İki kıta arasında köprü olan İstanbul’da yaşayan biri olarak iki kıtanın birbirinden ayrıldığı yer olan İzlanda hep ilgimi çekmiştir. Fiziki olarak yarı Avrupalı yarı Kuzey Amerikalı sayılan İzlanda jeolojik olarak Amerika ve Avrupa kıtalarının Atlantik okyanusu altında sürtünmesi sonucu oluşmuş.
Atlas Okyanusu'nun kuzeyinde Grönland'a 350 km, Norveç'e 1.050 km ve İskoçya'ya 800 km uzaklıktaki ada ülkesi 103.000 kilometrekarelik alana sahip. Halen aktif olan 30 kadar volkana ve zengin termal kaynaklara ev sahipliği yapan ülkede son önemli patlama 2010 senesinde gerçekleşti. Adının okunmasındaki zorluk ile tüm spikerleri terleten Eyjafjallajökull Yanardağı o dönemde tüm Avrupa hava trafiğini felç etmişti.
İzlanda için en sık kullanılan yakıştırma “altı yanan, üstü donan buzlar ülkesi”. Bir tarafta 30’u aktif toplam 200’e yakın volkan, lav ovaları, gayzerler varken, diğer tarafta Avrupa’nın en geniş buzulu olan Vatnapöhull burada. Adanın sembolü Buz Dağı (jökull). Efsaneye göre etrafı sönmüş volkan ve lavlar ile çevrili olan bu buz dağı Pagan tanrısı “Bardur” tarafından korunuyor ve Viking Tanrısı Trol de Bardur’a güç veriyor.
Burası Kutup bölgesine çok yakın olsa da ölçülen en düşük sıcaklık -39.7. Genelde kış aylarında 0 derece civarında seyrediyor, çünkü sıcak su akıntıları ülkeyi ılımanlaştırıyor. Haziran gibi giderseniz 18 gün kesintisiz gündüz yaşayabilirsiniz. Kuzey ışıklarının da en iyi gözlemlenebildiği yerlerden biri burası.
Hep deriz ya, “Doğa ne kadar güçlü!” diye, işte İzlanda bu gücü yakından hissedebileceğiniz bir yer.
BAŞKENT REYKJAVIK
125 bin civarındaki nüfusu ile İzlanda’nın en kalabalık kenti olan Reykjavik, önemli bir balıkçılık merkezi. Ülkenin güney batısında yer alan Reykjavik’in büyük bir kısmını bundan 10.000 yıl öncesine kadar buzul kaplıyormuş.
Kentteki en dikkat çekici ve en yüksek yapı Lüteryan kilisesi olan “Hallgrímskirkja”. Kirkja kilise anlamına geliyor. Kilisenin yapımına 1945’te başlanmış, 1986 senesinde tamamlanmış. Kentin her yerinde kolaylıkla görülebilen kilisenin mimarı Guðjón Samúelsson, İzlanda için oldukça sıradan olan volkanik hareketlilikten, lav akıntılarından etkilenmiş. Kilisenin dışı patlamış bir volkandan akan lava benzetilmiş. Özellikle de akşam saatlerinde kilisenin içindeki ışıklar yanınca, dışarıdan kilisenin tepesinde alevler varmış gibi bir görüntü oluşuyor. Kilisenin içi de dışı gibi oldukça sade. Kilisenin en önemli özelliklerinden biri 5.275 boruya sahip olan 25 ton ağırlığındaki orgu: “Orgelsjodur”
Hemen kilisenin önünde büyük kaşif ve bir Viking olan Leifur Eiriksson’un ayakta yüksek kaide üzerinde bir heykeli var. Grönland’ın kurucusu olan Leifur Eiriksson’ın aynı zamanda Kristof Kolomb’un 1492’de Amerika’yı keşfinden çok daha önce 1000 senesinde Kuzey Amerika’yı keşfettiğine inanıyorlar.
Laugavegur caddesi, alışveriş severler için bir cazibe merkezi. Cadde boyunca sıralanan hediyelik eşya dükkanlarından alınabilecek en güzel hediyeler yünden yapılmış bere, atkı ve eldivenler, milli içkileri Brennivin, İzlandalı şarkıcı Björk'ün ve Sigur Ros’un müzik CD'leri, konserve deniz ürünleri, boyanmış taşlar ve meşhur Puffin Papağanının maskotu.
Gençlerin buluşma ve sosyalleşme noktalarından biri de Arnarholl Tepesi. Bu yeşillik alanın ortasında ise Arnarholl Heykeli yer alıyor. Bu heykel 874 senesinde ailesi ile birlikte buraya yerleşen Viking Ingolfur Arnarson’un anısına dikilmiş.
Buradan rahatlıkla kentteki en ilginç yapılardan biri olan Opera binasını görebilirsiniz. Diğer Kuzey Avrupa ülkelerinde de olduğu gibi burada da Opera binası denize yakın ve bal peteğine benzer ilginç bir tasarımla inşa edilmiş.
Kentte görülmeye değer bir diğer yapı ise Perlan. Perlan, her biri 4 milyon litre sıcak su barındıran 6 tane su tankı üzerine kurulmuş bir kompleks. Buranın ilk katında Saga Müzesi ve sergi alanı var.
REJKJAVIK ÇEVRESİ
Rejkjavik’in çevresinde günübirlik gezilerle ulaşılabilecek noktalar da en az kentin içi kadar ilgi çekici. Ancak bölge o kadar zengin ki anlatmak için bu alan yeterli değil. Kısa kısa geçtiğim bu bilgilerin detaylarını https://gezimanya.com/izlanda adresinden takip edebilirsiniz.
Strokkur gayzeri:
İşte burası tüm İzlanda’nın en etkileyici yerlerinden biri. Bu bölgeye yaklaştığınızda yerden yükselen dumanları görüyorsunuz. Resmen toprak tütüyor. Gayzerlere doğru yürürken ayağınızın altının ısındığını hissedebilirsiniz. Delik deşik arazide irili ufaklı yüzlerce gayzer var. En büyüğünün adı Strokkur. Her gayzerin yanında olduğu gibi Strokkur’un yanında da “Dikkat!” uyarısı var. Çünkü buradaki su, kaynar su. Fay hatları ya da volkanik kırıkların olduğu bölgelerde görülen gayzerler yerin dibindeki suyun ısınarak patlama yapması nedeniyle ısınan su yer yüzüne fışkırarak çıkıyor. Strokkur 4-8 dakika da bir patlıyor ve patladığında suların 40 metre yüksekliğe kadar püskürdüğünü görebiliyorsunuz. Çevresindeyken hiç ıslanmıyorsunuz çünkü püsküren su o kadar sıcak ki, hemen havada buharlaşıyor. Bu sıcak su kaynaklarından ısınmada ve elektrik enerjisinde faydalanılıyor. Sudaki kükürt nedeniyle havada bozulmuş yumurta kokusu olmasına bu gezintiden çok keyif alacağından emin olabilirsiniz.
Blue Lagoon:
Blue Lagoon da ülkenin altının kaynadığına işaret eden, İzlanda’nın doğa harikalarından biri. Reykjavik’e yaklaşık 40 kilometre mesafede olan Blue Lagoon’a Reykjavik’ten her saat başı kalkan servislerle ya da uluslararası havaalanından ulaşabilirsiniz. Blue Lagoon (Mavi Lagün) ismini suyunun masmavi renginden alıyor, renk ise Silika denen bir maddeden dolayı mavi.
Lagün Svartsengi jeotermal santralinden iki günde bir gelen su ile besleniyor. Buraya gelen kızgın su elektrik üretiminde ve tribünleri çalıştırmak için kullanılıyor. Bu tribünler kentin sıcak su ihtiyacını karşılıyor, kalanı ise Blue Lagoon’a veriliyor.
Blue Lagoon tesislerinde size verdikleri bileklikler ile hem soyunma kabinlerini kullanabiliyor, hem de satın aldığınız yiyecek içecekleri ödeyebiliyorsunuz. Girdiğiniz mavi gölün suyunun çeşitli cilt hastalıklarını iyi geldiği söyleniyor. Aynı zamanda solunum yollarına iyi gelmesi de bize verdikleri bir diğer bilgi. Dışarısı 2-3 dereceyken 39 derecelik suya girmek çok keyifli. Yanınıza mayo almayı unutmayın.
Thingvellir ve Gullfoss:
Strokkur Gayzeri’yle birlikte bu üçlüye “altın üçgen” deniyor. Strokkur Gayzeri’nin de içinde yer aldığı Thingvellir aslında bir doğal park alanı. Tepelerinden baktığınızda fay kırığını net olarak görebiliyorsunuz.
Gullfoss Şelaleleri, yani “altın şelalaler” bölgesine yaklaştığınızda karşınızda Langjökull yani Lang buzulunu görüyoruz. Buradaki tesisten dilerseniz 4x4 özel araçlarla buzul turuna katılabiliyor ve buzul üzerinde kısa bir yürüyüş yapabiliyorsunuz. Gulfoss Şelalesi İzlanda’daki pek çok diğer şelale gibi buzullardan besleniyor. Daha şelaleyi görmeden şelaleden yükselen su buharlarını görebiliyor ve şelalenin gürül gürül sesini duyabiliyoruz. Tektonik hareketler sonucu oluşmuş şelale aslında düz akan Hvita Nehri’nin yer kırılması sonucu yönünün değişmesiyle oluşmuş. Aslında 2 farklı şelale var. Biri 11 metreden dökülüyor ve kademeler yaparak ikinci şelaleyi oluşturuyor. Bu ikinci şelale de 20 metreden dökülüyor. Yani Gullfoss’un toplam yüksekliği 31 metre diyebiliriz.
Gullfoss’ta su öyle kuvvetli düşüyor ki, bir kısmı debinin kuvveti nedeniyle geri yükseliyor. Yapısıyla dünyada benzeri olmadığı söylenen şelaleden normalde saniyede 109 metreküp su düşerken yağışlı sezonda saniyede 20000 metreküpe kadar çıkabiliyormuş. 20nci yüzyılda elektrük üretimi için santral kurmak istediklerinde Sigridur Brattholti’nin önderliğinde halk itiraz etmiş ve hükümet şelaleyi koruma altına almaya karar vermiş. Bilmem size bir şeyler hatırlattı mı?