Sabah erkenden kahvaltımız yapıyor ve yürüyerek Yezd şehrini gezmeye çıkıyoruz. Dünyanın en eski kentlerinden biri olarak kabul edilen Yezd, adını kutsallık ve lütuf anlamındaki “yazdan” kelimesinden almış. Burası Pers mimarisinin eşsiz örneklerinin bulunduğu, mimari açıdan eşsiz ve çok önemli bir şehir.
Ülkenin en az yağmur alan ve kurak kentlerinden olması nedeniyle dünyanın en büyük kanallar (qanat) ağına sahip bu şehre “rüzgârı yakalayan şehir” denmesinin bir nedeni ve şehir mimarisinin en önemli özelliklerinden biri binalarda doğal havalandırmayı sağlayan yer altında geniş alanlar ve geleneksel mimari malzemeler. Evlerin çatılarında yükselen 30 cm yüksekliğindeki rüzgâr bacaları (badgir) ve bu bacaların tepelerinde açılmış olan delikler sayesinde çölün sıcağını soğutarak, en ufak bir esintiyi bile yapının içine yönlendiriyor, çölün sıcağını soğutuyor ve adeta doğal bir havalandırma (air condition) görevi yapıyor. O devirlerde bu tasarım inanılır gibi değil.
Ayrıca oldukça sıcak yaz geçen ayları nedeniyle kentteki birçok evde şehrin çevresindeki dağlardan gelen buzulların saklandığı alanlar, buz-çukurları (Yakhchal) bulunuyor.
Yezd aynı zamanda yüksek kalitede el sanatları, özellikle de ipek dokuması ile de çok ünlü, hatta tüm ülkenin başlıca merkezlerinden biri.
Tarihi 3000 yıla geriye ve Sasanilere kadar giden şehir, Orta Asya’dan Hindistan’a uzanan kervan yolu üzerinde önemli bir şehir olmuş.
Dünyanın en eski kentlerinden dedim ya işte biz de gezmeye şehrin eski mahallelerindeki arka sokaklardan başlıyoruz. Yezd gittikçe büyüyen gelişen bir kent, modern kentin arasında sıkışsa da tarihi 12. yüzyıla dayanan eski kent ve kalesi, duvarlarındaki seramikler o kadar nostaljik ki bizler bile kendi ülkemizin tarihinden kareler bulduk, diliyorum değerini bilir ve yok etmezler. Sokaklar arasında yürürken tarihin içinde kaybolabilirsiniz, kerpiç evlerin arasında yürürken, bahçe duvarlarının ardında kimler yaşıyor, neler yaşanıyor diye düşünmeden edemiyorum. Eski ahşap kapılar o kadar tanıdık ve sıcak ki, bana Anadolu’mun köylerini hatta İstanbul’da hala yaşamayı başarmış eski mahallelerimizdeki sokakları çağrıştırıyor. Örneğin daracık sokaklarda, yaşam tarzları daha muhafazakâr yöre insanların bahçe duvarları yüksekçe, kapılarının her iki kanadının üzerindeki kapı tokmaklarının farklı oluşu enteresan, ama bu bize yabancı değil, aynen Osmanlı’daki gibi gelen kişi cinsiyetine göre hangi tokmağı çalacağı belli, tokmakların çıkardığı farklı sesler de gelenin kadın ya da erkek olduğunun anlaşılmasıyla kapının kim tarafından açılması gerektiğini ya da açarken kadınların örtünmeleri gerektiğini gösteriyor.
12 adet çarşısı bulunan kente genel olarak baktığımızda bütünüyle sade bir mimariye sahip.
EMİR ÇAKMAK KOMPLEKSİ
Şehrin sokaklarında gezinmeye devam ediyor ve kentin sembolü Emir Çakmak kompleksine geliyoruz. Caminin bahçesinde, şehrin çeşitli yerlerinde, ufak boyutta da olsa eski şehirde de gördüğümüz, silindirik tekerleğe benzer 10 metre yükseklikteki bir araç, İmam Hüseyin’in tabutunu sembolize ediyor. Her yıl, Muharrem ayının 10. gününde İmam Hüseyin’in şehit edilmesi nedeniyle yapılan yas törenlerinde onlarca insanın kortejin en önünde taşıdıkları bu sembolik araç “Nakhl”. Bu aracın ağırlığı omuzlarında hisseden insanlar Hz. Hüseyin’in çektiği acıları çekerek ona olan bağlılıklarını gösteriyor, ağıtlar yakıyor ve ağlıyorlar. Sonraki seneye tekrar kullanılmak üzere meydandaki yerini alıyor.
Emir Çakmak Camii - MESCİD-İ CUMA
Emir Çakmak kompleksinin hemen yanında karşımıza heybetli, müthiş bir kapı çıkıyor, üzerinde de iki minare. Kapı o kadar etkileyici ki ardında kimbilir ne güzellikler saklıyor diye düşünüyorum. Burası Emir Çakmak ya da diğer adıyla Cuma Camii. 14. yüzyılda yapılmış.
Geleneksel dört eyvanlı yapısı ve ön yüzünde bulunan birçok küçük kubbe ve kemerleriyle heybetli bir yapı. Minareler ise gerçekten olağanüstü görünüyor.
Kapının üzerindeki iki minare 48 metre ile İran’daki camiler içindeki en yüksek minare. Minarelerin üzeri mavi çinilerle ve olağanüstü güzel motiflerle bezenmiş. Giriş kapısı çok iyi usta elinden çıktığı belli bir ahşap kapı, üzerindeki eyvan ve iç kısımlardaki, köşelerdeki eyvan tavanları yine muhteşem petek tavan. Süslemeler, bezemeler, mozaikler her şey inanılmaz güzellikte. Eyvanın üzerinde bulunan mozaik fayans kaplı kubbe de sanırım İran’daki en güzel kubbelerden biri. Mihrap da keza çok güzel mozaiklerle kaplanmış ve imamın namaz kıldığı yer, yine halkın kıldığı seviyeden bir basamak daha alçak seviyede.
ATEŞGEDELER
Hiç sönmemek üzere içinde ateş yakılan ATEŞ-KADAH…
Yezd şehri aynı zamanda çok sayıda Zerdüşt’ün yaşadığı bir Zerdüştler kenti. İran’ın ilk resmi dini olan Zerdüşt dinine mensup insanların kutsal saydıkları, Ateş Kadeh – başka deyişiyle Ateşgede. Bugün günümüz İran’ında dini ibadetlerini Yezd’de serbestçe sürdüren Zerdüştlerin dini için kutsal olan sürekli yanan ATAŞ’in saklandığı Ateş Tapınak’larından birine gidiyoruz.
**İlgilenenler bu yazımın sonunda (yazılarımın birkaç bölümünde bahsi geçen) “Zerdüşt” ya da “Meccuzi” ler hakkında bilgi bulabilirler**
Mimari olarak Hindistan’daki Zerdüşt Tapınakları ile benzerlikler gösteren, oldukça sade bir bahçe içindeki sade bir bina burası. Binanın üst kısmında, üstü insan, alt tarafı kanatlarını açmış bir kuş biçiminde bir sembol yer almakta. Kanatlardaki üç kat “iyi düşün, “iyi söyle”, “iyi davran”ı öğütleyen inançlarını, kanatların açık olması iyiliği etrafa yaymaya çalıştığını, bir eliyle tuttuğu çember sadakatı, diğer eli saygıyı temsil etiyor. Bu Ahura Mazda değil, FARAVAHAR, Mazdaizmin sembolüdür. Kanadın üç bölümü var, doğru düşün, söyle, yap… İşte buna “ışık” diyoruz. Ahamenişlerin ana fikri bu. Adam gibi adam ol yeter diyor bu felsefe. Bu inancı kabul edenlere de "Mecusi", rahiplerine de "Muz" deniyor.
Binanın içi de dışı kadar sade, cam bir bölmedeki ateş 470 yıldan beri hiç sönmeden yanıyormuş. Hemen yan binadaki müzenin duvarlarına da Zerdüştlerin kutsal kitabı Avesta’dan bazı ayetler ve İngilizce açıklamaları asılmış.
Kars’ın Ocaklı Köyü sınırları içinde yer alan ve 1909 yılında bir kazı sırasında gün ışığına çıkartılmış olan, Ani Harabeleri içinde de bir Ateşgede olduğu düşünülen bir bina bulunmuş ve bu yapının 4. yüzyılda inşa edildiği sanılmaktadır.
İlgilenenler için Bilgi:
ZERDÜŞTİ DİNİ (MECCUZİLİK) (ya da inandıkları tek tanrıya verdikleri Ahura Mazda adıyla bağlantılı olarak MAZDEİZM de denilir): M.Ö. 6. yüzyılda İranlı peygamber Zerdüst tarafından eski dini düzeltmek için ortaya atılmış, İran’daki çok tanrıcılığa karşı tek ilah inancını savunmuş, yalnızca Ahura Mazda’ya tapınan bir inanç, ya da din. Bu inanca göre; dünya bir yangın sonucu yok olacak, yanlıca iyiler, iyiyi seçenler kurtulacak, yeni bir dünya kuruşlana kadar cennette bekleyecek ve yeni dünyada yerlerini alacaklar. Kötüler ve kötüyü seçenler ise cehenneme gidecek. Kutsal kitapları ise “Ahura Mazda”.
Medler ve Persler arasında yaygınlaşan bu inancı, Sasani Hanedanı Zerdüştlük olarak resmi din yapmış. Zamanla ülkede İslam dininin yayılmasından sonra Zerdüşt dini üç yüzyıl daha varlığını sürdürmüş, daha sonra Zerdüştler dinsel baskılarla Hindistan’a göç etmişler.
19. yüzyılda ekonomik ve kültürel olarak güçlü bu topluluk, İran’daki son Zerdüştler olan Gebri’lerle ilişki kurar. Bugün, temsilcileri Parsiler ve Gebriler olan ve çoğunluğu Hindistan ve İran’da bulunan Zerdüştler için 4 önemli element var. Hava, su, toprak ve ateş ki bunların içinde en önemlisi ateştir. Bu nedenle de tüm Ateş Evleri’nde yıllardır hiç sönmeyen bir ateş yanar. Ateşin olduğu yerde hiçbir kötülüğün olmayacağına inanırlar, ateş ayini onlar için çok önemli. Felsefeleri ise şudur -doğru düşün, doğru söyle, doğru yap- Adam gibi adam ol yeter diyor. Kulağa çok da kötü gelmiyor, öyle değil mi?
Bir Zerdüşt rahibi olan Mazdek tarafından yaygınlaştırılan ve Dualist bir din olan MAZDAİZM ya da Mazdekçlik’te ise 2 temel ilke var, iyi (Işık) ve kötü (Karanlık); iyiyle kötünün, karanlıkla aydınlığın, siyahla beyazın bir arada bulunmasına düalite denir. Biri varken diğerini yok sayamayız. Temelinde özgür irade olan bu inançta tercih kişilerin. Doğru düşünüp, doğru söyleyecek, doğru yapacağız, iyi olanı tercih edeceğiz. Bu inanca göre, Mazda Aura, aydınlık ışığın olduğu boşlukta herşeyi, iyiliği yönetir.
SESSİZLİK KULELERİ
Zerdüştler, ölmüş bir insanın bedenini gömerler ise hayattayken yaptığı kötülüklerin toprağı kirleteceğine inanıyorlar. Bu nedenle şehrin dışına tepelere kuleler inşa kurmuşlar. İnsan etinin toprağın kirletmemesi, toprağın temiz kalabilmesi için ölü bedenleri gömmek yerine bu kulelerin içine kazdıkları büyük bir çukurun üzerine koydukları ızgaranın üzerine bırakıyorlar, kuşlar ölü bedeni yiyip bitirdikten sonra kemikleri alıp gömüyorlarmış. Ancak son yıllarda devlet bu sessizlik kulelerinin kullanımını ve bu uygulamayı yasaklamış.İşte biz bugün kulelerden birini görmeye gidiyoruz, kuleler yüksek bir tepeye kurulmuş, toprak bir yoldan dik tepeye tırmanıyoruz. 12 kişilik grubumuz yavaş yavaş fire veriyor ve 4 kişi bu tırmanışı tamamlayarak kuleye ulaşıyoruz. Ortada büyük bir çukur var, üzerine ölülerini bıraktıkları ızgara ise yasak nedeni ile kaldırılmış.
Çok enteresan olmamakla birlikte bu tırmanışımız boşa gitmedi, tepeden çok güzel bir Yezd manzarası ve güzel fotoğraflar yorgunluğumuzu aldı.
**Yezd’de otelimiz 4 yıldızlı Safaiyeh Hotel; fazla büyük değil ama bahçesi, lobisiyle çok şirin bir otel. Diğer otellerimiz de iyiydi ama en çok bu oteli beğendim. İsfahan’da çok ünlü bir otelde kalacağız, bekleyip görelim : ) Gezimizin son durağı olan İsfahan’da buluşmak üzere…