Güz Günlerinde Antalya'da Olmak

Sonbahar geldi hüzün/ İlkbahar geldi kara hüzün/ Ey en akıllı kişisi dünyanın/ Bazen yaz ortasında gündüzünsevgim acıyor/ Kimi sevsem/ Kim beni sevse 
Eylül toparlandı gitti işte/ Ekim filan da gider bu gidişle/ Tarihe gömülen koca koca atlar / Tarihe gömülür o kadar.

Turgut Uyar'ın bu dizeleriyle yazıma başlamak istedim. Anlatacaklarıma iyi bir başlangıç olacağı kanısına vardım nedense. Mevsimlerin akıp gitmesiyle anlıyorum ki, aslında mutlu eden şeyler bu havalar değil de bize yaşattıkları galiba. Yaz ayları hep en sevdiklerimdir. Birinci sebebi tabii ki sıcağı çok seviyor oluşumdur. Ama diğeri ise tatil ve seyahat diyebilirim. 

Bu yaz için planlarımızda olan Yunanistan seyahatimiz ülkemizin içinde bulunduğu sebeplerden ötürü artık belirsiz bir tarihe ertelenmiş oldu. Sonrasında da bizim hayatımızdaki koşturmacalarımızdan dolayı yurt içi tatili de yapamayınca, temmuz ağustos ayları burnumuzdan geldi. Zaten İstanbul'da eylül girdi mi yaza veda etme vaktidir. Havanın nasıl soğuduğunu anlayamazsınız bile. 

Yok dedik bu böyle olmayacak ve acil bir olağanüstü hal toplantısı yaptık çekirdek ailemizde. Çünkü fena halde tatilimiz gelmişti. İzin tarihleri ve maddi durum hesaplamaları yapıldı. Sonuç olarak ekim ayı için bir Antalya planı ortaya koyduk. Antalya'nın gezmediğimiz doğu yakası kalmıştı. Bu sebeple Alanya'dan Mersin'e kadar şöyle gidelim dedik.

Doğu Antalya gezisi birinci gün - uçak korkumuz ve mezarlıkta duş almamız: https://www.youtube.com/watch?v=8JXtecjRSy8

Her zaman yaptığımız gibi öncesinden internetten bir araç kiraladık ki fiyat konusunda bir sürprizle karşılaşmayalım ve bütçemiz belli olsun. Böylece Antalya'ya vardığımızda havaalanında aracımız bizi bekliyordu. Hiç vakit kaybetmeden atladığımız gibi rotamızın ilk durağı olan Gazipaşa'ya kadar gittik. 

Antalya'nın her köşesinde bambaşka bir cennet var. Sadece bir şehir için 10 gün ayırsanız dolu dolu bir gezi yapabilirsiniz. Öyle zenginliklerle dolu ki...

Gazipaşa'dan yaklaşık 15-20 km kadar daha gidince Güney köyünde Kral Koyu ve Delik Deniz var. İlk defa gördüğümüzden olsa gerek bizi mutlu eden muz bahçelerinin arasında döne döne indiğimiz virajlı yollarda karşımıza antik kent kalıntıları çıkıyor. Tepede görünen kalenin bir tarafına Kral Koyu bir tarafına Delik Deniz demişler. Mağara ağzı gibi görünen bir delikle denize açılan koyda yüzmek için yamaçtan aşağıya inen patikayı yürümemiz gerekti. Arabayla bir yere kadar gidebildik. Muz bahçelerinin arasında arabayı park edip mayoları giydiğimiz gibi aşağıya indik. Ağafendi manzaranın güzelliğine kapılıp yüzmeyi kafaya koymuştu ama ben o kadar cesaretli değildim ve dik patikayı geri çıkmayı göze alamadım. Yolun yarısında pes ettim ve bir ağacın gölgesinde oturup Ağafendi'yi beklerken manzaranın tadını çıkardım. Böyle güzel manzaraya karşı tertemiz bir denizde yüzmek ayrıcalıktı.

Delik deniz tabiri bu açıklıktan geliyor. Antalya'nın en güzel mevsimi eylül ekim ayları diyebiliriz. Sıcak rahatsız etmiyor ve oldukça tenhalaşmış. İstanbul'dan montumuzla gittik Antalya'da denize girip şortla gezdik. Ne güzelmiş yaz mevsimi.

Bugünün ikinci durağı ise Gazipaşa mevkinde yer alan kayaların oluşturduğu Doğal Havuzlar - Koru Plajı idi. Adeta jakuzi etkisinde olan bu havuzlar dalgalarla denize bağlanıyor. Bu kayalar akarsuların taşıdığı alüvyonlarla oluşmuş. üstünde gezerken dikkatli olmak gerek az kalsın Ağafendi kayıp düşüyordu. 

Kayaların üstünde gezindik biraz Ağafendi yüzmeye karar verdi ama ben yine pimpiriklendim. Acaba kayaların altından balık falan çıkar mı ki diye kendimi korkuttum ve yine yüzemedim. Niye böyle oldu bugün anlayamıyorum. Valla bugünün tadını Ağafendi çıkardı. Denizdeki keyfine bakın.. 

Mevsimden dolayı olsa gerek oldukça tenhaydı. Yoksa yaz mevsiminde burayı düşünebiliyorum. Sahilde manzaraya karşı kafeler, restoranlar var. Çimlerin üzerinde sandalyeler masalar çok cazip göründü oturmaya karar verdik. İyi ki de oturmuşuz; bir balık yaptılar bize, bir de ortaya salata lezzetinden parmaklarımızı yiyorduk az kalsın. Gün batımı da keyfimize eşlik edince keyfimize diyecek yoktu doğrusu..

Doğu Antalya gezisi ikinci gün - Günbayımından şafağa: https://www.youtube.com/watch?v=HYKwW3XyB8Q 

Antalya'daki ikinci günümüzde uyandığımız gibi toparlanıp yola çıktık ve Sapadere Kanyonu'na gittik. Akarsuyun kenarında doğayla iç içe güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra kanyonda yürüyüşe çıktık. Kanyonda oldukça güzel yürüyüş yolları ve kafeteryalar yapılmış. Derenin oluşturduğu doğal havuzlara merdivenlerle iniş sağlanarak Antalya'nın o çok sıcak günlerinde serinlemek için eğlenceli bir ortam oluşturulmuş. Oldukça temiz ve bakımlı olan kanyon beklentimizin üzerinde bir etki bıraktı bizde.

Bu yürüyüş yolları sayesinde adeta botanik bahçe içinde yürüyor gibi hissediyoruz.

Adım adım Antalya turumuz sürerken bölgede gidilmemiş görülmemiş dere ve kanyon bırakmamaya and içmişcesine hepsini tek tek geziyorduk. Sırada Dim Çayı ve Mağarası vardı. 

Dim Çayı'nda farklı bir ortam oluşturulmuş ve sakin akan derenin üstünde bir sürü otantik restoranlar kurulmuş. Eğlenceli bir ortam oluşturmak için bol kaydıraklı aqua parklar var. Derenin suyu soğuk olduğundan Antalya'nın kavurucu yaz sıcağında güzel olacağını tahmin edebiliyorum. Kaydıraklardan süzülüp soğuksularda serinler sonra da otantik masalardan birine kurulup bir şeyler yiyebilirsiniz. Ama biz maalesef bu zevke varamadık çünkü sezon olmadığından hepsi kapalıydı.

Sağ tarafta görülen loca gibi oluşturulmuş masalarda Dim Çayı'na karşı keyif yapılabilir.

Bu fotoğrafı çekerken bizi yiyip bitiren sivrisineklerin farkında değildik taa ki her yerimiz kabarana kadar. Sonra 2 gün kaşındık durduk. Hayır pantolondan bacaklarımı nasıl ısırdı anlayamadım.

Biraz gezindikten sonra Dim Mağarası'na gittik. Derenin kenarından dolanarak tepeye tırmanıyorsunuz, mağaranın girişinde, çayı kuş bakışı gören güzel bir manzarası var. İçeride bizi sarkıtlardan dikitlerden oluşmuş karanlık ve etkileyici bir ambians karşıladı.

Mağaranın nemli ve basık bir havası var. Böyle aydınlık durması fotoğrafın çekiminden, gerçekte oldukça loş bir yer. Adeta Yüzüklerin Efendisi'nde orgların mağaralarında gibi hissediyor insan kendini. Biraz ürkütücü yani.

Gün bitmek üzereydi ve iyiden iyiye karnımız da acıkmıştı. Ama akşam üstü için güzel bir plan yapmıştık. Alanya'daysanız ve gün bitmeye yakınsa Alanya Kalesi'ne çıkmanızı tavsiye ederim. Gün batımının bu kadar güzel izlendiği yer çok azdır. Biz bu fırsatı kaçırır mıyız? Güneşin batışına karşı romantik bir akşam yemeği düzenledik kendi çapımızda. Ne ordövr tabağı, ne mezeler, ne de şaşalı bir menü; bir büyük boy pizza yeterliydi. Kamp sandalyelerimizi kurduk pizzamızı yerken ortamın tadını çıkardık.

Kamp takımımız ve termos muglarımız olmadan seyahat edemiyoruz ve tabii bir de pizza...

Ömrümüz boyunca kaç gün batımına şahit olduk acaba? Ama bazıları hala çok etkiliyor.

İkinci günümüzün akşamını kamplamayı düşündüğümüz İncekum'da yaptık. Antalya'nın havası öyle yumuşak ki ekim ayının gecesinde çadırda üşümezsiniz. Çadırımızı kurup, içeceklerimizi alıp, denizin ve gecenin tadını çıkardık. 

Doğu Antalya gezisi üçüncü gün - Hortum, dolu doğal afetler: https://www.youtube.com/watch?v=kLWRfvbTjs0 

Ay ışığı da bize eşlik ediyordu. Bu gece her şey kusursuzdu ama sabah kalkınca karşılaşacağımız manzaradan bihaberdik. Saat 7 gibi uyandığımda şöyle bir etrafa bakmak için çadırdan kafamı uzattığım gibi denizde oluşmuş iki tane hortumu görünce aklım başımdan gitti. Ben ne biliyim buralarda denizde oluşan hortumun rastlanan bir durum olduğunu. O panikle hemen kalkıp toparlandık. Yağmur bastırdığında son birkaç parça eşyamızı da arabaya koyuyorduk. Ucuz atlattık diye düşünürken sağanak arttı ve dolu yağmaya başladı. Öyle büyük ve çok dolu düşüyordu ki arabayla daha fazla ilerleyemedik ve üstü kapalı bir yere sığındık.


Bu fotoğrafı çekerken ne duygular içinde olduğumuzu tahmin edersiniz.


Bu doluları almak için baya ıslanmıştım.

Neyse ki 1 saat sürmeden hem dolu hem de yağmur kesildi ve sanki hiç yağmamış gibi günün kalanı bol güneşli bir yaz havasında devam etti. 

Antalya ve şelaleler denilince Manavgat'a gitmemek olmaz tabii. Fırtınalı hatta kasırgalı bir sabaha uyandığımız Antalya'da yağmurdan doludan eser kalmamıştı Manavgat'a vardığımızda. Eskilerde şelalenin içine kadar girip ayaklarınızı buz gibi sulara sokabiliyordunuz. Güvenlik sebebiyle olsa gerek artık şelaleye uzaktan bakıyorsunuz. 

Şelalenin bulunduğu alanda çevre düzenlemesi oluşturulmaya çalışılmış fakat şahsi görüşümüzü söylemek gerekirse çok taş taş üstüne doğadan uzaklaşmış gibi geldi bize. 

Çok zevk alamadığızdan vakit kaybetmeden çıktık buradan ve manzarasının methini duyduğumuz Manavgat Nehir Boğazı'na gittik. El değmemiş çok insanın bilmediği ücra köşeler daha güzel oluyor galiba. Buraya bayıldık. Karnımız da aç olduğundan yine çayımızı demledik ve soframızı kurup doğanın tadını çıkardık.

Nehir boğazının otellere olan kıyısından tur yatları turistleri alıyor ve denize buradan çıkıyorlarmış. Yatlar turistlerin ilgisini çekmek için Karayıp Korsanları konseptinde tasarlanmış. 

Havanın tekrar yüzümüze gülüp ısınmasını fırsat bilip yüzmeye karar verdik ve rotamızda olan Titreyengöl'e doğru yola çıktık. Bu göle neden "Titreyen göl" demişler bilemiyorum ama zaten bizi göl kısmı değil daha çok denizi ilgilendiriyordu. Buranın plajında birçok 5 yıldızlı otel yer alıyor. Bu sebeple  plajı güzel denizi de fena değil.

Tarihlerden ekimin 18'iydi ve İstanbul'da kış kıyamet soğuk ve yağmurdan kaçıp, buralarda denize girecek havanın olması insanı öyle mutlu ediyor ki... İşte seyahatin motivasyonu bu galiba. Rutinden çıkıp farklı şeyleri deneyimlemek insana etkisi uzun sürecek pozitif enerji veriyor. 

Biz de bu pozitif enerjimizi yüklenip bol bol sonbahar güneşini stokluyoruz vücudumuza ve tekrar yollara düşüyoruz. Çünkü görülecek daha bir sürü güzellik var. 

Önce Side Antik Kent'e gidiyoruz. Side'de zaten her yer harabe açık hava müzesi gibi. Arabayla kalıntıların arasında gidiyorsunuz. Biraz burada vakit geçirip bakındıktan sonra Aspendos Antik Kenti'ne gidiyoruz.

Antalya ilinin tiyatrosuyla meşhur bir antik kenti Aspendos. Yaz aylarında konserlerden adını sıklıkla duyarız bu tiyatronun. Bu kent, döneminde Akdenizin en zengin kentlerindenmiş. Oldukça büyük ve her yerini gezemedik fakat yüksek bir tepesine çıkıp manzaraya şöyle bir baktık. Tiyatronun hem tepeden hem de içinden ayrı bir güzelliği var. Giriş 30 TL ama müze kart geçerli.

Aspendos'tan sonra bu akşamı gerireceğimiz Köprülü Kanyon'a geçiyoruz. Yolunuza çıkıp rafting yapmak ister misiniz diye soran çok sporsever insanlarla karşılaşabileceğiniz bir kanyondur burası. Can yeleklerini giyen 7-8 kişiyi botlara bindirip 80 TL'ye derede güzel bir tura çıkarıyorlar. Bizim zamanımız yetmediği için yapamadık maalesef. 

Köprülü Kanyon'un adındaki köprü kanyonda yer alan 2 adet tarihi köprüden geliyor. Onlardan biri bu. Üstünden arabanızla geçebiliyorsunuz. Tek araç geçebilecek kadar genişlikte bir köprü.


Bu da kanyondaki ikinci köprü.

Kanyonun çevresinde güzel parklar ve kamp alanları mevcut. Doğanın içinde dingin bir akşam geçirmek için oldukça güzel bir yer. Biz de biraz keşif yaptıktan sonra bir yer bulduk kendimize ve çadırımız kurduk. Tabii güvenlikli wc'li bir yerdi. 

Mevsiminde bu masaların ne kadar dolu olacağını düşününde içim sıkılıyor. Şimdi çok güzel tüm manzara bize ait.

Yolda gelirken geçtiğimiz köylerden birinden erzağımız alıp hazırlıklı gitmiştik. Kampladığımız yerde mangalımızı yakıp karnımız da doyurduk. Çadırımıza giren kaçak bir miyav yatağımızı patlatınca küçük çapta bir kriz yaşadık ama sonra bu sorunu da çözdükten sonra misler gibi uyuyup daha bol bol gezeceğimiz güzel bir sabaha dinlenmiş bir şekilde uyandık.


Güne bu manzarayla merhaba dedik. Bol pozitif enerji...

Biz kamp yaptığımızda öğünleri öylesine hazır gıdalarla geçiştiriyoruz zannetmeyin. Evde neysek o. Gezerken güçten düşmemek için bol protein ve C vitamini tüketiyoruz. Yoksa ikimizin de bünyesi biraz nanemolla olduğu için hasta olma olasılığını göze alamıyoruz. Kamp tüpümüz ve kamp seti tencerelerimiz yanımızda olunca yapabileceğimiz her şeyi yapmaya çalışıyoruz.

Köprülü Kanyon'u etraftan gördüğümüz kadar bir de içinden rafting yaparak gezmediğimiz için biraz üzülmedik değil. Bu da yapılacaklar listesine eklendi tabii ki. Bu liste de baya kabardı diyeceksiniz ama zaten bizim yolumuz her yıl Antalya'ya bir sebepten düştüğü için bunlara yine vakit olacaktır diye düşünüyoruz. 

Doğu Antalya gezisi dördüncü ve son gün - Patlamış yatak nasıl tamir edilir? https://www.youtube.com/watch?v=ra0gs8wlrtE 

Kanyondan uzaklaşırken bir kez daha yüzelim diyoruz. Ne de olsa bu artık son çırpınışlar. Zira bu akşam bizi İstanbul'a uçuracak bir biletimiz var ve soğuk kış günleri de kapıda. Yazın son damlalarından ne kadar yararlanırsak kardır değil mi?

En yakınımızda Belek olduğundan hemen gidiyoruz. Burada da biraz yüzüp denizin ve güneşin tadını çıkardıktan sonra Kurşunlu Şelalesi'ne doğru gidiyoruz.

Büyük bir şelaleden dökülen suyun oluşturduğu göletler küçük şelaleciklerle birbirine bağlanıyor. Böylece kendinizi cennette gibi hissettirecek muhteşem manzaralar ortaya çıkmış. Bir yerin her bir köşesi mi büyüleyici olur diye soruyor insan kendine. Doğanın içinden ayırmayan doğal bir düzenleme yapılmış burada. Yürüyüş yolunda tabelalarla yönlendirmeler yapılmış. 1 saatten fazla süren patikalarda inişli çıkışlı yürüyüşler yapıyor, yeşilin her tonuna şahit oluyorsunuz. Yer yer ağaç masalar koymuşlar; buralarda oturup doğanın içinden bu yerin uzun uzun tadını çıkardık.

Seyahatimizin son adımı Düden Şelale'siydi. Evet maalesef bu güzel tatil bitiyordu. O yüzden Düden'i ayrı bir özenle gezdik. Sindire sindire tadını çıkardık. Önce Yukarı Düden'e gittik. Şelalenin üst tarafından giriş yapıyor ve köprülerden dolanarak suyun döküldüğü yere iniyorsunuz. Ayrıca şelalenin altında doğal mağaralar oluşmuş ve buralarda gezinebiliyor, mağaralarda yer yer bulunan açıklıklardan şelalenin alttan görüntüsünü görebiliyorsunuz. 

Aşağı Düden ise beni biraz ürküttü diyebilirim. 20 metre kadar yükseklikten denize dökülen şelalenin serinliğini uzak mesafeden bile hissedersiniz. Ama beni asıl etkileyen o kadar büyük bir su kütlesinin o yükseklikten denize karışması oldu. Sanki altında kalan her şeyi emiyormuş hissi uyandırıyor insanda. Bir de bizim gibi karanlıkta oradaysanız etkisi 2 kat daha artacaktır eminim.

Akşam olmuş bu gün de böylece bitmişti. 2 saate uçağımız vardı ve kiraladığımız arabayı da teslim etmemiz gerekiyordu. Böylece bir anda gerçek hayata dönüverdik. Keşke hep tatillerde yaşasak. Bir dahaki seyahatimizde görüşmek üzere...

Gezen Kafalar