Sabah 06.00 gibi Luksor otobüs durağında indim. Durak, tren istasyonuna çok yakın. Trene güvenip onunla gelseydim yine aynı yerde inecekmişim ama kim bilir ne zaman. Vakit sıkıntınız yoksa ve bilet bulabilirseniz treni de tercih edebilirsiniz. Durakta inince daha önce haritadan baktığım için bildiğim güzergâhtan Luksor Tapınağı’na doğru yürümeye başladım. Taksiciler yine formlarından bir şey kaybetmemişlerdi, sağdan soldan geliyorlardı. Tapınak alanına yürürken etrafta açık bir mekân arıyordum kahvaltı için ama etrafta insanlar olsa da açık bir lokanta yoktu. Mısır’da tapınaklar sabah 06.00'da açılıp 16.00’da kapandığı için doğrudan tapınağa gitmeye karar verdim. Bu önemli bilgiyi unutmayın, ben unuttum ve bu yüzden Luksor eksik kaldı.
Girişte 100 L.E. / 21 TL ödeyip girdiğim tapınak, piramitlerden sonra işçilik bakımından çok daha etkileyiciydi. Piramitler etrafında gece kondular ve yanına yaklaştığınızda taş yığınından başka bir şey olmadığı görüntüsü ile hayal kırıklığı yaratırken bu içine girdiğim tapınak duvarlarındaki hiyeroglifler, tapınağın her yerine yapılmış devasa heykeller, o dönemde böyle devasa yapıların kusursuzca inşa edilmiş olması ve işçiliğindeki emek ve yetenek ile hayranlık uyandırıyordu. Tapınağın girişinde iki tane dikilitaş varmış ama şu an sadece biri duruyor, diğeri zamanında Paris’e götürülmüş.
Mısır sınırlarından tam 5 dikilitaş farklı ülkelere kaçırılmış, bunlardan biri de İstanbul’daki meşhur dikilitaş. Bu tapınak 3 kilometre uzaktaki dünyanın en büyük tapınağı olarak kabul edilen Karnak Tapınakları ile karşılıklı sfenkslerden oluşan Sfenksli Yol ile birbirine bağlıymış ama günümüzde bu yolun çok az bir kısmı ayakta kalmış.
Tapınağın arka sırtında tarihin tek kadın firavunu olan Hatşepsup’a ait dev bir heykel varmış ama orası kapalı olduğu için geçilmiyormuş, hemen hayırsever görevli bana yardımcı olacağını söyleyerek girişi kapatan ipi kaldırdı ve beni oraya götürdü, sonra da telefonla fotoğraflarımı çekti. Tabii karşılığında ona ve aynı alanda bizi uzaktan izleyen diğer görevliye 5’er pound vermem gerekti.
Bu arada bu bahşişleri her yerde istiyorlar ama vermek zorunda değilsiniz, o sizin insafınıza kalmış. Ben 5 L.E.'nin lafı olmaz diye ilk günden itibaren paramı hep bozdurarak cüzdanda bir sürü 5 pound biriktirdim ve her yerde bahşiş dağıttım çünkü siz de göreceksiniz süreç böyle işliyor, bozuk para bulundurmak en iyisi. Luksor Tapınağı’nı gezdikten sonra kahvaltı yapabileceğim bir yer bulabilmek için meydana çıktım ama saat hala çok erkendi ve mekânların çoğu kapalıydı. Tam o sırada bir faytoncu çocuk yapıştı ve ben git dememe rağmen durmadan yok şehir turu yok Batı Yakası turu yok oteline bırakayım diye durmadan seri bombardımana başladı. Kaç pounda götüreceksin beni otele dedim 80 pound dedi. Çok dedim 50 dedi yine çok dedim 40 pound / 9 TL dedi artık pazarlıktan sıkıldığım için normalde en fazla 20 LE tutacak yere lanet olsun diyerek kabul ettim ve atladım faytona. Yolda artık bu işlerin kurdu olmuş çocuk durmadan bana yeni öneriler sunuyordu. Otele varınca indim ama çocuk gitmek bilmiyor ille sen git duş al gel ben seni gezdireceğim diyor. Dedim sen bir bekle otelle konuşup geleyim belki odam hazır değildir. Gittim baktım odam hazır hatta buyurun kahvaltıya dediler. Bir dakika, deyip geri faytona döndüm çocuğa 40 poundunu verdim hadi sen git ben kalacağım dedim. Çocuk hâlâ bekleyeyim diyor. Yok, sen git diyerek döndüm kahvaltıya.
Kahvaltıda şakşuka dedikleri yumurtalar, sebze kızartması, peynir, domates, salatalık ve meyve salatası verdiler. Karnımı doyurdum, odama çıkıp hızlıca duş aldım ve üstümü değiştim. Otel Karnak Tapınakları'na yakın Rezeiky Hotel And Camp Luksor diye geçiyor. Banyosu tuvaleti içinde olan çift kişilik yataklı kahvaltı ve Wi-Fi dâhil odayı gecelik 46 TL'ye tuttum.
Otel sorumlusu Karnak Tapınakları yakın buraya araca gerek yok yürüyerek git deyince çıktım yola, yürümeye başladım ama yol öyle bakımsız, ıssız bir mahalleden geçiyor ki Karnak gibi dünyanın en büyük tapınağı olduğu söylenen yere giden yol böyle olmamalı diye düşünerek ilerlemeye devam ettim. Köşeyi dönünce önünde onlarca otobüsün park ettiği devasa bir alana gelince doğru yolda olduğumu anlamış oldum. Karnak Tapınakları'nın giriş ücreti 120 L.E. / 26 TL. Biletimi alıp girdiğimde daha girişte kocaman bir alana yayılmış tapınağı görmek beni heyecanlandırdı. Bu tapınağın bu kadar büyük ve önemli olmasının sebebi yapımının tam 2 bin yıl sürmesiymiş. Her gelen firavun kendi adına bir şeyler yaptırarak tapınağı adım adım büyütmüş. Mesela tapınağın ortasında salon kısmı var ve orada tam 134 adet dev hiyerogliflerle kaplı sütun var. Bu sütunlar tam 12 farklı firavun tarafından yaptırılmış. İçinde bazıları çalınmış dikilitaşlar, heykeller ve ibadet için kullanılmış gizli bir göl var. Çoğu yapıtın önünde İngilizce ve Arapça açıklamalar mevcut ama hepsinde yeterli açıklama yok onun için buraya girerken bir rehber ile anlaşmak mantıklı olabilir. Ben anlaşmadım, oradaki görevlilerden bahşiş karşılığı kendi fotoğraflarımı çektirirken ve onların dediğine göre gizli olan bölmeleri ziyaret ederken ayak üstü bilgi aldım.
Burada da 5 - 6 farklı görevliden destek aldıktan sonra öğleden sonra Firavunların mezarlarının bulunduğu Batı Yakası’nı gezmek için Karnak’tan ayrıldım. Ancak dün geceki 9 saatlik otobüs yolculuğunda yeteri kadar uyuyamadığım için gözlerim kapanıyordu, yol üstündeki otelime uğrayıp biraz kestireyim dedim. Bu hatam gün içinde 2 etkinliği yapmama engel olacaktı ama o an yorgunluktan bunu düşünemedim. 1 saat şekerleme yaptıktan sonra hızla otelden çıkıp kapının önünden microbus dedikleri panelvan dolmuşa 1,5 L.E. / 33 kuruş verip bindim ve Luksor Meydanı’na geçtim. Daha önce Nil Nehri’nin karşı kıyısına resmi bir feribotun geçtiğini öğrendiğim için bu sefer kimseye yakalanmadan feribotu bulmak istiyordum, lakin ne mümkün. Daha Nil’in kıyısına gelir gelmez hemen birileri yanıma gelmeye başladı. İlk 2 - 3 tanesini “LA ŞÜKRAN” diyerek uzaklaştırsam da bir tanesi yapıştı yanıma gitmek bilmiyor. Feribot çok yavaş benim kendi özel teknem, var 15 pound’a geçireyim benimle gel karşı tarafta kardeşim var arabasıyla seni gezdirir orada araç bulamazsın diye kafa ütülemeye başladı. Ben hayır dedikçe benimle yürümeye devam ediyordu. Sonra kaç para istiyorsun dedim. Krallar Vadisi, Medinat Habu ve Hatşepsup tapınaklarına götürüp getirmeye 200 L.E. dedi. Kraliçeler Vadisi bakımda oraya gidemeyiz dedi. Çok diyorsun diyerek ilerlemeye devam ettim, neyse pazarlık ede ede her şey içinde 110 L.E. / 24 TL’ye anlaştık. Ama bak dedim ben başka bir şey vermem bu son fiyat bahşiş mahşiş dönüş parası istemek yok dedim tamam dedi. Ne yapacağız şimdi dedim feribota gidelim dedi. Az önce feribot yavaş diyen adam bana tur satınca feribota yönlendirdi. Neyse beraber bindik bu para vermedi ben 1 L.E. /22 kuruş verdim. Feribot dolana kadar 10 dakika bekledik sonra 10 dakika geçmeden kendimizi karşıda bulduk. Geçtiğimiz yerde genç bir eleman aldı beni. İlk önce Medinat Habu’ya gittik. Giriş 60 L.E. / 13 TL. Tapınak çok güzeldi, diğer tapınaklarda az miktarda olan renkli hiyerogliflerle bezeli sütun ve duvarlar burada nerdeyse tüm tapınakta kullanılmıştı.
O dönemde bu kadar kusursuz kabartmalar, çizimler, heykeller yapılmış olması inanılmaz. Hayran kaldığım bu tapınakta vakit sıkıntısı ile yarım saat gezdikten sonra çıktım ve elemanla buluşup Krallar Vadisi’ne geçtik. Krallar Vadisi, piramitlerin çok kolay hedef olması sonrası hazineleriyle bir gömülen firavunları daha gizli alanlarda saklamak isteyen rahipler tarafından kullanılan doğal bir vadi oluşumu. Araştırmacılar 62 adet firavun mezarına ulaşmış ancak en son bulunan ve en değerli mezar Tutankhamun’a ait. Onun ve birkaç özel firavunun mezarına giriş için normal giriş ücretinden başka bir ücret daha ödeniyor.
Tutankhamun aslında diğer yüzlerce firavunun hayat hikâyesine kıyasla 9 yaşında tahta çıkıp 18 yaşında ölmüş genç ve çok da etkili olmayan bir kral. Buna rağmen bu kadar ünlü olmasının sebebi, 1922 yılında İngiliz Howard Carter tarafından kimsenin inanmadığı bir yerde ve zamanda tüm hazineleriyle eksiksiz bir şekilde bulunduğunması. Bu sayede hem hakkında çok fazla bilgi edinilmiş hem de tek bir firavuna ait bu kadar hazine sayesinde öne çıkmış. Krallar Vadisi büyük bir alanı kapladığı için lunaparktaki trenlere benzer araçlarla sizi girişten alıp belli bir noktaya kadar taşıyorlar. Giriş ücreti 160 L.E. / 35 TL. Bu ücrete seçeceğiniz 3 tane firavun mezarı da dâhil. Bunun dışında diğer mezarların hepsini gezeyim, Tutankhamun’a da gireyim derseniz hem çok zamana ihtiyacınız olacak hem de 1.000 L.E. / 216 TL ödemeniz gerekecek. Ben buradan çıkıp Hatşepsup’a gideceğim için daha önce de internetten araştırıp not aldığım Rames III, Ramses II’nin oğlu, Sety II ve hakkım bitmesine rağmen bahşiş vererek Tausert / Setnakht mezarlarına girdim. İlk iki mezar girişe yakın olduğundan çok kalabalıktı ve kurallar gereği fotoğraf çekmek yasaktı ancak son iki tapınak epey yukardaydı ve saat de geç olduğundan görevliler dışında kimse yoktu. Etraf boş olunca görevlilerden biri kimseye söylemezsen seni ücretsiz buraya sokarım fotoğraf çekmene de izin veririm dedi. Normalde aldığınız standart bilete her girdiğiniz mezar öncesinde delik açılıyor ki 3 hakkınız bitince giremeyesiniz. Bu beni çağıran arkadaş delik açmadan buyur etti beni ve mezar hakkında bilgiler vererek aşağı doğru inmeye başladık.
Duvarlar alt üst sağ sol her taraf renkli hiyerogliflerle, kabartmalarla doluydu. Hayran olmamak elde değildi. Kayaları bu kadar kusursuz kazıp böyle şekiller vermek gerçekten büyük yetenek isteyen şeylerdi. Bazı mezarlarda tabutun içinde bulunduğu sandukalar mezarın koridorlarından daha büyüktü yani büyük ihtimal tünelin içinde inşa edilmişti. O devirde elektriksiz bu kadar düzgün bir işçilik nasıl mümkün olabilmişti? Duvarlarda nasıl hiç is izi yoktu? Yüzlerce metre derine inen bu mağara mezarlar nasıl böyle kusursuz kazılmıştı? Aklımda deli sorular vardı.
Neyse çıkışta bana iyilik yapan arkadaş şekilden şekle girmeye, kıvranmaya başladı. Derdi belliydi, bahşişini alması lazımdı. Çıkardım 10 L.E. verdim bu çok az sana böyle büyük bir kıyak geçtim bunu mu layık gördün bana dedi. Cepte bozuk 2 L.E. vardı onu da verdim yetmez 500 ver dedi. Kan beynime sıçradı neyyy dedim sen bana iyilik yapacağım dedin para mara istemedin ne bu şimdi yok sana başka para mara dedim döndüm arkamı çıktım. Kızdığımı görünce sorun yok değil mi? Parayı isteyerek verdin değil mi diye sordu. Bu başıma bir kaç kez geldi sanırım şikâyet edilmekten korkuyorlardı. Oradan çıkar çıkmaz hemen yan taraftaki görevli kesti önümü bu mezar daha güzel gel burayı gez diyerek beni içeri davet etti. Ben de o kızgınlıkla al del şu bileti de hakkım bitsin artık dedim girdim içeri. Mezarı ve firavunları anlatmaya başladı sağı solu gösterdi fotoğrafımı çekti gezdik tozduk çıkarken ona da bir 15 L.E. / 3 TL verdim çıktım. Bir baktım saat 15.35 olmuş tapınaklar 16.00’dakapanıyordu ve ben daha Hatşepsup’a gidememiştim. Koştura koştura girişe indim beni bekleyen eleman geç kaldın diye surat yaptı ama 15.30’da anlaşmıştık zaten ben 15.45’te gelmiştim. Neyse dönüşte benimle esas anlaşan eleman bu olmadığı için benden bir şeyler tırtıklaması lazımdı ve yola çıktığımızdan beri burada çok güzel fabrikalar var seni oraya götüreyim geçen bir İngiliz’i götürdüm diye anlata anlata bitiremedi. Bir şey almak zorunda değilsin diyordu yine fabrika muhabbeti yapınca lütfen biraz hızlı olur musun benim Hatşepsup’a gitmem lazım fabrika ilgi alanıma girmiyor dedim. Hatşepsup’a geldiğimizde saat 16.00 olmuştu ve giriş kapanmıştı. Bir yolu yok mu dedim ama olmadı araçtan inip karşıdan tapınağın fotoğrafını çekmekle yetindim.
Arabaya bindim yol üstündeki Mennon heykellerinde fotoğraf molası verdik. Mennon heykelleri aslında arka arkaya çiftli bir sürü heykelden oluşuyormuş ama tabii acımasız zaman onlara da acımamış. Arka arkaya uzanan heykellerin kalıntılarını görebiliyorsunuz. Genelde herkes yol kenarında durup en önde bulunan dev Mennon heykelleriyle bir poz alıyor.
Ben de fotoğraflarımı çekildim ve dönüş yoluna çıktık. Yolda beni gezdiren arkadaş Muz Adası’na bot turu ister misin dedi yok dedim çok yorgunum gidip yatacağım. Tekneyle Nil Nehri’nde 1 saat tur yapalım o zaman dedi ona da yok dedim. Her seferinde yüzü biraz daha düşüyordu ben de inat etmiştim taviz vermeyecektim. Neyse tam iniş yerine yaklaştık telefonla beni ilk yanına getiren adamı aradı ve bana telefonu bana vererek seni istiyor diyerek bana uzattı telefonu telefondaki eleman ille seni götüreyim Muz Adası’na diyor. Bir yanım istiyor ama bu baskı zorlama irrite edici olduğundan yok dedim istemiyorum. Yarın belki tur istersin telefonumu vereyim dedi ver dedim kaydettim. Tam inerken bu güzel gezi sonrası bahşiş vermeyecek misin bana dedi. Ben de geç kaldık Hatşepsup’a gidemedim ne parası dedim kapattım kapıyı döndüm arkamı feribota bindim.
Feribotta aklımda Muz Adası turu vardı ama hava kapalıydı ve kararmaya da başlamıştı. Nil Nehri’nden son kez karşıya geçtikten sonra iner inmez yine biri takıldı peşime bot turu için. Yok dememe rağmen 1 kilometre falan ikna etmek için peşimden geldi. Telefonunu ver ben seni ararım dedim. Otele dönmeden yemek yemek için Gad adlı lokantada yerel Molokhiaçorbası, mumbar ve meyve salatası yedim. 61 L.E. / 13 TL tuttu 65 L.E. verdim çıktım. GoBus’a gidip 90 L.E. / 19 TL’ye ertesi gün için Hurghada’ya dönüş bileti aldım. Ben her saat var sanıyordum ama tüm firmaların sadece günde iki seferi varmış. Biri sabah 08.00 de diğeri 15.30’da. Sabah kalkıp Hatşepsup ve Muz Adası turunu aradan çıkarsam mı diye düşündüm bir an ama 15.30’da otobüse binmem demek Hurghada’ya 20.30 gibi varmak demek olacağından boş ver burayı, zaten halkı bıktırdı deyip sabah 08.00 otobüsüne aldım bileti.
Bir tane çarşı gördüm, gece çarşısı. Biraz orada dolandım ve 4 tane anahtarlığı 20 L.E. / 4 TL görünce aldım attım cebe. Çarşıdan çıkınca microbus’a binip otelin önünde indim. Otele girmeden marketten bir şeyler alayım dedim. Türküm dediğimde yüzüme gülüp arkadan kazıklama ritüelini yine yaşadım. Burada çoğu yerde bunu yaşadım, Türküm dediğinde o can sıkıcı “yavaş yavaş Hasan Şaş” tekerlemesi artık beynine tecavüz ederken bir yandan da yüzüne gülüp fiyatları yükseltiyorlar. Bizim fiyatlara göre paraları değersiz olduğu için çok koymuyor belki ama 2 L.E.’lik suyu 10 L.E.’ye satmaları ve bunu yaparken sevgi gösterilerinde bulunmaları can sıkıcı olabiliyor. Neyse alacaklarımı aldım odama çıktım ama dışarıdan müzik sesleri geliyordu. Kaldığım yer kamp alanı, otelin bahçesi çay bahçesi gibi, ağaçların içinde kafeteryası da var. Neyse dedim bir bira içeyim de hem uykum gelsin hem de vakit geçsin. Aşağı indim bir bira aldım, 50 L.E. / 11TL. Biramı içtim biraz bakındım ama yorgunluk yüzünden sabah da erken kalkacağım diyerek gidip yattım.
Yazı dizisinin 1. gününe buradan ulaşabilirsiniz.Yazı dizisinin 2. gününe buradan ulaşabilirsiniz.
Yazı dizisinin 3. gününe buradan ulaşabilirsiniz.Yazı dizisinin 4. gününe buradan ulaşabilirsiniz.