İskandinavya'nın Komşusu: Kopenhag

İnsanın içine gezme aşkı bir kere girdiği zaman durması beklenemez. Bu durumu ben virüs kapmış insana benzetiyorum. Gezme virüsü var ve siz gezdiğiniz bir yerden dönerken içinizde daha da büyüyor bu virüs; tüm vücudunuzu, hatta düşüncelerinizi ele geçiriyor. Sadece bir ilacı var: Daha çok seyahat etmek! Korkum ne biliyor musunuz? Dünyada gidecek yer kalmayacak ya da tüm dünyayı gezemeden ömrümü tamamlayacağım. İşte virüslü bedenin tepkileri bunlar. Neyse şimdi seyahat tecrübelerimi aktarayım sizlere. Bu seyahatimde planladığım başka bir noktaya harekete geçiyorum. Flensburg’dan sonraki rotam daha kuzeye, Danimarka’nın başkenti Kopenhag’a.

Kopenhag’a Ulaşım:Danimarka’nın başkentine Flensburg’dan trenle ulaşıyorum. Almanya’dan başlayan tren yolculuğum, yaklaşık 3 saat sürüyor. Hemen yolculuk hakkında bilgi vereyim: Tren bileti, bir kişi için 57 Euro (Ekonomi Sınıfı). Flensburg, Danimarka sınırına yakın olduğu için 20 dakikalık bir yolculuktan sonra Danimarka polisi trene biniyor ve pasaport kontrolü yapıyor. Son zamanlarda artan terör olayları Avrupalıları sıkı güvenlik önlemi almaya itmiş anlaşılan. Kontrolden sonra yolculuğum sorunsuz devam ediyor. Bindiğim tren direkt olarak Kopenhag’a gitmiyor. Bu tren daha kuzeyde yer alan başka bir Danimarka şehri Alborg’a gidiyor. Bu nedenle yaklaşık bir saatlik bir yolculuktan sonra Fredericia denilen şehirde başka trene aktarma yapıyoruz. Hemen belirtmeliyim ki eğer Birinci Sınıf bilet almadıysanız koltuk numaranız yok, yani boş bulduğunuz yere oturuyorsunuz. O yüzden aktarma sırasında trendekilerin diğer trene neden koşar adım gittiklerini trene binince anlıyorum. Bir süre ayakta yolculuk ettikten sonra boşalan bir koltuğa yerleşiyorum. Danimarka, adaların kara yoluyla birbirine bağlandığı bir ülke. Yolculuk boyunca zaman zaman denizin ortasında kilometrelerce yolculuk ediyorsunuz. Deniz içinde ise devasa rüzgâr değirmenleri, ülkenin enerji üretimine hatırı sayılır katkı yapıyor. Yolculuğum aktarmadan sonra yaklaşık 2 saat daha sürüyor ve işte Kopenhag’ın merkez tren istasyonundayım.

Kopenhag Hakkında Bilgi
Yeri gelmişken Kopenhag hakkında bilgi vereyim: Kopenhag, Danimarka’nın başkenti ve yaklaşık 1,5 milyon nüfusuyla ülkenin en kalabalık şehri. Kopenhag kelime anlamı iseDanca Tüccar Limanı demek. Eski çağlardan itibaren özellikle İskandinav halklarınca birçok defa istilaya uğrayan bu liman kenti, Coğrafi Keşifler’in başlamasından sonra önemi gittikçe artan bir kent olmuş. Ülkede hâkim dil Danca. 1973’te Avrupa Birliği’ne girmiş olan ülke 2000 yılında yapılan halk oylamasında Euro bölgesi dışında kalmayı tercih etmiş. Para birimi olarak Danimarka Kronu kullanıyorlar. Ülkenin tarihi ise 9. yüzyıla kadar dayanıyor. Uzun süre Vikinglerin egemenliğinde kalmış olan ülke, daha sonra Norveç ile birleşip bir krallık oluyor. Dünya savaşlarında tarafsız kalmayı tercih eden Danimarka, 2. Dünya Savaşı sırasında Alman istilasından kurtulamıyor. Adalardan oluşan bu ülke, yükseklik olarak ise deniz seviyesi sayılabilecek kadar alçak. En yüksek noktası 178 metre ile Yding Skovhoj. Evet, bu kadar tarihi ve coğrafi bilgiden sonra Kopenhag’da nereler görülmeli ona değineyim.


 
Kopenhag’da Görülmesi Gereken Yerler   
Şehir için öncelikle şunu belirtmeliyim ki görülecek yerler yürüme mesafesinde birbirine yakın. Yani iki gün şehri gezmek için yeterli bir süre. Öncelikle yapmanız gereken turizm danışma masalarından bir şehir haritası edinmek olmalı. Bu harita işinizi çok kolaylaştıracak çünkü turistlerin görmesi gereken yerler bu haritalarda ayrıntılı gösterilmiş. Ayrıca şehir halkı çok yardımsever ve İngilizce bilme oranı çok yüksek. Gelelim gezilecek yerlere. Eğer şehre benim gibi trenle geldiyseniz istasyondan çıktığınız bölge zaten çok merkezi bir bölge olduğu için  çıkar çıkmaz karşılaşacağınız büyük ana cadde Vesterbrogade’yi sağa dönerek takip edin ve gezinize başlayın.

City Hall (Belediye Sarayı): (Danca: Kobenhavns Radhus) Kopenhag Belediye başkanlığının ve meclisin olduğu merkez bina. Bina 1905 yılında yapılmış. Üzerinde saat kulesi ile dikkat çeken bina klasik Kuzey Avrupa mimarisi izlerini taşısa da romantik çizgiler barındırıyor. Bina içinde aynı zamanda Jens Olsen Dünya Saati bulunuyor. Binayı mesai saatleri içerisinde rahatlıkla dolaşabilirsiniz.

Tivoli Bahçeleri: Merkez Tren İstasyonu’ndan çıktıktan sonra aslında ilk göreceğiniz yer Tivoli Bahçeleri. Buranın 200 metre ilerisinde belediye binası var. Tivoli Bahçeleri, Kopenhag’ın görülmesi gereken yerlerinden, içinde büyük bir lunapark var. Giriş 100 kron yani yaklaşık 12-13 euroya denk geliyor. 8 yaşına kadar olan çocuklara ücretsiz. Ancak şunu hemen belirtmeliyim ki burası eylül-mayıs ayları arası ziyarete kapalı. Ben ziyaretimi mart ayı sonunda yaptığım için ziyaret edemedim ama hakkında çok bilgi sahibi oldum. Bir dahaki ziyaretimde mutlaka göreceğim.

Stroget Caddesi: Tivoli Bahçeleri’ni gezdiniz, belediye meclis binasını gördünüz, şimdi belediye meclis binasını sağınızda bırakarak dümdüz yürüyorsunuz ve 20 metre sonra Avrupa’nın trafiğe kapalı en uzun alışveriş caddesi Stroget Caddesi’ndesiniz. Dünyaca ünlü alışveriş markalarını bulacağınız bu cadde, keyifle zaman geçireceğiniz bir yer. Şunu hemen hatırlatalım Kopenhag, fiyatlar bakımından ucuz bir ülke değil. Yaşam standartları yüksek hatta bu durum şehirde ikinci el mağazaların hatırı sayılır derece yer almasına neden olmuş. Stroget Caddesi’nde bu mağazalardan yok ama şehrin kuzeydoğusunda ya da bu caddeye paralel caddelerde ikinci el mağazaları görebiliyorsunuz. Az kullanılmış marka ayakkabı, giysi, çanta ve çeşitli aksesuarlar bu mağazalarda satılıyor.

Nyhavn (Eski Liman): Stroget Caddesi’ni bitirdiğinizde yol sizi önemli ve görülmesi gereken eski liman bölgesine çıkaracak. Kongens Nytorv Meydanı’ndan Bredgade Caddesi’ne geçin, hemen sağınızda Nyhavn Bölgesi'nde olacaksınız. 17. yüzyıldan kalma bu liman, Kopenhag’ın denizcilik tarihine ışık tutuyor diyebilirim. Kanal içinde olan gezi teknelerini çıkarın, modern kafe ve restoranları kapatın, evler ve limanda duran eski ama hâlâ pırıl pırıl bakımlı gemileri bırakın; burası tarihi film seti olurdu. Tarihi dokusu bozulmadan kalmış bu bölge, gerçekten şehrin kalbi. Eğer güneşli bir Kopenhag günündeyseniz fotoğraf makineninizi elinizden düşüremeyeceksiniz. Kongens Nytrov’dan başlayarak limanın sonunda yer alan Royal Playhouse’a kadar renkli tarihi evleri, ahşap gemileri ve bol bol vakit geçirebileceğiniz kafe ve barları ile şehrin keyifli bölgelerinden biri burası. Ayrıca hemen liman bölgesinden kalkan teknelere binerek şehrin kanallarında tur atabilir, bol bol resim çekebilirsiniz. Ama benim tavsiyem bu bölgeden değil de hemen Stroget Caddesi’nin bir sağ paralelinde kalan Nybrogade Caddesi ile Ved Straden Caddesi’nin kesiştiği noktada yer alan tekne turuna katılmanız. 80 kron yani yaklaşık 10 euro karşılığı bir saatlik büyük tur yaparak şehrin kanalları, tarihi yapılarını ve yürüyerek görebileceğiniz şehrin kuzeyinde yer alan Küçük Deniz Kızı heykelini denizden görme şansınız olacaktır.

Amalienborg Sarayı: Nyhavn liman bölgesini gezdikten sonra yine deniz kenarını takip ederek kuzeye doğru yürüyüşünüze devam edip Danimarka kraliyet ailesinin resmi ikametgâhı olan saraya geleceksiniz. Bu meydanda birbirinin aynısı dört bina göreceksiniz. Bunlar VII. Christian Sarayı, konuk sarayı olarak kullanılıyor. VIII. Frederik Sarayı, veliaht prens tarafından kullanılıyor; VII. Christian Sarayı devlet konuk evi olarak kullanılan yapıları göreceksiniz. Meydanın tam ortasında yer alan atının üzerinde gösterilmiş heykel ise 1771 yılından kalma Kral V. Frederik‘e ait heykel. Burası Kraliyet ailesi tarafından kışın kullanılan bir saraymış. Saraya giriş ücreti 125 Danimarka Kronu, yaklaşık 18 Euro yapıyor. Burada ayrıca kraliyet muhafızlarının saat 12.00’de yaptıkları nöbet değişim törenini izleyebilirsiniz. Bana bu askerlerin kıyafetleri İngiliz Kraliyet Muhafızları’nın kıyafetlerine çok benzer geldi. Eminim sizde gördüğünüz zaman bana hak vereceksiniz.

Marmor Kirken (Mermer Kilise): Saray meydanını gezdikten sonra heykel arkanızda kalacak şekilde yönünüzü doğuya doğru çevirdiğinizde karşınızda Büyük Mermer Kilise’yi göreceksiniz. Asıl adı Frederikskirken olan kiliseye, iç planda yer alan mermerler yüzünden bu ad verilmiş.  Kral V. Frederik tarafından 1749’da ilk taşı konulan heykel ancak 150 yılda tamamlanmış. Öğrendiğime göre Danimarkalı gençlerin en çok evlenmek istedikleri yermiş burası. 31 metre yüksekliğindeki kubbesi ile Ortodoks kiliselerini andırsa da rokoko tarzında yapılmış bir kilise. Ücretsiz gezebileceğiniz kiliseyi mutlaka görün derim.

Alexsandr Nevskij Kilisesi ( Rus Ortodoks Kilisesi): Şehirdeki tek Ortodoks kilise. Hemen Mermer Kilise’nin yakınında bulunuyor. Burası 1883’te Danimarka Prensesi Dagmar ile Rus Prensi Alexsandr’ın evlilikleri için yaptırılmış bir kiliseymiş.

Kopenhag Kalesi (Kastellet): Bu iki kiliseyi gördükten sonra bulunduğunuz Bredgade Caddesi’ni takip ederek kuzeye doğru yürüdüğünüzde Kopenhag Kalesi’ne varacaksınız. Burası 5 köşeli yıldız şeklinde, günümüze kadar gelmeyi başarmış, korunaklı bir kale. Kale demek aslında yanlış olur çünkü surların üzeri yeşilliklerle kaplanmış ve ortasında suni bir göletle korunuyor. 1626’da Kral IV. Chritianen tarafından yaptırılmış kalenin amacı, denizden gelebilecek saldırılardan şehri korumakmış. Daha sonraları askeri garnizonlarda burada görev yapmış. Aynı zamanda içinde bir eski hapishanede mevcut. Kale aslında tam bir yeşil alan parkı. Her şey çok düzenli ve temiz. Kale içinde ya da göletin etrafında Kopenhaglılar koşuyor, yürüyüş yapıyor, bisiklete biniyor. Kale içerisinde deniz tarafında Our Fallen denilen İkinci Dünya Savaşı’nda hayatlarını kaybeden Danimarkalı askerler için anıt heykel var. Kopenhag Kalesi, içerisinde görmeniz gereken iki yapı daha var. Zaten kale içini gezerken dikkatinizi çekecektir. Biri İngiliz Kilisesi St. Alban Kilisesi. 18. yüzyılda yapılmış yapı, tipik İngiliz mimarisi tarzında. Şehirde o yıllarda bulunan İngiliz halkı için yapılmış. Hâlâ faaliyetlerini İngiltere Kraliçesi Elizabeth belirliyormuş. Bir diğer yapı ise kilisenin hemen önünde duran Gefion Çeşmesi. Bu ilginç mimari çeşme, tarım ve ziraat tanrıçası Gefion’a adanmış. Efsaneye göre Gefion dört oğlunu öküze çevirmiş ve İsveç topraklarını sürerken büyükçe bir toprak parçasını koparıp denize fırlatmış. İşte inanışa göre bu toprak parçası Kopenhag’ın üzerinde kurulduğu Zealand Adası olmuş. İlginç mimarisi ile bence görülmeye değer bir çeşme bu.

Zinklobal: Kale bölgesini gezdiniz. Şimdi yönünüzü denize doğru çevirin Nordre Toldbod denilen yerde ilginç tasarımıyla büyük bir anahtar üzerinde oturmuş olarak yapılmış Zinklobal heykelini göreceksiniz. Bana Terminatör filmlerindeki robotu çağrıştırdı. Bu enteresan heykel geleceğin anahtarı üzerinde oturuyor ve geleceğin dünyasından bize bir görüntü sunuyormuş. Kendisi ile oturup sohbet etmek istedim ama pek bir düşünceli hâli vardı.

Little Mermaid (Küçük Deniz Kızı Heykeli): Evet, bu teknoloji heykelini gördükten sonra yine deniz kenarından ilerleyerek şehrin önemli sembollerinden biri olan Küçük Deniz Kızı Heykeli’ne geliyorsunuz. Aslında heykelin yanına gelince biraz hayal kırıklığı yaşıyorum çünkü tahmin ettiğimden daha küçük. Tüm şehri ziyaret edenlerce bol bol çeşitli açılardan resim çekilen heykel Edvard Eriksen tarafından bronzdan yapılmış. Aslında heykelin temelleri 1909’da Carl Jacobsen tarafından atılmış. 1 metre 25 cm boyunda olan heykelin ağırlığı 175 kilogram. Ünlü Danimarkalı yazar Hans Christian Andersen’in hikâyesinden esinlenerek yapılmış heykel birkaç defa saldırıya uğramış. Anladığım kadarıyla Kopenhag’da kafası bozulan, sinirini bu sevimli kızdan çıkarmış. Bir defa kafası koparılmış, bir defa kolu kesilmiş ve defalarca üzerine boya atılmış. Aslında duyduğum bu saldırı hikâyeleri, beni bu kültürlü kuzey insanlarının yaşadığı şehirde olması çok şaşırttı ama öğrendiğime göre saldırıyı yapanlar çoğunlukla Avrupalı değillermiş.


 
Nyboder: Küçük Deniz Kızı’nı ziyaret ettikten sonra tekrar Kopenhag Kalesi içinden geçerek yönümü doğuya çeviriyorum. Osterport İstasyonu’na varıyorum, amacım buradan şehrin eski semtlerinden biri olan Nyboder’e gitmek. Burası oldukça eski bir yerleşim yeri. Yine Danimarka Kralı IV. Christian zamanında kurulmuş bir semt. Kendine bağlı polis gücü, hastanesi, kilisesi ve yine kendine has alçak katlı uzunlamasına yapılmış sarı evleri ile dikkat çekiyor. Saint Paul Kilisesi yine dikkat çeken bir yapı. Bu ayrıcalıklı bölgede oturanlar bir zamanlar Danimarka ordusuna 20 yıl hizmet etmek zorundaymış. Sakin, sade, düzenli sokakları ve ilginç mimarisi ile farklı bir semt burası.

Rosenborg Kalesi ve Kral Bahçeleri: Nyboder’de sarı evlerin arasında dolaştıktan sonra yine şehir merkezine doğru ilerliyorum. Amacım bu sefer Rosenborg Kalesi’ni ve Kral Bahçeleri’ni görmek. Buraya aslında Nyhavn bölgesini gezdikten sonrada gidebilirsiniz çünkü yakın. Nyhavn bölgesi arkanızda kalacak şekilde yani denizin tam tersi yönde. Gothersgade Caddesi’nden batıya doğru yürürseniz buraya yaklaşık 10 dakikalık bir yürüyüş ile ulaşabilirsiniz. 1606 yılında Kral IV. Christian tarafından yaptırılan saray ve bahçesi özellikle turistlerin uğrak noktası. Sarayın yapımı 22 yıl sürmüş ve mimarisinde Versay Sarayı’ndan esinlenilmiş. Aslında buraya yazlık saray da diyorlarmış ama kral hep burada ikamet etmiş. İçeriye giriş 95 kron yani 12 Euro'ya denk geliyor. Kraliyet ailesinin önemli eşyalarının sergilendiği müze ve bahçesi gerçekten görülesi bir mekân.

Christiansborg Sarayı: Şehirde ikinci günüm ve bu günümü görmem gereken birkaç yapı ve bölgeye ayırıyorum. Bunlardan biri daha önce kraliyet ailesi tarafından kullanılan ancak yangınlarla oldukça hasar gören bir yapı olan Christiansborg Sarayı. Burası hemen şehir merkezinde Vindebrogade Caddesi’nin solunda yer alıyor. Bu sarayın olduğu Slotsholmen, küçük bir adacık. Kanal turu yaparken de etrafından dolanıyorsunuz. Saray 1800 yılların sonlarına kadar kraliyet ailesince kullanılmış. Daha sonra kışlık saray, Amalienborg Sarayı’na taşınmışlar. Sarayın mimarı Thorvald Jørgensen. Kule kısmını da aynı mimar 1907-1928 yılları arası tamamlanmış. Saray kulesinin yüksekliği 106 metre. Bugün Danimarka Parlamentosu’na ev sahipliği yapıyor. 2014 yılında halkın ziyaretine açılmış ve giriş ücretsiz. Yaz aylarında saat 11.00 ile 21.00 saatleri arasında ziyaret edebiliyorsunuz. Ama ben mart ayında ziyaretimi gerçekleştirdiğim için kule ziyaret saatini kaçırdım. Artık bir dahaki sefere.

Our Saviours Church: Saray ziyaretimi tamamladıktan sonra yönümü şehrin doğusuna çeviriyorum. Skt Annae Gade Caddesi üzerinde bulunan 90 metre yüksekliğinde altın yaldızlı kulesiyle dikkat çeken kilise, şehrin önemli ziyaret noktalarından. Yine Danimarka tarihinin önemli krallarından IV. Christian tarafından 1617’de şehrin ibadethane ihtiyacını karşılamak için planlanmış. Ancak açılması 1639’da olmuş. Klasik Lutheryan izleri taşıyan kilisede, büyük org ve büyük meleklerin tasvir edildiği heykeller dikkat çekici. Kilise ve kule ziyareti 35 kron, 0-6 yaş ücretsiz. Kule için şunu söyleyebilirim: 400 basamakla çıkılıyor ve zaman zaman yoğun trafikle karşılaşıp beklemek zorunda kalıyorsunuz çünkü merdivenler çok dar. Tepeye çıkarken kilisenin büyük çanlarını görebiliyorsunuz. Kulede irili ufaklı 27 tane çan var. En tepeye ulaştığınızda ise harika bir manzara ile karşılaşıyorsunuz. Tüm Kopenhag ayaklarınızın altında. Hatta Danimarka’yı İsveç’e bağlayan mimari harikası Öresund Köprüsü’nü de uzaktan görebilirsiniz.  

Christianshavn: Evet, kilise ziyaretimizi 400 basamaklı zorlu kule çıkışı ile tamamladıktan sonra Kopenhag için oldukça farklı bir alanı ziyaret etmeye geldi şimdi sıra. Burası adeta Avrupa içinde kurtarılmış bölge. Şehrin doğu yakasında kendi adıyla anılan bir adacık olan bölge, farklı yaşam tarzını seçmiş insanları ile mutlaka görülmesi gereken bir yer. 1971’de bu bölgeye yerleşen hippiler, burada çağdaş dünyaya alternatif bir yaşam kurmak istemişler. Tabii Danimarka hükümeti buna izin vermemiş çünkü burası yarı devlet, yarı özel bir arazi. Polis, asker derken zor kullanmalar başlamış ve bölgeyi işgal eden hippiler, buradan çıkarılmaya çalışılmış. Bu insanlara yapılan zor kullanma basına yansıyınca Kopenhag halkı onlara destek olmuş ve özgürlüklerine karışılmaması için hükümete karşı bir duruş sergilemişler. Devlet de bu duruş karşısında çaresiz geri çekilmiş ve bölgeyi bu insanlara bırakmış. Yerli halkın kendi bayrak ve flamaları var. Kendilerini Danimarkalı kabul etmiyorlar. Baraka ve karavanlarda yaşıyorlar ve birbirlerine yardımcı oluyorlar. Gençler -ki çoğu orada doğmuş- bölgenin güvenliğini sağlıyorlar. İçeride video ve fotoğraf çekimi yasak. Salaş mekânlarda esrar satılıyor ve bölgeyi ziyaret eden insanlar buradaki yaşama saygı duyarak ziyaretlerini yapıyorlar. Yaklaşık 500 metre ötedeki modern dünya ile alakası olmayan, kendi kuralları olan dünya vatandaşlarının mekânı burası. Mutlaka görün. Farklılıklara saygı nasıl oluyor, test edin.

Opera Binası: Yine Christianshavn adası tarafında yer alan bina modern Danimarka mimarisi için iyi bir örnek. 41.000 metrekare alan üzerine kurulmuş yapı, ödüllü mimar Henning Larsen tarafından yapılmış. 335 milyon Euro gibi inanılmaz bir bütçe ayrılan yapı, doğaya saygıyı da ihmal etmeyen bir proje. 14 katlı yapının konser salonu 1.500 kişilik. İrili ufaklı prova odalarının sayısı ise 1000 taneymiş. İnsan böylesi mekânları görünce Batı’nın sanat için yaptığı yatırımları görüyor ve hayranlık duyuyor.


 
Kopenhag’da Ne Yenir?
Kopenhag yeme içme açısından oldukça zengin bir seçenek sunuyor. Dünya mutfağına ait hemen hemen tüm çeşitleri bulabileceğiniz gibi Danimarka yerel lezzetleri de mevcut. Christiansborg Sarayı kulesinde bulunan şehir manzaralı restoran, yerel lezzetler için tavsiye edilebilir ama fiyatlar tuzlu gelebilir diyorsanız işte size birkaç uygun bütçeli mekân önerisi:

Kjøbenhavn Restoranı: Mekân, şehrin tam kalbindeki Droningens Tvargade Caddesi’nde yer alıyor. Dış görünüşü salaş ama iç mekân oldukça modern. Burada 400-500 krona yerel lezzetleri tadabilirsiniz.
Mother: Meatpacking bölgesinde yer alan pizzacı, ucuzluğu ile dikkat çekiyor.
Hot Buns: Yemek için önerebileceğim bir başka yer, lezzetli hamburgerlerin olduğu Hot Buns. Gothersgade Caddesi üzerinde yer alan mekân, sıcak ortamı ve cana yakın güzel garson kızları ile çeşit çeşit hamburger ve steakleri ile dikkat çekiyor. Porsiyonlar büyük. Bir Meksika hamburgeri iki Carlsberg bira için ödediğim fiyat 90 kron. Bu da yaklaşık 12 euro yapıyor.
Carlsberg Fabrikası: Tabii Danimarka tarihi içinde önemli bir yeri olan dünyaca ünlü Carlsberg biraları şehre geldiğimde her soluklanışımda tercihim oldu. Vaktim kalmadığı için Carlsberg Fabrikası’na gidemedim ama gidenlerin çok tavsiye ettiğini söyleyebilirim. Özellikle bira şişesi müzesi ve bira yapım aşamaları görülmeye değermiş.                              
The Scottish Pub: Kopenhag’da bulunduğum süre içinde uğradığım mekânlardan biri de hemen City Hall yakınında bulanan Scottish Pub oldu. Güzel mekânı ve kaldığım otelime yakınlığı yolumun üstünde oluşu nedeni ile tercih ettim.

Kopenhag’da Nerede Kalınır?
Öncelikle belirtmeliyim ki otel fiyatları oldukça pahalı. Çünkü şehrin yaşam standartları yüksek. Ancak birçok hostel var. Özellikle benim kaldığım otelin bulunduğu merkez tren istasyonu bölgesi, seçenek bakımından çok alternatifli. Ben bu seyahatimde tren istasyonuna yürüme mesafesindeki Otel Nebro’da kaldım. Tek kişilik küçük mütevazı ama temiz bir odaydı. Duş ve tuvaletin ortak kullanım alanı içinde olması sizi endişelendirmesin; kat görevlisi sürekli buraları temiz tutuyor ve bir sorun yaşamıyorsunuz. Oda ve kahvaltıya 45 Euro ödedim ama her bakımdan memnun kaldım. Özellikle son gün odayı boşalttıktan sonra büyük sırt çantamı rahatlıkla emanet edebildim.  

Kopenhag’da Ulaşım: Başta da belirtiğim gibi şehri gezmek için benim açıkçası bir toplu taşıma aracına ihtiyacım olmadı. Her yere yürüyerek gittim ama size yardımcı olacağını düşündüğüm birkaç öneri yazabilirim. Merkez tren istasyonu için 10-14 numaralı otobüsleri, merkeze yakın bölgeler için 1-A, 2-A, 9-A ve 26, 40, 10,12, 25 numaralı otobüsleri önerebilirim. Ayrıca Christianshavn bölgesi için 9-A otobüsü işinize yaracaktır. Merkez tren istasyonundan havaalanına gitmek için yaklaşık 6-7 dakikalık bir yolculukla ve tren istasyonundan alacağınız biletler ile (36 kron) ulaşabilirsiniz. Bilet makinesinden aldığınız biletleri bir saat içinde kullanmalısınız. Ayrıca gri renkli M2 metro hattı da sizi havaalanına ulaştıracaktır.
 
Yapmadan Gelme:
Kopenhag için yapılmadan gelinmeyecekler ise şöyle sıralanabilir:
Tivoli Bahçeleri’ni görmeden,
Carlsberg biralarının dibini bulmadan,
Küçük Deniz Kızı Heykeli ile resim çektirmeden,
Kanal turu yapmadan,
Nynavn Bölgesini görmeden,
Our Saviour Kilisesi’nin 400 basamaklı kulesine çıkmadan,
Kral Bahçeleri’nde keyif çatmadan,
Christianshavn bölgesine gidip hippilerle sohbet etmeden,
Çocuğunuza, yeğeninize lego almadan Kopenhag’dan ayrılmayın. 

Gezigurmesi

Yazar Hakkında

Gezigurmesi

1976 yılında Kocaeli'nde doğdum. İlk,orta ve lise öğrenimimi Kocaeli'nde tamamladıktan sonra 1996 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümüne girdim.