Muğla, Menteşe Belediyesi (Muğla’nın merkez ilçesi) sponsorluğunda; Çocuk ve Gençlik Müzeleri Derneğinin organize ettiği ve Çağdaş Drama Derneğinin de destek verdiği 2. Menteşe Çocuk Şenliği davetine olumlu yanıt veriyorum. Gönüllü olarak gideceğim bu etkinlikte; çocukların yaratıcı ve büyülü dünyalarından ilham alacak hem de çevresini adım adım gezdiğim fakat içini göremediğim Muğla’yı görme fırsatını yakalayacaktım.
Ankara’dan, İstanbul’dan, İzmir’den, Bodrum’dan gelen görevli arkadaşlar ve Muğla Üniversitesinde okuyan Çocuk ve Gençlik Müzeleri Derneğinin genç ve dinamik üyeleriyle Muğla’da buluşuyoruz. Önceliğimiz şenlikte yapılacaklar olduğu için 20 kişilik şenlik ekibimiz hemen işe koyuluyoruz. Şenliğin yapılacağı yer, yaklaşık 250 yıllık Konakaltı Hanı/Kültür Merkezi olarak hizmet vermekte.
Konakaltı Kültür Merkezi’nde; Çocuk ve Gençlik Müzeleri Derneğinin eski oyuncaklar, oyun ve yaşantılara dair etnografik objelerden oluşan zengin koleksiyonunu yerleştirme, şenliğin programını düzenleme, atölyelerin yerleşimi, görevlerin paylaşımı, Ankara’dan getirdiğimiz şenlik malzemelerinin atölyelere göre dağıtılması, ahşap kukla kuşların parçalarını birleştirme, şenlik alanının süslenmesi, panolar ve sergilerin hazırlanması, vb. eksiklerin tamamlanması 2 günümüzü alıyor. Ekip tam bir imece usulü keyifle çalışıyor.
Pazar günü çocuk ve ailelerden oluşan kalabalık guruplar Kültür Merkezinin avlusunda toplanıyor. Çocuklar ve aileler heyecanlı, ekip daha heyecanlı. Muğla Belediye Başkanı Sn. Dr. Osman Gürün ve Menteşe Belediye Başkanı Sn. Bahattin Gümüş Şenlik açılışını anlamlı konuşmalarıyla gerçekleştiriyor. Muğla Belediyesi Halk Ekibi topluluğu yöresel halk oyunlarından (Muğla zeybeği, Çökertme, Kerimoğlu) güzel bir gösteri sunuyor. Sunucumuz Nilgün şenliğin ruhuna uygun sunumuyla organizasyonun sürecini yönlendiriyor.
Drama eğitmenlerinin çocuklarla oyunlarından sonra çocuklar atölyelere dağılıyor. İstasyon tekniğiyle çocuklar mevcut atölyelerden yararlanıyorlar. Karagöz ve Hacivat gösterileri izleniyor. Ahşap kuş kuklalar boyanıyor ve oynatılıyor. Sünger kuklalar yapılıyor ve mini gösteriler sunuluyor.
Çocuk ve Gençlik Müzeleri Derneğinin oyun ve oyuncak odası geziliyor, inceleniyor. İzlenimler ve tasarımlar tuval üzerine boyalarla aktarılıyor. Renkli hamurlar özgün oyuncaklara, figürlere dönüşüyor. Hayaller dramayla yakalanıyor. Çocuklara dağıtılan topaçlar öğrenilinceye kadar tekrar tekrar çevriliyor. Çocuklar mandala atölyesinde dingin bir müzik eşliğinde renklerle, şablon ve cetvellerle büyülü çemberlerini gerçekleştiriyorlar.
Belediye Başkanları etkinlikleri tek tek dolaşarak, eğitmenlerden ve çocuklardan bilgi alıyor, içten bir ilgiyle şenliği kucaklıyor. Çocukların birçok etkinlikle ilk kez karşılaştıklarına dair mutlu geri bildirimleri, merakla bir atölyeden diğer atölyeye koşuşturmaları, eserlerini ve Belediyenin dağıttığı hediyeleri heyecanla taşımaları, ailelerin teşekkürleri tüm yorgunluğumuzu unutturuyor. Sorunsuz ve verimli geçen şenliğimizin bitiminde ekip olarak birbirimizi kutluyoruz.
Artık Muğla keşfimiz başlayabilir. Bu gezi yazım biraz şenlikli. Şenlik çalışmaları aralarında ve bitiminden sonraki günlerde Muğla gezimiz sürüyor. Muğla Ege bölgesinde, küçük bir kısmı da Akdeniz bölgesinin içine girmiş bir il. Dalaman, Fethiye, Marmaris, Milas, Datça, Bodrum Muğla’yı taçlandıran ünlü tatil beldeleri. İl kıyılarındaki girintileri Güllük Körfezi, meşhur Gökova Körfezi ve Fethiye Körfezi. Çıkıntıları Bodrum, Reşadiye (Datça) ve Bozburun. Buralar vazgeçilmezlerimiz arasında olmakla birlikte nedense gezmek için Muğla’nın içine girmeden kenarından geçiveririz.
Asar Dağı eteklerinden, Karadağ, Kızıldağ, Masa ve Hamursuz dağları ile çevrelenmiş ovaya doğru yayılan bir şehir Muğla merkezi. Muğla, kadim medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve her devirde önemini korumuş bir bölge.
Antik Karya bölgesinin en eski yerleşimlerinden biri olan Muğla; sırasıyla Frig, Lidya, Pers, Makedon, Bergama Krallığı, Doğu Roma İmparatorluğu’nun ve Bizans hâkimiyetini yaşayan bir şehir, Menteşe Beyi tarafından 1284'de alınmasıyla ilk defa Türk hâkimiyetine girmiş. Muğla ilinin merkezi Menteşe Beyliği zamanında Milas, sonrasında Osmanlı İmparatorluğu döneminde merkez Muğla olmuş.
Cumhuriyetin kurulmasından sonraki idari yapılanmada Muğla ilinin yönetim merkezi olan şehir, dağlık yapısı ve dışarıya açılan elverişli bağlantı yollarına sahip olmadığından gelişememiş. Yıllarca il merkezi olmasının verdiği hareketlilikle gelişmeye çalışan Muğla, son yıllarda özellikle üniversitenin açılması, sanayi ile ilgili yerlerin kurulması ve Dalaman-Bodrum hava limanlarının hizmete girmesiyle turizminin atak yapmasıyla gelişmeye başlamış.
Eski Muğla şehir yerleşimi kentsel sit alanı ilan edilerek, koruma altına alınmış. Şehirde ilk dikkatimi çeken Muğla’daki kırmızı kiremitli çatılar ve üzerindeki özgün Muğla bacalarıydı. Muğla’nın rüzgârlı koşullarına uygun bir bacaymış. Bacalar vakur duruşlu bir heykel gibi. Şehrin imzası sanki... Öyle bir tasarımı varmış ki Muğla’da soba zehirlenmesi hiç olmazmış.
Muğla’da kaldığım sürece dikkatimi çeken diğer şeyler; bu şehrin dinginliği, huzur veren atmosferi, tertemiz beyaz evleri, ulu ağaçları, insanların rahat, doğal ve içten tavırları, çok sayıda restore edilerek şehre kimliğini vermiş geleneksel mimarimizin yaşayan sayısız örnek yapıları ve yine zamana meydan okumuş tipik Rum taş evleri ve Muğla evlerinin çift kanatlı kuzulu kapıları. Çoğunlukla avlulu olan bu evlerin arasından, kâh daracık, kâh biraz geniş tarih kokan sokaklarında yürürken asırlara meydan okuyan camileri, hamamları, Arnavut kaldırımlı yolları, mimari yapıları geçmiş zaman tünelindeymiş duygusu veriyor insana.
Tarihi dokularını günümüzün daha çok rant elde etme modasına feda etmiş kentlerimiz aklıma düşüyor, hüzünleniyorum. Büyük şehrin rekabetçi ve karmaşık ortamından sonra Muğla insanın içine sevinç dalgaları yayıyor. Üniversite canlılık katmış şehre. Üniversitenin yerleşkesi şehir dışında; Muğla Marmaris yolu üzerindeki Kötekli mevkisinde. Şenlik ekibimizdeki üniversiteli gençler Muğla’dan memnun olduklarını her fırsatta dile getiriyorlar. İçlerinde Akyaka’da ev tutup Muğla’da okuyanlarda var. Muğla Belediyesi’nin estetik bakış açısı, tarihe ve kültüre saygısı şehrin ortamına yansımış. Şehrin farklı yerlerine yerleştirilmiş Muğla kültürüne, tarihine uygun estetik heykeller de şehri gülümsetiyor.
Muğla Müzesi, Muğla Adliyesi’nin arkasında eski cezaevi binasında ve Konakaltı Kültür Merkezi’nin bitişiğinde. Müze antik kalıntılarla, heykellerle dolu avlu ve etrafında toplanmış 3 ana bölümden, 1 adet sanat galerisinden oluşuyor. 5-9 milyon yıllık hayvan ve bitki fosilleri bulunan doğa tarihi bölümü ilginç.
Muğla’nın çeşitli yörelerinden giyim kuşam ve günlük kullanım eşyalarının sergilendiği etnografya seksiyonu epeyce zengin objelerle dolu. Özellikle Gladyatör stellerinin sergilendiği odayı görmenizi tavsiye ederim. 9 yıl önce bir işletmeye ait kömür havzalarında, kömür çıkarma çalışmaları sırasında tesadüfen bulunan ve aralarında “Truva” filmine konu olan Akhilleus'un da olduğu 7 gladyatörün mezar steli (yüksekliği eninden uzun yekpare bir taştan oluşan yapıt) özel bir odada sergileniyor. Taşa oyulan Roma döneminin ünlü gladyatörlerinin rölyefleri görülmeye değer. Odanın duvarlarında, o dönemin savaşlarını gösteren fotoğraflar da yer alıyor.
Muğla sokaklarında bizim gibi keyifle yürüyerek şehri keşfedebilirsiniz. Tarihi camilerinden, kurşunla kaplanan büyük kubbesiyle, ilginç bulduğum mimarisiyle Kurşunlu Camisi ve diğerleri; Şeyh Camisi, Saburhane, Sekibaşı, Ulu ve Kavaklı camileri. Günümüze dek gelebilmiş, kardeşliğe, hoşgörüye, iyiliğe davet eden sade mimarileriyle özgün camiler görülmeye değer.
Geçmişte önemli bir ticaret merkezi olan Yağcılar İş Hanı şimdilerde de özellikle ilgi duyanlar için, uygun fiyatlı yöresel halı ve kilimleri ile dikkat çekici. Birde ortadaki çınar ağacının altında bir çay keyfi iyi oluyor. Hemen yanındaki arastada mola vermeyi kaçırmayın derim. Semercisi, nalburcusu, bakırcısı, kilimcisi, tenekecisi, esnaf lokantaları, berberi, yöresel el sanatları dükkânlarıyla, meydandaki şadırvanıyla yine zaman tünelinden bir asır öncesine giriyorsunuz.
Safranbolu arastası aklıma düşüyor! Her sene birkaç kere Arnavut kaldırımlarında, geleneksel taş sokaklarında yürümeden, tarihi arastasında dinlenmeden, gözlemesi, kül kahvesini içmeden Bartın’a geçemediğim Safranbolu. Umarım ülkemizin yüz akı bozulmamış bu kentleri gelecekte de asırlara meydan okurlar. Yörük Obaları Derneği tarafından işletilen bolca etnografik objelerin olduğu Hacı Kadı Evini geziyoruz ve bahçesinde kısa bir mola veriyoruz. Yine merkezde Muğla Belediyesinin restore ettirdiği Kültür Evinin içinde de yöresel kıyafetler, eskiden kullanılan eşyalar, Muğla kültürüne ait objelerin olduğu tipik Muğla evi insana huzur veriyor. Kültürümüze sahip çıkan ve korumayı ilke edinenlere selam olsun. Bahçesindeki kafeyi de belediye işletiyor.
Rotamız Zahire Pazarı’na… Yöresel el sanatlarından birkaç hediyelik alıyoruz. Merkezdeki saatli kule karşısında Kolonyacı Ahmet’ten limon, zambak, tütün kolonya çeşitlerine yenilerini de eklediği portakal, mandalina, yakamoz, yeşil limon kokularından istediğinizi seçerek almayı da unutmayın derim. Yine geçmiş zamanları çağrıştıran atmosfer eşliğinde kafelerden birinde kahve keyfi, hayatın güzelliğini fark ettiriyor insana.
Biz “Çakar Keyf” kafede yudumladık kahvemizi. Rotamız Muğla pazarı... Yöresel el işlerinden, kurutulmuş börülce, kırmızıbiberlerinden, çökelek, tulum peyniri, yöre köy peynirleri, zeytinleri, tahin helvasından ve meşhur balından alıp kısa bir soluklanma ve alışveriş torbalarımızı bırakmaya otelimize dönüyoruz.
Muğla Belediyesi tarafından restore edilerek, 4 yıl önce hizmete açılan 500 yıllık tarihi Sekibaşı Hamamı, kentle ilgili yayınların bulunduğu bir yer. Sergi salonu da var. Ancak burada İngilizce broşürler olmasına karşın, Türkçe Muğla broşürleri bulamadık. Hamam önü mevkiindeki bu hamam güzel restore edilmiş, içindeki bembeyaz duvarları, mukarnaslı köşeleri, kubbeleri ve akustiği çok hoş. Osmanlı arşivindeki Muğla kayıtları da günümüz Türkçesine çevrilerek tarihi hamamda araştırmacıların hizmetine sunulduğunu öğreniyoruz.
Arastanın yukarısında kentin eski Saburhane bölgesi gerçekten çok güzel. Saburhane, Osmanlı döneminde Rum ve Türklerin bir arada dostça yaşadığı, Rumların 1924 mübadelesinde göç etmesinin ardından eski mimari yapısının bozulmadan gelebilmiş bölgesi. Ülkemizin birçok yerinde gördüğüm güzel tipik eski Rum taş evleri burada dimdik ayakta.
Meydandaki Mimar Sinan’a Saygı Heykeli de buraya anlamlı bir ruh katmış. Tepelere doğru sayısız tarihi evlerin arasındaki daracık sokaklarından yürümek ve her köşedeki sürpriz kadrajları yakalamak çok keyifliydi doğrusu. Muğla’da yaşayan Dr. Alper bizi çocukluğunun vazgeçilmezleri arasında olan mesire yerine, çam ağaçları arasından yokuşlu yolları aşarak ulaşabildiğimiz tepeye götürüyor ve seyir tepesinden bol oksijen eşliğinde Muğla’nın panoramik görüntüsünü seyrediyoruz. Gezilerimde kuleler ve tepeler vazgeçilmezimdir. Bu gezimde de tepeden şehre bakmayı kaçırmadığıma seviniyorum.
Muğla Yemekleri
Özellikle orman kebabı, çökertme kebabı, sulu kebab (Muğla kebabı), köy baklavası, çıntar kavurması, köftesi, keşkeği, çopur sosu çıtırmak (susamlı ballı) tatlısı öğrenebildiklerim. Du Buyon lokantasında yediğim tilkişen otundan yapılan yumurtalı sebze yemeği, sulu Muğla kebabını sevdim.
Evlenecek çiftler düğün akşamından önce gündüz davetlilere düğün yemeği ziyafeti veriyorlar. Şenlik ekibimizden Muğla’da yaşayan Nuray’ın daveti üzerine düğün yemeğine bizde katılıyoruz. Yemekte; keşkek, patates kavurması, sofralarından hiç eksik olmayan sarımsaklı yoğurtlu sebzeli karışık kızartması, etli nohut yahnisi, nohutlu pilav, organik salata ve köy baklavasını afiyetle yedik.
Şehirdeki düğünlerde bu kadar kalabalık düğün yemeği verilse sanırım çiftler uzun yıllar ödeyecekleri bir borcun içine girerler. Katıldığımız okul bahçesindeki düğün yemeğinde 500’e yakın misafir vardı.
Muğla’ya gelmişken 30 sene önce gittiğim Akyaka’ya uğramadan olmaz. Şenlik ekibimizle Muğla’nın dağ yolundan süzüle süzüle yeşilliklerin içinden geçerek minibüste kaptanın ve yolcularında katıldığı sanki piknik yerine ailece gidiliyor tadındaki sohbet unutulur gibi değildi.
Akyaka doğal güzelliğiyle her köşeden sizi selamlayan rengârenk çiçekleriyle, özellikle erguvan çiçekleriyle, özgün beyaz evleriyle, mavisi ve yeşiliyle bizi karşılıyor. Mayıs ayındayız, denize girenler var. Ancak zamanımız kısıtlı olduğu için yürüyerek boydan boya keşfetmek önceliğimiz.
Sahilde kafeler, restoranlar, balık ekmekçiler, balık tutanlar, palmiye ağaçları ve denizinin eşliğinde pozitif enerjili atmosferi içimize çekerek yürüyoruz. Balık yemeden olmaz. Bu mevsimde istediğimiz balıkları bulamıyoruz, mevcut balıklarından ve mezelerden yiyoruz. Senelerce önce gittiğim ve hayran kaldığım Sedir adasına Akyaka’dan tekneyle gidilebiliyor.
Akyaka’nın sembolü Azmak Çayı’ndan ördekler ve sazlıklar eşliğinde 40’lık tekne turu yapmaya değer. Azmak Çayı dev bir akvaryum sanki.
Geleneksel mimariyi günümüze taşıyarak özellikle de Akyaka mimarisine damgasını vurmuş ve 1983 yılında dünyanın en saygın mimarlık ödüllerinden “Ağa Han Uluslararası Mimarlık Ödülü”nün sahibi Nail Çakırhan mimarlık eğitimi görmediği halde bu ödülü alan ilk kişi. Akyaka’ya gelmişken Nail Çakırhan sokağından güzel evlerine selam çakmadan buradan ayrılmak olmaz. Muğla’daki önemli mimari yapıların restorasyonuna da imzasını atmış ve Muğlalılarda ona vefa olarak Konakaltı Kültür Merkezindeki bir salona adını vermişler. Nail Çakırhan ve eşi (Türkiye'nin ilk kadın arkeologlarından Halet Çambel) bu dünyadan arkalarında değerli ve dolu dolu bir yaşanmışlık bırakarak göçtüler. Bu sokağı bulmak için Akyaka’da yaşayanlara sorduğumuzda, birçok kişi ne yazık ki ilk kez duymuş gibi yüzümüze bakıyorlar.
Limon, portakal ve bergamot ağaçlarının ve asırlık ağaçların, rengârenk çiçeklerin arasında size göz kırpan bu sokaktaki Nail Çakırhan imzalı evler Akyaka’nın değerleri. Akyaka Nail Çakırhan ve Halet Çambel Kültür ve Sanat Evine girmek istiyoruz. Kapalı ve biraz terk edilmiş haliyle bizi hüzünlendiriyor. Akyaka’daki evlerin ahşap işlemesi, bazılarının önündeki havuzları, çatıları, pencereleri, tavan işlemeleri eski ve yeni sivil mimarinin harmonisi gibi… Bu evler mutluluğa, huzura, içtenliğe, yaşamaya davet eden şiirsel evler tadında.
Akyaka’da büyük şehirden kaçarak buraya yerleşen ve birkaç çiftle tanışıyoruz. Bize burada yaşamaktan memnuniyetlerini anlatıyorlar. Yörenin rüzgârına Deli Memet Rüzgârı dendiğini anlatıyorlar; Akyaka'da rüzgârlı bir günde eşiyle tartışıp, arkadaşlarının denize açılmamasını önerdikleri halde, aldırmadan, teknesiyle denize açılan balıkçı Mehmet bir daha geri dönememiş. Günler sonra teknesi kıyıya vuran, fakat cesedi bulunamayan Mehmet'e atfen bu rüzgâra Deli Mehmet rüzgârı denilmiş. Bu bereketli rüzgâr her yıl 50 bin kişiyi rüzgâr ve uçurtma sörfü yapmak ve eğitim almak amacıyla Akyaka'ya getiriyor.
Yılın her döneminde sörf için uygun rüzgâr aldığı belirlenince Muğla Valiliği sahili, Kiteboard (uçurtma sörfü) alanı olarak tescillemiş bölgeyi. Sörf yelkeni ve Sakar tepesinden yamaç paraşütü de yapılıyor burada. Üstelik eşsiz Gökova manzarası eşliğinde…
Şenlikli kısa Muğla gezimde görebildiklerimi, hissettiklerimi sizlerle paylaştım. Tabiî ki keşfedilecek onlarca köşeleri var benim göremediğim ve gidemediğim. Örneğin; ekibimizden Seçil’in tavsiye ettiği Muğla Üniversitesi’nin içindeki Mulaj Müzesi’ni, üniversitenin himayesindeki Menteşe Kültür ve Sanat Evini ve Çay Bükü Köyündeki Belen Kahvesi’ni bir başka bahara diyerek erteliyoruz.
Sizler Muğla ilinin meşhur tatil beldelerine giderken Muğla’nın kenarından geçivermeyin, birkaç gününüzü de burada geçiriverin derim. Ayrıca merkezde uygun ve güzel konaklama yerleri sizi bekliyor. Bitmez tükenmez Anadolu bizim yurdumuz. Keşfedilecek çok yerleri var.
Datça ve 9. Datça Oyuncak ve Çocuk Şenliği gezi yazımda buluşmak üzere… Gezgince ve sağlıkla kalın.