Bu şehir, Doğu ile Batı arasındaki uygarlıkların, fikirlerin ve sanatın karşılaştığı yerdir. (Doro Levi)
Habib-i Neccar Dağı'nın kuzeybatı yamaçları ile Asi Nehri arasında uzanan düzlüğün üzerine kurulmuş olan Hatay iline bir gece vakti ulaşıyoruz. Tarihi ve medeniyet kenti olan Hatay'ın merkez ilçesi Antakya. Antakya'da tarihi dokuyu yaşamak amacıyla eski bir konaktan oluşan butik otele yerleşiyoruz. Otelimiz şehrin göbeğinde. Her yere rahatlıkla ulaşacağımız bir konuma sahip.
Sabahleyin otelin avlusunda kahvaltımızı yapıyoruz. Tarihin ve medeniyetlerin izini taşıyan bu şehri, iki günde gezmeyi planlıyoruz. ''Nasıl iki güne sığdırabiliriz?'' diye kara kara düşünürken, bir anda otelde görevli rehberin bize destek vermesiyle gezimizin rengi tamamen değişiyor.
İlk durağımız St. Pierre Kilisesi
Sabah otelden çıkışımızla ilk rotamız “Hristiyanlık” isminin ilk kez verildiği şehir olan Antakya'da bulunan St. Pierre Kilisesi'ne varıyoruz.
Stauris Dağı'nın batısında kayalara oyulmuş 13 metre derinliğinde, 9,5 metre genişliğinde ve 7 metre yüksekliğinde bir mağaradan oluşan kiliseyi geziyoruz.
Antakya'daki ilk Hristiyanların gizli toplantıları için kullandıkları bu mağara Hristiyanlık'ın en eski kiliselerinden kabul ediliyor. Yaklaşık 1 saatlik gezimizin ardından merkezden biraz uzaklaşarak Samandağı ilçesine doğru gidiyoruz.
Türkiye'nin tek Ermeni Köyü: Vakıflı Köyü
Samandağı'na doğru ilerlerken yolumuzun üzerinde ülkemizde, Ermenilerin yaşadığı tek köy olan Vakıflı Köyü'ne uğramadan geçmiyoruz. Köyün içine girince yapısına hayran olmamak elde değil. İster düzeni olsun, ister uyguladıkları organik tarımla örnek alınabilecek nitelikte. Köyün meydanında bulunan kilisenin bahçesinde, köyde yetiştirdikleri bin bir çeşit meyve sebzeden yaptıkları reçelleri tatmadan geçemiyoruz. Cevizden tutun, çileğe kadar her şeyin reçeli mevcut ve lezzeti de tartışılamaz. İsteyen yolcular da köyde bulunan pansiyonlarda konaklayabiliyor. Köyden çıktığımızda etrafımızdaki kayalıkların arasındaki toprak alanlara basamaklı konumda tarım alanları açmışlar. Normalde çorak görünen bu alan harcanan emeğin karşılığını fazlasıyla vermiş.
Meşhur Titus Tüneli
Köyde harcanan kısa sürenin ardından bir tarihin içinde barındığı Titüs Tüneli'ne doğru ilerliyoruz. Tünel, dağdan gelen derelerin ağzında ve bir iç liman olarak M.Ö. 300'lü yıllarda I. Selevkos Nikator tarafından kurulan, Nikator adıyla anılan tarihi kentin liman bölümüne bakıyor. Etrafa baktığımızda kentten çok fazla iz kalmamasına rağmen tünel dimdik ayakta duruyor.
Bu liman kentinin dağdan gelebilecek sel sularıyla dolabileceği düşünüldüğünden, Titus tarafından derenin önü bir duvar ile kapatılmış. Duvarın dereden gelen bölümü ile deniz arasındaki dağ delinerek tünel yapılmış. Tünelin kapalı bölümü 130 metre uzunluğunda, açık alanıyla birlikte toplam 1380 metreden oluşuyor. Genel olarak açık ve kapalı alanlarda tünelin yüksekliği 7 metre ve genişliği ise 6 metreden oluşuyor. Tünelin tamamı "Titus" zamanında tamamlanmış. Tünelin içine girerek belli bir mesafe yürüyoruz.
Tünelden sonra Samandağ'ı ilçesine varıyoruz. Denizin kenarına kurulu olan bu ilçe doğallığını korumuş. Samimi ilçede yaklaşık iki saatimizi geçiriyoruz. Hava kararmadan önce tekrar Antakya'ya doğru yol alıyoruz.
Doğasıyla tanınan Harbiye
Antakya denilince aklımıza bir birbirinden lezzetli yemekler ve tabii ki künefe geliyor. Buranın doğasıyla en meşhur yeri Harbiye'ye çıkıyoruz. Lezzetli akşam yemeği ve üzerine yenilen künefe güne farklı bir anlam katıyor. Etrafımızda akan sular, içinde kurulu masalar ve üzerinde yemek yemekte farklılık yaratıyor. Ayaklarımız da buz gibi suyun içinde...
Antakya Mozaik Müzesi
2. günümüzde, dünyada sayılı müzelerden biri olan Antakya Mozaik Müzesi'ni geziyoruz. Görkemli mozaik kaplamaların ele geçtiği Antiokheia, liman şehri olan Seleukeia Pieria ve zengin Romalı tüccarların yerleştiği Daphne kazılarında ele geçen mozaikler burada sergileniyor.
Hamam, kilise, palaestra gibi kamu yapılarından, az mezar odalarından geliyor olsa da büyük çoğunluğu evlere ait taban mozaiklerinden oluşuyor. Yaklaşık 400 yıl boyunca faaliyette olan mozaik atölyelerinde sanatçıların başlangıçta Helenistik Dönem artistik geleneğinin devamı olan mitolojik konuları işlemiş. Gezerken her birindeki sanatsal inceliğe hayran olmamak elde değil. Heykel ve mozaik sanatın sunulduğu ender müzelerden biri olan Mozaik Müze gezimizi yaklaşık 2 saat harcayarak bitiriyoruz.
Müzeden çıktıktan sonra Asi'nin kenarından eski şehre doğru kıvrılıyoruz. Bir kahveye kısa mola vermek üzere girince, gösterilen samimiyet, evden getirilen çeşitli Antakya yemekleriyle neredeyse günü burada tamamlıyoruz. O kadar samimi ve sıcak insanların yaşadığı şehirde herkes bir o kadar misafirperver. Bir özelliği de dinlerin, ırkların, kültürlerin ayrışmadan bir arada, hoşgörüyle yaşadığı ender şehirlerden biri... Bunu her yerde çok rahatlıkla hissedebiliyoruz.
Bir kere havasında huzuru hissedebiliyoruz. Ara sokaklar, yan yana yükselen farklı ibadethaneler, eski evler arasında geri kalan zamanımızı harcıyoruz.
Bir günü ve bir yolculuğu daha bitiriyoruz. Gecenin ardından doğan günle başlayacak uzun yolculuğa doğru uzanıyoruz...