6 saatlik yarı uyuyarak yarı koltukta dönüp durarak yaptığım yolculuk Kahire merkezde Tahrir Meydanı’na 700 metre mesafedeki GoBus firmasının durağında son buldu. İndiğim yer merkezi bir yerdi, sabah programımda yer alan Mısır Müzesi’nin 300 metre mesafede yer alması benim için avantajdı.
Yola çıkmadan önce hemen GoBus’tan ertesi gece için Luksor’a bilet baktım. Benim niyetim gece 00.30’daki en lüks tarifesi olan Elite Plus ile yolculuk yapmaktı ancak ertesi gün otel rezervasyonum olmadığından sırtımda çantayla o saate kadar ne yapacağım düşüncesi ve yolculuğun 9 saat sürecek olması sebebiyle Luxor’daki tek günün tapınaklar için yetmeyeceği korkusu birleşince 21.45 otobüsüne 205 L.E. / 44 TL‘ye bilet aldım. Yine orta ayarda ama bu sefer yemek ikramı ve içinde Wi-Fi olan bir tarifeydi. Gel gör ki Wi-Fi bozuk dediler açmadılar.
Bileti aldıktan sonra Mısır Müzesi’ne doğru yürümeye başladım. Karşıdan karşıya geçerken benim sırt çantasının kolu kopmasın mı? Al başına belayı, zaten -Ankara - İstanbul uçuşundan sonra alttaki denge kolları kopmuştu, hatta havayollarına konuyla ilgili tutanak bile tutturdum ama üst kolların kopacağı aklıma gelmemişti. Neyse sabahın 06.30 u olduğu için açık mekân bulamadım haliyle. Ona sor buna sor derken Omar adında biri gel benim şurada işyerim var orada bekle mekânlar açılınca ben sana yaptıracak yer gösteririm dedi. Bir yanım saf işte inandım ve birlikte yürüyerek bunun mekâna gittik.
Mekân kapalıydı, kuzenimde anahtar o gelince gireriz deyip bana yakındaki kahvede çay söyledi sohbet muhabbet ederken Giza’da bana uygun rehber bulabileceğinden, kendi çalıştığı yerin bölgedeki en iyi hediyelik eşya dükkânı olduğundan falan bahsetti. Ben işin bana kötüye patlayacağını hissetmeye başladım ama adamın çayını içtik sohbete de devam ediyoruz diye kaçamıyorum. Saat 07.30 gibi kuzenim dediği ama bununla alakası olmayan tahminim bunun patronu olan biri geldi ve biz içeri girdik. Papirüs satıyorlar ama fiyatlar benim dün Hurghada keşif turumda sorduklarıma göre 10 kat falan yüksek. Neymiş onlar sahteymiş bunlar sertifikalıymış ondan böyle imiş. Almak istemiyorum ama adam yapıştı ille satacak belli. Baktım vaktim boşa gidiyor planımın gerisinde kalacağım kızdım ver şu 4 tanesini dedim, fiyatı benim için sözde 800 L.E.’ye indirdi ama ben 200 L.E.’den fazla vermem deyince o da bana çok pazarlık ettiğim için kızsa da 200 L.E. / 43 TL’yi kabul etti. Oradan güç bela kurtulduktan sonra çanta tamircisi aramaya devam ettim ama sorduğum yerlerde ya İngilizce bilen yoktu ya da bu saatte bulamazsın 10.00’dan sonra bak diyenler moralimi bozuyordu. Bir yandan vaktimi çalan Omar’a küfrederek sokaklarda dolanırken bir fuul’cuya (bezelyeden yapılan kahvaltıda tükettikleri bulamacımsı yemek) son bir kez şansımı deneyip sorayım dedim. Elemanın İngilizcesi yoktu ama işaret diliyle anlaştık sanırım ki beni kolumdan tutup izbe karanlık bir apartman boşluğuna götürdü. Labirent gibi koridorlarda ilerleyip küçük bir delik gibi bir yerde dikiş makinesi ile çalışan bir amcaya geldik. Arapça bir şeyler söyledi ve gitti. Amcayla Tarzanca anlaşmaya çalıştım adının Hüseyin olduğunu öğrendim. Neyse çantamı yan taraftaki boş dikiş makinesinin üstüne boşalttım sonra birlikte çantamı sağından solundan gerdirerek yamultarak diktik. Ben hazır çanta boşalmışken ayakkabılarımı ve üstümü de değiştirdim. Hüseyin Amca para istemedi ya olur mu öyle şey diyorum vereyim yok almam diyor ben de çıkardım 20 L.E.’yi masanın üstüne attım kaçtım. Gezim boyunca sevdiğim 3-4 adamdan biri olan Hüseyin Amca'yı geride bırakıp koşarak Mısır Müzesi’ne geçtim.
Mısır Müzesi
Aman Allah’ım o da ne yer gök turist kaynıyor girişte sanki Barcelona – RealMadrid maçına bilet alacakmış gibi toplanmış bir kalabalık görünce dedim ki ayvayı yedin Erkan, sittin sene giremeyeceksin müzeye girsen de zamanlama tutmayacak senin planlar yalan oldu. Neyse sonra Allahtan sıra hızlı ilerledi de yarım saat içinde hem biletimi aldım hem de çantamı emanete bıraktım. Bilet Mısırlılar için 10 L.E. turistlere 120 L.E. / 26 TL.Fotoğraf çekmek için ayrıca para ödeniyor ama ben onu istemedim. Öğrenciler için tüm müzelerde %50 indirim var ama yanınızda uluslararası bir belge olması lazım. Emanet için ücret ödenmiyor ancak tabi ki görevliler bahşiş istiyor. 15 L.E. / 3,25 TL verdim içeri geçtim.
Mısır Müzesi’nde ülkenin çeşitli yerlerinden toplanmış firavunlara ve eski tapınaklara ait 120.000 farklı eser sergileniyormuş. Tutankamon Odası ve mumya odaları ücretli, girmek için 100 L.E. / 22 TL ödemek gerekiyor ancak zaman daraldığı için ben onları es geçmeye karar verdim. Ama yanlış anlamadıysam o gün Tutankamon’un mumyası bakımda olduğu için o odaya giriş de ücretsizdi ve ben o şekilde onu da görmüş oldum. Müze çok büyük gez gez bitmiyor tam bitirdim diyorsun ki görmediğin başka bir odada buluyorsun kendini.
Piramitlere Doğru
Ben piramitlere geç kalmamak için koşar adım gezdiğimden çok detaylı vakit harcamadım ona rağmen 2 saat sürdü. Müzeden çıkınca meydandaki Sadat yeraltı treni durağına girdim. Kahire’de Careem yaygın değil onun için Uber kullanacağım. Uygulamadan baktım fiyatlar da çok uygun ama ben yeraltı trenini deneyimlemek istedim. 6 durak ilerleyip El Giza durağında indim. Amacım buradan Uber çağırmaktı. İner inmez bir sürü adam “Piramit piramit” diye etrafını sarıyor ben aradan kaçmaya çalışırken 40’lı yaşlarında bir adam yanında 6-7 yaşlarında kızıyla bana seslendi. Ben İskenderiye’den geliyorum daha önce geldim ama şimdi kızım için ikinci kez geldim o ilk defa piramitleri görecek isterseniz siz de benimle gelin boşuna çok ücret ödemeyin dedi. Kendisi İngilizce öğretmeniymiş 6 çocuğu varmış Türkleri çok severmiş. Adam güvenilir geldi değişik şeyler deneyimleme manyağı olarak iyi bakalım halkın arasına karışalım hadi dedim.
Sohbet güzel gidiyor otobüse bindik bildiğin tepeleme ama sorun yok halktan iyi biriyle karşılaştım ne de olsa. Sabahki yaşadığım yardım bahanesiyle papirüs satma hikâyesini anlattım özür üstüne özür diledi insan olmak önemli karakter önemli diyerek bana Türkleri seven bir Mısırlı olarak yardımcı olacağını söyledi. Bir durakta indik bana ayaküstü fuul ve falafel aldı parasını vereyim dedim “manyak mısın oğlum misafirsin sen ben ödeyeceğim” dedi. İşin ilginç tarafı 10 L.E. uzattı üste bir sürü para üstü aldı kaç para ulan bi falafel bi fuul? Neyse oradan ara bir sokağa girdik bir sürü tuk tuk geçiyordu bunlardan birine bineceğiz dedi atladık hemen.
Ben yorgun olduğumu önce otele gidip çantamı bırakıp bir duş alıp öyle piramitleri gezeceğimi söylesem de bu yok birlikte gezelim diye diretmeye başladı. Orada yine ben anladım bir dolandırıcı ile karşı karşıya olduğumu. Adam iyi niyetli sanki orada rastgele karşılaşmış taktiği ile beni piramitlerde geziye ikna edecek bir profesyonel dolandırıcıymış oysaki. Daha önce internette benzer bir olay okumuştum ama 6 yaşında çocuğu bu işe alet edecek bir karaktersize denk geleceğimi düşünmemiştim. Ben istemiyorum dedikçe ama çok uygun kendin gidersen kazıklanırsın gel ben sana anlatırım gibi sıkboğaz etmeye devam ediyordu. Telefondan otelin konumuna baktım çok yakın dedim durdur tuk tuk’u ben ineceğim. Bu hemen yanıma geldi gelmeyecek misin sen şimdi diyor yok dedim otelime gideceğim sen gezdir kızını. Ne kadar dedim tuk tuk ben vereceğim sen çekil. Tuk tuk şoförü ile Arapça bir şeyler konuştular ve şoför 100 L.E. dedi. Dedim “are you crazy man?” Bu mümkün değil dedim piyasayı fiyatları biliyorum taksi bile bu kadar tutmaz. Ama neymiş tuk tuk’lar özel araçlarmış onların fiyatı böyleymiş tamam ben misafirmişim yarısını verecekmişim o üstünü tamamlayacakmış benim yerime diye bana masal anlatıyor. Cebimde bozuk 28 L.E. vardı al bunları dedim son param başka da yok. Olmaz molmaz dedi dinlemedim döndüm arkamı yürümeye başladım. Bekleyeyim mi seni birlikte gidelim mi piramitlere diyor hâlâ yok dedim sen git. Sinirle otelime vardım. Otelin terası piramitleri görüyor zaten sırf bu yüzden seçtim. Banyo ve tuvaleti içinde değildi bir tek bunu sevmedim ama yatak çok büyük ve rahattı sanırım kaldığım oteller içinde en iyi yataktı diyebilirim. Geceliğine 15 dolar verdim.
Piramitler Turu
Fazlalıklarımı bıraktım hazırlandım ve piramit turu için kapıdan çıktım. Yalnız daha önce araştırmayanlar için söyleyeyim piramitlerin bulunduğu bölge gecekondu bölgesi, her taraf pislik içinde leş gibi hayvan dışkısı kokuyor. Sokaklar dar ve pis gece geçmeye korkarsın. Piramitlerin arka tarafı çöl olsa da ön tarafı pis bir mahallenin komşusu. Neyse kapıdan çıkar çıkmaz hemen tur için at, deve, at arabası sahipleri seslenmeye başlıyor. Benim niyetim kimseye eyvallah etmeden yayan gezmek ancak piramitlerin giriş kapısına yaklaştıkça gördüm ki içerisi çok geniş bir alan ve yokuş yürümek lazım. Dedim hiç gerek yok hemen kapının yanındaki iki elemana at arabası ne kadar diye sordum saati 200 L.E. / 43 TL’ymiş tamam dedim kabul çağır gelsin araba. Yok dedi bileti al sen gir içeri o gelecek dedi. Gişeden 120 L.E. / 26 TL verip biletimi aldım ve girişten at arabasına binip ilerlemeye başladık. Binerken arabayı kiraladığım eleman at arabacıya da bahşiş vermem gerektiğini söylemeyi unutmadı, hoş at arabacı yol boyu ailevi ve ekonomik sorunlarından o kadar çok bahsetti ki bahşiş vermem gerektiğini söylemeye gerek yoktu. Tur 1 saat sürüyor arabacı sizi alıp panoramik görüntü alınan yukarıdaki bir noktaya götürüyor ve istediğiniz kadar fotoğrafınızı çekiyor.
Dönüşte de yine istediğiniz yerlerde durup fotoğraf çekilebiliyorsunuz. Piramitlerin yanına durup sütunlardan 2-3 kat yukarı çıkıp fotoğraf çekildim ve 4.000 yıldır orada duran bu dev yapılara dokunmanın hazzını yaşadım. Sonra sallana sallana bir saati tamamladık. Son durakta 20 L.E. bahşiş verip yayan olarak Sfenks’in yanına gittim. Sfenks’in bulunduğu açıdan piramitler de arka planda göründüğü için çok hoş bir manzarası var. Orada bir gençten rica ederek Sfenksle komik fotoğraflar çekilip piramitlerden ayrıldım.
Piramitlerin bulunduğu gecekondu semtini keşfetmek için açtım navigasyonu düştüm yollara. Yer yer ıssız dar sokaklarda, yer yer kalabalık caddelerin kenarında ilerleyip vakit geçirdim. Bir fırında çalışan gençlerle İngilizce bilmemelerine rağmen Tarzanca sohbet ettik, selfie bile çektik. Esnaflarla sohbet etmeye çalışırken tanıştığım Mahmud ile yolun kenarında oturup çay içtik. Sonra baktım hava kararıyor o geçtiğim yollardan gece geçmeyi göze alamadığım için dönüş yoluna geçtim. Otele gitmeden yoldan meyve salatası, poğaça, su, kola aldım. Akşam piramitlerde ışık gösterisi olacağı söylendiği için hava karardığında terasta olmalıydım. Aldıklarımı odaya bıraktım terasa çıktım otelin barından 25 L.E. / 5 TL’ye bir Stella bira aldım başladım beklemeye ama saat 19.00 olacak denen gösteri 20.00 oldu hala başlamadı bir bira daha içtim. Otel görevlisi her akşam gösteri olmadığını bugün de olmayabileceğini söyleyince moralim bozuldu ve dışarı attım kendimi. Yolda askerlere de sordum aynı cevabı aldım bugün gösteri yoktu ve ben boşuna bu dandik semtte konaklamıştım. Burayı seçmemdeki tek etken gece piramitleri ışık gösterisi altında izlemekti yoksa merkezde kalmak benim yarınki planım için daha uygundu.
Moralim bozulunca karnım acıktı yürürken ufak bir kebapçıdan mangal kokuları geldi burnuma. Girdim, karışık kebap, patates, kolalı menüden istedim. Tavuk şiş, iki kalem pirzola ve bir şiş kebap geldi yanında da tabina denen tahin mezesi, salata ve lahana sarması vardı. 80 L.E.’ydi fiyat ama Türk olduğumu öğrendi ya salatalar ücretli oluverdi birden. 85 L.E. / 18 TL verdim çıktım. Burada aklınızda olsun Türküm dememeye çalışın. Türkleri sevdikleri falan yok yüzünüze gülerler “yavaş yavaş Hasan Şaş” tekerlemesini söylerler ve sonra kazıklarlar. Gezi boyunca bu ritüeli defalarca yaşadım. Kıbrıslıyım deyin orası hakkında pek bilgileri olmadığından sanırım onu deyince piton görmüş sincap gibi kalıyorlar söyleyecek bir şey bulamıyorlar. Oradan çıktıktan sonra ıssız semtte yapacak pek bir şey olmadığından odama dinlenmek için çekildim. Tam üzerimi çıkarmaya başladım ki müzik sesleri yükseldi. Hemen üstümü giyinip terasa fırladım ve başka bir şey istesen olacakmış derler ya o hesap, ışık şovu başlamıştı sanırım tanrı Horus sesimi duydu. Yarım saat kadar sürdü gösteri. Gösteri şu şekilde işliyor arka planda tok sesli bir adam Mısır’ın tarihi hakkındabilgiler veriyor onun anlatımına göre ses ve farklı zamanlamada farklı renk ışıklarla piramitlere ışık tutuluyor. Piramitlerin en etkileyici olduğu an uzaktan görüldüğü an olduğu için bir de bu ışık gösterileri eklenince mükemmel oldu. Artık huzur içinde uyuyabilirim.
Giza Hayvanat Bahçesi
Sabah 08.30 gibi kalktım Piramit bölgesinin kenarından geçen caddeye yürüyüp Uber’den araba çağırdım. 10 dakika sonra bir araç geldi ve Giza Hayvanat Bahçesi’ne gittik. Mesafe yaklaşık 9 kilometreydi ama trafik sebebiyle biraz geç vardık. 36 LE tuttu, 40 LE (8,5 TL) verdim indim. Hayvanat bahçesi girişi 20 LE (4,25 TL). İçeri girer girmez asıl hedefim olan yavruaslan ve timsahla fotoğraf çekileceğim yeri aramaya başladım. Bir yandan değişik hayvanlar var mı, diye bakınırken bir yandan da hedefimin yerini tespit etmeye çalışıyordum. Filin olduğu yere geldiğimde bakıcı marul ile fili besliyordu. İnsanlar hortumunu uzatan filden çekinip yaklaşmıyordu ama ben böyle fırsat bulmuşum kaçırır mıyım! Yanına yaklaşıp hortumunu okşamaya başladım. Bakıcı birkaç tane marul yaprağını bana verdi, tek tek elimle besledim. İlk başta çekinen insanlar yaklaşmaya başlayınca bir çocuğa marulları verdim, yoluma devam ettim. Hipopotamlar çıktı karşıma, bakıcı küreğe doldurduğu yeşillikleri çitin arkasına doğru fırlatıyordu. Beni görünce yanına çağırdı elime bir avuç ot verdi eliyle “at” diye işaret etti. Elimdeki otları gören 3 tane dev hipopotam ağızları sonuna kadar açık şekilde demirlere dayandı. Sırayla hepsine ot verdim ve bakıcıya 10 LE bahşiş verip yoluma devam ettim.
Yolda bir sürü maymun, leylek, gergedan, kuş türleri, lama, kartal vb. hayvanları görerek aslanlara ulaştım. Aslanları gezerken görevli bir fotoğrafçı yanıma yaklaşıp “yavru aslanla fotoğraf istersen 25 LE/5 TL” dedi. Benim de aradığım oydu zaten, “olur da, dedim, bana acil lazım 10 dakikada çıkar mı?” “Yok 1 saati bulur” dedi; ben de moral bozukluğu ile kafesleri gezmeye devam ettim. Orada iki fotoğrafçı daha denk geldi ve “10 dakikada çıkar mı?” diye sordukça “50 LE, 50 LE” deyip duruyorlardı. “Lan oğlum, 25 LE olduğunu öğrendim az önce bana zamanı önemli, 10 dakikada çıkacaksa tamam yoksa olmaz” diyorum bön bön bakıyorlar yüzüme. Neyse en son “15 dakika” dedi biri “sanırım anladı” dedim, kabul ettim, “hadi gidelim” dedim bir kapalı kapının ardındaki kafese girdik. İçerde yavru bir aslan vardı ama kıyamam burnu, alnı, ayakları yara bere içindeydi ve sinirli olduğu her halinden belliydi. Bakıcı boynundan ve sırtından kavramış halde “geç otur yanıma” dedi ben oturdum ama hayalimdeki gibi kucağıma alamadım sadece bir patisini bacağıma koydu öyle eğreti bir şekilde yanında konu mankeni gibi durdum. Fotoğraf çekilince kalktım eleman “50 LE” demeye başladı. Dedim “bak 25 LE olduğunu biliyorum, zaten fotoğraf düzgün olmadı uğraşmayalım, 25 sana 5 bakıcıya 30LE (6 TL) vereyim” diyorum, “yok” diyor. Bu arada içerde bakıcı dâhil 4 kişiler ve arkamda duran açık olan demir kapıyı kapatıp beni aralarına aldılar. Akılları sıra psikolojik baskı altında göz korkutarak benden parayı alacaklardı. Ben de zaten fotoğrafı beğenmediğim için atar yaptım, “istemiyorum fotoğraf motoğraf” dedim açtım kapıyı çıktım. Tabii içimden “ulan peşimden gelip bir şey yaparlar mı deplasmanda atar yaptık adamlara” diye az biraz tırsmadım değil.
Oradan hızla uzaklaşırken aklıma timsah geldi çünkü bir yazıda timsahla da fotoğraf çekildiğini okumuştum. Timsahları buldum, giriş için 10 LE verip sürüngen alanına girdim ve girer girmez bir fotoğrafçı yanıma gelip “timsahla fotoğraf ister misin?” diye sordu. “İsterim ama ne kadar sürede çıkar?” dedim “sixteen minute” dedi. “10 dakikada çıkar mı?” dedim, “yes yes, sixteen minutes” dedi. Terraryumdan bir yavru timsah çıkarıp getirdi bakıcı bir elimle kuyruğunu bir elimle boynunu tutup poz verdim. Birden çok fotoğraf çekmek istedi ama “yeterli teşekkür ederim” dedim. Fotoğraf için 25 bakıcı için 5 toplam 30 LE (6 TL) verdim. Bana bir fiş verdi ve “ilerideki fotoğraf dükkânından alacaksın” dedi. Tamam, dedim biraz daha terraryumda gezineyim vakit geçsin diyerek başladım gezmeye…
10 dakika sonra elemanın yanına gittim “nereden alacağım şimdi göster bakayım şu dükkânı” deyince “daha var one clock sonra” dedi. Benim şalterler attı, birden “sen bana böyle demedin ama” dedim “yok dedi ben sana dedim” dedi. Yani aklı sıra sixty (60) yerine sixteen (16) diyerek beni kandırmış fotoğrafı çektikten sonra da ben 16 demedim 60 dedim diyerek üste çıkıyor. Ben el kol hareketleriyle yaptığın hiç hoş değil diye söylenerek bahçeye çıkınca sanırım etraftaki tepkiden çekinerek “bekle bir dakika” dedi ve masada duran fotoğraf makinesini alıp “gel benimle” dedi. Birlikte konuşa konuşa 500 metre uzaktaki fotoğraf dükkânına gittik ve hafıza kartını fotoğrafçıya teslim ederek beni orada bırakıp gitti. Fotoğraf dükkânının sahibi Türkiye’de bulunmuş ve Türkleri seven biri çıktı epey sohbet ettik, dünden beri yaşadığım sorunları anlattım onlar adına özür diledi. Çay ikram etti ama “vaktim yok gitmem lazım” diyerek fotoğrafımı aldım ve çıktım.
Manastrly Palas
Hayvanat bahçesinin önünden Nil Nehri üzerindeki küçük adacıkların birinin üzerinde kurulu olan Osmanlı döneminde yapılmış Manastrly Palas’a gitmek için Uber’den bir araç çağırdım. Bu sarayın içinde Nilometer denilen 900’lü yıllarda bir Özbek’in yaptığı Nil Nehri’nin yüksekliğini ölçen özel bir yapı vardı amacım sarayla birlikte onu da görmekti.
Uber 20 LE tuttu. Sarayın girişi 20 LE’ydi ama tadilat sebebiyle sadece nilometer açıkmış. Sarayın bahçesinde dolanıp Nilometer’a girdim. 18 metre derinliğinde 16 metre eninde duvarlarında Kur’an ayetleri olan ortadaki ahşap destek yerinde Ayet’el Kürsi yazan duvarlarındaki gözlerden Nil’in suyunu içine alıp yükseklik ölçümü yapılan ilginç bir yapıydı. Merdivenlerle dönerek dibine kadar iniliyordu ama yasaktı! Tabii ki Mısır’da bahşiş her kapıyı açtığı için o kapı da bana açıldı. En alta kadar indim ama hafif ürktüm açıkçası sanki duvardaki deliklerden birden Nil’in suları üzerime fışkıracak gibi hissettim ve hızlı adımlarla yukarı tırmandım. Görevliye 10 LE verdim “yetmez” dedi, 10 daha verdim “yetmez” dedi. “Kusura bakma başka yok” deyip çıktım.
Kıpti Bölgesi
Haritadan Coptic Kahire bölgesinin yani KıptiKahire’nin yakın olduğunu gördüm ve adacığı yola bağlayan üst geçitten karşıya geçtim. Ancak bir sorun vardı gitmek istediğim yer kuşbakışı yakın olsa da yol olarak karman çorman ara sokaklardan geçiyordu ve ben bu muhiti pek beğenmedim. Daha Citadel, HanElHalili, SultanHassanMedresesi gibi yerlere de gideceğim için iptal ettim orayı ve Uber’den araç çağırdım. Gelen amca İngilizce bilmiyordu ama Citadel deyince sorunsuz beni trafiği yoğun Kahire yollarından Citadel’e yani Selahattin Eyyubi Kalesi’ne 25LE’ye (5TL) götürdü. Kale’nin girişinde tırmiş denilen mısırın akrabası olan üzerine limon sıkılarak yenilen bir yiyecek aldım.
Tırmişlerimi yiye yiye kale kapısına geldim. Giriş için 100 LE (21,5 TL) verdim. Kale alanı çok büyük girişte okuduğuma göre İslami coğrafyadaki en büyük kale alanına sahipmiş. İlk görülen eser Muhammed Ali Camii, bizim Türkiye’deki camilerle aynı mimariye sahip onun için çok ilgimi çekmedi açıkçası. Türkiye’de herhangi bir büyükşehirde bunun aynısını hatta daha güzelini görebilirsiniz. Oradan sonra yolun sağında farklı bir mimariye sahip yazlık bir camii olan Al Nasser var. Yazlık dememin sebebi kubbe yerine üstünün açık olması. Zaten girişte girer girmez namaz kılınacak alan başladığı için ayakkabıları çıkarıp giriyorsun. Fotoğrafta gördüğünüz ortadaki boşluk bizdeki camilerde kubbenin altına denk geliyor. Bizdeki camilerin avlusu gibi kenarları kapalı ortası açık şekilde tasarlanmış.
Camiden çıkıp Mısır Millî Askeri Müzesi’ne gittim ama tadilat nedeniyle kapalıydı ben de bahçesindeki askerî araçları ve meşhur Kavalalı İbrahim Paşa heykelini gezdim. İbrahim Paşa bize göre Osmanlı’ya bağlı bir Hıdiv ancak heykelin üstündeki bilgilere göre 1832 yılında Konya ve 1839 yılında Nizip’te Osmanlı ordularını yenen Mısırlı bir kahraman. Zaten babası Mısır’daki Osmanlı hâkimiyetine son vererek 1805’ten itibaren Kavalalı Hanedanlığı’nı hıdiv olarak kabul ettirmiş olan (Mısırlılar Muhammed Ali diyorlar) Kavalalı Mehmet Ali Paşa. İbrahim Paşa Osmanlı ordularını defalarca yenerek Kütahya’ya kadar ilerlemiş ancak araya giren Avrupalı devletler sayesinde Adana’yı haraca bağlayıp, Şam ve Girit’i alarak geri dönmüş. Neyse biz tarihi dizilerden öğreniyoruz uzun uzun tarih bilgisi vermeye gerek yok.
Kale’nin sol tarafında Millî Polis Müzesi’ni gezdim açıkçası müze demek de biraz ayıp ama adı müzeydi işte. Müze’nin içinde Mısır’ın yönetim dönemleri yazıyor ve Osmanlı için 1517 – 1805 yılları yazılmış sonrası Kavalalı Hanedanı ayrı bir yönetim olarak kabul edilmiş. Bizde hala Mısır 1880’lerde elden çıktı diye anlatılıyor ama adamlar bizi 1805’ten sonra silmiş zaten tarihlerinden. Müze sonrası meydandan sisli Kahire manzarasını izledim ve fotoğraf çekildim.
Kuşbakışı Kale’ye çok yakın gözüken Sultan Hassan Medresesi’ne yürümeye karar verdim ve başka çıkış kapısı maalesef olmadığı için en başa kadar geri yürüdüm. Selahattin Eyyubi Kalesi ile Sultan Hassan Medresesi arası yürüyerek yaklaşık 2 kilometre sürüyor sizin için çoksa Uber çağırabilirsiniz. Sultan Hassan Medresesi ve aynı alan içinde bulunan El Rıfai Camii, Memluküler zamanından kalma camiler ve mimarisi bizimkilere göre çok farklı olduğundan gezmenizi öneririm. İki yapıya giriş 60 LE (12 TL) bir de camilerin içine girerken ayakkabıları girişteki görevliye bırakıyorsunuz ve çıkışta elbette bahşiş vermeyi unutmuyorsunuz. Medresenin içi 4 mezhep için birer okul ve ortada camiden oluşuyor. Caminin üstü aynı kalenin içindeki Memluk yapısı camisi gibi açık, kubbe yerine gökyüzüne bakıyorsunuz. Bizdeki camiler gibi tek parça bir kubbenin altındaki alan yok, bir sürü koridor odacık ve kapılar var. Kapıdan girince koridoru aşarak caminin ortasına ulaşıyorsunuz. Sultan Hassan Medresesi’nin hemen yanında El Rıfai Camii var. Cami’nin içi ahşap bölmelerle ayrılmış, en arkada Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin ve İmam Rıfai’nin türbeleri var. Dışardan bu kadar büyük gelmemişti ama içi hem yükseklik olarak hem en olarak çok büyük bir camiymiş.
Cami çıkışı Uber ile Han El Halili Çarşısı’na gitmek üzere yola çıktım ancak yoğun trafik yüzünden şoför beni yakın bir yerde bıraktı. Medrese’den buraya Uber 16 LE tuttu, 20 LE (4,25 TL) verip bizim İstanbul’un Eminönü taraflarına benzeyen dar insan seliyle dolu sokaklara daldım. Satıcılarla dolu sokakta sağa sola çarpa çarpa ilerliyordum. Ayaküstü satıcılardan harankaş dedikleri bizdeki altın çilekten 5 LE’ye 250 gramlık bir poşet alıp yiye yiye pazara doğru ilerledim. Pazar yerini bulduğumda acıktığımı fark ettim, elimdeki listede tadına bakmadığım yemekler arasında hawawshi vardı birkaç kişiye sorup yakında olduğunu öğrenince oraya gittim. “Peynirli var mı, kıymalı dışında neli oluyor?” derken orada bir anlaşmazlık oldu ve iki tane istediğimi sanmışlar ve iki adet meksikalıların quesadilla’sına benzeyen içinde biri kaşarlı biri sade hamburger köftesine benzeyen köfte bulunan hawawshi geldi. Tadı fena değil sıcakken güzel oluyor ama ben hepsini yiyemedim 2 parça paket yaptırdım ertesi gün soğuk olarak sevmedim. Karnımı 2 hawawshi ve 1 kola ile 60 LE’ye (12 TL) doyurup meşhur Han EL Halili Çarşısı’na daldım.
Çarşı, bizim Kapalı Çarşı’ya benziyor ama daha küçüğü, daracık sokaklarında kaybolarak 2 açacaklı magnet(50LE/10TL) alıp çıktım. Hediyelik eşya alışverişini üzerimde ağırlık olmasın diye son gün Hurghada’da yapmak istiyordum ama yine de dönene kadar dayanamayıp arada aldım (keşke almasaymışım Hurghada’da üçte bir hatta dörtte bir fiyatlarına buldum.
Hava kararınca Nobel ödüllü yazarları NecipMahfuz’un sık sık ziyaret ettiği ElFishawy adlı kafeyi aramaya başladım. Mekânı bulup bir kahve içtim yine Türk kahvesi diye verdiler ama içinde farklı bir aroma var. Söylüyorum, “özel bir aroma yok, bildiğin Türk kahvesi bu” diyorlar. Neyse inatlaşmadım artık, içtim kahvemi gezmeye devam ettim. Bu arada El Fishawy’de çay 13 LE, kahve 15 LE (3TL).
Çarşının karşısındaki Al Hazar Camii’ni dışarıdan gezdikten sonra haritalara kaydettiğim eski bir kalenin yaklaşık 1 kilometre uzakta olduğunu fark ettim ve daha da zamanım olduğu için Bab El Nasr adlı surlarla çevrili kaleye doğru yürümeye karar verdim. Ancak size tavsiye etmem, sokak gittikçe ıssızlaşıyor ve oradaki insanlar turistlere pek de sıcak yaklaşmıyorlar. Karanlıkta zaten pek detaylı göremedim ama gündüz vaktiniz varsa gelebilirsiniz. Oradan Uber ile 35 LE (7,5 TL) ödeyerek Tahrir Meydanı’na geçtim. Otobüs saatine kadar bir yerde 60 LE’ye (13 TL) karışık kebap ve bir kafede 20 LE’ye kahve ve su içtim. 21.45’te Luxor’a doğru yola çıktık ama 2 saate yakın Kahire’de dolandık. Birkaç farklı duraktan yolcu alıp 00.00 gibi şehirden ancak çıkabildik. Bu sefer ki otobüste ikram olarak bir kutunun içinde su, 2 farklı boyda aromalı kruvasan ve meyve suyu ikram ettiler.