Montreal’e iş seyahati nedeniyle gitmem gerektiğinde ne olursa olsun en az yarım günümü ayırarak Leonard Cohen’in memlekti olan bu şehirde en azından onun mezarını ziyaret etmeyi ve yaşadığı çevrede dolaşmayı planlamıştım. Bunun için de küçük bir araştırma yaptığımda en güzel bilgileri New York Times’in Traveler ekinde yayınlanan “Exploring the Montreal That Leonard Cohen Loved” yazısında bulmuştum ve oradan edindiğim küçük bilgilerle nefis zaman geçirdim.
Önce mezarlık ziyareti ile başladım. Cohen, Montreal şehrinin neredeyse merkezinde sayılabilecek Mount Royal’in kuzey eteklerindeki Shaar Hashomayim Mezarlığı’na gömülmüştü. Oraya gitmek için bindiğim taksi şoförüne Shaar Hashomayim Mezarlığı’na gitmeyi istediğimi söylediğimde “hangi kapısından girelim?” sorusuyla karşılaştım. Ben de tabii ki bu sefer bir Montreal taksicisi olarak nasıl olsa bence bu kadar ünlü olan bir sanatçının mezarının nerede olduğunu bildiğini var sayarak Leonard Cohen’in mezarını ziyaret edeceğimi ilettim. Bu sefer taksi şoförü “Oh! Kadife sesli harika adam” tepkisi ile ölümüne ne kadar üzüldüğünü, ne kadar harika bir sanatçı olduğunu, şarkılarını mırıldanmaya, anlattıkça anlatmaya başladı ve ne yazık ki daha önce ne kendisinin ne de bir müşterisinin bu ziyareti yapmadığından tam yerini bilmediğini ancak mezarlık içindeki danışmadan kolaylıkla öğreneceğimizi söyledi. Bugünün en güzel müşterisinin ben olduğumu, ona bu fırsatı verdiğim için çok mutlu olduğunu heyecanla ekleyerek laflamaya devam etti. Sonuç olarak klasik bütün batı ülkelerinde olduğu gibi harika bir çevre düzenlemesi olan mezarlığa vardık ve aynen danışmaya giderek kolayca Cohen’in yerini bulduk. Aslında pek de kolay olmadı çünkü kendisinin adı henüz mezar taşında yazılı olmadığından ve o bölge tamamen Cohen ailesine ait olduğundan bir süre mezar taşları arasında dolaştık. (Bu arada ucu bucağı gözükemeyen bir mezarlığın içinde hiç tanımadığım bir taksici ile nasıl bir maceranın içinde olduğum duygusu sadece saniyeler sürdü çünkü sevgili yardımcım artık benden daha hevesli bir arayış içindeydi.)
Ve nihayet isimsiz ve kendi ailesinin yanı başındaki yatan Leonard Cohen’in mezarına ulaştık. Kibar taksi şoförü “ben sizi 5 dakika yalnız bırakayım” diyerek yanımda uzaklaştı. Bende çok farklı anıları olan eşsiz şarkıların sahibi özel sanatçı ile derin sessizlikte yalnız başıma kaldığımda şu an bile içimi ürperten bir sükût ve huzur çökmüştü üzerime. Ne dolu ve harika bir yaşamdan sonra hem de çok yakınlarda kendi deyimiyle “ölmeye hazırım” diyerek sevgiyle göçmüştü bu güzel adam. Kendimce dilekler, düşünceler içinde kaybolmuşken taksi şoförümün “İsterseniz fotoğrafınızı da çekebilirim” teklifiyle irkilerek 5 dakikamın dolduğunu anladım. Devamında da bu tatlı insan kendisinin de mezarlıkta fotoğraflarını çekmemi istedi ve ayaküstü Cohen’e küçük bir dua okuyarak hızlı hızlı arkamdan geldi.
Bu arada Cohen’in oğlu Adam Cohen'in babasının ölümünden sonra paylaştığı mesajı da sizlerle paylaşmak isterim:
“Ablam ve ben babamızı Montreal'e gömdük. Sadece yakın aile ve birkaç arkadaşı mevcutken, anne ve babasının yanında, süssüz bir çam kütüğünde yere indirildi. Tam da istediği gibi. Bunu yazarken, babamın mütevazılığının ve onurunun eşsiz karışımını, ulaşılabilir zarafetini, saygısızlığa yer vermeyen karizmasını, eski dünya beyefendiliğini ve işindeki ustalığını düşünüyorum. Keşke ona son bir teşekkür edebilseydim. Ona her zaman sağladığı rahatlık için, verdiği bilgelik için, göz kamaştırıcı zekâsı ve mizahı için, maraton sohbetleri için teşekkür ederim. Bana verdikleri için ve bana Montreal ve Yunanistan'ı sevmeyi öğrettiği için teşekkür ederim. Ve ona müzik için teşekkür ediyorum; önce beni bir çocukken baştan çıkaran müziği için sonra da kendi müziğimi yapmam için cesaretlendirmesi ve sonunda onunla müzik yapabilme ayrıcalığı için. Nazik mesajlarınız, sempatiniz ve babama olan sevginiz için teşekkürler.”
Taksiye bindiğimizde şimdi ne yapacağımı soran taksiciye Plateau’ye gideceğimi söylediğimde “İşte! Evet, şehrin en harika bölgesi!” diye bu seçimim için beni tebrik etti. Zaten Cohen de orada yaşıyordu ve takılıyordu diye heyecanlanarak yine Cohen'i anlatmaya devam etti. Beni Cohen’in evinin bulunduğu bölgeye bırakacağını ama daha sonra bir yerlere oturmadan bölgeyi yürüyerek keşfetmemi özellikle rica ederek Parc du Portugal (Portekiz Parkı) önünde yolculuğumuzu bitirdi. Özel anları paylaşmış artık iki yabancıdan daha yakın olarak iyi dileklerimizle vedalaştık. Şimdi bile düşündüğümde kendisi ile neden bir selfie yaparak paylaştığımız özel ziyareti ölümsüzleştirmediğimizi bilemiyorum ama benim için zaten hep öyle olacağını da biliyorum.
Evet, artık bence Montreal şehrinin en güzel ve yaşayan bölgesi Plateau’daydım. Buraya aynı zamanda “Mile End” de deniliyor. Hani hemen ortamın enerjisi sizi sarmalar ya aynen öyle bir duygu içindeydim. Önce Parc du Portugal’i ziyaret ettim. Parc du Portugal Portekizli göçmenlerin gelişinin plaketle anıldığı bir park. Zaten sanatçılar ve göçmenler (önce Yahudiler, daha sonra Portekizliler) , yüzyılın sonlarına doğru Plateau Mahallesi’nin bu kısmını paylaşmışlar.
Montrealliler için sıradan hatta kendilerince havanın harika olduğu bir gün olduğundan (9 °C) parkın her yerinde keyif yapıyorlardı. Montreal’de de aynen Avrupa’da olduğu gibi bütün parklar hep kalabalık ve keyif alanı olarak kullanılıyor.
Parkın hemen yanında Cohen’in 1970’lerin başında satın aldığı ve ölümüne kadar yaşadığı ev yer alıyor. Dışarıdan çok mütevazi ve doğal görünümüyle bölgeye uyum içinde olan gri taş tripleks bir ev burası. Cohen’i Montreal’de olduğu zamanlarda zamanın bir bölümünü evinin merdivenlerinde ya da Portugal du Parc’da dizüstü bilgisayarı dizlerinin üstünde otururken görmek çok sıradan bir şeymiş zamanında.
Parkın tam karşısında ise Cohen’in bu evde kaldığı zamanlar her sabah espressosunu içtiği Bagel Etc. bulunuyor. Bagel Etc. tuğla duvarları, duvarlarındaki resimleri, aynaları ve antikalarıyla 35 yıllık bir cafe. Bagel'ları dışında hafif menüsüyle gün boyu hizmet veriyor.
New York Times’taki yazıda buranın Cohen anıları şöyle paylaşılıyor: 2001’de burada çalışmaya başlayan Bay Rosson dışarıda sigara içerken bir gün Cohen’i kapıları açıp açmadığını kontrol ederken yakalıyor ve kendisinin zaten bir şeyler yemeyeceğini bildiğinden, hazır bir şeyleri de olmasa, “Haydi gel Leonard” diyerek onu içeriye alıyor ve bundan sonraki yıllarda sabahları artık Bay Cohen için erken açmaya başlıyor. Cohen burada hep aynı taburede oturarak sabah espressosunu içmeyi alışkanlık haline getiriyor. Bu arada Cohen’in sürekli oturduğu tabure bir hayranı tarafından yıllar önce satın alınıyor.
Şimdilerde ise Bagel Etc’nin taş duvarlarını Cohen’in bu güzel resmi süslüyor, ben de aynı Cohen gibi bir espresso içerek ayrıldım bu nostaljik mekandan.
Daha sonra da Plateau sokaklarını keşfe çıktım. Plateau şehrin gerçekten en güzel bölgelerinden biri. Orijinalinde fabrika işçileri için yapılmış evlerden oluşuyor ancak seneler içinde şehrin bu yaşayan civarına yakın olmak isteyen sanatçılar, profesyoneller, akademisyenler bu bölgeye yerleşmiş. Bu arada Plateau gündüz parkları, bagel shopları, çikolata dükkanları, dondurmacıları, kitapçıları, vintage ve özel tasarım mağazaları ile gerçekten yürüyerek keşfedilmesi gereken bir bölge. Tabii ki de modern sanat galeri ve sergilerini unutmamak lazım. Aynı zamanda da öğrenciler tarafından kuşatılmış bir alan burası. Girdiğiniz kafelerde öğrenci grupları hemen gözünüze çarpıyor, yayılmış ders notları, laptopları ile her yerdeler. Bu arada Plateau sokaklarını dolaşarak keşfederken tabii ki karşınıza çıkan graffitilere hayranlık duymamak imkansızlaşıyor. Tüm Montreal’de harika graffitiler var ancak sanatın yaşadığı bu bölgede tabii ki de graffiti sanatçıları tarafından birçoğu ile ödüllendirilmiş. Her köşede başka inanılmaz, çarpıcı grafittiler sizi bekliyor.
Gün geceye dönerken bu sefer Plateau kafeleri, restoranları, barları ile bambaşka bir atmosfere bürünüyor. Ben bu değişimin sadece başlangıcını yaşadım ve ne yazık ki akşam yemeği için Plateau’yu erken terk ettim.
2,5 günlük iş gezimin gerçekten sadece bu yarım gününde şehrin sokaklarını, insanlarını, ruhunu keşfedebildim sanıyorum ve bunu Cohen’in ayak izleri yapabilmek benim için büyük mutluluktu.
Ölümünden kısa bir süre önce çıkardığı “You Want It Darker” albümü röportajında “Mutluyum, ölmeye hazırım“ diyen güzel insan huzur içinde uyu… İyi ki var oldun ve şiirlerin, şarkıların, o harika sesin ile bizi buluşturdun.