Slovenya'nın Küçük Venedik'i: Ljubljana

Akdeniz’in incisi, İtalya’nın etkisi altında kalmış bir Balkan şehri... Ülkede anadil Slovence olsa da yer yer İtalyanca ve Macarca da konuşuluyor. Elimde Paulo Coelho’nun o ünlü romanı 'Veronika Ölmek İstiyor' ile interrail maceramın ilk durağı. Veronika'nın ölmek istediği, benim ise yaşamak istediğim şehir...

Ljubljana'nın sokakları Arnavut kaldırımlarından oluşuyor. Şehrin ortasından süzülerek geçen Ljubljana Nehri'nin çevresinde pek çok Barok bina, şirin kafeler var. Nehrin üzerindeki küçüklü büyüklü köprülerden en ünlüsü Ejderhalı Köprü, açılmış kanatları ve sivri dişleri ile görenleri tatlı tatlı huzursuz etmeyi başarıyor. Ejderha Köprüsü'nden üçlü köprüye doğru yürürken şehrin ne kadar sessiz sakin ve huzurlu olduğu her halinden anlaşılıyor. Üçlü köprüden bakıldığında oldukça başarılı aydınlatılmış, ortaçağdan fırlamış bir kale karşılıyor insanı.. 

Kaleye gitmek için sokak aralarından yürürken adeta klasik müzik şöleni veriliyor sokaklarda. Kaleden şehrin şirin ama barok mimarisi kuşbakışı izlenebiliyor. Ünlü Sloven mimar Plecnic şehre pek çok eser kazandırmış. 

Sloven halkından öğrendiğim kadarıyla Slovenlerin bir diğer sevgilisi de şair France Preseren. Yazdığı şiir Zdravljica, ülkede milli marş olarak bestelenmiş. Sloven halkı küçük ama şirin şehirlerinde mutlu ve huzurlu yaşıyorlar. İnsanlar kendi halinde, sakin ve yardımsever. Şehir nüfusu öğrencilerden oluşuyor ve şehirde öğrenciler için Studentski Boni uygulaması var. Bu uygulamaya göre burada üniversite okuyan öğrencilerin dışarıdaki kafelerde yedikleri ve içtiklerinin yarısını devlet ödüyor.

Şehrin içerisinde küçük ama her şeyin taze bulunduğu bir pazar var. Sloven halkı market yerine daha çok bu pazarı kullanıyor.Düşünsenize, bir tepenin üstünde tarihi şatonun arkasından güneş doğuyor, elinizde muhtemelen 2-3 saat önce dalından toplanmış çilekler, yanınızda ışıldayarak bir nehir yavaş yavaş akıyor. Masal gibi bir yer Ljubljana...