Romanya’ya yaşamak için geldiğimiz ilk sene bize sıralanan ama şu ana kadar gitmeye bir türlü fırsatımızın olmadığı Yaş’a bu kez 4 kız arkadaş gitmeye karar verdik. Neden Yaş? Biliyorum belki de o kadar çok duyduk ki ‘-ya vardır bunda mutlaka bir iş’ diye düşünmüşüz hepimiz. Çocuklarında okul gezilerinin olduğu haftaya denk getirince toplam 4 günlük bir gezi ile Romanya’nın kuzey doğusuna uzanmaya karar verdik.
Yaş aslında Romanya’nın IT sektörünün merkeziymiş meğer. Amazon, Oracle, Xerox vb gibi bir çok multinational şirketin Romanya merkezi Yaş’taymış. Zaten şehrin nüfusuna bakıp sonradan da yapılan alışveriş merkezini ve restaurantları görünce kafamız bir türlü basmamıştı. Ben bütün gece durmadan ‘-Olmaz bu kadar nüfus, bu kadar iş yerini beslemez’ deyip durdum. Her ne kadar tüm dünyada bir alışveriş merkezi çılgınlığı olsa da…
Neyse bir baştan başlayayım; Iaşi, Romanya’nın en büyük şehirlerinden bir tanesi. Aynı zamanda kültürel, artistik ve akademik anlamda da başı çekenlerden biri. Bir diğer adıyla Romanya’nın kültür başkenti. Bunun en büyük sebeplerinden biri de en eski Romen Üniversitesinin ve İlk Mühendislik okulunun burada oluşu olabilir mi acaba? 470.000 popülasyonunun neredeyse 60.000’i öğrencilerden oluşuyor.
Şehir, tarih boyunca defalarca değişik krallıklar tarafından yok edilerek alınmış. Tatarlar 1513’te, Osmanlılar 1538’de, Ruslar 1686’da şehri yerle bir ederek ele geçirmişler. Sonra yine Osmanlıların eline geçmiş. Hatta tarih kitaplarından aşina olduğumuz 1792 yılında Osmanlıların Rusya ile imzaladığı Yaş Anlaşması işte burada imzalanmış. Şehir, bu kadar uygarlığı misafir ettiği ve her seferinde yerle bir olduğu için küllerinden doğmuş gibi. 1862’de ülke Romanya adını alana kadar da Moldovya ve Wallachia’nın başkenti Iaşi olmuş. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Bükreş ele geçirilince, sadece iki yıllığına da olsa Romanya’nın başkenti olarak ta bilinmiş.
Yahudi nüfusundan dolayı ikinci Dünya Savaşı sırasında Almanların saldırdığı şehirlerden biri olmuş.
Şehirde nerede kalalım diye araştırırken lokasyonundan dolayı Traian Grand Hotel’de kalmaya karar veriyoruz. Hakikaten de lokasyonu ile tam şehrin kalbinde hatta ön tarafa doğru bakan odalardan, saraya kadar olan büyük bulvarı görmek te mümkün.
İlk durak saray; akşamüstü olduğu için sarayın normal giriş saatlerine yetişemiyoruz ama burası Romanya, her derde bir çözüm var. Kırık dökük Romencemiz sayesinde güvenlik görevlisi yanımıza rehberi de katıp bize özel tur yapıyorlar. Verilen giriş parası zannımca bu şahısların direkt cebine gidiyor ama bizim kısıtlı zamanımızda sarayı görmemizi sağlıyor.
Sarayın en üstündeki devasa saatin işletim sistemi muhteşem, içeride çanların çalmasına da şahit olunca iyice keyifleniyoruz.
En beğendiğim saray odalarından bir tanesi bütün Romen krallarının ya da prenslerinin olduğu tavan resimlerinin olduğu oda. Doğal aydınlatma düşünülerek planlandığı için içeride çektiğim resimlerde harika çıkıyor.
Karnımız çok açıktığı için yolda gördüğümüz bir Yunan lokantası ve içerideki hava bizi cezbedince orada karnımızı doyurup gece sarayın hemen arkasındaki mall ve onun hemen dışarısındaki restaurantlardan birinde kahvemizi içmeye karar veriyoruz. Gece sarayın aydınlatılmış hali çok etkileyici.
Sabah Iaşi’de yaptığımız bir yürüyüş ile üniversite, şehir kütüphanesi, park ve manastır ziyaretimizi yapıp yola koyulacağız. Manastıra vardığımızda bir rahibe elinde kocaman bir anahtarla gelip kapıyı açıyor bize. Hani resmi törenlerde insanlara sembolik olarak şehrin anahtarını verirler ya işte öyle devasa bir anahtar.
İkinci manastır, birbaşka tepenin üzerinde ama onun içine giremiyoruz. Ama manastırın mahzeninde şarap ürettiklerini görünce iki şişe şarap alıp yolumuza öyle devam ediyoruz belki bir sonraki durakta içeriz.
Bir sonraki gidiş destinasyonumuz, Sovata. Yolda geçerken Lacul Roşu (Red Lake) yani Kırmızı Göl’den geçiyoruz. Gölde yeni evlenmiş bir gelin ile damadın romantik kayık gezintisine de şahit oluyoruz. Resimlerini çekmemden hiç rahatsız olmuyorlar. Kırmızı göl adı Sonbahar’da gölün etrafındaki ağaçların yaprakları kıpkırmızı olduğunda göle kırmızı renk verdiğindenmiş meğerse. Bir de demek ki, tam yapraklar kızardığında buraya tekrar gelmeli.
Sovata, çok şirin minicik bir köy. Doğal kaynak suları, doğal çamurları ile biliniyor. Bizim sağlık kaplıcalarımızın olduğu yerler gibi. Her ne kadar nüfusun neredeyse tamamının 60 yaş üstü olması dikkatimizi çekse de, canımızı hiç sıkmıyor. Geceyi Danubius Health Spa Resort’ta geçirdikten sonra amacımız ertesi sabah güzel bir yürüyüş yapıp gölleri ve çevresini keşfetmek.
Göller hep farklı farklı, tuz gölleri, çamur gölleri ve kaynak suların çıktığı göller. Yazın büyük ihtimal daha çok insan vardır ama bizim tarihlerimizde etraf çok kalabalık değil, bizde doğanın keyfini çıkarıyoruz.
Öğleden sonra yola çıkıp Braşov üzerinden Bükreş’e dönmeyi planlıyoruz. Yol boyunca Macarların yoğunlukta olduğu köyler var hatta öyle ki çoğu Romence değil Macarca konuşuyor. Yol boyunca hemen hepsinde durup onlardan alışveriş yapıp, resim çektiriyoruz. Nasıl doğal, tatlı ve canayakın insanlar. Hepsi de onlardan alışveriş ettiğimiz için mutlaka bize hediyeler veriyorlar. Sanırım bu gezimizi en anlamlı kılan anlardan birisi de bu anlar.
Yazı ve fotoğraflar: Banu Demir instagram:banuyollarda