Konya’nın sekiz kilometre kuzeybatısında yer alan Sille, Konya ziyaretiniz sırasında mutlaka görmeniz gereken adreslerden biri. Günümüzde Konya Selçuklu Belediyesi’ne bağlı olan Sille, son yıllarda geçirdiği restorasyon çalışmaları ardından Sille Kültür Vadisi olarak anılır olmuş.
M.Ö. 8-7. yüzyıllarda Frig uygarlığından kalma kalıntıların bulunduğu Sille; Antik dönemdeki ismiyle Sylata ya da Sylla Roma dönemine ait taş eserleriyle biliniyor. Kentin bu dönemde Efes’ten doğuya giden Kral Yolu üzerinde bir durak noktası olduğu tahmin ediliyor. Tarihi boyunca çeşitli savaş ve doğal afetlerden olumsuz etkilenen kent, Fatih Sultan Mehmed, II. Beyazıd , Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman ve III. Murad dönemlerinde Konya kazasına bağlı bir karyeymiş. 19. yüzyılın ikinci yarısında bölgeye gelen Charles Texier burada yaptığı incelemeler sonucunda Sille’de Ermeni ve Rumların yazlıklarının olduğunu tespit etmiş. 1923 senesindeki nüfus değişim politikası neticesinde Hristiyan halkın Yunanistan’a göç ettiği kentin güney yamaçları 1995 yılında Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını KorumaKurulu tarafından birinci derecede arkeolojik sit alanı, esas yerleşim alanı ise kentsel sit alanı ilan edilmiş.
Sille’de Ortaçağ’dan Cumhuriyet dönemine uzanan pek çok mimari örnek sizi bekliyor. Kayadan oyularak yapılmış kiliseleri, şapelleri ve evleriyle etkileyici bir mimariye sahip kentte Aya Elenia Müzesi’ni mutlaka görün.
Sille’nin Subaşı Mahallesi’ne bağlı Hagios Mikhael ya da Büyük Kilise adıyla da bilenen müze, Bizans Dönemi ile tarihlendiriliyor. Zira müzenin giriş kapısı üzerindeki kitabede yapının 327 senesinde İmparator Konstantin’in annesi Helena tarafından yaptırıldığı, II. Mahmut ve Abdülmecit dönemlerinde ise onarımdan geçtiği yazılı.
Yunan haçı planına sadık kalınarak inşa edilen bu etkileyici yapının içinde İstanbul’dan getirtilen ahşap ustalarının elinden çıkma muhteşem bir ikonastasis var.
Kubbesinin merkezinde Pantokrator İsa’nın tasvir edildiği mekânın kubbesindeki Musa, Süleyman, Davud ve Danyal peygamber tasvirlerinin her biri ince işçilik örneği.
Kilisenin hemen dışında ise bölgeye özgü taşlardan yapılmış mezar taşlarının sergilendiği alanı ziyaret edebilirsiniz.
Kilisenin restorasyon öncesi fotoğrafları ise burada ne kadar büyük bir çalışma yapıldığını kanıtlar nitelikte.
Sille’nin güney yamacına düşen kayaya oyularak yapılmış Koimesis Tas Panagias Kilisesi ise Dikili Kaya mevkiinde gizli bir hazine gibi. Kuzey duvarındaki freskolara dikkatli baktığınızda Meryem’in ölüm sahnesini seçebilirsiniz. Kompozisyonun sol yanında ise İsa’nın kucağındaki Meryem’in çocuk ruhu yer alıyor.
Kayalara oyulmuş mağaraları ile Sille biraz Kapadokya Bölgesi’ni anımsatıyor.
Her yanı tarihi kalıntılarla çevrili Sille bölgesinde Ortaçağ’dan bugüne kullanılan tarihi bir yolla karşılaşacaksınız. Vadi boyunca devam eden bu yolda size doğal kaynaklardan beslenen ufak şelalelerden akan akarsuların sesi eşlik edecek.
Ufacık yerleşimin ortasından geçen akarsuyun üzerindeki Taşköprü ise tam fotoğraflık bir nokta.
Akarsuyun iki tarafında da restore edilmiş eski Rum evleri günümüzde kafe, hediyelik eşya dükkanı ya da el sanatları atölyeleri olarak hizmet veriyor.
Bazı yapılar ise bir takım ege köyleri gibi rengarenk dekore edilmiş. Eleni Cafe de bunlardan biri. Gördüğünüz gibi içinizi ısıtıyor.
Sille’nin kendisine hayran bırakan bir diğer özelliği ise zengin su mimarisi. Bugüne 2 hamam, 17 çeşme, 1 çamaşırhane ve 1 su kemerinin bulunduğu bölgede, tavsiyem Ak Hamam’ı mutlaka görmeniz yönünde olacak. Hacı Ali Ağa adıyla da bilinen bu hamam, 2006 yılından beri sergi salonu ve Sille Kültür Müzesi olarak hizmet vermekte. Çifte hamam olarak düzenlenen yapının tavanından süzülen ışığın size kendine hayran bırakacağını şimdiden söyleyebilirim.
Hamamın hemen yanı başında kurulan tezgahlarda ise leziz yöresel ürünleri bulabilirsiniz. Pekmez helvası, çeşitli baharatlar, ev yapımı tarhana, Mevlana şekeri bunlardan sadece birkaçı.
Buram buram tarih kokan Sille’nin merkezini görmeden kentten ayrılmayın. Zengin bir sivil mimari birikimine sahip bölgenin bu özelliğinde 19. yüzyılda güçlü bir üretim ve ticaret merkezi olmasının etkisi büyük elbette. Çoğunlukla iki katlı ve toprak damlı evlerinin hemen hepsinin cumbası var. Temel yapı malzemesi olarak sille taşının kullanıldığını öğrendiğim evler, kapıları ve dış yüzeylerini kaplayan üzüm asmalarıyla da hayli ilgi çekici.
Sille’den dönerken hatıra olarak saklamak ya da sevdiklerinize sürpriz yapmak isterseniz çok şanslı olduğunuzu söylemeliyim. Farklı dallarda pek çok el sanatları örneğinin karşınıza çıkacağı bölgenin alametifarikası tekstil ürünleri ve çanak çömlek. Halı ve kilim dokumalarının aklınızı başınızdan alacağı Sille halıcılığında renk için kullanılan hammadde cehri ismini verdikleri bir bitkiymiş. Üretimi de Sille’de gerçekleştirilen bu madde sadece halı ve kilim değil, seccade ve at eğerlerine renk vermede de kullanılıyor.
Geçmişinde çanak çömlek üretiminin hayli yoğun olduğu bölgede şu an bu işi sürdüren sadece bir usta kaldığını öğrendim. Sille’ye özgü form ve süslemelerle donatılmış küp, testi, saksı gibi nadide el sanatı ürünlerini satın almasanız bile mutlaka görmenizi tavsiye ederim.
Ve tabii bir de buradaki el sanatları atölyesine mutlaka uğramalısınız. Konya Selçuklu Belediyesi'nin katkılarıyla hayat bulmuş bu merkezde, zamanında bu bölgeden çıkartılmış ama günümüzde yurtdışındaki Louvre gibi dünyaca ünlü müzelerde sergilenen eserler yeniden modelleniyor.
5 kişilik küçük ama çok profesyonel bir ekip tarafından yapılan eserler satılmıyor, sadece sergileniyor.
Bizans dönemine ait kaya manastırları ile bezeli huzur dolu bir yolculuğun sonunda karşılaşacağınız manzara ise hayli etkileyici. 1710 metre yüksekliğe sahip Takkeli Dağ’ın zirvesine konuşlanmış Gevala Kalesi’nin sizi karşıladığı tepe, Konya vadisini tepeden seyredebileceğiniz en güzel nokta aynı zamanda. Keyifli ve kültür varlıklarıyla çevrelendiğiniz bu yürüyüş yolu sonunda vardığınız Gevale Kalesi’nin geçmişinin Hitit dönemine dek uzandığını söylemeden geçmemek gerek.