Ben Las vegas’a gitmeye karar verdiğimde, Hangover filmi Türkiye’de daha yeni vizyona girmişti. Eğer Todd Phillips’in haberi olsaydı, büyük ihtimalle bizim seyahatten bazı bölümler Hangover bölüm 2 ‘de yer alırdı. İzlediğimiz rotanın son durağı olan Las vegas, tatilinde bitiyor olması gerçeğiyle en çılgın geçmesi gereken kısımdı. Nitekim öyle de oldu…
Las vegas gerçeklik ötesi bir yer. Tasarım harikası bir hayal ürünü, Nevada’da Mojave Çölü üzerinde eski model Chewroletinizle ilerlerken aniden karşınıza cıkan bir Lunapark.
Las vegas’ın temellerini, ünlü sosyopat ve mafya babası Benjamin Siegel nam-ı diğer Bugsy, kumarhane şeklinde bir şehir tasarlayarak atmıştır. 1940’larda organize suç şehri olan Las Vegas bugün, dünyanın eğlence merkezi, dünyanın günah şehri ve ikinci şansların başkenti olarak bilinmekte, ‘Vegas’ta olan Vegas’ta kalır’ sloganıyla, Amerika’da Amerikalıların bile uğramadan geçemediği bir durak durumundadır.
Bu şehirde en çok şaşırdığım şey, düzenli olarak yaşayan bir halkın olmasıydı. Acaba nasıl yaşıyorlardı burada. Yani nerelisin sorusuna Vegaslıyım cevabı pek bir ilginç değil miydi? Ama Vegaslı insanlarla tanıştım, şaşılacak bir durum yoktu ortada ve ışıltılı şehirlerine adapte olmuşlardı. Tek şikayet ettikleri yazın 45 dereceyi bulan sıcaklıktı. Bunun dışındaki durumdan gayet memnun yaşayıp gidiyorlardı. İş çıkışı kumar oynamak kadın erkek tüm aile fertleri için olağan bir durumdu.
Las Vegas’ta otel ve kumarhaneler dünyanın ünlü mimari eserlerinden esinlenerek tasarlanmıştı.
Gönlümüzde yatan otel dünyanın en ünlü aşçılarının görev yaptığı, sanat müzesinde Monet'in orijinal eserlerinin ziyaretçilere açık olarak sergilendiği, Ocean's Eleven ve Ocean's Twelve filmlerinde geçen müthiş kumarhanenin soyulma sahnelerinin merakla içimizde yer ettiği, lobisinde 2,000 adet elle üflenmiş cam çiçekten oluşan bir dekorasyonun bulunduğu, Como Gölü’nden esinlenerek inşa edilen, ve bu gölge pembe panter müziği ile senkronize su gösterileri bulunan Bellagio Oteliydi ancak Circus Circus, Vegas’ın başladığı sokakta yer alan eğlenceli otellerden biri olması ve gelir gelmez ilk karşımıza çıkan renkli yer olması sebebiyle, aradaki otel fiyatı farkından hiç bahsetmiyorum, tercih sebebimiz oldu.
Şehrin toplam büyüklüğünü bilemiyordum ama benim hissettiğim şey 15 km’ yi geçmeyen uzunca bir sokaktan oluştuğuydu.
Kovboyların süslediği şehirde o showdan cıkıp bu showa istediğiniz kadar koşun hepsini bitirmeniz imkansız bir haftalık vakitte. David Copperfield’ten Cirque du Soleil ‘e, Blue Man Group’tan, sadece kadınların girebildiği Avustralyalı erkelerin showuna kadar yüzlerce show mevcut. Hangisine girdin diye sormayın. :)
İşte bu yüzden sakin olup gercekten ne istediğinizi iyi bilmeniz gerekiyor Vegas’ta. Nitekim 150 km ötenizde Grand Canyon’ un boylu boyunca uzandığını ve müthiş manzarasıyla sizi beklediğini de unutmamanız gerekiyor. Vegas’ta olan Vegas’ta kalır sözününe sadık kalarak, bu sehayatimden sadece ayak parmağım kırık olarak döndüğümü belirtmek isterim. Hikayeyi yaratmak size kalmış.:)
Grand Canyon’da Özgürlüğü tarif ettiğim yazım yakında Vegas Serisinin ikinci Bölümünde…