Ljubljana ve Sembolü Ejderha Köprüsü

Slovenya yolculuğum Ljubljana havaalanında başlıyor. Uçak ile Ljubljana’ya yaklaştığımızda havadan gördüğüm manzara bile daha inmeden beni büyülemeye yetti. Yemyeşil küçücük bir şehir.

Slovenya 2 milyon nüfuslu bir ülke. Toplam nüfusun %15’i başkent Ljubljana’da yaşıyor.

Biz Ljubljana’nın eski şehir kısmında 3 arkadaş bir ev kiraladık. Gecelik 60 Euro ödüyoruz. Yani kişi başı sadece 20 Euro.

Tabii biz hava alanından araç ve navigasyon cihazı kiralayarak kalacağımız yeri navigasyon cihazına giriyoruz. Yaklaşık navigasyon aleti de dahil 65 Euro ödedik. Bir de Avrupa’da benzinin en ucuz olduğu ülke Slovenya. Yemyeşil ormanların içinden geçerek şehrin merkezine varıyoruz. Navigasyonda beni yönlendiren kadın sürekli “sola dön, sola dön” diyor. Tamam da aynı yerde dönüp duruyoruz. En sonunda çareyi bir taksi kiralayarak peşine düşmekte buluyoruz. Nihayet evdeyiz. Kiraladığımız evin otoparkı da olduğundan hiç problem yaşamıyoruz. Slovenya geziniz sırasında daha konforlu bir konaklama için şehrin merkezinde bulunan Studio Emmi ve ya Hotel Cubo gibi otelleri de tercih edebilirsiniz.

Eğer araba kiralamamış olsaydık havaalanından merkeze kişi başı 10 Euro ödeyerek otobüsler ile ya da 40 Euro ödeyerek taksi ile gidebilirdik. Yaklaşık 25 kilometrelik bir mesafe. Biz araba kiralamak ile doğru bir karar verdiğimizi düşündük.

Trafikteyken, Slovenya’da çok fazla kadın şoför olması ve herkesin kurallara uyuyor olması oldukça dikkatimi çekti. Ljubljana girişinde Yugoslav Federasyonu’ndan miras kalan apartman blokları dikkati çekiyor.

Slovenya, Yugoslavya dağıldıktan sonra, ilk bağımsızlığını kazanan ülke olmuş. Yugoslavya dağıldıktan sonra bu coğrafyada kurulan ülkelerden AB’ye ilk giren ülke aynı zamanda. Slovenya’nın ana geliri turizmmiş. Bu nedenle turistlere yönelik pek çok alternatif var. Macera sevenler Bohinj gölü çevresine, romantizm isteyenler Bled gölüne, coğrafya tutkunları postojna mağarasına, kış sporlarını isteyenler kuzey dağlarına ve kumarı sevenler ve denizciliği sevenler Piran, Portoroz kesimine gidebilir. Bu ufak ülke içerisinde herkesin gönlünü fethedecek birşeyler barındırıyor.

Kanuni döneminde Osmanlılar da burada hüküm sürmüşler. Bir diğer önemli olay ise 1821 yılında Napolyon sonrası karışık Avrupa siyasetine yön vermek için toplanan kutsal ittifak “The Memorial Pillar” bu bölgede toplanmıştır.

Slovenya’nın başkenti Ljubljana, şehrin ortasından geçen Ljubljana nehrinin 2 tarafına kurulmuş. Şehrin tepesinde bir de büyükçe bir kale var. Bu kaleye ister yürüyerek çıkabilirsiniz isterseniz de 5 Euro karşılığında finüküler ile. Biz çok vakit kaybetmemek için finüküleri tercih ediyoruz. Ama çıkarken gördüğüm ormanın arasından kıvrıla kıvrıla çıkan yürüyüş yolu da “acaba yürüyerek mi çıksaydık” dedirtiyor. Kalenin tepesinde panoramik olarak Ljubljana’yı izliyoruz. Bu kale 12.yy’da yapılmış. Ljubljana kentinin ilk merkezi de burasıymış. Ama zamanla yerleşim kalenin dışına taşmış. Kalenin içinde bir de şehri tanıtan 3D gösteri yapılıyor ama bu bölüm genellikle kalabalık oluyor. Kalenin kenarında bir de beyaz kulesi yer alıyor. Zaten bu kule şehrin merkezinden rahatlıkla görülebiliyor.

Kaleyi çepeçevre dolaştıktan ve fotoğraflarımızı çektikten sonra eski şehrin merkezine gidiyoruz. Eski şehrin merkezinde Ljubljana’nın sembolü haline gelmiş olan üç kardeşler köprüsü (üçlü köprü) bulunuyor. Bu 3 köprünün ortasından araçlar tek yönlü olarak geçebiliyor. Diğer ikisi ise sadece yayalar için.

Bu köprünün yanında ise Preseren Meydanı var. Preseren, Slovenlerin milli şairiymiş. Hatta 1991’den bu yana milli marşlarında Presen’in bir şiirinin sözleri kullanılıyormuş. Presen sağlığında sevgilisi Julija Primic’a şiirler okurmuş. Bu durumu sembolize etmek için de meydandaki Presen heykelinin yüzü bir binaya bakar vaziyette. Baktığı binadaki (Wolfova sokağındaki 4 numaralı ev) evin penceresinde ise gözlerini Presen’e dikmiş genç bir kadın büstü var. France Preseren sağlığında beklediği ilgiyi bulamamış olan sanatçılardan. 49 yaşındayken vefat etmiş.

Meydanda Presen heykelinin arkasındaki kırmızı renkli Franciskansa Kilisesi özellikle gün batımında çok hoş bir atmosfer yaratıyor.

Bu meydanda güzel kafeler var. Meydan kentin lüks mağazalarının bulunduğu caddelerin de kesişme noktasında olduğundan her zaman kalabalık. Ama en kalabalık zamanı akşam üstü saatleri. Bu heykelin ayakucunda oturan gençler ellerinde içkileri sohbet ediyorlar.

Zaman zaman bu meydanda bando eşliğinde yerel kıyafetler ile dans edenler oluyormuş ama maalesef biz denk gelmedik. Biz gittiğimizde Üç kardeşler köprüsü üzerinde yerel müzik yapan Peru’lu bir grup vardı. Ama bu da gerçekten hoştu.

Şehrin diğer önemli sembolü ise Ejderha köprüsü. Bu köprünün hikayesi şöyle; Yunan kahramanlarından Jason, Kral Aites ile savaşıp, o’nu alt ettikten sonra sevdiği kadın ile birlikte güneye gitmeye karar vermiş. Ancak güneye doğru giderken yanlışlıkla Ljubljana'ya gelmiş. Burada nehir kıyısında kendisini dev bir ejderha bekliyormuş. Bu ejderha ile dövüşüp o’nu yendikten sonra Jason, buraya yerleşen ilk insan olmuş. Köprünün iki yanında yeşil metalik renkte dragon heykelleri var. Bu köprüyü Slovenyalı mimar Joze Plecnik (1872-1957) inşa etmiş. Bu mimar aynı zamanda Prag ve Viyana gibi şehirlerde de birçok esere imza atmıştır.

Nehrin her iki kıyısı da cıvıl cıvıl. Ufak cafeler, restaurantlar, barlar var. Pazar günleri ise nehrin kale tarafında kalan kısmında büyük bir antika pazarı kuruluyor. Eski dönemden kalma tabak, çanak, fincan, tablolar, gramofonlar, ne ararsanız var. Oldukça keyifli bir Pazar.

Ljubljana’lıların diğer buluşma yerlerinden biri de Carniolan çeşmesi. Çeşmenin üzerindeki balık figürlerinden su fışkırıyor. Ve buradaki su dağlardan geldiği için doya doya içebilirsiniz. Çeşmenin hemen arkasında ise belediye binası (town hall) bulunuyor.

Town Hall’ın yanından aksi yöne yürüdüğünüzde karşınıza enteresan kapısı olan barok tarzında bir katedral çıkıyor.

Katedralin nehre yakın kısmında ise bir Pazar yeri var. Burada hem açık hem de kapalı Pazar bölümü var. İçerisinde peynirden, şaraba, hediyelik eşyalardan zeytinyağına kadar bir çok şey bulmak mümkün.

Akşam yemeği için en fazla seçeneği Truberjeva caddesi ve yine nehir kenarındaki restaurantlar sunuyor. Ljubljana ufak bir şehir olsa da yeme içme seçenekleri çok çeşitli. Pizzadan falafele dönerden sushi’ye kadar her damak tadına uygun lezzet bulmak mümkün. Ancak ucuz bir şehir olmadığını da hatırlatmam gerek. Burada av eti de çok tercih ediliyor. Biz 3 arkadaş akşam yemeğimizde pizza ve şarap tercih ettik. Şarap, Maribor bölgesinde üretilen ev şarabıydı ve oldukça hafif bir şaraptı. Maribor Ljubljana'ya 122 km uzaklıkta olan Slovenya’nın en büyük ikinci kenti ve aynı zamanda da şarap üretiminde 400 yıllık geçmişi var.

Ljubljana’nın gece hayatı da oldukça hareketli. Biz 3 arkadaş “On” isimli bir bara gittik. Burası bir binanın en üst katı. Güzel bir manzara sunuyor. İçerisi oldukça kozmopolit. Fransızlar, italyanlar, kosovalılar, makedonlar, almanlar,... ve biz. Öğrenci nüfusu yüksek olan bir kent. Sabahın ilk ışıklarına kadar burada eğleniyor ve yürüyerek evimize dönüyoruz. Bu arada nehir kenarındaki kafelerde 24:00’ten sonra alkollü içki satılmıyor. Marketlerden ise en geç saat 21:00’de alkollü içki alabiliyorsunuz. En fazla tercih edilen bira markaları ise Union ve Lasko.

Gece yarısı bile sokaklar gençlerle dolu. Ellerinde şarap şişeleri, biralar dolaşıyorlar. Aldığı fazla alkolün etkisiyle sokak köşelerinde kusanlar da sık rastladığımız bir manzara oldu. Ancak güvensiz bir şehir değil. Polis kontrolü çok olduğundan pek fazla olay çıkmıyormuş.

Ljubljana nehri üzerinde birçok ufak köprü var. Nehirde de turistleri gezdiren tekneler bulunuyor. Nehir boyunca ilerleyerek şehrin dışına doğru çıkıyoruz. Buralarda birçok bahçeli tek katlı, iki katlı ev var. O kadar sakin ki ortalık sanki tek ses yaprakların kımıltısı ve nehirdeki ördeklerin sesleri.

Şehrin içindeki Tivoli parkı da görülmeye değen yerler arasında. Park girişinin sağında çağdaş tarih müzesinin önünde bir tank var. 17.yy’da yapılmış olan bu park içerisindeki yürüyüş parkurları ile, tenis kortları ile, basketbol sahaları ile, alabildiğince yükselen ağaçları ile, rengarenk çiçekleri ile şehrin oksijen tüpü gibi. Zaten Slovenya’nın da %60’ı ormanlar ile kaplı. Slovenya doğa düşkünlerinin mutlaka gitmesi gereken bir ülke.

TUĞÇE YILMAZ

Yazar Hakkında

TUĞÇE YILMAZ

 Yaklaşık 15 sene Medya satın alma ve Planlama sektöründe çok uluslu şirketler ile çalıştıktan sonra kendi tutkusu olan gezi ve seyahate yönelerek Gezimanya.com’u kurmuştur.1997 - 1999 İstanbul Üni