Okul Kokan Kent: Oxford

İlk, bulutlarını sevdim İngiltere’nin. Toprak ve gökyüzü arasında “Ben de buradayım.” der gibi salınıyordu bulutlar. Ne gökyüzüne bağlıydı ne de yeryüzüne ait, ortada bir yerde pamuktan bir kütleydi sanki öyle yoğun, öyle beyaz...

Sonra, “o kenti” sevdim. Alıştığım kentlere benzemiyordu ne koşturmacadan eser vardı bu kentte ne kaostan! Medeniyetin beşiği diye anılan ülkelerden birinin en gözde kentine dünyanın her yerinden genç kuşak öncelikle dil eğitimi almak için geliyordu. Genç nüfusun yoğun olduğu bu yerde kargaşanın, gürültünün olması gerekmez miydi? Oysa düzen ve dinginlik hâkimdi Oxford’a!

Düzen ve dinginlik… Bizim gibi büyük kentlerin karmaşasına alışanların özlediği iki sözcük… Meğer dünya üzerinde kalabalık olduğu hâlde düzenli olmayı başaran kentler de varmış! Oxford, tarihi 12. yüzyılın sonuna uzanan üniversitesi ve otuzdan fazla kolejiyle bugün o kentlerin en popülerlerinden bir tanesi.

Tarihî dokunun yeşille birleştiği bu kent İngiltere’nin güneydoğusunda yer alıyor. Bugünkü ününü eğitim dünyasına borçlu. Zira dünyadaki pek çok gencin hayalini Oxford eğitimi süslüyor. Haksız da sayılmazlar; kim istemez ki böyle bir kentte öğrenci olmayı… Tarihî binaların arasında modern bir yaşamla buluşmayı…

Katedrallerin, kütüphanelerin içine gizlenmiş sevimli kafelerde kahve yudumlarken ders çalışmayı… Bisiklete atlayıp küçük kentin ara sokaklarında dolaşmayı veya yeşilliğin ortasında dost sohbeti yapmayı… Lewis Carroll burada yazmış ya o ünlü “Alice Harikalar Diyarında”yı aslında “Alice, Harikalar Diyarı Oxford’da” diye yazmalıymış.

Harika sıfatını fazlasıyla hak ediyor Oxford. Eğer kentin dışında konaklıyorsanız otobüslerin birinden, merkezde, küçük bir alışveriş merkezinin önünde iniveriyorsunuz. Zaten ana cadde üzerindesiniz. Cadde dediğime bakmayın siz, aslında bir açık hava çarşısı demeli… Sağlı sollu hediyelik eşya dükkânları, kafeler, kitapçılar, mağazalar… Ve başka caddelere açılan sokaklar… Sokakların sizi bağladığı diğer caddelerde müzeler, bahçeler, kiliseler… Kaybolmayı başaramayacağınız bir yer Oxford. Farklı sokaklara girip çıksanız da, farklı caddelerde yürüseniz de dönüp dolaşıp aynı noktaya varabiliyorsunuz. Hatta öyle ki katedral gezeyim derken kendinizi botanik bahçesinde buluveriyorsunuz! Kenti alt üst ediyorsunuz, nasıl döneceğim derken bir de bakmışsınız ki gezmeye başladığınız ilk yerdesiniz! Zaten şehrin Galata Kulesi görevini yerine getiren Carfax Tower’ın tepesi her yerden görünüyor. Neden mi? Oxford’un merkezinde olan kulenin tepesinden daha yüksek bina yapmak yasak da ondan! Kuleye çıkarsanız Oxford kanatlarınızın altında! Veya aşağıda kalın; kulenin önünü buluşma merkezi olarak kullanın.

Şehrin tarihi ile tanışmak isteyenler için başka yapılar da mevcut. Bunların ilkiChrist Church. Görkemli yapısının ardında büyüleyici bir geçmiş saklı. Aslında bir katedral ama 1529 yılında bir vakıf tarafından modern bir okula dönüştürülmüş.  John Locke, Robert Hooke, John Wesley gibi tanınmış kişiler buradan mezun olmuş.

Ashmolean Müzesi de Christ Church kadar önemli Oxford için. Dünyanın ilk üniversite müzesi olma özelliğini taşıyor. 1677 yılında İngiliz siyasetçisi Elias Ashmole tarafından, yapımı bitince, Oxford Üniversitesine verilmiş. Ününe Avrupa’da “görülmüş ve yenmiş” son Dodo kuşunun kafası ve pençesiyle kavuşmuş. Hikâye şöyle: 1598’de Hollandalı denizcilerin Mauritius Adaları’nda karşılaştıkları Dodo güvercin sınıfından bir kuş. Denizciler çekinmeden yanlarına gelen bu kuşa “aptal” anlamına gelen Dodo adını vermişler. Üstelik bir de öldürüp afiyetle yemişler! Ama galiba bir parçasını da yanlarında Avrupa’ya getirmişler çünkü ilerleyen zamanda İngiltere de bir müzede - Ashmolean Müzesi- ortaya çıkmış bizim Dodo. O güne dek muhafaza edilmiş "tek" Dodo’yu, Ashmolean Müzesi müdürü, saklanmaya değmez bir parça olarak düşünmüş çünkü parça güvelerden zarar görmüş. Müdür de Dodo’yu işe yaramaz diye ateşe atıvermiş. Oradan geçen bir görevli onu kurtarmaya çalışmış ama yalnızca çok küçük bir kısmını kurtarabilmiş. Müze müdürünün akıbeti ne oldu bilmiyoruz ancak Dodo bugün “Alice Harikalar Diyarında”  kitabında hayali bir karakter olarak yaşıyor.

Bir başka yapı Bodleian Kütüphanesi. 1602 yılında açılmış bu kütüphane bugün 11 milyon kadar kitabı bünyesinde barındırmakta. Sadece el yazmaları ve kitaplar yok burada, aynı zamanda sikke ve madalyalara da ev sahipliği yapıyor bina. Oxford Kampüsü’nde bir simge hâline gelmiş, üç ana bölümden ve iki kattan oluşan Radcliffe Camera da 1749 yılında James Gibbs tarafından tasarlanan dairesel bir kütüphane.

Sir Christopher Wren tarafından tasarlanan Sheldonian Tiyatrosuda şehir merkezinde. Tiyatro, Oxford Üniversitesi'nin resmî tören salonu olarak kullanılıyor. Mezuniyet törenleri burada gerçekleşiyor; kullanılmadığı zamansa turistlerin fotoğraf mekânı.

Daha yazılacak o kadar yer var ki bu küçük kentte… Oxford Kalesi, Oxford Müzesi, Oxford Botanik Bahçesi, Pitt Rivers Müzesi, Doğa Tarihi Müzesi… Saymakla bitecek gibi değil!

Nehri de unutmayalım, İngiltere’ye can veren Thames’in kolları buraya da uzanıyor. Akşam güneş batarken nehir kenarındaki mekânlardan birinde oturmak, kanoya binmek, ördekleri beslemek veya sadece yürümek bile huzur verici gelmiyor mu kulağa?

Oxford öğrenci kenti ya, tabii ki üniversitesinden bahsetmeden geçmek olmaz. Dünyanın en eski üniversitelerinden biri olan Oxford Üniversitesi, Paris Üniversitesi örnek alınarak kurulmuş ve bugün 39 bağımsız koleje sahip. Bunların en eskileri, dinsel kurumlar tarafından oluşturulmuş, kendi kendilerini yöneterek gelişmişler.

Günümüzde uluslararası öğrencilerin bu köklü üniversiteye başvurabilmesi için belirli şartları yerine getirmeleri gerekiyor. Başarılı bir öğrenci olmak ilk koşul. Ayrıca sosyal ve çok yönlü olmak da önemli bir kriter. IB öğrencileri direkt olarak Oxford Üniversitesi'ne başvuruda bulunabiliyor.

Ortaokul ve lise öğrencileri ise yaz okulları programlarıyla dünyanın çeşitli yerlerinden arkadaşlar edinerek bu kenti tanıma olanağı buluyor. Kısaca Oxford, öğrenciler için büyülü ve cazip bir kent olarak eğitim seçeneklerinde ilk sırayı alıyor.          

Eh, bana da Oxford’u görmüş birisi olarak bu yazıyı okuyanlara şu öneriyi yapmak düşüyor: “Oxford’u görülecek yerler listenize alın, bu kentin atmosferine karışın. Siz de hayat sahnenizin harikalar diyarından kısa bir süreliğine de olsa tarihî bir mekân kapın!