Tadında Gezelim ekibi bu seferinde İstanbul-İzmir yolu üzerinde bulunan Akhisar’ın yıllardır gelip geçtiğimiz ana yolundan ayrılarak, içerilerine daldı ve sizler için Akhisar’ı gezdi, acaba Akhisar’da köfteden başka bir şey yeniyor mu diye araştırdı.
Öncelikle Akhisar’ın tarihi geçmişine biraz bakalım… MÖ. 14. yüzyılda, Amazon kadın savaşçılarının bir kolunun, Lidya bölgesine kadar geldiği ve kraliçeleri Myrine tarafından, Akhisar-Dikili arasında bazı yerleşim yerleri kurulduğu ve bunlardan bir tanesinin de kendi adını verdiği ve burasının Akhisar olduğu söylenmekteymiş. Yani, Akhisar’ın ilk kuruluşu, Amazon savaşçıları tarafından ve M.Ö. 14 yüzyıla kadar gitmektedir. Bu kurulan yerleşim yeri M.Ö. 24 yılında, yani aradan 1300 yıl geçtikten sonra, bir deprem sonucu yıkılmış. Yıkıldığı anda, kasabanın ismi Tyatirin imiş. Kasabanın daha sonraki dönemlerdeki isimleri Polonya, Ohipko, Semiramis olmuş. Evet, Lidyalılar zamanında Senatosu ve kalabalık nüfusu ve zenginliğiyle ile burası önemli bir şehir olarak öne çıkmış.
Muhtemelen Lidya döneminde kurulmuş olan Thyatira, Anitoküs’ün yenilgiye uğramasından sonra Selevküslerin eline geçmiş ve daha sonra Bergama krallığının bir parçası olmuştur. 1969-1971 yılları arasında, burada kazılar yapılmış. Bu kazılarda: kuzey yönünde, bir dikdörtgen Roma binasının duvarları ortaya çıkarılmış. Yaklaşık 40 metre boyutları ile güney yönüne 10 metre ilerliyor. Ayrıca yine Roma dönemine ait sütunlu bir cadde ve çeşitli mimari parçalar ile sikkeler bulunmuş. Evet, bu küçük tepe Dünya Savaşından bu yana, şimdi ilçenin devlet hastanesine ev sahipliği yapıyor. Hastanenin bahçesinde, günümüzde bir lahit ve Helenistik tablet görebiliyoruz.
Antik çağda, burası önemli bir dokumacılık merkezi olarak öne çıkıyor ama daha sonraları tütün ve zeytincilik alanında ismi duyulmuştur. Son yıllarda artık tütüncülük de bittiğine göre artık, köfte, kavun ve zeytini ile bilinmektedir. Ayrıca yöredeki başlıca merkezlere ulaşımı sağlayan yollar da burada kesiştiğinden dolayı buranın askeri ve ticari açıdan büyük önemi bulunmaktadır.
Akhisar’a İzmir’den İstanbul yönüne giderken Akhisar’a girince sağa ayrılan yoldan içeriye girdiğinizde, kendinizi artık Akhisar’ın şehir merkezinde ve çarşısında bulursunuz. Biraz ileride Belediye Binası ile karşılaşacaksınız. Sol tarafa döndüğünüzde ise biraz ileride ki meşhur parkını gezmeden, görmeden geçmeyin derim. Biraz daha ilerleyince tek minareli Yeni Gülruh Camisi karşınıza çıkacaktır.
Yeni restore edilen bu caminin minaresine dikkatinizi çekmek isterim. II. Beyazıt’ın eşi Gülruh Sultan tarafından yapılmış olan bu külliyenin medrese, imaret ve bedesten bölümleri yıkılmış olup camisi görevini icra etmeye devam etmektedir.
ULU CAMİİ: Eski bir kiliseden çevrilmiştir. Yapım tarihi bilinmemektedir. Güney tarafı antik yapının duvarlarından ve kemerli kısımlarından oluşmaktadır. Doğu ve Batı duvarları ise Türk stiline uygun olarak kısmen onarım ve ilaveler görmüştür. Cami haziresinde, Osmanlı-Türk mezar taşları işçiliğinin güzel örnekleri görülür.
PAŞA CAMİİ VE HAMAMI:
İlçe merkezinde, 1469 yılında, Sarı Ahmet Paşa adına yaptırılmıştır. Caminin, diğer camilerden farklı olarak, bir sağ ve diğeri sol tarafta, iki namazgâhı vardır. Doğu ve batı cephelerindeki pencerelerin yarı saydam renkli camları, Türkiye’nin ilk cam fabrikasının üretimidir.
Şimdi şehrin merkezindeki çarşıya gidelim ve aracımızı park ettikten sonra köfte dışında ne yiyebileceğimizi soruşturalım. Akhisar’ın meğerse doğraması ve kokoreci de meşhurmuş. Tavsiye üzerine Şen Kardeşlere gidiyoruz. Vitrin camında doğrama yazdığını görünce, kendi kendime şimdi kapı pencere mi yiyeceğiz dedim. İçeriye girdik ama bomboş bir dükkân ile karşılaşıyoruz. Temizlik yapılmış, yalnız fırınında kazanlar kaynıyor. Ustayı bulduk, çorba ve doğramanın her gün öğle vakti saat 11 gibi bittiğini ve sabahları gelmemiz gerektiğini söyledi. Fırındaki kazanlarda kelleler ve ayakların 15 saat boyunca odun ateşinde yavaş yavaş piştiğini ve sabaha karşı 4 gibi etlerinin ayıklanıp, pide üstüne konarak, bu pişen paçanın suyu ile de tabak doldurulunca işte önünüze bu muhteşem lezzet geliyormuş. Vay be kaçırdık. Peki, başka neleriniz var sorusuna cevapları yine ağız sulandırıcı. Kızarmış yarım ekmek içine kokoreç ve dalağımız ile fırında kuru kellemiz de meşhurdur, ama yarın sabah tekrar bekleriz demezler mi!
Tühleye tühleye yan taraftaki Can Köftecisi’nde soluğu alıyoruz. Yine köfteye talim edeceğiz anlaşılan. Yol üzerinde yediğimiz köfteden pek farkı yoktu bu köftelerin, hatta biraz fazla tuzlu bile geldi bana. Ustayı da bu konuda uyardım ama dikkate alır almaz kendisi bilir. Ustalara pek karışılmaz. Köftelerimizi yedikten sonra küçük bir çarşı turu yapıyoruz. Sonradan öğreniyoruz ki köftelerden evimize götürmek için yine ana yol üzerindeki Tütün otelin yan sokağındaki Altınsatır Kasap’a uğramamız ve buranın et, köfte ve sucuğundan almamız lazımmış. Yediniz mi diyorsanız, evet yedim, nefis tavsiye ederim. Ne de olsa Akhisarlı bir yan komşum var.
Seyyarlarda satılan taze nohudun tadına bakıyoruz. Çarşı esnafıyla biraz sohbet ediyoruz ve hava da sıcak olduğundan haydi bakalım yolumuza devam edelim diyoruz. Akhisar’dan çıkmadan önce Akhisar evlerini de görüntülüyor ve bunların hepsi keşke hep bir arada korunup turizme açılsa idi diye hayıflanıyoruz.
Akhisar’a gelince bir dahaki sefere bu doğramayı erken saatte kesin deneyeceğim.
Sevgi ile kalın dostlarım. H. Oğuz Esen