İlk gittiğimde de çok sevdiğim Kopenhag, bu kez İzlanda-Faroe Adalarıyolculuğumuzun önünde bir duraklık mola yeri. Doğası, şehir planlaması, tasarım detayları, mimarisi çok etkileyici. Burası İskandinavya’nın kültür, sanat, eğlence merkezi. Kuzey ülkesi ama insanları Güneyliler gibi sıcakkanlı. İnsan hakları ve düşünce özgürlüğünün kâğıtta yazılı olmasının yanında gerçekten uygulandığı bir yer.
Peki, Kopenhag’da 24 saatiniz varsa, nasıl değerlendirmelisiniz?
Öncelikle Kopenhag, 43.000 kilometrekarelik Danimarka’nın başkenti. 5,4 milyon kişilik ülkenin 1,7 milyonluk nüfuslu en büyük yerleşimi. Kentin adının kendi dillerindeki anlamı “tüccarların limanı”. Siz de Kopenhag’ı keşfe başlamak için sabah erken saatlerde Nyhavn bölgesine gitmelisiniz. Bana göre burası Kopenghag’ın kalbi.
Bu limanın her iki tarafında da 1350 senesine tarihlenen rengârenk evler yer alıyor. Evler genel olarak Bergen’deki Hansa evleri ile benzerlik göstermekte.
Daha önce havanın daha serin olduğu bir zamanda buraya gelmiştim, oldukça kalabalıktı. Bu kez yazın ortasında geldim. Neredeyse adım atacak yer yoktu.
Burası kafe ve restoranlara ev sahipliği yapan ufak bir liman olmanın yanı sıra kanal turlarının da başlangıç noktası.
Bu kanal turu ile Kopenhag’ın önemli turistik noktalarının birçoğunu görebilmek mümkün. Üstelik kulaklıklar ile İngilizce anlatımı da dinleyebilirsiniz.
Kanallar arasında dolaşırken bazı köprülerin çok alçak olduğunu göreceksiniz. Kanal boyunca dizilmiş olan eski gemilerin bir kısmı aynı Amsterdam’daki gibi ev ya da ofis olarak kullanılıyor. Bu tur esnasında modern bir bina olan Black Diamond’ı (Kara Elmas) görebilirsiniz. Yine opera binası da oldukça dikkat çekici.
Tur boyunca havanın da güneşli olmasını fırsat bilerek güneşlenen Danimarkalıları göreceksiniz. Kanal boyunca yer alan setler üzerine uzanmış güneşli havanın keyfini çıkartıyorlar.
Denize bağlanan bu kanallarda serinleyenlerin yanı sıra, deniz bölümünde kano ve yelken yapan kişi sayısı da bir hayli fazla…
Bu rota üzerinde sadece kentin değil, tüm ülkenin yönetim merkezi olan Christian Adası’nı görebiliyorsunuz. Ada dediğime bakmayın. Burası ana karadan hendekler ile ayrılmış bir parça. Ama adadaki sarayı görmek isterseniz tekneden inip dolaşmanız gerekli. 15. ve 18. yüzyıllar arasında kralların ikamet ettiği saray günümüzde müze olarak hizmet veriyor. Eski sarayın bulunduğu meydana bakan diğer binalar, Parlamento Binası ve Bakanlıklar olarak kullanılıyor.
Yine bu bölgede Holmen Katedrali’ni de görebilirsiniz. Bu tur esnasında daha önce geldiğimde görmediğim dev kumdan heykelleri gördüm. Kanal boyunca bir set üzerine yapılmış olan bu heykeller oldukça ilgi çekici idi.
Bizim konakladığımız otel ise hemen bu kumdan heykellerin arkasında yer alıyordu. Kopenhag’da konaklama açısından otellerin fiyatı biraz yüksek ama ekonomik oteller bulmak da zor değil. Bu oteller içinde Nyhavn limanı ve opera binasının yanında bulunan Scandic Front gayet uygun bir tercih olabilir. Bu otele alternatif olarak ise ekonomik seçenekler arasında ki Wakeup Copenhagen - Borgergade’i düşünebilirsiniz. Otel konum olarak Kongens Have Parkı'na ve UNESCO koruması altındaki Rosenborg Kalesi'ne 5 dakika, Amalienborg Kraliyet Kalesi'ne ise 10 dakikalık bir mesafede bulunuyor. Bu iki otele ek olarak ise Unesco Dünya Mirasları listesinde yer alan bir binada hizmet veren ve nehir kıyısında yer alan Copenhagen Admiral Hotel’de şehrin en önemli otelleri arasında yer alıyor. Diğer Kopenhag otelleri için de buradan booking.com’a girerek otellere göz atabilirsiniz.
Ardından yine tekne turu ile Kopenhag’ın simgesi Küçük Denizkızı’nı görmeye gidebilirsiniz. Eğer şanslıysanız görebilirsiniz. Çünkü bu heykel sergilenmek üzere zaman zaman farklı ülkelere de gönderiliyormuş. Heykel 1913’te Edward Eriksen isimli bir heykeltıraş tarafından yapılmış. Daha sonra Carlsberg biralarının sahibi bu heykeli alarak Kopenhaglılara hediye etmiş.
Ben her iki gidişimde de gördüğüm için şanslıyım. Umarım sizler de gittiğinizde yerinde duruyor olur.
Bu bölgede diğer görülebilecek yerler arasında etrafı kanallar ile çevrelenmiş olan Trekroner Adası var. Ancak çok vaktiniz yoksa burayı es geçebilirsiniz.
Benim önerim tekne turu ile tekrar başladığınız noktaya dönmektense Amelienborg yani Amelien Sarayı durağında inmek. Bu çevrede sarayı ve kiliseyi görüp yolunuza devam edebilirsiniz.
1794’da Christianborg’da yani asıl kraliyet sarayında yangın çıkınca kraliyet ailesi 1043 senesinde yapılmış olan Amelien Sarayı’na taşınmış. Hatta günümüzde Danimarka kraliçesi halen bu sarayda yaşıyor. Danimarka, parlamenter demokrasi ile yönetiliyor olsa da sembolik olarak kral ve kraliçe var.
Sarayın karşısında yer alan Frederik Kilisesi ise kentin en büyük kilisesi. Mermer Kilise olarak da bilinen bu kilisenin kubbesi kentin birçok yerinden görülebiliyor.
Buradan sonra dilerseniz bir mola verip soluklanmak için tekrar Nyhavn bölgesine yürüyün. Kiliseden en fazla 5-6 dakika sürer. Dilerseniz yemek molasını burada verin. Yemek olarak ringa balığı ve somonu öneririm. Bunun yanı sıra tatlı su levreği, alabalık ve turna balığı da çokça tüketiliyor. Yanında tabii ki Carlsberg güzel gider. Danimarka’ya özgü bir diğer içecek ise “gammel dansk”. Deneyip denememek size kalmış…
Ardından kentin ana alışveriş caddesi olan 2 kilometre uzunluğundaki Strogetten Caddesi’ne doğru yürüyüşe başlayabilirsiniz. Mesafeler çok uzak olmadığı ve de taksi ücretleri bir hayli yüksek olduğu için yürümenizi öneririm.
Bu yol üzerinde meydanda önce tiyatro binasını göreceksiniz.
Birkaç tane de büyük alışveriş merkezi var aynı meydanda. Dış cepheleri yine kentin dokusu ile uyumlu. İçleri ise son derece modern.
Ardından Strogetten Caddesi’nde yürüyebilirsiniz. Bu cadde üzerindeki en etkileyici mağaza Lego’ya ait. Bir şey almasanız bile içini gezip legodan yapılmış maketleri görün : )
Yine aynı cadde üzerinde Guinness Dünya Rekorları Müzesi’ni görebilirsiniz. İçinin çok enteresan olduğunu söyleyemem.
Danimarkalılar çörek, kek, kurabiye işinde bence oldukça iddialılar. Buradaki hamur işi yiyecekler harika! İnsan her yediğini beğenir mi? Holms Bager’da evet : )
Trafiğe kapalı olan Strogetten Caddesi’nde yer alan sağlı sollu binaların tamamına yakını 18. yüzyılda inşa edilmiş. Bu binaların bir kısmı günümüzde kafe, butik ya da çeşitli mağazalar şeklinde hizmet veriyor.
Yine bu cadde üzerinde üniversite binasını, Vor Frue Kilisesi’ni, seyyar satıcıların yoğunlaştığı Kultorvet Meydanı’nı ve buradaki Rundetaarn Astronomi Kulesi’ni görebilirsiniz.
Bu caddenin sonunda karşınıza çıkan büyük meydan ise “Belediye Meydanı” olarak anılıyor. Çünkü burası Belediye Sarayı’na, Meclis Binası’na, kentin en eski otellerinden biri olan Palas Otel’e ev sahipliği yapıyor.
1906’da yapılmış olan Belediye Binası’ndaki kule 106 metre yükseklikte.
Dilerseniz bu meydandan çevre gezisi yapan ufak trenlere binebilirsiniz.
Benim önerim eğer daha önce başka bir şehirde gitmediyseniz “Belive or not Believe” (ister inan ister inanma) Rapley Bilim Müzesi’ni ziyaret etmeniz. Bu müze Robert Rapley’in (1893-1949) gezdiği yerlerden topladığı objeleri, resim ve videoları içeriyor. Oldukça ilginç eserler de var. Mesela 5 bin damgalı posta pulu ile yapılmış olan Japon kadınların resmi.
Çift göz bebekli, en uzun burunlu adam gibi pek çok “en”lerin de maketleri burada sergileniyor.
Artık akşamüstü olduğuna göre biraz eğlenme ve dinlenme vakti geldi. Bu meydandan Tivoli Parkı’na doğru yürüyebilirsiniz. Yol üzerinde önce Andersen’in heykeli önünde bir fotoğraf çektirmek isteyebilirsiniz.Ünlü “Kibritçi Kız” öyküsünün yazarı olan Hans Christian Andersen, Danimarkalılar için bir gurur kaynağı.
Tivoli Bahçeleri…
Kopenhag’ın en popüler yerlerinden biri olan Tivoli Bahçeleri’nde 26 eğlence parkuru, 32 restoran ve çok sayıda konser alanı var. Burası aslında tam günü hak ediyor. Ama bizim vaktimiz kısıtlı. O nedenle akşamüstü saatler en ideali. Pek çok eğlence alanının önünde ve de size girişte verilen bilgilendirme broşüründe şovların saatleri yazıyor. Bu saatlere bakarak kendi programınızı oluşturabilirsiniz.
Park içinde çok geniş yeşil alanlar, yapay göller ve nehirler var. Bunun yanı sıra adrenalin sevenler için roller coaster gibi aktiviteler de mevcut. Biraz daha sakin bir şeyler denemek isterseniz, çimlere uzanıp tiyatro ya da konser izleyebilirsiniz.
Parkın gündüzü kadar gecesi de keyifli. Işıklandırma oldukça etkileyici. Özellikle su, müzik ve ışık kullanarak yaptıkları gösteri kesinlikle kaçırılmamalı.
Şimdiden keyifli seyahatler : )