Shiva'nın Şehri Varanasi... Huuufff... Nasıl, ne şekilde anlatsam ki Varanasi'yi tarif etsem. Varanasi benim şu ana kadar gördüğüm en ilginç, en garip, en kasvetli, en zor, en farklı, en, en, en...
Nepal Pokhara'dan atladım otobüse. Saat 07.00 gibi ve 8 saat süren ve gerçekten kötü bir yolculuk sonrasında sınıra ulaştım. Nepal çıkışımı yaptım ve Hindistan'a yürüdüm :) Hindistan'da Snouli'den giriş damgamı vurdurdum. Yağmur çamur pislik ve çöp yığınları arasından Gorakpur kentine giden otobüse atladım. 3 saat de o sürdü sonrasında Gorakpur garından trenle Varanasi'ye geçtim. Gorakpur tren garı pislik ve çamur içinde; onlarca köpek, onlarca inek, su birikintileri ve hayvan pisliği içinde yerlerde yatan yüzlerce insanla dolu kaotik bir yerdi. Nepal'den aynı otobüsle geldiğim Mark ve Magda çifti ile bilet alabilmek için dört döndük. Yol gösteren yok, bakışlar ürkünç, "Len Nasıl bir yer burası??" dedirten cinsten. 7 saatlik yolculuktan sonra sabah 06:00 civarında Varanasi'ye varıp bir pansiyona attık kendimizi.
Varanasi'yi gezebilmek için anlaştığımız Tuk Tuk şöförü sorun çıkardı, onu bize ayarlayan pansiyon sahibi daha da arıza çıkarınca, kendimiz gezmeye karar verdik. Eski Varanasi'ye girdiğiniz anda havadaki kasveti, şehrin ve insanları garip enerjisini hissediyorsunuz. Heryer pislik ve bok içinde başıboş halde dolaşan inekler,köpekler hatta eşşek, keçi ve tavuklar... Sokaklar labirent gibi uzun ve sonsuz gibi geliyor. Yer yer 1 metreye kadar daralabiliyorlar. Çok değişik kasvetli, heyecan verici aynı zamanda yer yer rahatzı edici bir yer.
Ganj Nehri kıyısına sıra sıra dizilmiş "Ghat" adı verilen eski Maharaca (kral) ve prensler ve üst düzey insanların sahibi oldukları bina ve nehire inen merdivenlerden oluşan bölgeler. Ganj kenarında 365 tane Ghat olduğu söyleniyor. Bunların iki tanesinde ölüler yakılıyor. Tabii ki komplike ritüellerle... Ganj, ghatlar, insanlar, hayvanlar... Sokaklar gerçekten çok garip.
Ölülerin yakıldığı ghatlardan birine doğru ilerliyorum. İnsanlar fotoğraf çekmemem konusunda beni uyarıyorlar. Yoğun yanık kokusu ve duman genzimi ve gözlerimi yakıyor. Alev alev yanan,kümelenmiş odunlar arasında ölüler ve etrafında yanışını izleyen sadece erkek yakınları. Kadınların izlemesi yasak. Etraf puslu ve hafif yağmur çiseliyor. Bir tarafta bambu sedye ile getirilen yeni ölmüş bir erkek yakılmadan önce Ganj'da yıkanıyor ve kutsanıyor. Diğer tarafta yanma işlemi bitmiş birisinin külleri Ganj'a serpilmek üzere toplanıyor. Köpekler etrafta dolaşıyor ve küllerin arasında yanmamış insan parçaları arıyor ve buluyorlar başlıyorlar yemeye.İnsanların ve hatta ölü yakınlarının gözü önünde yanmış kalıntı ceset parçalarını kemiriyorlar. Kanım donuyor gözlerim yanıyor... İnsanlar yanıma gelip yakılma ritüelleri hakkında birşeyler söylüyorlar. Etaftaki küçüklü büyüklü tapınaklar, dilenciler, hayvanlar, yerlerdeki pislik ve boklar arasından pansiyonuma doğru ilerliyorum.
Yeni yeni ölüler taşınıyor bir çeşit slogan atıyorlar taşırken. Sokaklardan birinde Sitar (Hindistan'a özgü telli bir çalgı) ve çeşitli enstrümanlar satan bir mağazaya giriyorum ve sitar çalmayı deniyorum. Mağaza sahibi müzisyen olduğumu hemen anlıyor ve nereli olduğumu söruyor. Türk'üm diyince bana Varanasi'de üniversitede master yapmakta olup oradaki bir eğitmenden Hintçe şarkı dersleri alan "İnci"den bahsediyor. Akşamları müzik seansları yaptıklarını ve İnci'nin de geleceğini söylüyor. Akşama görüşmek üzere oradan ayrılıyorum.
Pansiyonumun çatısındaki restoranda karnımı doyuruyorum. Çatılar maymunlara ait. Yüzlercesi çatılarda. Yemek yerken çalışanlar tetikte. Maymunlar aç kalınca çeteler halinde insanlara saldırıyorlar ve yiyecek çalıyorlar. Bir maymun bize doğru hareketlenince görevli elindeki bambu sopa ile kovalıyor maymunu ve "Korkmayın en büyük maymun benim" diyor. Gülüyoruz...
Akşam Müzikevi'ne gitmek üzere yola çıkıyorum. Hem Tabla ve Sitar dinleyeceğim hem de bu ilginç Türk kızı ile tanışacağım. Mark, Magda ve ben müzik evine geliyoruz. İnci henüz gelmemiş. Müzik başlıyor ve harika çalıyorlar. Lanet olsun ki makinemin pili bitmiş ve kayıt yapamıyorum. Mark i-pad'ini çıkarıyor kayıt yapıyor. Ancak bana 10 ay sonra eve döndüğünde gönderebilecek çünkü i-pad in herhangi bir bilgi aktarım özelliği bulunmuyor. O sırada içeriye gülücükler içinde 30 yaşlarında bir kız giriyor ve sessizce tokalaşıyoruz. Birbirimizi gördüğümüz için çok mutlu oluyoruz çünkü hayat garip, Varanasi daha da garip :)
5-10 dakika kalabiliyor bizimle çünkü gitmesi gerek önceden verilmiş bir sözü var. Bana bir kağıt bırakıyor içinde not ve numaram var diyor ve gidiyor. Çok güzel ve bize özel programdan sonra kağıdı açıyorum. İnci notunda altta tlf numaram var diyor yarın buluşalım çay içerim diyor ama heyecandan numarayı yazmayı unutuyor. Bu sebeple görüşemiyoruz...
Ertesi gün Varanasi sokalarında kaybolmaya devam. Sonrasında kutsal büyük Ganj nehrinde tekne gezisi yapıyoruz. Tekne sahibi bir rehber gibi Ganj ,Ghat'lar, ölü yakma seramonileri ve inançları hakkında bilgilendiriyor. Uzaktan resim çekebileceğimizi söylüyor. Hemmen çıkarıyorum makinemi ve zoomluyorum. Tekne titrerken çekiyorum fotoğrafları. Ölüler 7/24 aralıksız yakılmaya devam ediliyor... Varanasi'nin Hindistan'ın en kutsal şehirlerinden birisi olduğunu, burada yakılmanın ve küllerinin buradan Kutsal Ganj Nehri'ne atılmasının büyük ayrıcalık olduğunu ekliyor. Tüm Hindistan'da yaşayan Hinduların yakıldıktan sonra küllerinin Ganj'a dökülüdüğünü, böyle olmazsa Nirvana'ya ulaşılamıyacağını söylüyor. Akşamına Ganj Nehri kenarında Kutsal Ganga (Ganj) İçin yapılan "Aarti ibadet töreni" ne katılıyoruz. 1 saat kadar süren törenlerde ilahiler okunuyor ve çeşitli ritüeller gerçekleştiriliyor. Varanasi'yi görmeden gerçekleştirilen bir Hindistan gezisi eksik kalır diye düşünüyorum ve buraları gördüğüm için kendimi şanslı adlediyorum...
2 gece 3 günlük Varanasi yolculuğu Agra kentine gidecek tirene binince sona eriyor. Sırada Dünyanın 7 Harikası'ndan biri kabul edilen "Taj Mahal"a ev sahipliği yapan Agra var... Varanasi gibi bir yeri görmek müthiş bir deneyimdi. Garip ve kasvetli bir filmin içinde olmak gibi, ama artık yollara düşme zamanı..