​Ölümsüz Mısır: Kahire

Bugün Kızıldeniz'i soluma aldım ve kuzeye doğru, Afrika Kıtası'nın en büyük şehri Kahire'ye yola düştüm. Öncelikle gezimin bundan sonraki bölümünü ekonomik yapma niyetindeyim ve bu yüzden mümkün olduğunca Mısır halkı gibi yaşamaya gayret edeceğim. Çünkü bilmediğiniz bir ülkeyi ve halkını kısa sürede tanımak istiyorsanız, dillerini bilmeseniz de onlar gibi yaşayın, bu sayede çok çabuk tanırsınız.

Bu düşünce ile terminale gitmek üzere otelden çıktım ve minibüse bindim. Terminale gidip gitmediğini sordum. Şoför "gider" anlamında kafa salladı ancak buraya gelmeden önce bildiğim başka bir şey var: Şoförler nereyi sorarsanız sorun turistlere “gider” anlamında kafa sallarmış. İşte bana da öyle bir şoför denk geldi ve beni Vatania diye bir yere götürdü.

Minibüste yanımda oturan amca sigara yaktı, ben de sigara antipatimi belli eden bir bakış fırlattım ama sanırım bakış Arapça olmadığından amca sırıtarak cevap verdi bana. Terminali fazlasıyla geçtiğimizi fark ettikten sonra çaktırmamak en iyisi diye düşündüm. Gideceğimiz yerde mutlaka bir terminal vardı. Öyle de oldu. Ben oradaki terminali bulup Kahire otobüsümü beklemeye başladım. Şarm El Şeyh’ten Kahire arası 500 km’lik bir yol. Kahire otobüsüne bilet aldığımda 40 EP (Mısır Poundu) yani 15 TL idi. Yanlış terminale gelirken kaybettiğim zaman, otobüsün iki saat sonra kalkacak olması ve önümdeki altı saatlik yolculuğu düşündüğümde bugünümü yolda harcadığım anlamına geliyordu. Ama dediğim gibi bu ülkeyi tatmaya geldim ben ve bu yolculuk da onun bir parçası.

Aslında Mısır’da kaybolmanız mümkün değil. Çünkü sağ tarafınız olduğu gibi çöl. Sol tarafınızda ise Kızıldeniz size sürekli arkadaş. Kızıldeniz ile aramızda yaklaşık 500 metrelik çorak bir arazi var ve ondan sonra hiç el değmemiş kıyılar. Kuzeye giden çöl yolundan başka da bir yol yok zaten. Oldukça düzgün ve geniş yolları var ve bu adamlar yokuş diye bir şeyin farkında değiller, yollar dümdüz. Yolculuk başlar başlamaz telefonuma yüklediğim Arap ve Türk müzikleri karışık olarak çalıyordu. Elimde ise Mısır’ı her yönüyle anlatan Mısır kitabım. Mısır kitabına tam başlamışken ilk parça Cihat Aşkın'ın Minyatürler albümünden “Sarı Gelin”. Cihat Aşkın’ın ağlayan kemanını eğer bu yazıyı okurken siz de fon olarak açarsanız ve ağlarsanız baştan söyleyeyim mesuliyet kabul etmem.

Yol boyu elimdeki Mısır kitaplarına daldım ve Kahire’de gezebileceğim yerlerin tek tek notlarını çıkardım. Ezan saatlerinde otobüsün içinde ezan okunuyor. Fas'ta da alışveriş merkezinde hoparlörden ezanı verdiklerinde garip gelmişti bana. Bunun yanında otobüste birkaç kez anons yapıldı. Herhalde insani bir refleks olsa gerek her seferinde sanki Arapça biliyormuşum gibi kulaklıklarımı çıkarıp anonsu dinledim. Sonra çaktırmadan geri taktım kulaklıklarımı. Ne de olsa otobüsteki hiç kimse benim Arapça bilmediğimi bilmiyor.

Mısır'a gelen arkadaşlarımdan o kadar fazla kötü şey duydum ki insan her şeye tereddütle bakıyor. Çarşısının büyüklüğü, karmaşıklığı ve turistlere karşı kazıklamaya yönelik ustaca faaliyetleri gelmeden önce fazlasıyla dinledim ve acaba yarın "celebiyye" mi giyip çarşıya çıksam diye düşünüyorum. (Celebiyye: Mısır'lı erkeklerin giydiği tek parça ve genellikle beyaz olan entari). Sonra kafamdaki puşi ile yeterince Mısırlılara benziyorum diye de bu fikrimden vazgeçtim.

Bu yolculuk boyunca her meskun mahale girdiğimizde polis kontrol noktaları geçiyoruz. Öyle ki polis kontrol noktalarında demir bariyerleri zikzak biçiminde döşemişler ki bu da araçların zorunlu olarak yavaşlayıp tek sıra geçmesine sebep oluyor. Kahire girişinde bir kez adam akıllı durdurulduk ve kimlik kontrolü yapıldı. Ama otobüsün yarısına yani sıra tam bana geliyordu ki asker otobüsten inip devam etmesi gerektiğini söyledi. İlginç gelen bir şey ise, yolda gördüğümüz kamyonların neredeyse tamamı sol şeritten gidiyor. Nedense arabaları solluyorsunuz ama kamyonları sağlıyorsunuz.

Kahire’ye girdiğimizde İstanbul’dan daha kötü bir trafik ile karşılaştık. Kavşak anlayışı çok fazla yok, olur olmadık yerlerde araçlar U dönüşü yapıyor. Şehir içinde yeşillikler ise İstanbul’dan daha fazla. Burada da trafik kurallarının çok işlemediğini söyleyebiliriz. Örneğin kask takmış motosikletli göremedim. Akşam hava kararırken otobüsten indim ve yolda kitabımdan tespit ettiğim “sırt çantalılar için” önerilen ucuz bir otele yerleştim. Bir gün parası ödedim ve ikinci güne henüz karar vermediğimi belirttim. Kahvaltı dahil gecelik fiyat 120 EP (40 TL). Böyle uygun olma sebeplerinden birisi odamın yaklaşık 10 metrekare olması, tuvalet ve duşun koridorda ortak kullanılması. Tuvalette kitap ya da gazete okuma keyfi olan birisi iseniz bu tür yerler hiç uygun değil. Çünkü birileri her dakika kapıyı çalıyor. Yarın piramitleri görecek olmanın heyecanı var içimde!

Burada İnsanların, Tanrıların ve Ölülerin Tarihi Başlar: Kahire

Eski kralların yakın zamanda cömert davranıp o binlerce yıllık kalıntıları bugünün insanlığına hediye etmelerinin üzerinden çok geçmedi. Sunulan bu hediyeleri görmek için Mısır’a gitmek gerekir ve gidip görünce de o tarihlerde yaşama istemi uyanır içinizde.

Sizi çeken o tarihin neden çektiğini anlamasanız da özlem duyarsınız o mistik zamanlara. İnsanlığın en eski zamanlarına, antik çağa ışık tutan kalıntıların bu topraklardan çıkmış olmasıydı beni heyecanlandıran ve beni buralara tek başıma getiren…

Otelin doyurucu olmayan kahvaltısında, annemin poğaçaları yardımıma yetişti. Kahvaltı yaparken planımda ufak bir değişiklik yaptım. İstanbul'a benzeyen bir yapıdaki bu büyük şehre bir gün ayıracakken iki gün ayırmaya karar verdim. Çünkü dünkü kara yolculuğumda Kahire hakkında okuduklarım bir türlü bitmek bilmedi.

Mısır kitabının üçte biri bu şehre ayrılmış ise bir günde bu şehri geçmek çok akılcı olmaz diye düşündüm ve atladım bir taksiye. Taksi şoförü iyi birisine benzemesine rağmen sonradan beni kazıklamaya çalışacağını hiç kestirememiştim. Kahire’de trafik fazla olmasına ve yollarda şeritler olmamasına rağmen trafik bazı yerlerde oldukça hızlı akıyor. Benim taksi şoförü ise oldukça “hızlı ve imanlı.”

Kahire'nin görülesi birçok yeri olduğunu bilsem de ilk durağım dünyanın yedi harikasından birisi olan ve Gize Platosu’nda yer alan piramitler. Mısır tarihini en azından yüzeysel olarak okumadan gelirseniz buralara, piramitler sizin için çok fazla anlam ifade etmeyebilir. Onlara sadece basit taş yığınları olarak bakabilirsiniz. En son söyleyeceğimi en başta söylemeliyim ki sakın “uzaylılar tarafından yapılmış, bugünkü teknoloji bile inşa edemezmiş” gibi şehir efsanelerine inanmayın. Çünkü Mısır bilimciler piramitlerin hangi yıllarda inşa edildiğinden tutun, mimarının kim olduğuna dair her türlü bilgiyi ortaya çıkarmış durumdalar.

Bu taş yığınlarını gizemli yapan, hazineleri ile birlikte gömülen kral mezarları olması; kralların Güneş Tanrısı’na yaklaşma biçimi olması; 4000 yıl öncenin mühendislik harikası olması; astronomi, matematik ve geometriyi o tarihlerde bu kadar ustaca kullanabilmeleridir.

Piramitler bölgesine girmenin bedeli 80 EP (30 TL). İçeri girer girmez bir at arabası kiraladım ve bir rehber bana piramitlerin tarihçesini anlatmaya başladı. Piramitler hemen uzakta gözüme çarpsa da beni girişte Gize Platosu’nun bekçisi niteliğinde “korkunun babası” olarak bilinen büyük bir sifenks (kafası insan, gövdesi ise uzanan bir aslan şeklini alan heykel) karşılıyor. Piramitlere tırmanmanın yasak olduğunu tabelalardan anlasak da, rehber polise rüşvet vererek yarısına kadar tırmanabileceğimi bana söyledi. Ben de gerek olmadığını söyledim. At arabası ile 3 büyük piramidi turlamak için 70 EP (25 TL) anlaşmış olsam da tur bitiminde benden 200 EP istediler, vermedim.

Deve ile büyük piramidin çevresini dolaşmak istediğimde 20 EP’a anlaşmama rağmen on dakika sonra 25 EP’a anlaştığımızı iddia eden deve sahibine de vermedim. Mısır’da turistleri fazlası ile yontmaya çalışsalar da net ve sert bir tavır gösterdiğinizde sizi dediğiniz olabiliyor.

Bu eserleri Tanrıların ve uzaylıların inşa etmediğini net bir şekilde biliyoruz. Taş blokların altlarına çamur koyarak yukarı katlara çekilen tonlarca ağırlığındaki taş blokları 20.000’den fazla işçinin 20 yılda inşa ettiği tahmin ediliyor. Piramitlerin inşaatı büyüdükçe de taşıma rampalarının yükseltildiğinin kanıtları mevcut.

İnsanlar tarafından yapıldığı konusunda şüphe olmayan piramitlerin o zamanın Mısır Tanrısı Ra’ya (Güneş Tanrısı) yaklaşmak amacı vardı. Firavunları ölümden sonra onurlandırmak için inşa edilen bu yapılara firavunları gömerek güneşe bir merdiven oluşturdular ki kral güneş tanrısı ile bağlantıyı kolay sağlayabilsin.

Gize Platosu’nda aslında 9 tane piramit olmasına rağmen bunlardan üç tane büyük olanı görülmeye değer: Keops, Kefren ve Mikerinos. 4000 yıl önce inşa edilen ve 100 yıl öncesine kadar dünyanın en büyük yapıları olma özelliğini koruyan bu inanılmaz yapıların en büyüğü Keops Piramidi. Ortalama 3 ton ağırlığında 2,5 milyon bloktan oluştuğu biliniyor. O dönemde modern makineler yoktu ancak bilgiyi doğru olarak kullandıkları için bu yapıları inşa edebildiler. Örneğin, astronomi bilgileri sayesinde belirli yıldızlarla aynı hizada inşa ettiler.

Piramitlerin tavanları tam olması gereken ideal boyutlarda ve açılarda. Yüksekliklerine göre çok iyi bir geometri ve matematik bilgisi kullandıkları biliniyor. Eski Mısırlılar kralların ruhlarının “sonsuz yıldızlar” ile birleşmek üzere göğe yükseleceğine inandıkları için üç büyük piramidin güneydoğu köşeleri belli takımyıldızı kümelerini kusursuz bir biçimde hizalamaktadır. Piramitlerin yakınlarına farklı renklerde camlar koymuşlar ki güneş ışığını farklı zamanlarda piramitlere yansıtıp güzel görüntüler ortaya çıkarsın diye.

Piramitlerden sonraki durağım ünlü Kahire Müzesi. 120.000 parçanın sergilendiği bu müzenin bakımsız hali ve eksik yazıları ve ışıklandırması olsa bile sizi kendine çekmeyi başarıyor. Bu müzeyi Mısır’ın o ünlü Tahrir Meydanı yakınında. Müzeye öğrenci olarak 50 EP’ye (15 TL) girdim ancak içeride mumya bölümlerini görmek istiyorsanız farklı bir gişeden 75 EP’ye ikinci bir bilet almanız gerekiyor. Müzeyi elimdeki kitapla birlikte gezip çıktığımda bu müzede 3,5 saat harcadığımı gördüm. Ama inanın değil 3,5 saat hakkını vermek için daha fazla bile kalınabilir içeride.

Müzeye girer girmez içeride rehberler yapışıyor hemen yakanıza. Rehberlerden kurtulmak için güzel bir yol buldum. “Türkçe bilen bir rehber arıyorum” dediğimde yanımdan uzaklaşıyorlar. İçeride Ramses’lerden tutun birçok Mısır kralının mumyalanmış cesetlerini görmek mümkün. Önce kurutulup sonra özel yağlarla ve metrelerce kumaşa sarılan bu bedenlerin bin yıllara meydan okuduğunu görmek oldukça şaşırtıcı. Ayakları ve yüzleri açıkta ve camekanın içerisinde belli bir ısıda muhafaza ediliyorlar.

Akşam tekne ile Nil Turu yaptım. Yaklaşık 80 kişinin bulunduğu ve yüksek sesle Arap Oryantal müzikleri eşliğinde kızların o biçim göbek attığı teknede tek turist bendim. 1 saatlik bu etkinlikte dans eden kızların yanında erkeklerden de güzel kıvıranlar oldu. İki kız bir ara oynamaya kalktılar. Ancak kızların birisinin “sanat için”, diğerinin ise “toplum için” dans ettiği çok belliydi.

Bindiğim tekneden yani Nil’in tam üzerinden izledim batan güneşi. Nil Nehri, Kahire’de iki kola ayrılıp tekrar birleşiyor. İki kola ayrıldığında ise iki ada parçasını sarmalayıp içine alıyor. İşte benim ucuz otelim o adacıkların birisinde.

Tahrir Meydanı’nda bildiğim yemeklerden atıştırdım ve öğle saatlerinde biletini aldığım klasik müzik konserine gittim. Piyano resitali dinleme umudu ile gittiğim konser salonunda içeri parmak arası terlik giydiğim için alınmadım. Daha sonra parmak arası terliğimi bir kenara çıkarıp çıplak ayak gittim, adamlar şaşırdılar benim bulduğum yönteme ama yine almadılar. Ben de turist olduğumu, bu ülkeye “smokin ve klasik ayakkabı” ile hiçbir turistin gelmeyeceğini söylesem de fayda etmedi. Burada katılmak istediğim bir etkinlikti ama olmadı.

Düşünüyorum da bugün en az 10 saatlik yürümüşlüğüm var. Buna rağmen otelime kadar o mükemmel kitabım sayesinde yürüyebildim. Sokakları avucumun içi gibi biliyor ve kimseye hiçbir yer sormadan her yeri bulabiliyorum.

Mısır yazılarımda özellikle piramitlere gittiğim günü merakla bekleyen ve bu yazıyı sonuna kadar okuyup yorum bölümüne küçük de olsa bir şeyler yazan kişiler arasından bir kişiye küçük bir Mısır piramidinin maketini hediye etmek istiyorum. Bunu yapmamın nedeni yazılarımı kaç kişinin sonuna kadar okuduğunu görmek. Çünkü bunun üzerine de birçok kişi ile bahse girdim. Benim tahminim yaklaşık 200 kişi sadece fotoğraflara bakıyor, en fazla da 30 kişi yazıları sonuna kadar okuyor. Lütfen bu teste katılın ve bir tespit yapmama yardımcı olun. Hediyeyi alacak kişiyi belirleme yöntemini ise yine yorumlar bölümünde yazacağım.

Kahire'de İkinci Gün

Bilgi düzeyinin artması ile merak katsayısı arasında doğru yönlü ve kuvvetli bir korelasyon olduğunu düşünürüm hep. O açıdan merak ettiğim yerler hakkında daha fazla bilgi edinirim ve bilgi edindikçe daha da merak ederim.  İşte o merak içinde olduğum günlerden birisi.

Sabah 6:00’da uyanıp gezi yazılarımı ve fotoğrafları 1 saat boyunca düzenledim. Otelimin ucuz olması sebebiyle odam çok küçüktü ve bu benim için hiç sorun olmadı.

Banyo ve tuvaletin koridorda ortak olması ise biraz sorun. Aynı zamanda duş sabit ve tam klozetin hizasına akıyor suyu açtığınızda. Belli ki yerin dar olması böyle bir çözüme itmiş. Duş alabilmek için çeşitli akrobatik hareketler yapmanız gerekiyor içeride. Sabah duşumu alıp, o sevimsiz kahvaltıdan sonra taksimetre açtırmayı başardığım bir taksiye atlayıp Eski Kahire’ye (İslami Kahire) sürmesini istedim.

Taksimetreyi açtırmayı başaramıyorsanız taksiye binmemenizi öneriyorum bu ülkede de... Çünkü gideceğiniz yerin 20 katı fiyattan kapıyı açıyorlar. Dün gezdiğim Yeni Kahire’ye nazaran Eski Kahire’yi görünce sanırım esas Mısır’ı tanımış olacağım. Çünkü Yeni Kahire birçok yönü ile İstanbul’a benziyor. Eski Kahire ise gerçekte görmem gereken. 
Eski Kahire’de ilk durağım Hanü’l Halili Civarı. Kitabım o kadar güzel ki krokiler ve gezilmesi gereken yerler tek tek tarif edilmiş. Hatta tavsiye edilen rota  dahi kırmızı kesik çizgilerle belirtilmiş. Hal böyle olunca yerli halktan daha iyi bulabiliyorum gideceğim yeri.

Burası aynı zamanda ticaret merkezi sayılan ve eski çarşının olduğu bölge. Baharatçılardan hediyelik eşya satan her türlü şey var burda. Hatta bir eskici dükkanının yanında geçerken eski bir Atatürk heykeli gözüme ilişti. Kafasına fes geçirilmiş bir Atatürk heykeli. Dükkana yaklaştığımda sahibinin olmadığını gördüm. Bir süre bekledim sahibinin gelmesini. Ona bu heykelin kime ait olduğunu ve kafasına neden fes taktıklarını soracaktım. Yaklaşık 15 dakika bekledim ancak kimse gelmedi. Ben de Atatürk’ün kafasındaki fesi alıp yana koydum ve yoluma devam ettim.

Daha sonra El-Ezher Camisi, Seyyid El-Hüseyin Camisi, Ebu Dehab Camisi ve El-Eşref Barsbey Camisi’ni gezdim. El-Ezher Camisi'nde yaş ortalaması oldukça düşük iken Seyyid El-Hüzeyin Camisi’nde yaş ortalaması oldukça yüksekti. İlgi çekici olan bir durum var ki cemaat genelde yatmak için de kullanıyor camileri. Seyyid El-Hüseyin Camisi’nde Hz. Hüseyin’in kesik başı olduğu söyleniyor. Bu camiyi gezerken cami imamı olduğunu sandığım bir kişi beni yanına çağırdı. Yönetim odası gibi bir oda gösterdi. Sonra ikinci kata çıkabileceğimi ve arka bahçeyi görebileceğimi söyledi.

Dediği yerlere gittim ve sonrasında çıkarken bana cebinden para çıkardı. Ben de sevindim ilk defa para isteyen değil bana hayrına para veren biri çıktı diye. Meğer bu da parayı göstermek amaçlı çıkarmış cebinden yani “bana bundan ver” manasında. Ben de veremeyeceğimi söyledim ve hızla kapıya yöneldim. Ama kapıda ayakkabımı almaya çalıştığımda önce “sadaka” dediler. Vermeyeceğimi söylediğimde onlar da ayakkabımı vermediler. Kahire’nin kalanını çıplak ayak gezmeyi göze alamadım ve verdim bir miktar “sadaka.”

Aslında hukuken tek taraflı bir hukuki durum olan sadakanın bu gibi ülkelerde bazen şantaj amaçlı kullanıldığı sık oluyor. Oldum olası “sadaka” kültüründen haz almamışımdır. Hedeflenen amaca hiçbir zaman hizmet etmediği ve sürekli sömürü amacı olduğu düşüncesindeyim. Günümün devamında girdiğim camileri de düşündüğümde hayatım boyu girmediğim kadar camiye bir günde girdim.

Gezdiğim müzenin birisinde El-Cezire televizyonu çekim yapıyordu. Beni görünce kadın yanıma gelip nereli olduğumu sordu. Sonrasında da röportaj yapmak istedi bir yabancı gözü ile Mısır hakkında. Ben de İngilizcemin yeterli olmayacağını, eğer Türkçe kabul ederlerse yapabileceğimi söyledim. Bunu da onlar kabul etmediler.

O kadar çarşı sokakları dar olmasına rağmen bir değil iki araç karşılıklı o yaya yolundan gitmeye çalışıyorlar. Ben de o dar sokaklardan yürüyerek kitabımda tavsiye edilen Fişavi’nin Kahvesi’ne gittim. Eğer İstanbul’a gidip Nevizade’de bir bira yudumladıysanız işte o sokağa fazlasıyla benziyor. Sanki 10 yıldır burada kahve içiyormuş gibi kolay buldum burasını. Bana ne içmek istediğimi sorduklarında “buranın en güzel kahvesini” dedim. Türk Kahvesi’ni seven ben bundan sonra Mısır Kahvesi’ni daha çok seviyorum. Bizimkine çok benzeyen ama daha lezzetli ve cam bardakta sunulan bir kahve.

Kahve içerken sekiz tane takı satan kişi, dört tane ayakkabı boyacısı ve bir tane de oyuncak satıcısı gelip bir şeyler satmaya çalıştılar. Neyse ki her birine en az beş kez “la, min fadlak” (hayır teşekkürler) dediğimde almayacağımı anlayıp gidiyorlar.

Eski Kahire’yi tepeden görmek istiyorsanız El-Gavri Külliyesi’nin kırmızı ekoseli o güzel ve ilginç yapıdaki minaresine çıkmanız gerekiyormuş. Ben de bunu rastgele öğrendim. Külliyenin önce içini bir güzel gezdim. 1505’te yaptırılan bu külliyede Çarşamba ve Cumartesi günleri sema ayinleri yapılıyormuş. Günler Bursa’daki canlı müzik günleri ile aynı diye geçirdim içimden. Oradaki görevli bana minareye çıkmak isteyip istemediğimi sordu. Ben de mutlu olacağımı söyledim. Beni dar bir kapıdan yarı karanlık bir yere soktu. Sonra bir kat çıktıktan sonra başka bir bölmeye geçmem gerektiğini, sonra dar bir merdivenden tamamen ışıksız bir ortamda çıkacağımı ve sonra ışık sızan bir kat daha çıkacağımı söyledi. Ben de telefon ışığım olduğunu ve başarabileceğimi söyledim. Beni merdivenlere doğru yönlendirip kapıyı arkamdan kapattı ve geldiğimde vurmam gerektiğini söyledi. Aynı dediği şekilde önce bir geçit buldum. Sonra da karanlık ve tek kişinin geçebileceği merdivenlerden yukarı çıktım.

Çıktığımda anladım ki Kahire’yi bu külliyenin tepesinden izlemek gerekiyormuş. Seyyar satıcıların olduğu dar sokakları, çarşıyı, insan ve araç trafiğini tam anlamıyla gözlemlemek ve şehrin o kalabalık sesini dinlemek için birebir bu mekan. Kendi kendimi fotoğraflayabilmek için fotoğraf makinesinin zaman ayarı oldukça işime yaradı. Aşağı indiğimde görevli külliyeyi gezmek ücretsiz ama minareye çıkmak ücretliydi diyerekten benden para istedi. Ben de art niyetli olan bu kişiye elimdeki bozukluklardan verdim. Mısır’ı bir kez gören çevremdeki insanların “bir daha kesinlikle gitmem” demelerinin nedenini yavaş yavaş anlıyorum.

Eski Kahire’yi anlamak için tarih kokan o köhne yerleri yürüyerek gezmek gerekiyordu, ben de öyle yaptım. Fatımiler Dönemi’ni adım adım yaşamak için de Beynü’l Kasrin civarını gezmek gerekiyor. Burada hoşuma giden şey öğrenci kartımın geçmesi ve sürekli biletleri yarı fiyatına alabilmem. Sultan Kalavun Medresesi ve Türbesi’ne geldiğimde 50 EP’a (15 TL) öğrenci bileti aldım ve bununla beş farklı yere girebileceğim söylendi. Sultan En-Nasır Muhammed Medresesi, Sultan Berkuk Medresesi, Abdül Kethuda, Kasdr Beştak denilen yaklaşık 1.000 yıllık yapıları gezdim. Ama medreselerden daha çok ilgimi çeken kimisi terk edilmiş kimisi ise müzeye dönüştürülmüş “vikala”lar ilgimi çekti. Bunlar eski gezgin tüccarların konakladığı hanlar. Bazılarının odaları farklı amaçlarla halen kullanılmakta.

Bu bölgeden sonraki yolculuk “Kale” bölgesiydi. Buraya yürüyerek gidemeyeceğimi anlayınca durakta minibüs beklemeye başladım. Binmeye hazırlanan bir amca elimdeki haritadan bakıp minibüsün gittiğini söyledi, beni öne oturttu ve gidiş yol paramı o verdi. Sonra da son durakta indik ve bana gideceğim yeri tarif etti. Para karşılığı olmaksızın yapılan ilk şeydi bu Mısır’da. Kısacası yapılan ilk iyilikti. Kale bölgesi büyük surlarla çevrili bir bölge. Kahire’yi panoramik olarak izleyebiliyorsunuz. Polis Müzesi, Askeri Müze, İbrahim Paşa Heykeli, En-Nasır Muhammed Camisi ve en önemli yeri de Mehmet Ali Camisi. Gerçekten 1800’lerin ortalarında Osmanlı üslubu ile yapılmış bu ihtişamlı yapı kubbesi ve iki zarif minaresi ile göz alıyor. İçinde bol bol fotoğraf çektim. Çıkışta o bölgede görevli bir polis elimden makineyi isteyip beni farklı açılardan fotoğraf çekti. Tabi ki sonunda hemen para istedi. Ben de polis olduğunu hatırlattım ve bu sebepten veremeyeceğimi söyledim.

El kitabımda her ne kadar gereksiz korna çalmanın yasaklandığı belirtilse de bu Eski Kahire için belli ki geçerli değil. Çünkü burada bazı sürücüler korna ile oryantal ritimleri bile tutuyorlar. Sanırım Türkiye’de olduğu gibi bazı kanunlar sadece yazılı olarak var ancak uygulaması yok.

Günümü oldukça ekonomik kullandım. Saat 16:30’da otelime geldim ve İskenderiye’ye gitmek üzere terminale gittim. Bu gün üç kez taksi bir kez minibüs kullandım. Sabahki taksicim normaldi. İkincisinin kolu sakattı, üçüncüsünün ise sağ gözü görmüyordu. Hatta bu nedenle taksinin sağ dikiz aynasını amca iptal etmiş. Neyse ki ben sağlam bir şekilde terminale geldim.

Başkent de olsa çok kötü bir terminali var. Aşağı karanlık bir kattan otobüsler kalkıyor. Otobüsler de zamanında kalkmıyor. Yarım saat gecikme ile hareket ettik. 3 saatlik yolculuktan sonra da Akdeniz’e kıyısı olan ve yönü Türkiye’ye bakan o şehre vardım. Kitabımdan gözüme kestirdiğim ucuz bir otele daha yerleştim. Ama muazzam bir manzarası var odamın… 

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı
Ali Yeniay

Yazar Hakkında

Ali Yeniay

"Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?" sorusuna "Gezerek, okuyan ve hatta gezi yazılarını paylaşan" diye cevap veren bir seyyahım ben...