Bir turla ilk kez geldiğim Mısır'da gezimiz Sharm El Sheikh'ten başlamıştı. Ankara karlar altındayken, adı Kızıldeniz kendisi mavinin birbir tonunda bir denize girme olanağı bulmak bizi fazlasıyla mutlu etmişti. Güzel ama oldukça yoğun geçen Sharm el Sheikh günlerinden sonra, asıl yazımızın konusu olan Kahire yollarındaydık. Sharm'dan sonra toplam 7 saatte geldiğimiz Kahire'de ilk izlenim “etraf pislik ve toz içinde ve evler sıvasız” olduğu şeklinde özetlenebilirdi. Eğer söz konusu olan Kahire olmasaydı. Evet Kahire'deydik. Nil'in incisinde, antik çağın yedi harikalarından biri ve hala ayakta olan piramitlerin gölgesinde, bu topraklarda Ortadoğu'da Mısır'daydık. Mısır'ın başkenti Kahire'de...
Hep olduğu üzre önce şehri şöyle bir tanımak, nerede ne var 3 güne ne sığdırılabilir anlamak gerekti. Bunun adı panoramik şehir turu. Türk büyük elçiliğinin önünden ve bir köprüden Nil'in karşı tarafına geçiyoruz. Nil'in kıyısı Kahire'nin modern yüzü. Yüksek binalar, lüks oteller buralarda toplanmış. Ama Kahire'nin modern tarafı bile pislik içinde. Gezira adasından sonra Kahire Ulusal Müzesi'ni görüyoruz. En azından görülebilecek yerlerin nerede olduğu konusunda bir fikrimiz oluyor. Gezimiz piramitler, Nil kıyıları, El Halil Çarşısı ve Kahire Ulusal Müzesi üçgeninde geçecekti. Gezgin Kahire'de üç günde Kahire'nin üç gülünü gezecekti. Durum onu gösteriyordu.
Kalacağımız otel Giza bölgesinde, Faysal Caddesi'ndeydi. Kahire'nin tek kelimeyle “felaket” olan akşam trafiğinde otele gelmek epey zamanımızı aldı. Ama odaya çıkıp pencereden şöyle bir bakınca Giza piramitleriyle karşı karşıya oluyorsunuz ve aklınızda ne yorgunluk ne de berbat trafik kalıyor. Binlerce yıldır oradalar. Antik dünyanın 7 harikalarından biri ve ayakta kalan tek harikası karşımda. Bu müthiş bir şey, buradayım Kahire'de, Nil'in şehrinde, Kleaopatra'nın ülkesinde, Mısır'da, Mısır'ın başkentinde Kahire'deyim ve odamın penceresinde piramitler görülüyor.
Ertesi gün, yani Kahire'de 2. günümüzde, korkunç Mısır trafiğine rağmen 10 dakikada piramitler bölgesindeyiz ve Keops'u büyüklüğü karşısında 2. kez şaşkınız (1. Şaşkınlık Kahire'nin pislikten suyun görülmediği kanalları üzerineydi).
Piramitlerin en büyüğü Keops, sonra Kefren ve daha küçüğü Mikarinos. Bu isimler Yunanlıların verdiği isimlermiş Mısır tarihini Yunanlı bir tarihçi kaleme aldığından bilgiler bu yazılı metinden alınmış. Dolayısıyla bilinen isimler hep Yunanca.
Eğer piramitlerin içine de girmek isterseniz ana girişte ekstra ücret ödeyerek bilet almanız gerekir. Piramitler bölgesine giriş 60LE, artı olarak Keops'a girmek isterseniz 100 LE, Kefren'e girmek isterseniz 60 LE ödemeniz gerekir ve bunları ilk girişte ödemelisiniz. Keops piramidinin dibinde verilen bilgilerden sonra Keops'u yapan mühendisin mezarına gidiyoruz. Bu tür mezarlara mastaba deniyormuş ve piramitlerin bir tür öncülü imiş. Keops piramidine girmek ücretli olsa da mühendisinin mastabasını ziyaret ücretsiz. Çıktıktan sonra Keops'tan Kefren'e geçerek etrafında şöyle bir dolaşıyor ve fotoğraflar çekiyoruz. Her yerde atlı, develi adamlar “Foto! Foto!“ diye bağırıyorlar. Eğer onlarla fotoğraf çektirirseniz para istiyorlarmış. Önceden uyarıldığımız için hepsine hayır diyerek ilerlemeye çalışıyoruz. Her yer toz, pislik içinde, at ve deve pislikleri etrafta... İlerlemek çok zor, mesafeler yakın gibi görünüyor ama yürüyerek bayağı zaman alıyor.
Sırada Sfenks, piramitlerin koruyucusu insan başlı, aslan gövdeli heykel var. Kelime olarak aslında yine Yunanca'dan geliyormuş. Mısırlılar ise Aboul diyorlarmış. Burnu kırılsa, kuşlar gözlerini oyarak yuva yapsa da öylece duruyor ve bakıyor yıllardır. Yüzyıllar değil, bin yıllardır. Gündüzlerin sıcağına, gecelerin soğuğuna, kum fırtınalarına karşın piramitleri bin yıllardır koruyor Sfenks ya da Mısırlıların deyişiyle Aboul...
Tarih, turizm falan ama işin özü galiba daha çok ta ticaret. Zira piramitler sfenks, arınma odası vs. derken sırada parfüm atölye ve satışı var. Atölye hemen sfenksin yanı başında olduğundan yürüyerek gidiyoruz. İçerisi oldukça steril ve ışıl ışıl haliyle bir mücevher dükkanı gibi parlıyor ve elbette çok hoş görünüyor. Raflar da cam koku şişeleriyle dolu... Pazarlama taktiği gereği hemen bir görevli bize kokular hakkında kısa bazı bilgiler veriyor. Bu esnada başka bir görevli de bize İngilizce olarak tanıtılan bu kokulardan birazcık sürüyor. Birkaç koku denemesinden sonra kokular birbirine karışmasın diye masalara koyulan kahveden kokluyor kokuları tekrar denemeye devam ediyorsunuz.
Bu arada Kahire'ye gidip bir papirüs merkezini ziyaret etmeden dönmek olmaz. Zira hepsi birbirinden renkli. Satın almasanız bile en azından başka yerde bulamayacağınız zenginlikte bir papirüs sergisi gezmiş oluyorsunuz.
Evet sonraki durağımız Imperial Restaurant oluyor. Nil üzerinde sabitlenmiş bir tekne restauranta dönüştürülmüş ve bu restaurant çok ünlü. Haklı bir ün olduğunu düşünüyorum. Çok temiz ve şık görünüyor. Nil üzerinde Kahire manzarası eşliğinde Imperial Restaurant'ta açık büfe yemek yemek oldukça iyi ve de çok pahalı değil.
Yemekten sonraki durağımız Kahire Ulusal Müzesi. Bir Fransız mimar tarafından müze olarak planlanıp inşa edilen ve 1902 de açılmış olan Kahire Ulusal Müzesi gerçekten çok güzel. Mısır'ın engin tarihi, görgüsü, derin bilgisi ve tüm zenginliği sanki burada sergileniyor. Lakin müze binası kifayetsiz kalıyor. Çok ta büyük olmayan binada eserler üst üste ve artık müze olarak yetmediği çok açık. Eserlerin sergilenme şekli ve binanın mimarisi ise gerçekten görülmeye değer.
Mısır hiyeroglif yazısının çözülmesine imkan sağlayan Rosetta taşının bir kopyası müzenin girişinde hemen sağda camekan içinde asılı. Müzedeki tek kopya eser de bu. Orijinali British Museum'da imiş. Sakin sakin gezmek isterseniz müzeye 1 tam gün ayırmanız gerekiyor. Ama çok ilginizi çekmezse ve şöyle bir gezmek isteseniz bile yarım gün ayırmanız gerekmekte. Gerçekten çok zengin bir müze. Ancak eserler yanında verilen bilgiler yetersiz ve hatta çoğunda herhangi bir bilgi yok. Bazısında ise sadece Arapça bilgiler verilmiş. Bu nedenle eğer turla gelmemişseniz ve kendi rehberiniz yoksa müzenin girişinde yerel rehberlerden yardım almakta fayda var. Rehberlerin çoğu İngilizce biliyor ( Türkçe biliyor demeyi de isterdim) ve ücretleri çok pahalı değil.
Müze için verilen sürede ancak ilk katı gezebildiğimizden tekrar gelmeye, takı ve mücevher odası, Tutankamon odası ve kral mumyaları olan ikinci katı da gezmeye karar veriyoruz. Bu arada kral mumyaları deyince onlar için ekstra ücret ödemek gerektiğini unutmamak lazım. Ama eğer bu ücreti ödemek istemezseniz müzede birkaç insan ve hayvan mumyasını görebilirsiniz. Evet kesinlikle yarın yine gelmeliyiz.
Müzeden sonraki durağımız El- Halil Çarşısı (Khan el- Halil) ve 15.45'e kadar buradayız. El- Hüseyin Camii'nin yanından çarşıya giriyoruz. Daracık sokakların içinde rengarenk nesnelerle dolu dükkanlar Kapalıçarşı'yı hatırlatıyor. Ancak bu çarşı tamamen kapalı değil. Sokakları dükkanların tenteleri kapatıyor yalnızca. Girdiğimiz ilk sokağın solunda kahveler var. Kahvelerde Mısır'ın geleneksel naneli çayını yudumlamak ve tabiiki nargile içmek mümkün. Etraftaki birçok turist de aynı şeyi yapıyor. Çarşı esnafı ve çalışanları Türk grup olduğumuzu anlayınca Türkçe kelimeler söyleyerek ilgimizi çekmeye çalışıyorlar.
Çarşıda ilk durağımız dünyaca ünlü Nobel ödüllü ilk Müslüman yazar olan Necip Mahfuz'un hep gittiği kahve. Yazarın gittiği bu kahve artık kahve-restauranta dönüştürülmüş. Bir köşesi kafe olarak hizmet vermeye devam ediyor. İçerisi nezih ve oldukça temiz. Pencere kenarında bir köşeye yerleşiyor ve naneli çay siparişimizi veriyoruz. Garsonları kibar hiç rahatsız etmiyorlar, en ufak bir işaretinde hemen hizmete hazırlar. Kıyafetleri tabiiki otantik. Yazarın gelip gittiği zamanlarda da hali böyle miydi bilemiyoruz. Ama kahvenin şimdiki hali yöresel etkiler taşısa da Mısır'ın genelinin aksine temiz ve modern görünüyor.
Naneli çay eşliğinde, çarşıda gelip geçenleri seyretmek, Mısırlıları ve Necip Mahfuz'u düşünmek harika bir duygu. Yazar’ın “Kardak Kafe”yi burada yazdığı söyleniyor.
Kafeden çıkıp çarşıya girdiğimiz yönün tam tersi yönünde devam ediyoruz. Çarşı çok renkli, hem dükkanlar hem de insanlar renkli. Şaşkın şaşkın etrafı gözleyerek ilerliyoruz.
Ama ne yazık yine akşam olmak üzere. Yürüdüğümüz sokağı kesen başka bir sokağa sağdan yöneliyoruz. Harika bir cami ile karşılaşıyoruz. Girişini ararken bir tabela dikkatimizi çekiyor: El Medrasa El Kamiliyya. Burası kamil insan yetiştiren bir medrese imiş. İsim onu çağrıştırıyor ama durum nedir bilemiyoruz. Nitekim Kamiliyye Medresesi'nden giremiyoruz bile. Tüm çabalarımıza rağmen girişi bulamıyoruz. Bu sırada akşam ezanı okunmaya başlıyor. Alaca karanlıkta okunan ezan etrafa uhrevi bir hava veriyor. Bu civardaki dükkanların sahipleri ya da çalışanları da sanki daha sakin daha olgun görünüyor. Etrafı da daha temiz. Acaba bu medreseden kaynaklı olabilir mi diye düşünmeden de edemiyoruz. Kendi içinde kemale erişen bir insanın dünyaya ve çevresindeki insanlara ve nesnelere bakışı da değişmeye mi başlıyor? Bilemiyoruz. Bunlar derin mevzular… Bu derin mevzuları bir kenara bırakıp etrafta birkaç kare fotoğraf çekiyoruz ve aynı sokaktan geri dönüyoruz. Birkaç parça hediyelik eşyanın fiyatını sorup hiçbir şey satın almıyoruz. Acele etmeliyiz El Hüseyin Camini görmeden gitmek olmaz.
Cami çarşının başında büyükçe bir meydana bakıyor. Meydan her daim insan ve bir o kadar polis kaynıyor. Caminin mimarisi ince ve etkileyici. Minareleri Osmanlı tarzında. Caminin dışına şöyle bir baktıktan sonra meydana bakan ana girişten içeriye girmek istiyoruz. Ama kadın girişinin yanda olduğunu öğrenince kapıdan şöyle bir bakıp sağ yan girişe yöneliyoruz. Ama sokakta bir polis barikatı var. Mısır'da her yerde polis var. Özellikle de turistik yerlerde daha çoklar ve adları turizm polisi...
Kahire'de 3. günümüzde, iyi bir kahvaltıdan sonra, otelin güvenlik görevlisinin yardımıyla bir taksi çağırıyoruz.25 LE'ye anlaşıyoruz. Yani 25 Mısır Lirasına. İstikamet tekrar Kahire Müzesi. Dün kaldığımız yerden aheste aheste devam edeceğiz. Saat 11.00'i geçe müze önündeyiz. Fotoğraf makinası ile girmek yasak olduğundan makinayı emanete bırakıyoruz. Bahçesinde biraz dinlenip etrafa göz attıktan sonra direk 2. kata yöneliyoruz. Hemen hemen herşeye gözatma olanağı buluyoruz, yoruldukça dinleniyor tekrar devam ediyoruz.
Müzeden çıkıp sağa, Nil kıyısına doğru yürüyünce bir ana caddeye, eğer sola dönerseniz tarihi çarşıya çıkıyorsunuz. Atalar ne demiş sora sora Bağdat bulunur. Hele hele İngilizce biliyorsanız kolaylıkla yardım isteyebilir yönünüzü bulabilirsiniz. Sizi biraz oyalayabilirler ve de Kahire'de herkesin İngilizce bildiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Çok ucuza her yere taksiyle gidebilmek müthiş kolaylık. Taksiler oldukça eski ve yamalı bohça gibi rengarenk olsa ve şoförler taksiyi berbat kullansa bile Kahire'yi taksiyle gezmek müthiş bir rahatlık.
İstikamet kaledeki Muhammed Ali Paşa Camisi. Ama Osmanlı Camisi dediğinizde kimse anlamıyor ya da anlamak istemiyor. Daha önce karşılaştığım bazı tutumları hatırlayınca acaba Mısırlılar da bir Osmanlı kompleksi mi var diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Cami tipik bir Osmanlı Camisi görünümünde ve bir tarafı geniş bir Kahire manzarasına bakıyor. Değişik açılardan birkaç kare fotoğraf çekmek lazım.
Özellikle caminin bahçesinden puslu Kahire manzarası gizemli bir hava veriyor.
Caminin karşısındaki konukevi olarak kullanılmış olan ve kendi haline bırakılmış, toz içindeki adı saray mekanı da şöyle bir hızlıca gezdikten sonra kalenin diğer bölümlerine yöneliyorum. Kalenin içinde polis müzesi ve bir de askeri müze var. Polis müzesinin yanında kafeterya mevcut.
Burada dinlenebiliyor ve bir şeyler içebiliyorsunuz. Ama yorulmadan dinlenmek olmaz. Dolayısıyla Askeri Müzeye yöneliyoruz. Müzenin çok temiz ve oldukça iyi düzenlenmiş olduğu hemen dikkati çekiyor. Bir yerden girip ring yaparak başka bir yerden çıkıyorsunuz. Kaybolmanıza ya da yolunuzu şaşırmanıza ya da bir şeyleri görmeden geçmenize olanak yok. Yine de sormak istediğiniz bir şeyler olursa ya da yardım isterseniz etrafta heran size yardıma hazır görevliler var. Müze gerçekten tam bir askeri disiplin içinde düzenlenmiş. Binası da çok güzel. Yüksek tavanlı, duvar resimleriyle dolu, mimari açıdan da görülmeye değer bir yapı...
Hızlıca geldiğimiz yerden geri dönüyoruz. Bizi bekleyen aynı taksiyle bu kez El Halil Çarşısı'na doğru devam ediyoruz. Bu Kahire sokak ve caddelerini görmek için de iyi bir fırsat. Bu arada taksiciye döviz bozdurmamız gerektiğini anlatmaya çalışıyoruz. Ama bir türlü ne bir döviz bürosu ne de bir ATM göremiyoruz. Neyse ki Mısır'da dert değil, çünkü her yerde döviz bozdurabiliyorsunuz. Döviz sorununu çözdükten sonra yakınında bir yerlerde olduğumuz El Halil'e yöneliyoruz. Ama unutmamak gerek: Kahire'de alış verişte sıkı pazarlık geçerli. Özellikle de taksi şoförleriyle…
El Halil Çarşısı'na gitmek için tabii yine El Hüseyin Caminin önündeki meydandan geçmek gerekiyor. Meydan yine çok kalabalık ve yine polis kaynıyor. Doğru ya bugün Cuma. Mısır'da hafta sonu tatili Cuma ve Cumartesi günleri yapılıyor. Pazar günü ise bizdekinin aksine çalışılıyor. O yüzden olsa gerek meydanı karşınıza aldığınızda solda kalmış olan restaurantlar tıklım tıklım dolu. Mısır'da ve özellikle Kahire'de insanlar çarşıda dolaşmayı, vakit geçirmeyi seviyorlar. Nitekim taksiyle gelirken bu çarşı etrafındaki tüm ara sokakların dolu olduğu da dikkatimizi çekmişti.
Bu gelişimizde çarşının 250 yıllık en eski kahvesi olan El Fishawy Kafe'den başlıyoruz. Kahvehane daracık bir sokakta ve tıklım tıklım dolu, boş yer bulmak neredeyse imkansız. Turistler ve Mısırlıların biri kalkıyor ve hemen yerini başkaları dolduruyor. Garsonlar deneyimli ve güleryüzlü halleriyle durumu gayet iyi idare ediyor görünüyorlar.
Naneli çayınızı yudumlarken isterseniz ellerinize kına da yaptırabiliyorsunuz. Yaptırmak istemezseniz sizi hiç anlamıyorlar ve kınacı kadın (Henna) yanınızdan hiç ayrılmıyor.
Naneli çay ve kınadan sonra ufak tefek alışverişler için yeniden çarşı turundayız. Bu kez girmediğimiz sokaklara giriyoruz. Hatta bazen yönümüzü kaybediyoruz bazen de dün uğradığımız dükkanların sahipleriyle selamlaşıyoruz. El Hüseyin camisinin gölgesindeki bu çarşıda kadim bir şeyler var sanki. Adeta insanları mıknatıs gibi çekiyor. O kadar kalabalık ki. Belkide bu çarşının da olduğu meydan çekiyor. Zira bir tarafta El Hüseyin Camisi, bir diğer tarafta Kamiliyya Medresesi ile Kahire'nin kalbi burada atıyor galiba…
Geç vakte kadar çarşı da dolaştıktan sonra yemek için meydandaki bir restaurantı tercih ediyoruz. Neredeyse kolumuzdan tutar gibi meydandan çekip bir masaya oturtuyorlar. Oturduktan sonra mesele yok. Artık yemekleri bekle dur. Yemek geç geliyor, servis berbat. Siparişiniz geldiğinde kediler neredeyse masaya saldıracaklar, çatal bıçak zoraki geliyor, ardından peçete ve derken her şeyi tek tek söylemek durumunda kalıyorsunuz. Kısacası garsonlarla ve kedilerle uğraşmaktan yemeğe fırsat kalmıyor. Güç bela yenilen ya da yenilemeyen yemekten sonra çaylar geliyor ve tabii naneler yanında. İster çiğne ister çayına kat. Sonrasında korkunç trafikte 1 saatte oteli gitmekse daha berbat...
Kahire'de 4. günümüzde bir kum fırtınasına uyanıyoruz. Etraf toz toprak içinde ve göz gözü görmüyor. Piramitler bile görülmüyor. Otelin terasında örtüler uçuşuyor. Terasın dün geceki sükunetinden eser yok. Kahire bize gitmeden kum fırtınasını da göstermek istiyor sanki. “Bak bir de bu halim var” diyor. “Kahire'de sürprizlere açık olmanız lazım. Anladın mı kefiye ne işe yarıyor”
Herkes çok daha önceden otelin lobisinde hazır bekliyor. Yüzler asık. Sanki dışardaki hava ruhları da etkilemiş ve yüzlere yansımış. Her şey darmaduman. Bu yüzden midir bilinmez ama otobüs gelir gelmez herkes doluşuyor. Dakik(!) grubumuz sayesinde 11.00'da İskenderiye'ye hareket ediyoruz.
Temiz sokaklı, Avrupa mimarili, deniz kokulu Akdenizli medeni İskenderiye'de geçirdiğimiz birkaç saat ruhumuza iyi geliyor. Asık yüzler gülümsemeye başlıyor. Evet haklısınız İskenderiye modern ve medeni. Hem kum fırtınası yoktu. Ama Kahire gizemli. Saat 00.30'da bile Kahire hala ışıl ışıl ve hala yollar kalabalık ve trafik hala sıkışık. Köprü'de çiftler, çarşılarda insanlar, yollarda arabalar... Kahire uyumuyor...
Elveda pis, gürültülü, korkunç trafikli gizemli Kahire! Elveda piramitlerin Kahire'si, elveda Kleopetra'nın Mısır'ı, elveda bin yıllardır bereket taşıyan Nil, elveda güneş ülkesi Mısır!