Tarih, Doğa, Mitoloji, Yemek ve Din: Hatay'In Merkezi Antakya

Antakya, net bir ifade ile muhteşem. Dünyanın turizm merkezi olabilecek unsurların çoğuna sahip. Tarih, doğa, yemek ve din… Her dört eleman ile yoğun ilgi görecek potansiyele sahip. İllaki su diyenler için de, şehrin tam ortasından geçen Asi Nehri var.

Antakya'ya nasıl gidilir?

Antakya’ya hava ulaşımı ile gelinebileceği gibi, Adana üzerinden otoban sonrasında karayolu ile ulaşım da son derece rahat. Otoban ile Adana’yı geçtikten sonra, dağların eteğinden İskenderun Limanı’nı kuşbakışı seyrederek, Akdeniz’in Türkiye sınırlarındaki en uç noktasına doğru ilerliyorsunuz.

Adana’dan sonra rakım giderek yükseliyor. Hatay, il olarak İskenderun İlçesi hariç, genelde yükseklere yerleşmiş bir şehir. Yerleşimlerin isminde çok sayıda dağ ismi (Yayladağ, Elmadağ, Samandağı vs.) olması, sahip olduğu yüksekliklerle alakalı. 18 yıllık Fransız hakimiyetinden sonra 1938’deki halk referandumu ile Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına dahil olmuş.

İl merkezi olan Antakya, denizden 22 km. içeride ve 80 km. yükseklikte olmasına rağmen, şehirde dolaşırken köşeyi dönünce denizi göreceğim hissine kapılıyorsunuz. İklim ve flora, tipik olarak Akdenizli.

Antakya Mutfağı

Kent merkezi oldukça küçük olduğu için, otelden çıkıp Asi Nehri’nin karşı tarafına geçerek, çarşı bölgesinin hemen girişinde yer alan Sultan Sofrası’na ulaşmak fazla zaman almıyor. Sultan Sofrası, eski bir Antakya evinde, Hatay’ın çok kültürlü zengin mutfağından pek çok tadın denenebileceği özel yerlerden biri. Bazılarının ismini bilmediğimiz ya da farklı isimle anıldığı için, girişteki servis camından göstererek sipariş veriyoruz. Künefe zaten Allah’ın emri ama Hatayın ikinci bir olmazsa olmazı “humus”muş. Yediklerimin en iyisi, tadına doyulmaz nitelikte. Oruk kebabı, kaytaz böreği, bumbar dolması diğer seçtiklerimiz.

Farklı ve karışık bir mutfak olarak kabul edilmeli. Çocuklar için tavuk, daha doğrusu piliç (cerfun deniyor) söylüyoruz. Hatay’da pilicin de özellikle tavsiye edilir olduğunu söylemek gerekir.

Antakya'nın Gezilecek Yerleri

Alışveriş için Kunduracı Çarşısı ve Uzun Çarşı

Yemekten sonra, Sultan Sofrası’nın arkasından başlayan Kunduracı Çarşısı ve buranın en meşhuru Uzun Çarşı’yı geziyoruz. Bu bölge, sokaklar boyu uzanan, çeşitli noktalardan giriş çıkışları mevcut, üstü kapalı bir daimi pazar. Yerel özelliğe sahip büyükçe bir bölge ve halk tarafından da oldukça rağbet görüyor olmalı çünkü çok kalabalık.

Anadolu'da yapılan ilk cami: Habib-i Neccar

Çarşının bittiği noktada, Kemalpaşa Caddesi’nden Kurtuluş Caddesi’ne doğru çıkarken, şehrin sırtını yasladığı dağa da adını veren, Habib-i Neccar Camii’ne ulaşıyoruz. Habib-i Neccar Camii, Anadolu’da yapılan ilk cami olarak biliniyor. Roma dönemine ait bir Pagan tapınağının üzerine inşa edilmiş. Habib-i Neccar ise, Kur’an’ın Yasin Suresi’nde adı geçen bir kahraman. Caminin yanında türbesi bulunmakta ve alt kata inerek, mezarındaki sandukası önünde dua edilebiliyor.

Antakya Eski Şehir Bölgesi

Asi Nehri’nden, İzmir Caddesi’ne kadar olan bölüm, özellikle Kurtuluş Caddesi’nden dağın eteklerine kadar olan mahalleler ile Ulu Camii‘nin bulunduğu bölge, eski şehir. İki kişinin yan yana zor geçtiği sokaklar, ahşap çıkmalı evler, her dine mensup ev sahiplerinin inancını ifade eden kapı levhaları, Fransız etkisini saklamayan konaklar, tüm bu çeşniye serpiştirilmiş camiler, Ortodoks ve Katolik kiliseleri ile Yahudi havraları. Topu topu İstanbul’da bir site genişliğinde bir alan, yıllarca kardeş kardeş, iç içe yaşanmış hikâyeler… Antakya adeta Açıkhava din ve tarih müzesi gibi.

Kurtuluş Caddesi üzerinde olan Sarimiye Camii’ne bir selam verip, hemen arkasında kapısı olan Türk Katolik Kilisesi’nin bahçesine giriyoruz. Görevli içeri göz atmamıza izin veriyor ve ceviz reçeli isteyip istemediğimizi soruyor. Bizim için şaşırtıcı olan, onlar için hayatın doğal akışı.

Merkeze iniyoruz ve Gündüz Caddesi üzerinden Mozaik Müzesi’ni geçer geçmez girişi olan, Asi Nehri’ne paralel konumlanmış şehir parkını gezmeye karar veriyoruz. Şehir merkezi ile kıyaslandığında büyük bir park. Akdeniz iklimi hâkimiyetinde olduğu için, ağaçlar ve bitkiler oldukça coşkun, özellikle park boyu gezinti yolundaki ağaçların boyu etkileyici. Çocukların ilgisini çekmesi için, küçük bir gölet ve gölet içinde su değirmeni ve ufak çaplı bir hayvanat bahçesi düzenlenmiş, çocuk oyun parkı da var.

Tam meydanda, Atatürk Caddesi ile Kanatlı Caddesi’nin kesiştiği noktada yer alan yüzü meydana dönük kaderine terkedilmiş binanın, 1927 yılında Antakya’nın ilk sineması olarak yapılan, dönemin meşhur Ampir Tiyatrosu olduğunu bilmek yüreğimizi burkuyor.

Antakya Mozaik Müzesi

Hatay Arkeoloji Müzesi yani, Mozaik Müzesi’ni geziyoruz. Antakya, İskenderun ve yakın yerlerdeki yerleşimlerden çıkarılmış, Bizans ve Roma mozaiklerinde, mitolojik olaylar ve kişiler sembolize edilmiş. Son derece etkileyici ve hayranlık uyandırıcı bu müze için çalışmaların, Fransızlar tarafından başlatılmış olduğunu öğreniyoruz. Eski tarihlerde yaşayan insanların, yaşadıkları mekânı nasıl bizlerden farklı bir şekilde dekore ettiklerini görmek ve teknoloji yokluğuna rağmen işçilikteki zarafet ve emek bizi çok etkiliyor.

M.S. 265-270 yıllarına ait özel bir salonda sergilenen Antakya Lahiti de eski dönemlerdeki ince zevkin ve insan emeğinin bir başka muhteşem kanıtı olarak zihinlerimizde yer ediyor.

Dünyanın ilk mağara kilisesi: St. Pierre Kilisesi

Saint Pierre Kilisesi’ne, şehrin hemen dışında kısa bir mesafede ulaşılıyor. Kurtuluş Caddesi üzerinde oklar sizi yönlendiriyor. Hafif bir tepenin yamacında, tüm Asi Nehri ve şehir manzarasına hâkim bir konumda yerleşmiş St. Pierre Kilisesi.

Burası dünyanın ilk mağara kilisesiymiş. İlk Hristiyanlardan Barnabas’ın gelip, Tarsuslu Pavlos’u da getirerek, burada Hristiyanlığı yaydıkları ve bu inanışa sahip olanlara da “Hristiyan” denmesinin, yine ilk kez bu mağara kilisede yapılan toplantılarda kararlaştırıldığı biliniyor. Kendi inanç sistemimizden farklı bir din olsa da siyasi tarihi için bir başlangıç noktası kabul edilebilecek böyle bir yerin, özenle müzeleştirilmesi ve korunması gerekir diye düşünüyoruz.

Daphne'nin hikayesinin ana vatanı: Harbiye

Harbiye, bizim için iyi bir mola merkezi oluyor. Müthiş bir doğa yapısına sahip. Bir dağın tepesinde olduğumuz için, yoğun derecede hissedilen Akdeniz flora coşkunluğu, bu özelliği Antalya-Mersin gibi deniz seviyesinde görmeye alışmış bizim gibilere tuhaf geliyor. Mitolojideki Daphne (Defne) hikâyesinin Harbiye’de geçtiğine inanılıyor. Apollon, Daphne adlı periye aşık oluyor, peri de başına bir iş gelmemesi için Apollon’dan kaçarak kendini kurtarabilmek için dua ediyor ve bir ağaca dönüşüyor. Gözyaşlarının şelaleleri oluşturduğuna, Apollon’un da aşkına ulaşamadığı için, başına bu sebeple defne dalı taktığına inanılıyor. Bu tür hikâyeler etrafın güzelliğinden daha çok büyülüyor çocukları, zaten mitolojiden de kim hoşlanmaz ki.

Harbiye Şelalesi

Zengin Hatay mutfağını, burada da tatma imkânı var tabii. Muhteşem humus olmazsa olmazımız. Antakya’da pilice, cerfun diyorlar ve çocuklar için söyleyip de tadına baktığımızda mutlaka yemek gerekenler listemize ekleniyor. Pilicin, balık gibi tuzda pişirileni de mevcut Hatay’da ama o biraz zaman alıyor ya da önceden sipariş verip gelmek gerekiyor.

Deniz kenarındaki güzellik: Samandağ

Samandağ’ına yetişebilmek için acele ediyoruz, çünkü ters istikametlerdeyiz. Harbiye, Suriye sınırına yakın, Samandağ ise deniz kenarı. Samandağ ilçesinin merkezine gelmeden önce, yol üzerinde, saparak St. Simone Manastırı’na gidilebiliyor. Guinness Rekorlar Kitabı’nda bile yer alan St. Simone Stiliste’in, ömrünün 45 yılını, kilise avlusundaki bir sütunun üstünde yaptırdığı korunaklı mekânda geçirdiği yeri görmek ile Necropol (eski toplu mezar)’i görmek arasında bocalıyoruz. Sonra Necropol’ü görmeye gitmeye karar veriyoruz.

Samandağ

Samandağ ilçe merkezinden geçerek sahile iniyoruz ve Akdeniz tüm maviliği ile çıkıyor karşımıza. Akdeniz’in ülke topraklarındaki en uç noktasındayız, elimizi denize sokup bir saygı selamı veriyoruz. Deniz kenarındaki Hızır (A.Ş.)’nin türbesine gidiyoruz.

Titus Tüneli ve Beşikli Mağara

Deniz kenarı aslında, M.Ö. 310 yılında Seleucia adı ile kurulan bir liman kenti ve var olduğu dönemde bölgenin en önemlisi. Liman kalıntıları açıkça görülüyor. Belli belirsiz fark edilen Necropol yazısını ısrarla takip ediyoruz ve 5 km. kadar kuzeye gittiğimizde Titus Tüneli’nin yakınında yer alan Roma dönemi 12 kaya mezarına ulaşıyoruz. En ünlüsü ve en büyüğü olan Beşikli Mağara. Çok kısa bir mesafede bulunan Titus Tüneli’ne de kısa bir ziyaret yapıyoruz.

Hatay kültürel açıdan o kadar zengin bir ilimiz ki sadece 2 günde ne listemizi tamamlamaya ne de Hatay’ın Cumhuriyet tarihindeki ayrıcalıklı yerini daha fazla incelemeye vakit kalıyor.

Neyse ki il bizim, ülke bizim, yine geliriz.