koruma altına alınıp gelecek nesillere aktarılmaktadır. Sit alanları ve anıtların “Dünya Mirası” statüsü alması için, sözleşmeyi kabul eden üye devletlerin UNESCO’ya başvurusu ile başlayan bir süreç izlenmektedir.

832 adet kültürel, 206 tane doğal ve 35 tanesi ise karma (kültürel/doğal) olmak üzere 2017 yılında toplamda 1073 adet kültürel ve doğal varlık UNESCO Dünya Mirası Listesi’ni oluşturmaktadır. Türkiye’de ise Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün çalışmaları altında 17 adet varlık, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yerini almıştır. Bu varlıkların 15 adedi kültürel, 2 adedi de hem doğal hem kültürel statüdedir.

İstanbul (1985)

Türkiye’nin tarihsel, sosyal ve kültürel açıdan en büyük öneme sahip ve en kalabalık şehri olan İstanbul’un tarihi alanları, kültürel kategoride 6 Aralık 1985 tarihinde UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dâhil edilmiştir. MÖ 7. yüzyılda kurulmuş olan şehir, sahip olduğu coğrafi konumu sebebiyle uygarlıklar için stratejik açıdan her zaman çok büyük önem taşımıştır. İstanbul, dünyanın en eski şehirleri arasında gösterilmektedir ve 330-395 yılları arasında Roma İmparatorluğu’na, 395-1204 ile 1261-1453 yıllarında Bizans İmparatorluğu’na, 1204-1261’de Latin İmparatorluğu’na, son olarak da 1453-1922 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapmıştır. Şehrin kuzeyde Haliç, doğuda İstanbul Boğazı ve güneyde Marmara Denizi ile çevrili olan bölümü günümüzde “Tarihi Yarımada” olarak bilinmektedir. Avrupa ve Asya’yı birbirine bağlayan İstanbul; Roma, Doğu Roma ve Osmanlı gibi büyük uygarlıklılardan derin izler taşımaktadır.
1985 yılında dört bölgesi UNESCO Dünya Mirası ilan edilen İstanbul, farklı kültür, din ve toplulukların ürünlerine ev sahipliği yapmaktadır. Dünya Mirası Listesi’ne alınan İstanbul’un kültürel varlıkları şunlardır: Hipodrom, Ayasofya, Aya İrini, Küçük Ayasofya Camisi ve Topkapı Sarayı’nı içine alan Sultanahmet Kentsel Arkeolojik Sit Alanı; Süleymaniye Camisi ve çevresini içine alan Süleymaniye Koruma Alanı; Zeyrek Camisi ve çevresini içine alan Zeyrek Koruma Alanı ve İstanbul Kara Surları Koruma Alanı’dır. 


Göreme Milli Parkı ve Kapadokya (1985)

İç Anadolu Bölgesi’nde Nevşehir sınırları dahilinde yer alan Göreme Milli Parkı, 6 Aralık 1985 tarihinde UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilmiştir. Orta Anadolu’daki Hasan Dağı ve Erciyes Dağı’nın volkanik bölgesinde yer alan Göreme Milli Parkı ile kuzeyde Kızılırmak, doğuda Yeşilhisar, güneyde Hasan ve Melendiz Dağları, batıda Aksaray ve kuzeybatıda Nevşehir ile Kapadokyadoğal/kültürel kategoride Dünya Mirası statüsü elde etmiştir.

Kalkolitik dönemden beri yerleşim yeri olan bölge, Erciyes Dağı ve Hasan Dağı’nın volkanik tüflerinin rüzgâr ve su ile aşınması sonucunda oluşmuş mucizevi kaya şekilleri ile muhteşem bir manzara sunmaktadır. Pitoresk manzarası ve kültürel tarihi ile önem taşıyan Göreme, kayaya oyma mekânlarının yazın serin ve kışın ılık derecelerde olmasından dolayı, her mevsim uygun iklim şartlarına sahiptir. Kayalar, Bizans kilise mimarisi ve dinsel sanatın tarihi açısından önem taşıyan bir devrin izlerini günümüzde görme şansı sunmaktadır. Bölge ulaşım yollarına uzak mesafede bulunduğu için gizlenmek ve dini inzivaya çekilmek isteyenlere sığınak işlevi görmüştür. 7. ve 13. yüzyıllar arasında baskılardan kurtulmak üzere Göreme’ye kaçan Hıristiyanların bölgeye bıraktığı önemli izler bulunmaktadır. Bu tarihlerden itibaren önemli bir Hıristiyanlık merkezi haline gelen Göreme’nin UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde bulunan alanları; Göreme Milli Parkı, Derinkuyu ve Kaymaklı Yeraltı Şehirleri, Karain Güvercinlikleri, Karlık Kilisesi, Yeşilöz Theodoro Kilisesi ve Soğanlı Arkeolojik Alanı’dır.


Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası (1985)

İslam mimarisinin başyapıtı Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası, Sivas’ın Divriği ilçesinde bulunan tarihi bir cami ve hastanedir. Yapılar 6 Aralık 1985’te UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmıştır. İlçenin en eski yerleşimi Hititler Dönemi’ne kadar dayanmaktadır. Cami, Mengücekli beyi Ahmed Şah tarafından; darüşşifa ise Ahmed Şah’ın eşi Turan Melek tarafından Ahlatlı Muğis oğlu Hürrem Şah adlı bir mimara 1228 ve 1229 yıllarında inşa ettirilmiştir. Darüşşifa, iki kubbeli türbeye sahip caminin güney kısmına dayanmıştır. Türbe ise Darüşşifa’nın kuzeydoğu köşesinde yer almaktadır. Yapılar plan ve süsleme açısından oldukça özgün niteliklere sahiptir. İki başlı kartal motifine de sahip olan süslemeler oldukça hareketlidir ve Barok stilini yansıtmaktadır. Anadolu taş işçiliğinin zengin kültürünü yansıtan kabartmalardan dolayı İslam mimarisinin başyapıtı niteliğinde olan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası abanoz ağacından minberi ve işlemeleri ile değerli işçiliklerin görülebileceği bir yapıdır. Camide Selçukluların avlulu plan tipi ve Emevilerin plan tipi bir arada bulunmaktadır. Yapılar, Selçuklu ve Mengüceklilerin estetik anlayış ve yoğun çabalarının önemli bir tezahürüdür. İkindi güneşinde caminin giriş kapısında ayakta duran yandan bir erkek silueti belirmektedir. Siluetin önüne dikdörtgen bir gölge düştüğünden bu figürün Kur’an okuyan ve namaz kılan bir adam olduğuna inanılmaktadır. Darüşşifanın ortasında ise bir havuz yer almaktadır. Bu havuzdan taşan fazla su havuzun etrafındaki kare planlı kanaldan dolaşıp daire çizerek yapıdan tahliye olmaktadır. Yapılar, önemli mimari özelliklerinin yanı sıra Anadolu’nun değerli özgün taş işçiliğinden dolayı UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almaktadır. 


Hattuşa (1986)

Geç Tunç Çağı’nda Hitit İmparatorluğu’nun başkenti olan Hattuşa, 28 Kasım 1986 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmış, kültürel kategoride çok önemli bir varlıktır. Yüzyıllar boyunca Anadolu’da önemli bir merkez olma işlevi görmüştür. Bölgedeki ilk yerleşimler MÖ 3000 tarihine kadar dayanmaktadır. Antik kent, Çorum’un Boğazkale ilçesinin 4 kilometre doğusunda konumlanmaktadır. Şehir Hititlerden evvel Hattiler hâkimiyeti altında iken “Hattuş” olarak adlandırılmış, Hitit egemenliğine geçtikten sonra ise adı “Hattuşa” olarak değişmiştir. Kuşşara şehrinin kralı Anitta tarafından MÖ 1700’lerde alınmış ve gene aynı kişi tarafından yıkılmış bir şehir olan Hattuşa, yaklaşık yüz yıl sonrasında tekrardan inşa edilerek 400 yıldan uzun bir süre boyunca bölgede hâkimiyet kuran Hitit İmparatorluğu’na başkent olmuştur. Şehrin, sanat ve mimari açısından gelişim gösterdiği, yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Bu kazılar sonucu; Aşağı Kent, Yukarı Kent, Büyük Kale (Kral Kalesi), Yazılıkaya olmak üzere 4 adet katman belirlenmiştir. Bu katmanlarda Hatti, Asur, Hitit, Frig, Galat, Roma ve Bizans dönemlerinden eserler ortaya çıkarılmıştır. Bölgedeki ilk kazılar 1893 ve 1894 yıllarında Fransız arkeolog Chales Texier tarafından başlatılmıştır. 1906 yılında Alman Hugo Winckler ile İstanbul Arkeoloji Müzesi'nden Thedor Makridi tarafından gerçekleştirilen araştırmalarda ise Hititlerin büyük bir çivi yazısı arşivine ulaşılmıştır. Günümüzde bölgede görülebilen tapınaklar, surlar ve kraliyet konakları gibi kalıntıların büyük bir bölümü Büyük Kral IV. Tudhaliya döneminde inşa edilmiş yapılardır. 


Nemrut Dağı (1987)

UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne 11 Aralık 1987 tarihinde, kültürel kategoride dâhil olmuş olan Nemrut Dağı, Adıyaman’ın Kahta ilçesinde bulunmaktadır. Dağın yüksekliği 2150 metredir. Dağın yamaçlarında hüküm sürmüş olan, Grek ve Pers kültür öğelerinin güçlü bir birlikteliği kabul edilen Kommagene Uygarlığı’nın Kralı I. Antiochus’un, ataları ve tanrılarına adadığı devasa heykeller ve mezarlıklar, Helenistik Dönem’e damgasını vurmuş en büyüleyici eserlerindendir. 2000 yıldır bölgede duran, yüksekliği 10 metreyi bulan heykeller ve metrelerce uzunluktaki kitabeler, görsel ve manevi açıdan Kommagene Krallığı kültürünün önemli yansımalarıdır.

Dağ aynı zamanda yüksekliği sebebiyle muazzam güzellikte gün doğumu ve batımı manzaralarının seyredilebileceği, dünya çapında ilgi gören değerli bir noktadır. Milli Park’ı ile UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yerini bulmuş olan Nemrut Dağı’nda dev heykeller ve Tümülüs, Arsameia (Eski Kale), Yeni Kale, Karakuş Tepesi ve Cendere Köprüsü bulunmaktadır. Yamaçtaki devasa heykeller dağın batı ve kuzey teraslarındadır. Kutsal açıdan önemi bulunan doğu terası ise önemli heykel ve mimari kalıntıların bulunduğu alandır. Bu heykeller kireçtaşından yapılmıştır. Bölgedeki ilk araştırmalar İngiliz genç bilim adamı Otto Punchtein tarafından başlatılmıştır. Uzun çalışmalar sonucunda Grekçe yazılmış kitabeyi çözen araştırmacı Punchtein, eserlerin Kommagene kralı tarafından yaptırıldığını çözer ve Nemrut Dağı’nın sırlarını öğrenmeye başlar. Günümüzde bölgede kralın mezarının bulunduğu bilinmekle birlikte mezarın nerede olduğu halen ortaya çıkarılamamıştır.   


Xanthos-Letoon (1988)

Antik Çağ’da Likya Uygarlığı’nın idari merkezi olan, Fethiye’de Kınık Köyü yakınlarında bulunan Xanthos 9 Aralık 1988’de UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne kültürel kategoride dâhil edilmiştir. Kentteki en eski, büyük tarihsel öneme sahip kalıntılar MÖ 8. yüzyıla tarihlenmektedir. MÖ 545 yılında Perslerin egemenliğine girmeden önce bağımsız nitelikte bir kent olan Xanthos, Perslersin egemenliğine girmesinin ardından yaklaşık yüz yıl sonra tamamen yanmıştır. Knet, yangının ardından tekrar inşa edilmiş ve Likya Uygarlığı’nın başkenti olmuştur. Sırasıyla Roma, Bizans ve 7. yüzyılda Arap akınları ile birlikte Arap hâkimiyetine girmiştir. Tarihi boyunca çok sayıda savaşın ve tarihi olayların sahnesi olan Xanthos’ta her dönemden izler taşıyan lahitler, kaya mezarları ve dikili taşlar ortaya çıkarılmıştır.

Antik Çağ’da Likya’nın dini merkezi olan Letoon, Kumluova Köyü yakınlarında bulunmaktadır. Xanthos’a 4 kilometre mesafededir. Bu kutsal alanda Roma Tiyatrosu ve bir çeşmenin yanı sıra bir manastır, Leto, Apollon ve Artemis Tapınakları bulunmaktadır. Peripteros tarzında, yani çevresi tek sıra sütunla çevrili plan tipinde inşa edilmiş Leto Tapınağı; Artemis ve Apollo’nun annesine adanmış en büyük tapınak niteliğindedir. 30,25-15,75 metre boyutlarındaki tapınak batıda bulunmaktadır. Apollo'ya adanmış olan dor tarzındaki tapınak daha az korunmuştur. En küçük boyutlardaki Artemis Tapınağı ise, Leto ve Apollo tapınaklarının ortasında yer almaktadır. Çeşme, tapınakların güneydoğusunda; kilise ise doğusunda yer almaktadır. Roma Tiyatrosu ise kentin kuzeyine konumlanmıştır.  


Pamukkale-Hierapolis (1988)

Antik çağlardan günümüze ulaşmış en göz alıcı manzaralar ve deneyimler sunan Pamukkale travertenleri ve Hierapolis Antik Kenti, doğal/kültürel kategoride, 17 Aralık 1988 tarihinde UNESCO tarafından Dünya Mirası ilan edilmiştir. Çaldağı’nın güney eteklerinden gelen kalsiyum oksit içerikli suların meydana getirmiş olduğu bembeyaz travertenler eşi bulunmayan bir doğal oluşumdur. Travertenler, Menderes Nehri vadisinde yer almaktadır. Hemen yakınında bulunan Hierapolis Antik Kenti ise Geç Helenistik ve Erken Hıristiyanlık dönemlerine ait kalıntıları bünyesinde barındırmaktadır.

Hierapolis Antik Kenti’nin kuruluşuyla ilgili yeterli bilgi bulunmamakla birlikte MÖ 2. yüzyılın başlarında, Bergama’nın efsanevi kurucusu Telephos’un karısı Amazonlar kraliçesi Hiera’dan dolayı Hierapolis adını aldığı düşünülmektedir. Kent, deprem kuşağı üzerinde yer almasından dolayı büyük zarar görmüş ve ardından yenilenmiştir. Fakat bu yıkım sonucunda Helenistik niteliklerini tamamen kaybetmiş ve Roma kentinin tipik özelliklerine bürünmüştür. Roma döneminin ardından Bizans açısından da Piskoposluk merkezi olarak önem taşıyan antik kent, metal ve taş işlemeciliğinin yanı sıra dokuma kumaşlarıyla da ün salmıştır. 95 bin kapasiteli tiyatroya sahip olmasından dolayı kentin nüfusunun 95 bin ile 100 bin arasında olduğu tahmin edilmektedir. Kent, kültürel açıdan birçok unsurun bir arada günümüze kadar ulaştığı, önem taşıyan bir insanlık mirasıdır.

Şifalı suları ile de ün salmış bir bölge olan Pamukkale, Denizli’ye 2 kilometre uzaklıktadır. Suların kalp rahatsızlığı, solunum ve deri rahatsızlıkları gibi birçok hastalığa iyi geldiği bilinmektedir. 

Safranbolu (1994)

17 Aralık 1994 tarihinde UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmış olan Safranbolu, Karabük’ün bir ilçesidir. Klasik Osmanlı kent mimarisini yansıtan Safranbolu evlerinin benzerlerine, Türkiye’nin Beypazarı, Göynük, Taraklı, Odunpazarı ve Osmaneli gibi yerlerinde de rastlanmaktadır. Nadir bulunan bir bitki türü olan safranın bölgede yetişmesinden dolayı bölgenin adı Safranbolu’dur. Konumu sebebiyle tarihi boyunca yerleşim yeri olarak tercih edilen, idari ve ticari açıdan öneme sahip Safranbolu; Karadeniz kıyılarını, Batı, Kuzey ve Orta Anadolu’yu birbirine bağlayan bir bölgedir. 1196 yılında Türkler tarafından alınana kadar birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır.

Bölgede MÖ 3000-4000 yıllarına dayanan Tümülüsler bulunmaktadır. Eskiden Paflagonya olarak bilinen bölgede yer alan Safranbolu’ya ilk yerleşenlerin Gaspalar ve Zalpalar olduğu bilinmektedir. Ardından sırası ile Hititler, Frigler, dolaylı yoldan Lidyalılar, Persler, Helenistik Krallıklar (Pondlar), Romalılar (Bizans), Selçuklular, Çobanoğulları, Candaroğulları ve Osmanlılar hâkim olmuştur. Osmanlı döneminde etkin olarak kullanılan Cinci Hanı ve Hamamı, ticaretin yoğun olduğu dönemde işlev görmüştür. Osmanlı İmparatorluğu döneminde İpek Yolu üzerinde olmasından dolayı Safranbolu faal bir şehir olmuştur. Bu sebepten dolayı birçok din, kültür ve etnik çeşitliliğe ev sahipliği yapmıştır. 18. yüzyılda Avrupa ve Asya ticareti açısından büyük bir önem teşkil etmiş olan Safranbolu; Türk tarihinin kentsel açıdan izlerinin görülebileceği, ahşap evleri, geleneksel şehir planı ve anıtsal nitelikteki yapıları ile bütün olarak koruma altına alınmış bir şehirdir.


Troya Antik Kenti (1998)

5 Haziran 1988 tarihinde UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne kültürel kategoride alınan Troya Antik Kenti, dünya çapında ün salmış en ünlü antik kentler arasındadır. Çanakkale’de Kaz Dağı eteklerinde, günümüzde Tevfikiye Köyü’nün batısında bulunan kent, Homeros’un yazdığı tahmin edilen İlyada Destanı’nda bahsedilen Truva Savaşı’nın meydana geldiği yerdir. Antik kent, Hisarlık Tepesi’nde bulunmaktadır. 1870’lerde amatör bir arkeolog tarafından keşfedilen ve ortaya çıkarılan eserler Türkiye, Rusya ve Almanya’da bulunmaktadır. Başlarda Efes ve Milet antik kentleri gibi denize yakın konumda bulunan Troya Antik Kenti, Karamenderes Nehri’nin taşıdığı alüvyonlar sebebiyle deniz kıyısından uzaklaşmıştır. 9 katmana sahip Troya, 3000 yıllık bir tarihin izlerinin takip edilebileceği oldukça önemli tarihi bir madendir.

Anadolu, Ege ve Balkanların buluştuğu noktada bulunan Troya Antik Kenti’ndeki en erken tarihli yerleşim MÖ 3000 ile 2500 yılları arasında, Tunç Çağı’na dayanmaktadır. Troya, Tunç Çağı’ndan MÖ 85 ve MS 8. tarihlerindeki Roma yerleşimine kadar geçen aradaki dönemde de devamlı yerleşim almıştır. Coğrafi bağlamda da diğer kültürlerle yakın bir konumda bulunmasından dolayı ticari açıdan devamlı etkileşim halinde bulunulan bir şehir olan Troya Antik Kenti, sahip olduğu kesintisiz katmanlar ile Anadolu ve Ege’deki diğer arkeolojik alanlar için referans niteliği taşımaktadır. 1871’de Heinrich Schliemann, daha sonra W. Dörpfeld, C.W Blegen tarafından ilk kez gerçekleştirilen kazılara günümüzde de devam edilmektedir.


Edirne Selimiye Camii ve Külliyesi (2011)

Osmanlı’nın başkentlerinden biri olan Edirne’de bulunan Selimiye Camii anıtsal nitelikte bir yapıdır. 29 Haziran 2011 tarihinde UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan cami ve külliyesi, Osmanlı Padişahı II. Selim tarafından Mimar Sinan’a inşa ettirilmiştir. Osmanlı mimarisinin en önemli yapılarından biri olan cami, aynı zamanda Mimar Sinan’ın “ustalık eserim” dediği, 90 yaşında ürettiği bir eseridir. Estetik değeri, teknik açıdan mimari mükemmelliği bakımından önemli bir örnek ve başyapıt niteliğindedir.

Selimiye Camii ve Külliyesi’nin yapımına 1568 yılında başlanmıştır. İbadete açılma tarihi ise II. Selim’in ölümünün ardından gerçekleşmiş, 14 Mart 1575’i bulmuştur. Şehrin merkezinde konumlanmış yapı, Edirne’nin siluetindeki başlıca görsel unsurdur. Caminin iç tasarımındaki özen, ince ve uzun üç şerefeli dört adet minaresindeki zariflik göz dolduran niteliktedir. İç tasarımında kullanılan taş, mermer, ahşap, sedef ve çini motifleri dönemin en iyi örneklerindendir. Minarelerin yüksekliği 85 metredir. Caminin kubbesi ise özgün bir nitelik taşımaktadır. Camide görülen kubbe tarzı daha önce hiçbir cami veya antik çağ mabedindekine benzememektedir. İç mekân ise İznik çinileri ile süslüdür. Bu çinilerin bir kısmı 1877-1878 yıllarında, Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rus General Mihail Skobelev tarafından Rusya’ya götürülmüştür. Revaklarla ve kubbelerle süslü mermer iç avlusu, el yazması kütüphanesi, eğitim bölümleri, arastası ve dış avlusu ile tam tekmil bir yapıda olan Selimiye Camii ve Külliyesi kültürel varlık kategorisinde "Dünya Mirası" ilan edilmiştir.


Çatalhöyük Neolitik Kenti (2012)

Neolitik ve Kalkolitik Çağ yerleşim yeri olan, çok geniş bir alana yayılmış Çatalhöyük, Orta Anadolu’da 9000 yıl önce yerleşim kurulmuş bir kenttir. 1 Temmuz 2012 tarihinde kültürel kategoride UNESCO Dünya Mirası ilan edilen Çatalhöyük, doğu ve batı yönlerinde yan yana iki höyükten meydana gelmektedir. Doğu’da yer alan höyük Neolitik, Batı’da yer alan ise Kalkolitik Çağ’da yerleşim almıştır. Çatalhöyük, Konya’nın Çumra ilçesinin 11 kilometre kuzeyinde yer almaktadır.
14 hektarlık bir alan üzerine yayılı olan Neolitik Kent, insanlığın yerleşik hayata geçip tarım ve hayvancılıkla uğraşmaya başladığı döneme tanıklık etmiştir. Doğu Höyüğü, MÖ 7400 ve 6200 yılları arasına tarihlenmiş 18 Neolitik yerleşim katmanından meydana gelmektedir ve bugüne kadar gelen en eski ve en gelişmiş Neolitik Çağ yerleşimi olduğu tahmin edilmektedir. Bu höyükte dönemin yaşam şartlarını ve yerleşik hayata geçme deneyimini resmeden duvar resimleri, heykeller ve diğer sanatsal öğeler ortaya çıkarılmıştır. Kalkolitik Çağ yerleşim yeri olan Batı Höyüğü ise MÖ 6200 ve 5200 yıllarında yerleşimin olduğu bölümdür. Bu höyükte ise o döneme özgü kültürel özellikler yer almaktadır. Çatalhöyük, kesintisiz 2000 yıldan fazla süredir bölgede var olan yaşamın, köyden kent hayatına geçişin izlenebilme imkânını sunmaktadır. Ayrıca bölgenin batısına doğru ufak çapta bir yerleşim ve doğusuna doğru birkaç yüz metre mesafede de Bizans yerleşimi mevcuttur. Çatalhöyük tüm unsurları ile diğer Neolitik yerleşim yerlerinden ayrılmakta ve evrensel boyutta bir önem taşımaktadır.


Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı (2014)

İzmir’in kuzeyinde Bakırçay Havzası’nda yer alan Bergama, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne 2011 yılında geçici olarak alınmış, 22 Haziran 2014’teki Dünya Miras Komitesi’nin Katar’ın başkenti Doha’da düzenlediği toplantının ardından ise Dünya Mirası Listesi’ne girmiştir. Dünya Mirası Listesi’ne giren 999. varlık olan Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı, listeye kültürelpeyzaj alanında dâhil olmuştur. Alan; Helenistik, Roma, Doğu Roma ve Osmanlı Dönemlerine ait katmanlara sahiptir. Dokuz bileşenden oluşan bu katmanlar; Pergamon (çok katmanlı kent), Kibele Kutsal Alanı, İlyas Tepe, Yığma Tepe, İkili, Tavşan Tepe, X Tepe, A Tepe ve Maltepe Tümülüsleri’nden meydana gelmektedir. Anıtsal nitelikte bir mimariye sahip Kale Dağı tepesinde yer alan antik yerleşim Pergamon, Helenistik Dönem mimarisinin dikkat çekici bir yansımasıdır. Bu mimari planlamanın öne çıkan başat yapıları ise; Athena Tapınağı, Trajan Tapınağı, Helenistik dönemin en dik tiyatro yapısı, kütüphane, Heroon, Zeus Sunağı, Dionysos Tapınağı, agora ve gymnasion yapılarıdır. Kent, Helenistik Bergama Krallığı döneminin başkenti ve aynı zamanda eğitim alanında gelişim gösteren önemli bir merkezidir. Ardından Roma İmparatorluğu’nun Asya Eyaleti’nin de başkenti olmuş; Asklepion adlı, dönemin en önemli sağlık merkezine ev sahipliği yapmıştır. Osmanlı döneminden çok sayıda han, hamam, cami ve ticari merkezin de kurulduğu Bergama, aynı zamanda Helenistik ve Roma dönemlerine ait nadide eserlere de ev sahipliği yapmaktadır.


Bursa ve Cumalıkızık (2014)

Cumalıkızık, Bursa’nın Yıldırım ilçesine bağlı bir mahalledir. 2000 yılında Geçici Liste’ye alınan mahalle, 22 Haziran 2014 tarihinde Dünya Miras Komitesi’nin 38. dönem toplantısında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dâhil edilmiştir. Bununla birlikte Bursa’nın “Dünya Mirası” ilan edilen alanı; Orhangazi Külliyesi ve çevresini içine alan Hanlar Bölgesi, Hüdavendigar (I. Murad) Külliyesi, Yıldırım (I. Bayezid) Külliyesi, Yeşil (I. Mehmed) Külliye, Muradiye (II. Murad) Külliyesi ve Cumalıkızık Köyü’nü kapsamaktadır.

Bursa tarihi boyunca bedestenleri, büyük hanları ve çarşılarıyla ticari açıdan önemli bir merkez olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk başkenti olma niteliğine sahip kentin Hanlar Bölgesi, 14. yüzyıldan günümüze kadar ticari açıdan her zaman önem taşımıştır. Bursa kentleşme şekli açısından, daha sonra kurulan Osmanlı kentlerine örnek teşkil etmiştir. Cumalıkızık’ın kuruluşu yaklaşık 1300’lü yıllara denk gelmektedir. Uludağ etekleri ile vadiler arasında kurulmuş olan köylere “kızık” adı verilmiştir. Tarihi dokusu oldukça iyi korunmuş olan köy, genelde üç katlı, moloz taş, ağaç ve kerpiçten inşa edilmiş kırsal sivil mimarinin görülebileceği bir alandır. Evlerin üst katları cumbalı ve kafesli camlara sahiptir. Rengârenk boyanmış evlerin kapı kulpları ve tokmakları dövme demirden yapılmadır. Köyün meydanında köyün tarihini sergileyen bir müze de bulunmaktadır. Bursa ve Cumalıkızık’ın halen koruduğu canlı ticari ortamı Osmanlı Dönemi’nden kalma izleri günümüze taşımaktadır. 


Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri (2015)

4 Temmuz 2015 tarihinde UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı; DiyarbakırSurları ve HevselBahçeleri olmak üzere iki unsurdan meydana gelmektedir. Dünya insanlık tarihi ve mirası bakımından büyük önem taşıyan Diyarbakır Kalesi, Burçları ve Surları günümüze orijinal bir şekilde ulaşabilmiş varlıklardır. Suların ana girişleri Dağ Kapı, Urfa Kapı, Mardin Kapı ve Yeni Kapı’dır. Çin Seddi’nin ardından dünyanın en uzun ve geniş savunma duvarı olan Diyarbakır Kalesi, yaklaşık 7bin yıllık bir geçmişe sahiptir. Bölgede yaşamış medeniyetlerin kültürleri ve ihtiyaçları doğrultusunda şekillenen kale iyi bir şekilde korunmuştur.

Tarımsal açıdan ve halk kültürü açısından önem taşıyan Hevsel Bahçeleri ise, bahçe kültürünün çok yaygın olduğu coğrafyada 8 bin yıllık bir ömre sahiptir. Dicle Nehri kıyısında ve Diyarbakır Kalesi arasında yer alan, yaklaşık 10 bin dönümlük verimli bir arazi üzerine kurulu olan Hevsel Bahçeleri, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en büyük kuş cennetidir. Göç yolları üzerinde bulunan Dicle Vadisi ve Hevsel Bahçeleri, kuşların yaz ve kış mevsimlerinde dinlendikleri ve besin buldukları doğal bir alandır. 180’den fazla kuş türünün yaşam alanı olan bahçeler; su samuru, sincap, tilki, sansar ve kirpi gibi birçok memeliye ev sahipliği yapmaktadır. Antik dönemlerde Diyarbakır’ın tahıl ambarı olarak bilinen Hevsel Bahçeleri’nde meyve ve sebze yetiştiriciliği de yapılmaktadır.


Efes (2015)

Çukuriçi Höyük, Ayasuluk Tepesi (Selçuk Kalesi, St. John Bazilikası, İsa Bey Hamamı, İsa Bey Camii, Artemision), Efes Antik Kenti ve Meryem Ana Evi olmak üzere dört unsurdan meydana gelen Efes, 5 Temmuz 2015 tarihinde UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmıştır. Bugün İzmir’in Selçuk ilçesi sınırlarında yer almaktadır. Oldukça büyük öneme sahip bir liman kenti ve ticaret merkezi olan Efes, kesintisiz bir şekilde 9000 yıl boyunca yerleşim görmüştür. Antik dönemin dikkat çeken bir merkezi olan Efes, tarih öncesinden itibaren Helenistik, Roma, Doğu Roma, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde her uygarlığa ortak bir şekilde hitap edebilen bir bölge olmuştur. Farklı dönemlere ait şehir ve bölge planlamalarının çok üst dizey niteliklere sahip olduğu ve mimari açıdan da özenli bir emek yatırımının yapıldığı görülmektedir. Bu yapılar Helenistik ve Roma dönemine dair önemli veriler sunmaktadır.

Efes, MÖ 8. yüzyıldan günümüze kadar dini açıdan insanlığın manevi ihtiyaçlarına karşılık bulduğu bir merkezdir. Harabeleri yılda ortalama 1,5 milyon kişi ziyaret etmektedir. Tamamı mermerden inşa edilmiş Efes’te antik dönemin yedi harikasından bir olan Artemision, Hazreti Meryem’in Hazreti İsa’nın annesi kabul ve ilan edildiği Meryem Kilisesi, İsa’nın havarilerinden biri olan St. John’un mezarı üzerine inşa edilen bazilika gibi Erken Hıristiyanlık döneminde önem taşımış yapılar ve beylikler dönemine tarihlenen İslami yapılar, antik kentin bulunduğu bu bölgeye muazzam bir önem yüklemektedir. 


Ani Arkeolojik Alanı (2016)

Kars’ın il merkezinin 42 kilometre güneydoğusunda yer alan şehir kalıntısı, Türkiye ve Ermenistan sınırında yer almaktadır. Bir İpek Yolu yerleşimi olan Ani Arkeolojik Alanı 15 Temmuz 2016’da UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dâhil olmuştur. Erken Demir Çağı’ndan 16. yüzyıla değin devamlı yerleşim alan bir bölge olan Ani; Orta Çağ mimarisi, sanat anlayışı ve şehirciliğinin çok kültürlülüğünü barındıran bir tezahürüdür. 4. yüzyılda başlayan ilk yerleşim, kapalı kent tipinden açık kent tipine ilk geçiş deneyiminin belgesidir.

Ermeni, Gürcü, Bizans ve Selçuklular kültürlerinin buluşma noktası niteliği taşıyan Ani, çok kültürlü ticari bir merkez haline gelmiştir. 961-1045 yılları arasında Pakraduni Hanedanlığı’ndan Ermeni hükümdarları tarafından başkent olarak kullanılmıştır. 11. ve 12. yüzyıllara ait İslami mimari yapılar da bulunmaktadır. Bu karşılıklı kültür alışverişinin ortaya koyduğu yaratıcı ve özgün mimari tasarım üslupları, inşaat teknikleri ve dekorasyon unsurları Kafkasya ve Anadolu’da yankı bulmuştur. Ani’ye özgü meydana gelen bu mimari dil anıtsal nitelikte yapılar ortaya koymuştur. Ani aynı zamanda “1001 Kilise Şehri” ve “40 Kapılı Şehir” olarak da anılmaktadır. 823 yapının ve mağaranın bulunduğu bir yeraltı şehri de 1880’li yıllarda keşfedilmiştir. Kentin iki yanı Arapçay Kanyonu ile çevrilidir. Plato tarafındaki üçüncü cephesi 10. yüzyıla ait bir surla örülüdür ve Aslanlı Kapı kentin ana girişidir. Şehrin suru, 8 adet kilise ve cami, Ani’nin ayakta kalmış en önemli yapılarıdır.   


Afrodisisas (2017)

Aydın’ın Karacasu ilçesindeki GeyreMahallesi sınırları dâhilinde yer alan, denizden yaklaşık 600 metre yükseklikte, Menderes Irmağı’nın bir kolu olan Dandalaz Çayı’nın oluşturduğu vadide konumlanmış Afrodisias Antik Kenti, 9 Temmuz 2017 tarihinde kültürel kategoride UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dâhil edilmiştir. Kentin kuzeyinde, oldukça yakın bir konumda yer alan Babadağ eteklerindeki taş ocakları, antik dönemde kente kültürel açıdan çok büyük zenginlikler katmıştır. Bu sayede 1. ve 5. yüzyıllar arasında Akdeniz’de büyük üne kavuşan heykeltıraşlar yetişmiştir.

MÖ 4500 yıllarına tarihlenen yerleşim, MÖ 2. yüzyıla tarihlenen Menderes Vadisi’ndeki şehirleşme hareketliyle birlikte ise kent devleti (polis) biçimine evirilmiştir. Roma İmparatorluğu ile gelişim göstermeye başlamış, Augustus unvanını alacak Octavian tarafından “Tüm Asya’dan kendime bu kenti seçtim” denmesinin ardından ayrıcalıkların tanınmasıyla hızlıca gelişmiş, özellikle heykel alanında sanat açısından bir merkez haline gelmiştir. Afrodit adına yapılan törenler ve Afrodit Tapınağı ile gözleri kendine çevirmiştir. 

Kent, deprem kuşağı üzerinde yer aldığından tarihi boyunca birçok kez hasar almıştır. Kentin önemi, istisnai bir şekilde iyi korunmuş yazıtlardan ve kabartmalardan, çoğunluğu mermerden oluşan mimarisinden, Geç Helenistik dönem ile Roma ve Bizans’ın fikir ve kültür mirasının etkileşimini sergilemesinden kaynaklanmaktadır. Dönemin mermer sanatı ve mimarisinin izlerinin görülebildiği Afrodisias Antik Kenti, bu açıdan verilerin toplandığı önemli bir merkez olma özelliğine sahiptir.