Antik Mısır, Nil Vadisi demektir. Bu dar, uzun, kıraç topraklarda tarım yapılabilmesi, vadi tabanını verimli alüvyon katmanıyla kaplayan Nil’in yıllık su taşkınlarıyla doğrudan bağlantılı olmuştur. Dağ ve çöl gibi doğal engeller yoluyla korunan Mısır’ın tarımsal alanları çok zengin ve verimliydi. Mısır’ın tarım sistemi, son derece sağlam bir uygarlığı yaşatmaya yetecek refahı sağlamıştır. Bulgular, tarım etkinliklerinin M.Ö. 5000 yılında başladığını gösteriyor. Tarım alanına elverişli yerler, Mısır ve çevresinde kırsal toplulukların ortaya çıkmasına ve aşamalı biçimde bunların iki ayrı krallığa dönüşmesine neden olmuştur: Yukarı ve Aşağı Mısır. M.Ö. 3200’de, iki krallık bir hükümdar altında birleşmiştir: Kral Menes. Onun ardılları olan firavunlar 31 sülale olarak gruplanır ve tarihçiler tarafından: Eski Krallık (M.Ö. 2700-2280), Orta Krallık (M.Ö. 2050-1800), Yeni Krallık (M.Ö. 1550-1200) dönemlerine yerleştirilmektedirler. Güçlü bir merkezi yönetimi tanımlayan bu uzun dönemler otoritenin kırılmalar yaşadığı ara dönemlerle birbirinden ayrılmıştır.
Güvenilmez iklim koşullarıyla yüzleşmek durumunda olan Mezopotamya uygarlıklarından farklı olarak Mısır, yıllık Nil taşkınlarının düzenine bağlı kalmıştır. Bu döngünün Mısır uygarlığının gelişmesi üzerinde çok derin etkileri vardır. Haziranda itibaren, güney tarafından sular çoğalmaya başlamakta ve Eylül’de Memphis’te en yüksek düzeye ulaşmaktadır. Seller bittikten sonra ürünler ekilmekte ve Mayıs başında hasat yapılmaktadır. Bu sistemin güvenirliği, Mısırlıların ay döngüsüne özgü sorunları reddederek 365 günlük takvimi benimsemelerine yol açmıştır. Nil’in yapısı büyük bir iletişim ağı oluşturmuş ve merkezi krallık kusursuz hale getirilmiştir. Nil, aynı zamanda, malların, özellikle çevre dağlardaki taş yataklarından elde edilen ağır inşaat taşlarının taşınmasını kolaylaştırmıştır.
HORUS’U EMZİREN İSİS. Museo Egiziano, Vatikan. Taş. MÖ 1. yüzyıl. İsis’in kafasındaki boynuzlu başlık, onun tanrısallığını simgelemektedir ve genellikle oğlu Horus’u emzirirken betimlenmiştir. Bu imgeler Hıristiyan ikonografisinin gelişimi için bir alt yapı oluşturmuştur.
Mısır toplumu güvenli ve sağlam bir yapıya dayanıyordu. Başlarında bulunan firavun, bir tür idari şef olarak görülen vezir başta olmak üzere, yazıcılara kadar son derece bürokratik yapılı bir toplumu yönetiyordu. Mısırlılar “ideogram ve fonetik” biçimli iki yazı türünü birleştirerek yeni bir yazı biçimi yaratmıştır. Bu sistem için Mezopotamya’dan esinlenilmiştir. Mısırlıların son derece karmaşık yöntemlere dayalı yazı sistemi ve bunun Mısır yaşamındaki önemi, yazıcıların resmi statülerini yansıtmaktadır. Yazıcılar, beklenen ürüne niceliği, ödenmesi gereken vergiler, yasalara karşı gelenlerin aldığı cezalar gibi yaşamsal bilgilerin geniş çaplı değişikliğini kaydederek, Mısır toplumunun gözlemcisi statüsünü oluşturmuşlardır.
Mısır uygarlığının uzun ömürlü olma nedeni bir ölçüde, tanrısal konumu sayesinde manevi ve dünyevi güçleri birleştiren firavunun mutlak gücüyle açıklanmaktadır. Firavun Tanrı Horus olarak yönetmiş ve ölümünden sonra Osiris olmuştur. Mısır mitolojisine göre Horus, Osiris ile onun kız kardeşi ve eşi olan İsis’in oğullarıdır. Osiris, kötü gücün bedenleşmesi olan amcası Seth tarafından öldürüldükten sonra ana rahmine düşmüştür. Osiris’in bedeni Seth tarafından işkence edilerek parçalanmış fakat daha sonra mucizevi şekilde Horus’a gebe kalacak olan İsis tarafından doğanın güçlerini almışlardır. Bir başka anlamda, Horus Gök Tanrısı’dır ve büyük Güneş Tanrısı Ra ile bir tutulmaktadır. Diğer tanrılar da Ra yerine konulmuştur, özellikle de Amun. Amun-Ra kültü, Yeni Krallık döneminde resmi dinin önemli bir parçasını oluşturmuştur. Horus ve Osiris’in bu karışık ilişkisi Mısır mitolojisinin tipik bir özelliğidir ve bu tür çoklu sunumlar, dinsel inançların güçlendirilmesinde tutarlılığın temel unsur olmadığını işaret etmektedir. Firavunun, dinsel nitelikli Mısır mitlerinin merkezindeki lider Horus ile aynı kimlikte görülmesi, onun kutsallığı ve hükümdarlığı arasında doğrudan bir ilişki oluşturmuştur.
DİKİLİTAŞ. Piazza Santa Maria del Popolo, Roma. Yaklaşık 24 metre yüksekliğindeki bu dikilitaş, Heliapolis’deki Güneş Tapınağı’ndan alınmıştır. İmparator Augustus tarafından Roma’ya getirilmiş, Circus Maximus’ta onurlu bir yer verilmiştir. Şimdiki yerini Papa V. Sixtus’a borçludur.
Firavun figüründe dünyevi ve kutsal gücün birleşmesi, Eski Mısır’daki kraliyet binalarına dinsel anlamlar yüklemiştir. İlk firavunların mezarları, yeraltındaki gizli bölümlere yerleştirilmiş ve taş yığınlarıyla gizlenmiştir. Bu, suların kaosundan çıkan her güce sahip tanrının yarattığı tarih öncesi çağlara ait tepenin bir çağrışımıdır. Düşünce, Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarında aynıdır ve görsel ifadesi mimari yapılarında verilmiştir. Kral Zoser’in piramidi (M.Ö. 2600) bu düşüncenin geliştirilmesidir ve basamaklı yüzeyi firavunun cennete uzanan merdivenlerle yükseldiğini düşündürmektedir. Gömü odasının yapının bünyesi içinde yer aldığı sonraki örneklerde bu düşünce yalınlaşmış ve daha yumuşak ve kutsal bir yüzey tercih edilerek mezarları, kraliyet ailesi üyeleri ve kendilerine iyilik olsun diye izin verilen resmi görevliler tarafından ısmarlanan küçük benzerleriyle çevrilidir.
GİZE PİRAMİTLERİ. IV. Sülale. Kefren Piramidinin, en üstünde halen görülebilen bölümde olduğu gibi, ilk basamaklı dış cephelerin yerini düzgün dış cepheler almıştır.
Piramitler, Eski ve Orta Krallıklar süresince standart kraliyet mezarları olmuştur. Yeni Krallığın firavunları geleneklere ara vermiş ve mezarlarını Krallar Vadisi diye adlandırılan Thebes çevresindeki tepelerin içine saklamayı tercih etmişlerdir. Bu mezarların daha karışık bir yapısı vardır. Odalar ve koridorlar mezar odalarına gitmektedir. Törensel işleyişe uygunluk, yeni krallık dönemi tapınaklarının ve saraylarının tasarlanmasındaki anahtar unsurlardan biridir ki bu durum saray ritüelinin giderek ayrıntılı bir duruma dönüştüğünün bir göstergesidir. Karnak’taki Amun tapınağının sade olan ilk yapısı, bu ibadet yapısına daha etkili bir görünüm vermek üzere pilonlar ve avlularla genişletilmiştir.
Eski Mısırlılar yaşamıyla ilgili bilinen pek çok şey, mezarların içinde yıllarca saklanmış nesnelere bağlıdır. Ancak Mısırlılar için bu nesneler, ölmüş işinin statü ya da yaşam biçiminden daha fazlasını aktarmıştır. Onlar, bu nesnelerin sahiplerine büyülü özellikler vererek sonsuz yaşam vaat ederler. Firavun mezarları gömü odalarını kendi yaşamlarıyla ilgili sahnelerle dekore ettiren saray ileri gelenlerine ait mezarlara örnek oluşturmuştur. Ölülerin heykellerine ölümden sonra yaşamı lütfedecek olan sözcükler yazılmıştır. Stellerde sıklıkla sonraki yaşamda ibadeti sürdürmek üzere tanrılara yapılan sunular betimlenmektedir. Modeller, rölyefler ve duvar süslemeleri, tarımdan eğlenceye dek her türden uğraşıyı aktarmaktadır. Firavunların zenginliği ve konumları tabutlarının gösterişli süslemeleri ve karmaşık yapısıyla tanımlanmıştır. Ölümsüzlük yalnızca mezarların içerikleriyle değil mumyalama sürecindeki törenlerle ve mezar odasının zemininde en ağır taşların (granit) kullanılmasıyla kendini göstermektedir.
RAHOTEP VE NOFRET. Mısır Müzesi, Kahire. Boyalı Kireçtaşı. IV. Sülale, M.Ö. 2600. Rahotep’in zenginliği ve Nofret’in kadınsı özellikleri; Nofret’in giysileri, mücevherleri ama özellikle de soluk teniyle verilmiştir.
Mısır sanatı, yerleşmiş geleneklere uygun bir sanattır. Onun düzen duygusu ve üslupsal gelişmelere ilgisizliği, Mısır toplumunun durağan ve tutucu özelliğini yansıtmaktadır. İnsan figürünün sunumunda bedenin parçaları arasındaki oransal ilişkiyi anlamak için geometrik biçimlerden ve ölçeklerden yararlanmışlardır. İki boyutlu görüntülerde ise: Bacaklar ve baş profilden, gözler ve bedenin üst tarafı önden gösterilmiştir. Oturan figürler ise tipik olarak elleri dizlerinin üstünde gösterilmiştir.
Bu görüntülerin işlevleriyle bağlantılı olarak, gerçekçi olmalarından çok eksiksiz olmaları önemlidir. Toplumsal statü çoğunlukla boyut farklılığıyla verilmiştir. Bu, şüphesiz, böyle bir özelliği aktarmanın en etkili yoludur. Çoğunlukla kraliyet ailesinin resimlerinde erkekler, kadınlar ve çocuklardan daha büyük boyutta gösterilmektedir. Ancak pek çok kraliyet ailesi sunumunda karı ve koca eşit boyuttadır. Bu, firavunluğun el değiştirmesinde kadının önemini vurgular: Taht ailenin en büyük kızına geçmektedir. Büyük kız, yönetme hakkını kocasına bırakmaktadır.
Firavunların kutsal konumu idealize edilmiş portrelerine ve verdikleri pozlara yansımıştır. Ancak, firavunların tebaası, aynı geleneklere bağlı olmamış ve bu durum, daha gerçekçi sunumlara olanak sağlamıştır. Erkekler sıklıkla, karılarından daha koyu ten rengiyle gösterilmişlerdir. Böylece, erkeğin ev dışındaki çalışma yaşamı ile kadının rahat yaşamı kıyaslanmaktadır. Benzer temalara sanat tarihinde sık rastlanmaktadır. Yeni Krallık döneminde saray yaşamının artan zarafeti, giyim tarzlarının değişmesiyle ortaya çıkmaktadır. Süssüz, beyaz kumaşlar, renkli materyallerle yer değiştirmiş, bunlar değişik daha ilginç biçimlerde kesilmiş ve özellikle büyük küpeler takılmıştır.
TUTANKAMON’UN LAHDİ. Mısır Müzesi, Kahire. XVIII. Sülale, MÖ 1340. Parlatılmış ve değerli taşlarla süslenmiş som altın, 19 yaşında ölen firavunun servetini ve gücünü aktarmaktadır. Mumyalanmış bedeni, bir taş lahde konulmadan önce kendinden daha geniş iki diğer tabuta yerleştirilecek olan bir tabutun içine yerleştirilmektedir.
Mısır’ın doğal kaynakları son derece bol ve zengindi. Doğu çöllerinde bol bol altın bulunuyordu. Kireçtaşı ve kumtaşı, kral mezarları, tapınaklar ve saraylar için yapı malzemesi sağlamak üzere yaygın bir şekilde çıkarılmıştır. Önemli mimari örneklerin yapımında, geleneksel kerpicin yerine taştan yararlanılmıştır. Uzun ömürlü olması nedeniyle taş tercih edilmiştir. Mısırlılar, taşları kullanmakta ve taş ocaklarının faaliyete geçirilmeleri konusunda öncülük yapmışlardır. Taşlar kara ulaşımının mesafesini en aza indirgemek üzere taşkın sulardan yararlanacak şekilde Nil üzerinden teknelerle taşınmıştır. Mısırlılar at arabası ya da makara gibi iş gücünden tasarruf sağlayan gerçekleri hemen geliştirmemişlerdir, insan gücüne dayanmışlardır. Binaların güzelleştirilmesinde ya da inşasında gereksinim duyulan işçi topluluğunun oturması için siteler ve taş ocaklarının yanına barınacakları yerler kurulmuştur. Kullanılan diğer materyallerden ahşap ise devlet tarafından ithal edilmiştir.
Bakır ve turkuaz, Suriye’deki madenlerden sarayın koruması altında çıkarılmış, fildişi, abanoz gibi malzemeler ise güneydeki Afrika kabilelerinden alınmıştır. Bina projelerinin sayı ve boyutları yeni bir uzman zanaatçılara, tohum ve gıda maddeleri verilerek ödeme yapılmaktadır.
NEFERTİTİ BÜSTÜ. Ägyptisches Museum, Berlin. Boyalı kireçtaşı. XVIII. Sülale, M.Ö. 1360. Dikkatle dengelenmiş ve mükemmel biçimde aktarılmış kadın güzelliği; Mısır sanatında bu incelikli figür ender karşılaşılır bir örnektir.
Mısır sanatı tümüyle dinsel bir süreç içerisinde gelişmiştir. Firavun’un sanatsal ideallerde oynadığı önemli işlevi en iyi yansıtan kişi hükümdar IV. Amenhotep’tir (MÖ 1379-1362). Öncülü III. Amnehotep zamanında saray halkı hiç görmediği zenginliğe ulaşmıştır. Amun rahiplerinin güçleri arttıkça, devlet dini firavunu tehdidi altına almıştır. Buna tepki olarak IV. Amenhotep, dinsel âdetleri değiştirmiş ve yalnızca üstün olan tek, üstün güç Güneş Tanrı’ya (Aton) tapılmasını sağlamıştır. Adını Akhenaton olarak değiştirmiş ve başkenti Thebes’den Akhentaten’e (şimdiki Tell el-Amarna) taşımış, Amun heykelleri üzerindeki bütün yazıtları da sildirmiştir. Bu yeni düşünce biçimi, sanat daha liberal yaklaşılmasına neden olmuştur. Köşeli biçimler yerine daha yuvarlak biçimler benimsenmeye başlanmıştır. Krallık ve resmiyet, yerini daha serbest imgelere bırakmıştır. Akhenaton ve karısının aile hallerindeki betimleri, geleneksel firavun sunumlarının sınırsız güç ifadesiyle dikkat çekici bir karşıtlık oluşturmaktadır. Ancak Akhenaton’un dünya üzerindeki ilk büyük tek tanrıcılık (monoteistik) inancı olan dinsel devrimi uzun sürmemiştir. Onun yerine gelen Tutankhamon, geleneksel dini yeniden getirmiştir. Aton’u onurlandıran tapınakları yıkmış ve eski sanatı geri getirmiştir.