İstanbul’a yaklaşık 2,5 saat mesafede yer alan Düzce’nin sunduğu güzelliklerin inanın biz de tam anlamıyla farkında değildik.
Düzce çoğumuzun zaman zaman geçtiği bir noktadır belki. Benim yıllardır İstanbul – Ankara, İstanbul – Safranbolu, İstanbul – Sinop gibi rotalarda hep yolumun üzerindeydi. Pek çok kişinin de yolunun üzerindedir ama hiç bir zaman durup da keşfedilmemiştir. İşte biz bu kez bu hep üzerinden geçilen ama hiç keşfedilmeyen bölgeyi tanımak için Düzce’deyiz. Baştan söyleyelim: Çok ama çok etkilendik!
Maceramız sabah erken saatlerde Taksim’de başladı. Düzce’ye varışımız ise sabah 10.30 civarı oldu, eee haliyle karınlar acıkmıştı. İlk durak Düzce merkeze yaklaşık 20 kilometre mesafede, Melen Gölü’ne yakın konumda yer alan, sahiplerinin aslen Gürcü kökenli olduğu “Bibi’nin Yeri”.
Bibi’nin kelime anlamı “hala” yani biz halanın yerindeyiz. Enfes bir kahvaltı bizi bekliyor. Burada bizi en çok etkileyen sofraya sıcacık gelen ekmeğin bölünürken çıkardığı buhar oldu. Semaverde çay, taptaze sıcacık bir ekmek ve yanında yöresel ürünlerle açık havada yaptığımız kahvaltıyla başladık güne.
İkinci durağımız ise Düzce gezilecek yerlerin en güzellerinden ve buraya 5 kilometre mesafedeki Güzeldere Şelalesi.
Bu milli park girişinde bir tane de minik hobbit evi var. Bu evlerin çoğaltılacağı, aldığımız duyumlar arasında. Kim burada kalmak istemez ki? Masal gibi, değil mi?
Güzeldere Şelalesi Tabiat Parkı, yaklaşık 20 hektarlık bir alanı kapsıyor. Denizden yüksekliği 600 metre olan şelale Düzce merkeze 18 kilometre uzaklıkta. Şelalenin en önemli özelliği 135 metreden dökülüyor olması. Bu yönüyle Türkiye’nin en yüksekten dökülen şelalesi olma özelliğine sahip.
2011 senesinde “Tabiat Parkı” olarak tescil edilen bölgede çok sayıda kayın ve gürgen ağacı bulunuyor. İşte şelaleye de bu ağaçlar arasından keyifli bir yolculuk yaparak ulaşıyorsunuz. En güzel zamanı bence ilkbahar ayları ama sonbaharın da ilkbaharı aratmayacağını düşünüyorum. Aslında bu özelliği ile doğa fotoğrafçıları için çok güzel bir rota alternatifi. Tabii ki sadece fotoğrafçılar için değil, trekking, kampçılık, binicilik ve bisiklet için de uygun bir tabiat parkı burası.
Bizim şansımıza, şelale eriyen karların etkisiyle epey coşkundu. Kadifemsi beyaz köpükleri büyüleyici bir güzelliğe sahipti. Ama artık vedalaşıp bir sonraki durağımıza gitmemiz gerekiyordu. Evet, Güzeldere Şelalesi’ne 10 kilometre mesafede yer alan Efteni Gölü. (Düzce merkeze ise 25 kilometre mesafede)
Efteni Gölü, aynı zamanda bir kuş cenneti. Hep bildiğimiz Manyas Kuş Cenneti, Bafa ya da Göksu var, değil mi? Burasının ise hiç eksik kalır yanı yok. Efteni yaklaşık 150 tür kuşa ev sahipliği yapıyor. Ancak bu türlerin 35’ı bu bölgede yerleşik yaşıyormuş. Bu türlerin bazılarınınsa soyu tükenmek üzere. Bölgenin habitatı da çok etkileyici. Çamur düzlükler, sazlık alanlar, nilüferler, bataklık alan, hepsi bir arada.
Burada yapılmış olan seyir terasında oturup etrafı izleyebiliyor ya da göle uzanan ahşap iskelede keyifli bir yürüyüş yapabiliyorsunuz. Bir de avlanma yasağı olduğu dönemler dışında bu göl çevresinde olta balıkçılığı da yapılabiliyormuş.
Türkiye’nin her köşesinin efsanesi olduğu gibi, buranın da var. Bu efsaneye göre Bizans ordusu katıldığı bir savaştan dönerken bu gölün kıyısında konaklamış ancak buraya gelirken prenses Eftelya’nın her tarafında yaralar çıkmış. Göl kenarına ulaştıklarında prenses buradaki sıcak suyla yaralarını yıkamış. Bir sonraki sabah prenses tüm yaraları iyileşmiş olarak uyanmış. Bunun üzerine Bizanz imparatoru buraya hemen bir hamam inşa ettirip prensesi burada bırakarak ayrılmış. Prenses burada kaldığı sure boyunca cildi daha da güzelleşmiş. Bir gün sandalla gölde gezinirken karşı kıyıda yaşayan bir Osmanlı delikanlısına âşık olmuş, tabii delikanlı da prensese. Her gün görüşür olmuşlar. Bir gün prenses delikanlıyı görmeye giderken sandal batmış ve boğularak ölmüş. O zamandan bu yana da göle Bizans prensesi olan Eftelya'nın adı verilmiş. Zaman içinde isim Eftelya’dan Efteni’ye dönüşmüş. Tabii bu bahsettiğim göle ait anlatılan efsanelerden sadece biriydi. Daha niceleri var, ben aralarından en beğendiğimi anlattım.
Buradan sonra günün en heyecanlı anına geldik diyebilirim. Rafting yapacağız. Malum aylardan nisan, hava çok da sıcak değil. Nasıl olacak bu iş diye düşüncelere dalmışken kendimizi Nehir Evi Rafting’in önünde bulduk.
Bu tesise bayıldım. Her şeyi doğa ile uyumlu yapmışlar. Hiç betonarme kullanılmamış gibi. Her yer ahşap.
Öncelikle nehir kenarında oturduk ve rafting öncesi enerji toplamak için birer gözleme yedik. Sonra suya gireceğimiz için buradaki odalardan birinde üzerimizi değiştirip balıkadam kıyafetlerimizi giydik.
Bir sonrakinde eğer fırsat bulursak bu odalarda bir gece konaklamak çok keyifli olabilir. Odalar nehrin içinde gibi, yere kadar cam, etraf ağaçlarla kaplı ve gürül gürül nehir sesi.
Kıyafetlerimizi giydikten sonra nehir kenarına yürüyoruz. Öncelikle rafting sırasında dikkat etmemiz gereken noktalar konusunda eğitmen hepimize hızlandırılmış bir eğitim veriyor.
Ardından çıkıyoruz yola. Bizim ekipte Gezeceğiz’den Erhan, Gezmelerdeyim’den Kenan, Dünya bir Masaldır’dan Özgür, Murat ve ben varız. Ekibimizin adı ise “Beyaz Kelebekler”. Diğer ekip olan “Mercanlar” ile kıyasıya bir mücadele ile başladık parkura.
Daha çok geçmeden diğer ekip ters bir noktaya gelince Soner düştü nehre. Açıkçası ucuz atlattık. Biraz nehirde sürüklendikten sonra Soner’i tekrar bota aldılar. Nehirde yol almak hayli keyifliydi. Uzun parkur 12 kilometre olsa da biz 5 kilometre olan kısa parkuru yaptık.
Mesafe kısa da olsa parkuru bitirdiğimizde epey yorulmuştuk. Hemen üzerlerimizi değiştirip, Taç Tarım Çiftliği’ne doğru yola çıktık. Taç Tarım oldukça yeni bir tesis. İçerisinde kümes, mandıra ve ahırlar var.
Buraya şimdilik hepsi birbirinden güzel 5 tane at getirmişler ancak henüz binicilik alanı padok tamamlanmamış. Büyük ihtimalle yaza kadar o da tamamlanır. Padok da olduktan sonra buraya 4-5 at daha gelecekmiş. Keyifli bir yer. Konaklamak için minik ahşap bungalovlar var.
Biz Taç Tarım’da önce biraz at ile dolaştık, daha doğrusu dolaştırıldık. Ardından bahçede havuz kenarında kurulmuş sofrada leziz bir yemek yedik. Burası tamamen kendi ürettiği ürünlerle yemek yaptığı için her şey doğal, taze ve lezzetli. Benim favorim kesinlikle manda yoğurduydu. Yani şöyle önümde 3 kilo olsa duraksamadan hepsini yiyebilirdim. Bu yemekte bir de yeni bir otla tanıştık, adı kaldirik. Hafif baharlı bir tadı var, ben beğendim.
Yemek sonrası Düzce merkeze gittik. Akşam saat 21.30-22.00 civarı olmasına rağmen etraf çok kalabalıktı. Meğerse kandil olduğunda Düzce Belediyesi meydanda lokma dağıtıyormuş. Düzceliler de buraya gelip hem lokma yiyor, hem de birbirlerinin kandilini kutluyormuş. Bu kalabalığı ona borçluymuşuz.
Düzce’nin merkezi benim beklentimden bir adım ötedeydi. Öncelikle sokaklar pek çok şehre göre oldukça temiz ve caddeler geniş. Cadde boyunca yürürken mağaza çeşitliliği yeterli. Park alanı ve meydan oldukça büyük. Hatta zaman zaman bu Cumhuriyet Meydanı’nda festivaller, konserler yapılıyormuş. Önümüzdeki dönem yine bu meydanda yapılacak festivallerden biri 4-5-6 Mayıs’taki Düzce Ot Festivali. Bence kaçırmayın!
Düzce’de tatlı yemek isterseniz Hanzade’yi öneririm. Biz akşam merkez gezimiz sonrası gittik. Bir “inci baklava” var, bir de cevizli baklava ki yediğinize asla pişman olmazsınız.
Tabi pek çok farklı çeşit var ama bunlar benim önerilerim. Kışın gelirseniz de sahlebi pek meşhurmuş. Tatlılarımız sonrası artık uyku zamanı gelmişti.
Havanın temizliğinden midir, son yenilen baklavaların verdiği enerjiden midir bilinmez ama ertesi sabah o kadar dinç uyandık ki… Uyandığımız gibi de hemen Taç Tarım Çiftliği’nin içindeki mandıraya gittik. Burada buzağıları sevdik. Mandaları, inekleri gördük ama sağım saatini çoktan kaçırmıştık. Gerçekten epey büyük ve tertemiz bir tesis yapmışlar.
Sıra geldi bu mandıradan çıkan ürünlerle hazırlanan kahvaltıyı tatmaya. Sofrada bir tek kuş sütü eksikti ama olsun, manda sütü vardı. Doğal bir ortamda doğal bir kahvaltı. Tertemiz hava. Kişi başı fiyatı ise 25 TL. İstanbul’da boğazda bir tesisle karşılaştırdığınızda neredeyse bedava. Buraya hafta sonu sadece kahvaltı ve biraz doğada vakit geçirmek, atları izlemek için bile gelinir. Özellikle çocuklu aileler için ideal.
Bugün güne yine bir şelale ile başlıyoruz: Aydınpınar Şelalesi. Aydınpınar Köyü sınırları içinde yer alan bu şelale, Düzce merkezine sadece 10 kilometre mesafede. Ayrıca Düzce’nin önemli diğer iki şelalesi olan Güzeldere ve Samandere şelaleleri ile aynı güzergâhta olup, ikisinin arasında yer alıyor.
Arka arkaya dökülen 5 ayrı şelale kümesi Aydınpınar Şelalelerini oluşturuyor. Aynı zamanda bu bölge Düzce’nin en önemli yürüyüş parkurlarından da biri. Burada orta ve orta-üst seviyesinde yürüyüş parkurları var. Yürüyüş yolu boyunca meşe, gürgen, kestane ağaçları bulunuyor. Burası da aynı Güzeldere Şelalesi gibi doğa fotoğrafçıları için cazip bir nokta bence. Ayrıca çevresinde çadır kampı yapılabilecek alanlar da var.
Buradan sonra yine Aydınpınar köyündeki Düzce’nin ilk elektrik santralini görmeye gidiyoruz. Burası ilk 1952 senesinde açılmış ve açıldığında ilk defa Düzce merkezden bile önce bu köy aydınlanmış. Ne zaman kapandığı net bilinmese de zaman içinde atıl kaldığı için artık bu elektrik santrali kullanılmıyor. Ancak günümüzde bu bölge Aydınpınar Barajı olarak geçiyor.
Yolda korkuluk olmadığı için biraz tehlikeli bir yol. Yürürken çok dikkatli olmak gerek. Hatta çocuklarla seyahat ediyorsanız, burayı pas geçebilirsiniz. Ama şelaleyi asla atlamamalısınız.
Bu bölgede ot oldukça yaygın. Hatta yukarıda da belirttiğim gibi 4-5-6 Mayıs 2018 tarihlerinde Düzce Ot Festivali olacak. Hep Ege otları konuşulacak değil ya, bu kez söz sırası Batı Karadeniz otlarında. Yolda giderken bir grup kadın görüyoruz. Hepsi ot toplamaya çıkmışlar. Hazır onları yakalamışken otlarla ilgili biraz bilgi almayı ihmal etmiyoruz. Ama ben bunları burada aktarmayayım ki sürprizi kaçmasın. Düzce Ot Festivali’ne geldiğinizde yerinde öğrenin. Düzce yakın yer. İstanbul’a sadece 2,5 saat mesafede. Üşenmeyin.
Bu kadar ot dedik, üzerine öğle yemeğinde leziz bir ısırgan otu çorbası içtik. Biraz sac kavurma, çeşitli otlarla hazırlanmış salata ve tatlı. Artık diğer şelaleye hazırız. Neresi mi? Belki de Düzce’deki şelaleler arasında en fazla bilineni: Samandere Şelalesi!
Düzce’nin 25 kilometre kadar güneydoğusunda yer alan Samandere Şelalesi yapısı itibariyle Düzce’de gördüğümüz diğer şelalelerden farklı. Burada su bir anda burgu yaparak kayalardan aşağıya dik dökülüyor. İndiği yerdeki oyuklara cadı kazanı deniliyor. Aslında tam da bu özelliği ile Samandere Şelalesi Türkiye’nin tescil edilen ilk tabiat anıtı.
Tescil edilen alan tam olarak, Samandere Şelalesi’ni, 500 metre boyunca devam eden dere kenarındaki anıt ağaçları, üç adet şelaleyi ve Cadı Kazanı adı verilen derin bölümü kaplayan alan oluyor.
Şelale yaklaşık 10 hektar alan kaplıyor. Buradan akan sular Uğur Deresi’ne karışıyor. Uğur Deresi de Efteni Gölü’ne ulaşıp, burada Büyük Melen Nehri ile birleşiyor ve oradan da Akçakoca’ya doğru ilerleyerek Karadeniz’e dökülüyor.
Burası her göreni kendine hayran bırakacak güzellikte bir yer. Kesinlikle vakit ayrılmalı. Sadece bu şelaleyi görmek için bile Düzce’ye gelinir.
Bu park alanında epey fazla basamak var. Önce iniyorsunuz sonra çıkıyorsunuz, sonra yine iniyorsunuz. Yani özetle epey inişli çıkışlı bol basamaklı bir yol diyebilirim.
Buraya hayran kaldıktan sonra Beyköy Halime Zengin Çilek Serası’na gidiyoruz. Burası Halime Hanım’ın kendisine destek veren dört kişi ile işlettiği bir sera. İçeri girdiğimiz gibi mis gibi çilek kokusu karşılıyor bizi. Hem doğal yetişip, hem de bu kadar iri çilek olur mu? Oluyormuş.
Halime Hanım, dikkatli olmamız koşuluyla seradan çilek toplayıp yiyebileceğimizi söylüyor. Nasıl ama yenmez mi bunlar? Siz de yolunuz düşerse uğrayıp mutlaka bu çileklerden alın. Tadı hala damağımda.
Buradan sonra artık biraz deniz havası, hele de Karadeniz havası alma vakti geldi. Akçakoca’ya doğru yola çıkıyoruz.
Yorumlar