Bu sorunun cevabı aslında kişiye göre değişir olacak. Çünkü bu kamp işinde insanların beklentileri ve ortama bakış açısı farklılık gösterebiliyor. Ayrıca gidilen yerlerin imkanları da her yıl gelişme gösterebiliyor ya da burada olduğu gibi imkansızlıklara dönüşebiliyor. Ama üzülmeyin bu gidişimizde gördüğümüz yapılan çalışmalarla bu yaza güzel bir sahil kamp alanı olacağa benziyor. Sanırım cefasını biz çektik bir kaç aya kadar sefasını başkaları sürecek. Şimdi gelelim bizim hafta sonu kaçamağımıza ve maceralarımıza...
15 Nisan cuma günü sabırsızlanarak cumartesiyi bekleyemedik ve çıktık yola. Saat 8 buçuk civarıydı tam iş çıkışı trafiği tabii bir de cuma olunca 2 katı yoğunluk vardı yollarda. Beylikdüzü'nde oturmanın en güzel yanı Trakya taraflarına yapılan seyahatler oluyor. İstanbul'un trafiğine hiç bulaşmadan kaçar gidersiniz. Bize katılacak olan arkadaşlarımız daha yola çıkamadan trafikte yoruldular maalesef. Neyse ki motosikletliyiz de biraz olsun kaçabiliyoruz. Büyükçekmece'nin o yokuşundan gün batımına karşı bir yanda deniz bir yanda göl manzarasıyla güzel başlıyoruz yola. Silivri, Ereğli derken Tekirdağ'a geliyoruz. Acıktık tabii hemen bi köfteciye oturuyoruz ve karnımızı doyuruyoruz. Ağafendi pek sevmiyor köfteyi ama ben bayılıyorum şahsen :)
Karnımızı doyurduktan sonra tekrar yola koyuluyoruz ki zaten bi 30-40 dakikalık yolumuz kalmıştı. Buradan sonrası biraz ıssız ve karanlık olan yolu gündüz gitmenizi tavsiye ederim. Çünkü gündüz gözüyle harika bir manzara maviyle yeşilin birbirine karıştığı doğanın içinde kıvrıla kıvrıla giden yolun keyfini sürersiniz. Ama gece bunları hem fark edemediğiniz gibi biraz da ıssızlık ürpertiyor insanı.
Kamp alanında hiç bir şey bulunmadığı için tavsiyem gitmeden yollarda bir şeyler almanız. Geçen yıl aynı yere gittiğimiz için imkansızlıklardan haberdardık. Bir kamp alanının bizim için en önemli ihtiyacı tuvalet ve sudur. Burada TEYAK yani Tekirdağ Yamaç Paraşüt Kulübü'nün eğitim yeri olduğu için buranın umumi tuvaleti bulunuyordu. Ama şansa bakın ki 1 hafta önce saatte 90 km hızla esen rüzgar ne tuvalet ne de TEYAK'a ait prefabrik kulübeyi sağ bırakmış bizi de kampımızda biraz mağdur etmiştir. Yapacak bir şey yok ormanı seviyoruz :)))
O gece saat 12 buçuk civarı kamp alanına varıyoruz ve hemen çadırlarımızı kurup ateşimizi yakıyoruz. Biraz ısındıktan sonra çadırlara geçip sessizliğin tadını çıkararak uykuya dalıyoruz. Sabah çadırdan kafamı çıkarıyorum ki kuş sesleriyle dalga sesleri birbirine karışıyor. Kamp olayının en güzel yani o sakinlik ve dinginlik içinde doğanın bir parçası olmak. Herkes uyuyorken sandalyemi alıp denizin dibine oturuyorum anın tadını çıkarıyorum. Hiçbir şey düşünmeden sadece dinliyorum. Vakit biraz geçince insanlar gelmeye başlıyor. Paraşütçüler gökyüzünde belirmeye başlıyorlar.
Bizim eteklerinde bulunduğumuz bu dağdan yamaç paraşütüyle atlayışlar yapılıyor. Tam bu bulunduğumuz sahile inişler yapıyorlar. Hem hocayla atlayış yapabiliyorsunuz hem de isterseniz bu işin eğitimini alabiliyor sertifikanızı edindiğinizde de kendiniz atlayışlar gerçekleştiriyorsunuz. Biz geçen yıl hocayla atlayış yapmıştık ve müthiş bir deneyimdi. Açıkçası ben bu yıl da atlayış yapma niyetindeydim ve birkaç arkadaşın daha aklını çelebilirsem pazar günü kampımızı bir paraşüt deneyimiyle noktalamayı planlıyordum :)
Güneşin çadırları pişirmeye başlamasıyla arkadaşlar da başlarını çadırlarının kapısından bir bir çıkardılar. Karnımız acıkmıştı ve maalesef dünden bir şeyler alamadığımız için civarlarda kahvaltılık alınacak yerlere bakmalıydık. Zaten bu sabah bir motosiklet daha arkadaşlar gelecekti onları aradık ve yolda buluşup Hoşköy'den geçip Mürefte'ye gittik. Aslında ilk amacımız en yakın benzinciye gitmekti. O da zaten Mürefte'de olunca bastık gittik. Yollar çok güzeldi, denizin kıyısından kıvrıla kıvrıla gittik. Benzin aldığımız yerdeki bir abi sahilde güzel bir çay bahçesini tavsiye etti bize. İyiki de tavsiye etti çünkü orada çok rahat ettik ve güzel vakit geçirdik. Aynı lise yıllarımdaki gibi yarım ekmek arası karışık tost ve çaylarımızı denizin dibindeki masamızda yedik. Hemen önündeki iskelede yürüyüşler yaptık, biraz ilerideki şarap fabrikasını gezdik ve değişik tatlardaki şarapları denedik. Akşama ateşin başında tadını çıkarmak için beğendiklerimizden aldık.
Mürefte'de oturduğumuz kafe
Dönüşte Hoşköy'den akşam yemeği için alışveriş yaptık. Merkezde bir bakkaldan kasap sucuğu aldık ki gerçekten yediğimiz en iyi sucuklardandı. Bu arada bahsetmeden geçemeyeceğim; bugüne kadar sayısız kamp yapmış biri olarak söylüyorum ki eğer yemek işiyle çok uğraşmak istemiyorsanız ya da mangal işini çok beceremiyorum diyenlerdenseniz sucuk en mantıklı tercihtir. Çünkü et veya tavuk risklidir hemen pişirmek gerekir çabuk bozar kendini :) Balık ise son derece zevk işidir çok güzel olur ama uzun sürede pişer ve baharatıydı, limonuydu, salatasıydı yine zahmete girersiniz. Ama sucuk az ateşte bile hemen olur. Ekmek arası koydunuz mu yanına domates biberle her türlü gider. Ha tabii burada pratik olsun diyenler için tavsiye ediyorum, "ben kampıma geldim keyif yaparım" diyenler için yine saygım sonsuz.
O gün kamp alanına döndüğümüzde güneş etkisini kaybetmiş ortalık serinlemişti. Buranın en kötü yanlarından birisi de çadır alanında hiç ağaç bulunmaması. Güneş gündüz baya kavuruyor ortalığı. Neyse ki biz bu vakti geçirip de geldik çok yanmadık. Herkes kuruldu sandalyelerine açtık ilk şişemizi muhabbet de bir yandan keyfimize diyecek yoktu. Akşam çökünce herkes bi işin ucundan tuttu, ateş yakıldı, sucuklar hazırlandı, sofraya alınanlar yerleştirildi ve pişen sucuklardan herkes ekmeğinin arasına aldı. Karnımızı da doyurduk bir güzel,sucukların tadı damağımızda kaldı o derece güzeldi yada bize ortamın etkisiyle öyle geldi. Ateş başında geceyi ettik, yorulan çadırına çekildi, bir bir döküldük.
Sabah paraşüt yapacak olmanın heyecanıyla kalktık kahvaltımızı hazırladık hemen. Bizim taşıması kolay olanlardan bir kamp tüpümüz var. çayımızı yapmak veya basit yemekleri pişirmek için kullanıyoruz. Hemen çayı koyduk ve bir gün önceden kalan sucuğumuzla bir tencere menemen yaptık. Gece geç vakitte yanımıza 2 izci arkadaş çadırlarını kurmuşlardı. Onlar da kahvaltıda misafirimiz oldular. Hep beraber yedik bir şeyler.
TEYAK'taki arkadaşlara bir gün önceden atlayış yapmak istediğimizi söylemiştik. Onlardan haber gelince hemen hazırlandık ve gopro kameralarımızı kaptığımız gibi bindik bir dolmuşa zirvelere götürdüler bizi. Paraşütle atlayışın en adrenalin dolu anı o araçla yukarı çıkarken oluyor. Sonra hoca ekipmanları bağlıyor, talimatlar veriyor falan derken hoop havada buluyorsun kendini. Zaten ondan sonrası keyif... Geriye anın tadını çıkarmak kalıyor.
Uçmakdere de atlayışlar 2 noktadan yapılıyor. 450 m'lik ve 650m'ik noktalar var. Biz 650 m'den atlayış yaptık. Atladığımız gün rüzgar yok gibiydi ki aslında makul derecede olması daha iyi oluyor. Yani belki atlayış yapamayabilirdik. Geçen yıl atladığımızda 11-12 dakika kadar sürerken bu yıl az rüzgarla 7 dakika kadar ancak sürdü. Biraz dağların üstünde süzülüp 450 m yükseklikteyken denizin üstüne ulaşmış oluyorsunuz. Eğer isterseniz hoca biraz akrobasi ve heyecan yaşatabiliyor. Kameranızla çekim yapıyorsunuz ama eğer sizde yoksa onu da ücret karşılığı size tedarik ediyorlar. Biz geçen yıl 100 TL'ye atlayış yaptığımızı ve bu yıl da aynı fiyattan yararlanmak istediğimizi söyleyerek biraz pazarlık yaptık ve bizi kırmadılar. Güzel bir atlayış oldu ve sorunsuz bir iniş yaptık. Şunu da anlatmadan geçemeyeceğim; geçen yıl Ağafendi'yle atlayış yaptığımızda ben hiçbir sorun yaşamadım ama Ağafendi hocayla beraber atlayışa geçemeden yaklaşık bi 20-25 metre kadar sürüklenmişti. Paraşütün ipi hocanın ayağına dolanınca havalanamadılar ve paraşüt yan yatarak bunları baya bi sürükledi. Diğer hocaların yetişmesiyle kurtuldular. Biz ise o esnada çoktan koşmaya başladığımızdan havalandıktan sonra acılı gözlerle ardıma bakıp "bir şeyleri yoktur dimi?" diye sorduğumu hatırlıyorum. Sonra onlarında havalandıklarını görünce rahat bir nefes almıştım.
Kamp alanına döndüğümüzde yavaş yavaş toparlanmaya başladık. Güneş tam tepemizdeydi fena halde yandık. Dinlenmek için arka tarafta bulunan ağaçların altına sandalyelerimizi çektik ve muhabbet etmeye başladık. O esnada kolumda minik bir kene arkadaşımızın olduğunu fark ettim :) Pazar günleri kalabalık oluyor diye bir ambulansı görevlendiriyorlarmış da şansıma orada bekliyordu. Gittik hemen hemşire arkadaş müdahale etti ve minik keneyle yollarımızı ayırdık. Bu konu hakkında çok şey duymuşsunuzdur ama ben de üzerime düşeni yapayım ve bir uyarıda bulunayım. Eğer bir kenenin derinize tutunduğunu görürseniz sakın kopararak çıkarmaya çalışmayın çünkü ön ayakları deri altında kalabilir. Bunun çeşitli yöntemleri var. Özel pensesiyle çekebilirsiniz ama bu bulunduğunuz ortamda büyük ihtimalle olmayacaktır. Bu durumda kısa bir ip işinizi görür. Eğer ipiniz yoksa giysinizin kenarından sökebilirsiniz. İpi düğüm yapar gibi iç içe geçirin ve gevşek bir halka oluşturun, bu halkayı kenenin etrafına sararmış gibi yerleştirin ve düğümü sıkmaya başlayın. Ön ayakları düğümün içinde sıkışacaktır. Şimdi çekebilirsiniz.
Artık yavaş yavaş yola koyulma vakti geldi. Eşyalarımızı motosikletlere yükledik ve kamp alanından ayrıldık. Kısa bir taşlık yoldan çıkınca ana yola ulaşılıyor. Orada bir çeşme var. Elimizi yüzümüzü yıkayalım diye durunca bizim biricik motorumuz bir geziyi arızasız tamamlar mı hiç? Daha önceki yazılarımdan bakarsanız anlayacağınız üzere azıcık nazlıdır kendisi :) Akü bağlantı yerleri oksitlenme yapınca şarj olamamış ve aküyü bitirmiş. Ağafendi söküp oksitli yeri temizledi ama şimdi bize bir dolu akü ve aktarma kablosu lazımdı. Gelen geçen araçlara sorduk ama o kadar arabadan bir tane kablo çıkmadı. Neredeyse diğer arkadaşların motorlarından akü değiş tokuşu yapıyorlardı ki bi araç yardımcı oldu. Yurdum insanı elinden bir şey geliyorsa hemen yardıma koşuyor. Arabayı yanaştırdılar da bağladılar kabloları ve motorumuzu çalıştırdılar.
Sonra tekrar durmasından korkup Silivri'ye kadar soluksuz geldik. Çok oyalandığımız için Silivri'ye gelene kadar akşam olmuştu. Biraz dinlenip karnımızı doyurduk. Sonra tekrar yollara düştük ve buradan sonra herkes evlerinin yollarına ayrıldı. Gece eve vardığımızda yorgunluğumuzun farkına varabildik. Yorucu ama güzel bi hafta sonuydu...
Gezen Kafalar