Masallar Diyarı Kopenhag

Yazıyı Ağustos’ta yazdığıma bakmayın, Kopenhag’a Nisan sonu gittik.. Kopenhag’ın ucundan da olsa bahar mevsimine geçmiş olmasını ümit ediyorduk ama yanıldık, dört gün boyunca polar montlarla dolaştık. Benden size dost tavsiyesi, donmak istemiyorsanız Haziran’dan önce Kopenhag’a gitmeyin..

İstanbul-Kopenhag arası 3 saat, havaalanından trenle çok rahat merkez istasyona ulaşabiliyorsunuz. Merkez istasyondan (København H) Tivoli Bahçelerinin karşısına çıkıyorsunuz.. Durum böyle olunca ilk gördüğümüz roller coaster oldu:) Otelimiz istasyona yürüyerek 10 dk uzaklıktaydı.. Bavullarımızı hemen odaya bırakıp koşar adım Tivoli Bahçelerine geri döndük. Bu arada Kopenhag’da (hatta İskandinavya’da) otel odaları oldukça minimalist, odamız Tyrion Lannister’in tek başına rahatça kalabileceği büyüklükteydi.. yataktan banyoya üç adımda ulaşabiliyordum, zaten bavullarımızı açtığımızda atabileceğimiz o kadar adım kalıyordu.. Bir de yatağımızın arkasında kocaman ‘All you need is sleep’ yazıyordu.. sanırım otel bizimle dalga geçiyordu ya neyse..

Tivoli Bahçeleri 1843 yılında açılmış, içinde güzel restoranlar, kafeler, konser alanları, suni bir göl ve lunapark var. Danimarka kraliçesi 60.yaşını burada kutlamış, cidden masal gibi bir yer.. Walt Disney’in Disneyland’ine ilham kaynağı olduğu bile söyleniyor..

Lunaparkın içinde gelecek sene 100 yaşına girecek olan elle kontrol edilen ahşap bir roller coaster ve 80 metre yüksekliğinde bir salıncak da var. Salıncak Kopenhag’ın her yerinden görünüyor (şehir dümdüz olduğu için tatil boyunca bize bir nevi pusula görevi gördü) Bu salıncağa binmeyi en sona bıraktık, cidden uzaktan ürkünç görünüyor ama binince o kadar da kötü olmadığını gördük, şehrin muhteşem bir manzarası var tepede, giderseniz bence binmeden dönmeyin..

Tivoli’ye giriş 95 DKK, eğer lunapark içindeki aletlere binmek isterseniz 199 DKK, ayrıca Tivoli Bahçeleri cidden çok büyük olduğu için çıkarken tekrar geleceğiz diyip bileklerimizi damgalattık böylece akşam da girip manzaranın tadını çıkardık. Bir de gece roller coaster’a binmek ayrı zevkli oluyor  Bu arada Tivoli’nin ana girişinin hemen sağında oyuncak ayı yapan bir yer alıyor. Oyuncak ayının boyundan rengine, şeklinden yüz mimiklerine kadar her şeyini siz belirleyebiliyorsunuz. Ayınız hazır olunca da dükkandan istediğiniz kıyafet ve aksesuarları alabiliyorsunuz..

Kopenhag eskiden Viking’lerin balıkçı kasabasıymış, sonradan bir liman şehri olarak gelişmiş. Şehrin en önemli ve meşhur limanı da ‘Nyhavn’. (Danca; Yeni Liman demek) Eskiden gece hayatının merkezi olan Nyhavn, şimdi yan yana dizilmiş renkli kafe ve restoranların merkezi ve turistlerin durak noktası olmuş.. Tüm turistlerin kafelerde (pahalı) kahve ve içkileri içtiği, yerli halkın da marketlerden aldığı (ucuz) biralarla kanal kenarında taşlarda kah oturarak, kah yatarak keyif yaptığı neşeli bir ortam.. Biz de Nyhavn’nın 1661 yılından kalma en eski binasının önünde bir kafede baileys’li kahvenin tadını ve yorgunluğumuzun acısını çıkardık..Meşhur Danimarkalı masalcı Hans Christian Andersen’in evi de Nyhavn’da, aslında evleri demek daha doğru olur; 20 nolu evde ilk masalını yazmış, 67 nolu evde 19 sene yaşamış, hayatının son günlerini de 18 no’lu evde geçirmiş.. Hans Christian Andersen; Kibritçi Kız (küçükken en sevdiğim masallardandı), Parmak Kız, Prenses ve Bezelye Tanesi, Kurşun Asker, Küçük Deniz Kızı ve daha bir çok masalın yazarı.. Çocukken masallarını bu kadar çok sevdiğim yazarın ‘Gezmek yaşamaktır‘ diye bir yaşam felsefesi olduğunu öğrendiğimde onu bir kat daha sevdim. 

Ve Kopenhag’ın simgesi; Danca’da “Lille Havfrue” denilen “Küçük Deniz Kızı Heykeli”, Langelinie Limanı kıyısında bir kayanın üzerinde bulunuyor. 1913 yılında Edvard Eriksen’in yaptığı bu taşa oturmuş küçük deniz kızı heykeli, Hans Christian Andersen’ın Deniz Kızı masalından esinlenerek yapılmış. Çevrede hiç güvenlik yok.. Üstüne çıkan, sarılarak poz veren turistler var. Bütün bu vandallık yine de deniz kızının masum halini bozamıyor..

2010 yılından beri üst üste üç kere dünyanın en iyi restoranı seçilen Noma’yı gitmeden iki hafta önce rezervasyon için arayınca havayı aldım tabii, insanlar aylar öncesinden arıyorlarmış. Sadece şarap listesi 46 sayfa.. menü fiks, şarapla beraber kişi başı 3125 DKK (420 EUR) ödeniyormuş. (Bu arada Kopenhag’daki diğer restoranları düşününce burası o kadar da pahalı gelmiyor artık gözüme..) Noma, mutfağına çay, kahve ve çikolata hariç, yerel olmayan hiçbir ürünü sokmuyormuş. Mesela trüf mantarı, havyar ve kaz ciğeri gibi bir çok ‘kokoş’ restoranda bulunan malzemeleri kullanmıyormuş, canlı karides, saksıdan çiçek servis edilen tatlar arasındaymış, biz tadamadık  Bu arada bu sene Noma birinciliği İspanyol restoranı ‘El Celler de Can Roca‘ya kaptırdı. Barcelona’ya 90 km uzaklıktaki Girona’daki restoran İspanyol kanı taşıdığı için bana Noma’dan daha sıcak geldi, doğruya doğru Billund’taki Legoland, 3 saat uzaklıkta olduğu için biz bütün günümüzü orada harcamamayı seçip Strøget’te her caddede karşımıza çıkan LEGO mağazalarıyla yetindik.. Üç metre uzunluğundaki ejderhalar, Danimarka askerleri ve daha bir sürü legodan yapılmış karakterler gördük, bol bol da fotoğraf çektik. Bu arada LEGO, Danca ‘leg godt’ (iyi oyna) kelimelerinin kısaltmasıymış.

Beş caddeden oluşan Strøget, şık mağazaları, dükkanları, restoranve kafeleriyle Avrupa’nın araç girmeyen en uzun caddesiymiş. Burada dolaşırken mutlaka çubukta çikolatalı waffle da yiyin..

Bu tatilin en güzel sürprizi ise Højbro meydanı civarında bir köprü üzerinde kanala bakarken su içinde bir heykel farketmemdi. Hemen internete girip araştırdım ve Suste Bonnén’in Agnete ve Deniz Adamı (Agnete and the Merman) adlı eseri olduğunu öğrendim. Eski bir Danimarka halk efsanesine göre köylü bir genç kız olan Agnete, bir deniz adamına aşık olmuş ve onunla su altında yaşamaya başlamış, 8 sene onunla su altında yaşamış ve 7 erkek çocuğu olmuş, bir gün kilise çanlarını duyunca evini çok özlediğini farketmiş ve evine gitmek için izin istemiş, evine gittiğinde ise ailesini ve köyünü çok özlediğinden geri dönmemiş. Annelerini ve eşini ellerini açarak bekleyen deniz adamı ve yedi oğlunun su altındaki heykeli oldukça etkileyici, giderseniz mutlaka görün..

Kraliyet sarayı (Amelienborg Palace) birbirine eş olarak yapılmış dört binadan oluşuyor ve bu dört bina ortak bir avluya bakıyor, 1974‘teki şehir yangınında Christiansborg Kalesi yanınca burası Kraliçe II.Margarethe’nin resmi ikametgahı olarak kullanılmaya başlanmış. Avlunun ortasında V.Frederik’in (Danirmarka ve Norveç Kralı) heykeli bulunuyor. Askerlerin öğlen saat 12:00’de olan nöbet değişimi de izlemeye değer..

Kopenhag’da halkın %55’i bisiklet kullanıyor diyorlar, bana göre en az %75’i kullanıyor. Kanunlar gereği bisikletli ve yayalara, arabalara tanınandan daha fazla hak verilmiş. Çok geniş ve güzel bisiklet yolları var.

Ve tabii ki Hristiyanya (Christiania)..! Hayatımda gördüğüm en ilginç yerlerden biri.. Kopenhag’ın modern sokakları arasında dolaşırken sanki birden zaman makinasına girip 1970’lerin hippi hayatına geri dönüyorsunuz. Kendi bayrağı, kendi yönetimi olan özgür bir bölge burası.. Dünyanın en refah ülkelerinden birinde böyle bir yer görmek insanı oldukça şaşırtıyor.. Burda yaklaşık 850 kişi yaşıyormuş, fotoğraf çekmek kesinlikle yasak. Merkezi ısıtma yok, sobayla ısınıyorlar. Giyilmeyen kıyafetlerin bırakıldığı bir baraka var, ihtiyacı olan buradan gelip kendine uygun kıyafet alabiliyor. Bir evin önünde ‘Okay Photo’ yazıyordu, ben de hemen çektim tabii..

Daha da bombası, uyuşturucu Danimarka’nın diğer bölgelerinde yasak olmasına rağmen bu bağımsız topluluk arasında yasal bir şekilde satılıyor. Christiania’yı her yıl bir milyon turist ziyaret ediyormuş. Bizim de ürkek tavırlarımızdan turist olduğumuz hemen anlaşılıyor zaten.

Kopenhag, 4 günlük bir tatil için ideal bir şehir.. Round Kulesi (Roundtower), Carlsberg Müzesi, Ulusal Müze (National Museum) ve Kopenhag Hayvanat Bahçesi de mutlaka görün diyeceğim yerler..

Bir dahaki yazıda görüşmek üzere..

ŞEBNEM SAĞEL

Yazar Hakkında

ŞEBNEM SAĞEL

Şebnem Sağel Karlıtepe, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu.