“Japonya’yı bir kılıcın yarattığını söylerler… Eski tanrıların, bir mercan kılıcı okyanusa batırdıklarını ve çıkardıklarında dört mükemmel damlanın denize düştüğünü, bu damlaların Japonya’nın adaları olduğunu söylerler. Ben Japonya’yı bir avuç erkek yarattı diyorum. Hayatlarını unutulmuş bir kelime uğruna vermeye hazır savaşçılar tarafından; Onur…” diye başlıyor “Son Samuray” (http://www.imdb.com/title/tt0325710/) isimli film…
Yine bir tatil ve biz yine yollara düştük... Bu sefer rotamız Japonya’nın başkenti Tokyo’ydu. Gitmeden önce bu zamana kadar duyduğumuz Samuray, Ninja, Geyşa kavramları daha çok ilgi kaynağı oldu ve yolculuk öncesi hafta sonu Son Samuray ve Bir Geyşanın Anıları (http://www.imdb.com/title/tt0397535/) filmlerini tekrardan izledik.
Yıllarca hep duyduk ve dinledik Japonların nasıl onurlu, saygılı, zeki insanlar olduklarını… Defalarca gerek savaşlar gerek doğal afetlerle yerle bir olduklarını ve her defasında yeniden küllerinden doğduklarını… Bu güzel ülkeye soru işaretleri ile dolu olarak gittik.
Şangay’dan (Shanghai) Tokyo 2,5 saat sürdü. Air China ve bir dolu şirket Tokyo’ya sefer düzenliyor. Biz tercihimizi Star Alliance üyesi olan Air China’dan yana kullandık. Türkiye’den gelmek isteyenler içinde yaklaşık 11 saatlik THY’nin Tokyo’ya direkt seferleri var. THY’nin direkt uçuşlarını pahalı bulanlar içinse aktarmalı uçuşlar mevcut… Japonya, Türk Vatandaşlarından vize istemiyor; yalnız diğer vize istemeyen ülkelere nazaran bir dolu prosedürden geçmeniz gerekiyor detayları anlatacağım… Bir diğer husus ise Japonya seyahati için diğerlerine nazaran biraz daha geniş bütçe ayırmış olmak…
1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı Çin’de de resmi tatil… Bunu fırsat bilip Tokyo’ya attık kendimizi. 30 Nisan gecesi Tokyo Narita Havalimanı’na ulaştık. Yine bagaj beklemekle uğraşmamak için el bagajlarımızla yola çıkmıştık.
Uçakta dağıtılan formları doldurup hemen pasaport kontrole yöneldik. Bu formda; Japonya’da kalacağınız yerin adresini, kalış sürenizi, herhangi uygunsuz davranışlarınızın olup olmadığını belirtmeniz gerekiyor. Pasaportta parmak izi fotoğraf ve geliş amacımızı belirten diyaloglardan sonra onayları alıp bagaj kısmına yönlendirildik. Bagaj kısmında da çıkış için başka bir form doldurmanız ve üzerinizde bulunan nakit, yanınızda bulunan gümrük gerektiren eşyaların olup olmadığını belirtmeniz gerekiyor. Bunun için gitmeden Japonya gümrük kurallarını okumakta fayda var. Kapıda bekleyen güvenliğe önce formlarımızı verdik, geldiğimiz ülkede ne için bulunduğumuzu, ne kadar kalacağımızı, ne iş yaptığımızı sordular. Valizimizi açtırmadılar ama bizim önümüzdeki diğer yabancıların valizlerini açtıklarını gördüm. Narita Havalimanı’nın giriş bölümünde duty free yok. Kapıdan çıkar çıkmaz exchange ofisleri var. 100 Yen = 1 Dolar’a denk geliyor. Alışveriş yaparken ya da diğer harcamalarda bunu dikkate almak işleri daha da kolaylaştırdı. Gitmeden yaptığım araştırmalarda şehir içinde exchange ofisleri bulmanın kolay olmadığını okumuştum. Bu yüzden işimizi garantiye alıp 1000 Dolar bozdurduk. Ofis çalışanı paramızı verdikten sonra geleneksel selamlarını vermek için ayağı kalktı ve eğilerek bizi selamladı bu selamın Tokyo’da çok yaygın olarak kullanıldığına tanık olduk. Para sorununu hallettikten sonra aşağı kattaki Tokyo Station’a gideceğimiz tren için bilet almak oldu. Nex firmasına ait Jr hatlarından bilet aldık. Aynı satış ofisinden Tokyo’daki metro, otobüs ve Seven-Eleven marketlerde geçerli olan suica isimli kartları da temin ettik.
Tokyo Şehir İçi Ulaşım
Japonya’da metro hatları inanılmaz gelişmiş, hemen hemen her noktaya metro ile ulaşmanız mümkün… Hatlar arasında en rahat yolculuğu ise suica kartlarla sağlıyorsunuz. 500 Yen = 5 Dolar depozito ücreti alıyorlar. Kartlar için iade ettiğinizde bunu geri alıyorsunuz. İlk etapta 2000 Yen = 20 Dolarlık kartlar aldık, bitince 20’şer Dolar daha yükledik. Pasaportunuzu göstermeniz şartı ile Narita’dan Tokyo Station’na giden tren biletleri ise 30 dolardan 15 dolara düşüyor. Yalnız bu sadece Narita’dan Tokyo Station’a olan hat için geçerli… Geri dönüş için kişi başı ücret 30 dolardı. Satış ofisinde çalışan hanım gayet akıcı İngilizce konuşup, yardım etmek için elinden geleni yaptı. Hatta “Japonya’ya Hoş geldiniz” diyerek bize hoş bir jest de yaptı. Biz en hızlı treni seçip 30 dolar ödemeyi tercih ettik. Çünkü havalimanından şehir merkezine ulaşım biraz zahmetli, en hızlı 60 dakikada ulaşabiliyorsunuz.
Tokyo Otel Seçimi
Otel seçerken Narita bölgesinde bulunan otellerin daha konforlu ve hemen hemen aynı fiyata olduklarını görmüş ve metro sistemine güvenip acaba buradan mı tercih etsek diye düşünmüştük, fakat ulaşım fiyatlarını gördükten sonra kıl payı kurtulmuş olduğumuzu fark ettim. Otelimiz Ginza’ya çok yakın bir lokasyondaydı. Yine agoda.com’dan otelimizi ayarladık. Gecelik yaklaşık 250 TL ödedik. Sotetsu Fresa Inn Nihombashi-Kayabacho oteli Tokyo’da bir zincir, biz de ilk etapta bir karışıklık yaşadık ve bizimkine 1 km uzaklıktaki şubesine gittik. Yağmur hafif atıştırıyordu fakat tam doğru adresi alıp otelden çıkar çıkmaz sicim gibi yağmur bastırdı. Taksiler de yakın mesafe olduğu için bizi almadılar. Otele vardığımızda sırılsıklam ıslanmıştık bu da bizi Tokyo’nun bereketi ile karşılaması oldu. Otele giriş işleri bitince yukarı çıktık.
Oda yaklaşık 8 metrekare olmasına rağmen tertemiz ve konforluydu. Elektrik için dönüştürücü kullanmanız gerekiyor otelden 5,4 dolara satın aldık. Gece yarısı olduğu için restoranlar kapalıydı biz de otelin hemen yakınında ki Seven-Eleven’dan bir şeyler aldık. 1 kola, 2 içecek, bir cips ve atıştıracak ufak çaplı yemeğe 2243 Yen = 22,5 Dolar ödedik.
1. GÜN
Oteli bu sefer kahvaltı dâhil aldık. Bu zamana kadar karşılaştığım en başarılı ve pratik kahvaltıydı açıkçası… Bir kâse salata, kruvasan ya da tost ekmeği, yumurta, reçel ve bir içecek (kahve, çay, portakal, greyfurt vs. suyu) kısacası bütün dünya milletlerine uygun bir kahvaltıydı.
Otelin hemen karşısında Kayabacho Station’dan yola başladık. Yamanote Line’daki Harajuku Station’a gittik. İlk durağımız sosyetenin kalbi Harajuku Caddesi’ne çıkıp oradan Meiji Temple’a geçmekti. Metro biletleri tek yön yaklaşık 2 dolar ve eğer suica kartınız yoksa her duraktan tek tek bilet kesmeniz gerekiyor. Bunun da hem zaman kaybı hem de daha maliyetli olduğu kanaatindeyim. Harajuku’da yan yana dünyanın en popüler ve en pahalı mağazalarının, basit bir yer muamelesi gördüğüne şahit olmak enteresandı. İnsanların, popcorn almak için gayet medenice ve uzun kuyruklara rağmen sakince sıra bekleyişleri oldukça şaşırttı. Harajuku Caddesi’nin sonundaki Takeshita Dori Sokağı, emo ve gotik akımlarının çok popüler olduğu Japonya’da gençlerin sıra dışı kıyafetlerini buldukları sokak…
Söyle bir göz atıp, oyuncak bebek gibi giyinmiş kızları-oğlanları görüp yolumuza devam ettik. Meiji Temple ormanın içerisindeydi. Alabildiğine yeşilliğin içerisinde yürüdük. Eğer görmek isterseniz ormanın içerisinde 5 dolara girebileceğiniz özel bahçeler vardı. Biz girmedik. Tapınak yolunda sake (geleneksel Japon içkisi) ve pirinç şarabı fıçılarının olduğu bir platform da vardı.
Japonya’daki tapınakların girişlerinde elinizi ve ağzınızı yıkamanız için bir çeşme bulunuyordu.
Meiji Tapınağı’nda görünürde bir buddha heykeli ya da başka bir tanrı figürü yoktu, onun yerine insanlar bina içindeki boşluğa doğru dua ediyorlardı.
Etrafta bilgi verici bir tabela da yoktu. Dönüşte bir düğün fotoğraf çekimine rastladık. Tokyo’ya gitmeden telefonun navigasyonundan adresleri işaretlemiştik. Meiji’nin birkaç kilometre ilerisinde Tokyo Camii’nin olduğunu biliyorduk, oraya doğru yürüdük. Yolda 1 Mayıs kortejine rastladık. İnsanlar alanın içinde piknik yapıyor, sohbet edip içki içiyorlardı. Kimsenin kimseye zararı olmadan geçirilen bir festival havasındaydı ortam…
Tokyo Camii, Türkler tarafından yaptırılmış gayet muazzam bir cami idi. Kapısında yemek kursu verildiğini de okudum. Bir şehri tanımanın en güzel yollarından birisi, yürüyerek gezmek diye düşünüyorum. Bu yürüyüşler sırasında Tokyo’daki düzen ve temizliğe şahit oldum.
Sokaklarda köşe başı çöp kutusu olmamasına rağmen caddelerin temizliği ve düzeni takdire şayandı. Sanki bütün şehrin her köşesine hoş kokulu spreyler yerleştirilmiş gibi çiçek kokuyordu. Metrolar, taksiler, sokaklar, düzen, insanların birbirine saygısı; “evet yeryüzünde hala umut var” dedirtecek cinstendi. Yeni durağımız Shibuya bölgesiydi; Yamanote Line’daki Shibuyu Station. Burada 109 isminde çok ünlü bir AVM var alışveriş yapmak isteyenler için, bizim buraya gitme sebebimiz ise 109’un önünde bulunan kavşağı izlemekti. Bu kavşaktan bazı zamanlar 15 bin insanın aynı anda geçtiğine şahit olunabilirmiş. Bir nevi seyir terası muamelesi gören Starbucks’ın ikinci kattaki yerini aldık.
Hem öğle yemeği için hem de insanların telaşını izlemek için oturduk. 2 soğuk kahve, 2 de sandviç için 2700 Yen = 27 Dolar ödedik. Dinlendikten sonra yeni durağımız Japonya’nın en ünlü birası olan Yebisu Bira Müzesi (Museum of Yebisu Beer) idi. Bunun için Yamanote Line’daki Ebisu Station’a gittik. Buradan çıkıp GPS yardımı ile biraz yürüyüp Beer Station isimli bahçeye geldik. Müze bu bahçenin içindeydi. Müzeye giriş ücretsiz…
İçeride tanıtım turuna katılmak isterseniz; kişi başı 5 dolar ödemeniz gerekiyor. Müzeyi turladıktan sonra tadım köşesinde ham, kokteyl ve klasik olmak üzere üçlü bir set aldık. 12 dolar. Yanında atıştırmak için turşu, kraker ve bir balık çeşidi verdiler. Biralar gayet lezizdi. 3’lü seti bitirip yorgunluğun şerefine bir 3’lü daha aldık. Yan masamızda oturan bir Japon ise 6’lı set alıp bir gurme edası ile tek tek tadına bakıp derin düşüncelere daldı ve en beğendiğinden gidip tekrar aldı bu azmi takdiri hak etti elbette…
Müzenin içerisinde bir de hediyelik eşya kısmı var, oradan çerez aldım fakat aldığınız şeyleri müze içerisinde kullanamamanız gibi bir kural var. Müzeden sonra, Japonların dönüştüremedikleri çöplerinden doldurarak yaptıkları ve üzerine bir AVM ve eğlence parkı kurulmuş bir ada olan Odaiba bölgesine gittik. Yolda yanlış hesaplamalardan dolayı oldukça sapa bir bölgeye gittik. Metro istasyonundan çok ters bir bölgede olduğumuz ve yürüyecek halimiz kalmadığı için taksiye binip gittik. Tokyo’da taksilerin açılış ücreti 7,2 dolar ve 2 km sonra her km için 9 dolar… Yaklaşık 5 km’lik bir mesafe için yaklaşık 29 dolar ödeyerek Odaiba bölgesine ulaştık. Japonya’da bloglarda yazılanların aksine birçok yerde Visa Kart geçiyordu, bindiğimiz takside bile Visa Kart geçerliydi. Odaiba’da Rainbow Köprüsü’nü, Özgürlük Anıtı’nı, Dev Robot heykelini ve dönme dolaba binip Tokyo siluetini görebilirsiniz.
Bizim gittiğimiz gün bira şenliği de vardı. Biraz biz de oturup dinlenip Tokyo Planet olarak geçen, 100 metre yükseklikteki dönme dolaba gittik. Bir tur 16 dakika sürdü ve kişi başı 9,8 dolardı.
Aomi Station buraya en yakın istasyon… Akşam yemeği için Japonların ünlü konsept çılgınlığına uyup Vampire Cafe’ye gittik. Burası Ginza’nın ara sokaklarında bir plazanın içerisinde yer alıyor. (La Paix Building 7F 6-7-7 Ginza Chuou-Ku) GPS yardımı ile restoranı bulduk.
Asansör direkt restoranın içine çıkıyor. Kapı açılır açılmaz çığlıklar, gotik vampir ve hizmetçileri bizi kapıda karşıladı.
İçerisi çok karanlık ve inanılmaz kasvetliydi. İşlerini gayet ciddi alarak servis yapan kostümlü garsonlar gerçekten insanın içini ürpertiyordu. Konseptleri çok başarılıydı. Yemek olarak az pişmiş biftek, tavuk ve deniz tabağı söyledik. İçecek olarak da birer kadeh özel şaraplarından Sweet Dracula ve Kırmızı Merlot Şarap söyledik.
Hesap 6400 Yen = 64 Dolar geldi. Servis sırasında her şey çok kasvetliydi, hatta tavuk siparişimiz alevler içinde geldi. Yemekten sonra yorgunluk had safhaya ulaştığından otele geri döndük.
2. Gün
Sabah kahvaltıdan sonra National Museum of Nature and Science’a gittik (Ueno Station, Yamanote Line, Shinobazu Exit). Ueno Park’ın içinden geçip müzeye ulaşılıyor. Tokyo National Museum ile yan yana. Giriş ücreti kişi başı 600 yen = 6 dolar. İçeride aklınıza gelebilecek her türlü doğa ve bilim adına çalışmalar ve örneklerin sergisi vardı.
Müzenin içerisinde “Global Science” kısmında deneme yapılabilen makineler de vardı. En ilginç olanı ise müze içerisindeki 360 isimli gösterim salonundaki 10 dakikalık kısa filmdi, çok etkileyici idi. Gösteriyi izlemek için yuvarlak bir odaya girip köprünün üzerinde yerimizi aldık. Film başladığında havada asılı hissi veren, kaç boyut olduğunu bilmediğim bir teknoloji eşliğinde insanlık tarihi ile ilgili bir film izledik.
Birkaç saat müzede dolaştıktan sonra Asakusa; “Eski Tokyo” olarak bilinen, geleneksel mimari ve kültürün görülebildiği bölgeye geçtik. Sensoji Temple da burada. Asakusa Station’dan çıkar çıkmaz sokağın atmosferi birden etrafınızı sarı veriyor.
Hediyelik eşya satan dükkânları görebileceğiniz sanırım tek yer burası. Asakusa’ya ulaştığımızda öğle vaktini geçmişti. Yemek için yerel restoranlara şöyle biraz bakınırken, insanların yemek için girdikleri kuyrukları görünce ilk müsait olan deniz ürünleri restoranına oturduk.
İyi ki oturduk dedik. Menümüzde sushi vardı. Barın arkasındaki elemanlar titizlikle sushileri hazırlayıp servise sundular. İzlemek oldukça keyifliydi. 8’li sushi, yosunlu noddle, balıklı pilav, 2 kadeh sake için 3200 yen = 32 dolar ödedik.
Sake servisi kocaman bir şişeden yapıldı. Tek hamlede bitirmeniz gerekiyor. Bu bir sake adabıymış. Fondip!!
Yemek müthiş keyifli ve lezzetliydi gayet memnun ayrıldık mekândan. Mağazaları biraz turladık, bize enteresan gelen pek bir şey bulamadım, belki Çin’de yaşadığımız ve Uzakdoğu tarzına çok alışık olduğumuz içindir. Hediyelik eşyalar 5 dolardan başlıyor. Sensoji Temple, bu zamana kadar gördüğüm en kalabalık tapınaktı.
Orada olduğumuz zamanda dini bir törene de denk geldik. Bu kadar kalabalığa rağmen insanlar birbirini rahatsız etmeden, sıkmadan hareket edebiliyorlardı. Tapınağa giden yolda çeşitli atıştırmalıkların satıldığı stantlar vardı.
Biz de 5 dolara bir “Ice Burger” aldık ve afiyetle yedik.
Bir gün önce ayak tabanlarımız su toplayana kadar yürüdüğümüz için (mübalağa değil hakikattir, eşimin ayak tabanları gün sonunda su toplamıştı) günü bitirmek ve akşam yemeğini yemek için Roppongi bölgesindeki Hard Rock Cafe’ye gittik.
Saat 18.00’den (Happy Hours) önce orda olduğumuz için ilk biralar % 50 indirimli geldi. 6 draft bira, 1 patates kızartması, 1 Legend Burger, 1 Grill Salmon 11321 yen = 113dolar. Koleksiyon için 1 adet Hard Rock Tokyo Magnet’e 15 dolar ödedik. Ertesi sabah erkenden Tsukiji Balık Pazarı’na gidip tuna balıklarının satışını izlemek için geceyi çok uzatmadan otele döndük.
Roppongi'den dönerken meşhur 100yen Shop'a girdik. Bizim ne alırsan 1 TL formatında…
3. Gün
Japonya’ya dair okuduğum bütün yazılarda Tsukiji Balık Pazarı’ndaki balık satışlarının mutlaka görülmesi gerektiğini okumuştum, fakat Japon resmi sitelerinde ise bunun bir turistik aktivite olmadığını yine de katılmak istiyorsak sabah 5.00’ten önce orda olmamız gerektiği ve ilk gelen 60 kişiyi aldıklarını okudum. Bu durumda 5.00’te başlayan satışlar için sabah 04.50 gibi Tsukiji Balık Pazarı’nda olmamız gerektiğini düşündük. Otelimiz buraya 1,5-2 km mesafede olduğu için sabah yürüyerek gittik, 04.30’da otelden ayrıldık.
Metrolar o saate çalışmıyor. Tek seçenek taksi ya da bizim gibi yürüyüş. Balık pazarının oraya yaklaştığımızda etrafta 2’li 3’lü turist grupları belirmeye başladı. Tamamen ulaştığımızda ise kötü bir sürpriz ile karşılaştık. Normalde sadece Pazar günleri kapalı olan pazar, 1 Mayıs resmi tatilinin Çin’deki gibi kaydırılması ile cumartesiden kapanmıştı. Yine biz yürüyerek geldiğimiz için sorun olmadı ama başka bölgelerden taksi ile gelenlerin moralleri pek bozuldu.
Japonya’da taksi ücretlerinin fena can sıkıcı olduğunu söylemiştim. Sushiyi ne kadar sevsek de sabah o saatte yemek pek mide dostu olmayacağı için biraz etrafı dolaşıp kahvaltı için otele döndük.
Balık pazarının yanında bir de Budist tapınağı vardı fakat daha önce gördüğüm bütün tapınaklardan farklıydı.
Sabah çok erken olduğu içinse sadece bakıp geçtik. Otelde kahvaltıyı beklerken TV’yi biraz karıştırdım, 5-6 kanalın İngilizce eğitim programı düzenlediklerini gördüm. Bence çok başarılı bir sistem. Kahvaltıdan sonra, sezonu kaçırdığımız için sumo maçına gidemezdik fakat Sumo Müzesi’ne gidebiliriz diye düşünürken çok önemli bir şeyi atladığımı fark ettim. Sumo Müzesi cumartesileri kapalıydı. Daha önceden resepsiyondan sumo ile ilgili alternatif ne yapabiliriz diye sormuştuk, o da sabah 7.30 ile 10.00 arasında olan antrenmanlarından bahsetmişti fakat bunun için de akşam 16.00 ile 20.00 arası arayıp ertesi gün antrenman olup olmadığını sormanız gerekiyor. Bizim bunun için zamanımız olmadığından, şansımıza diyerek düştük yola. Adres; Shinjuku Line, Hamacho Station Exit A2. Bu çıkış bizi çok hoş bir parkın içerisine çıkardı. Dümdüz devam edip ana caddeden sola döndük birkaç blok geçtikten sonra ara sokaktaki kalabalığı fark edip sokağa daldık, biraz ilerleyince de sokakta ısınma hareketleri yapan sumocuları görünce doğru yerde olduğumuzu anladık. Bizim gibi antrenmanı izlemeye gelmiş birçok kişi sessizce camın arkasından ve kapıdan takip etti.
İçerde oturmak için sıralar var fakat bu kısma yabancılar alınmıyor. Sumo maçlarının bu kadar sert olduğunu hiç düşünmemiştim. Yanımızda geçen sumo güreşçilerinin vücutlarındaki yara bereleri görünce insanın içi kalkıyor. Maç esnasındaki çarpışmalara tanıklık edince dehşete düşmemek elde değildi.
Antrenmanın bitmesine yakın Zozo-Ji Temple’a gitmek için yola çıktık.
Zozo-ji Temple, Wolverine (http://www.imdb.com/title/tt1430132/) filminin çekildiği tapınak. Tokyo Tower ile de dip dibe. Adres: Oedo Line, Akabanebashi Station, Akabanebashi Exit. Çıkıp kuleye doğru 5 dakika kadar yürüdük. Zozo-ji oldukça ferah ve aydınlık bir tapınaktı, bahçesinde küçük bebek heykelleri vardı fakat bunun ne anlama geldiğini oradayken öğrenemedim (internetteki kaynaklar çocuk mezarlığı olduğunu yazıyor).
Tokyo Tower’a isterseniz çıkabiliyorsunuz, bunun için 600-1000 Yen arası bir giriş ücreti ödemeniz gerekiyor. Sanırım görüp görebileceğimiz en güzel manzarayı Odaiba’daki dönme dolapta gördüğümüz için hiç ilgimizi çekmedi kuleye çıkmak. Tapınakta işimiz bitince gelirken gördüğümüz Starbucks’a oturduk. Kahve içip ayılma vaktiydi. 2 kahve bir de avokadolu sandviç aldık velev ki güne hayli erken başlamıştık. Ben buradan bir de Tokyo temalı bir bardak aldım kendime. 25 dolar yiyeceklere, 13 dolar da kupaya ödedim fakat son gece valizi toplarken kupamı bir güzel kırdım.
Starbucks’ta otururken öğle yemeği için konsept restoranlardan bir diğeri olan tekneye gidelim dedik. Zauo Restaurant, Tokyo Goverment Building yakınlarında olan Washington Otel’in birinci katında. Kocaman bir havuzun içerisine oturtulmuş bir tekne, tekne üzerinde ve havuzun yanında yer masaları olan enteresan bir başka mekân burası.
Burada yemek bir nevi oyun kıvamındaydı. Oltalarımızla havuza gidiyor orada yakaladığımız balığı garsonlara veriyoruz ve nasıl pişmesini istersek ona göre sipariş veriyoruz. Biraz uğraşıp pes ettim. Onun yerine sushi, ahtapot, karides söyledik. Yanına bir şişe sake, bir de bira söyledik. Hesap 38 dolar tuttu.
Yemek sonrası İmparatorluk Sarayı’nı görmeye gittik. Marunouchi Line Otemachi Station, saray bahçesi çok geniş zaten sadece bahçesinde dolaşma izni var. Saray bölümlerine, hanedan kısımlarına giriş kapalıydı.
Biraz saray bahçesinde biraz da etraftaki alışveriş merkezlerinde dolaştık. Lükste sınır tanımayan bir AVM anlayışları vardı. Akşam için daha önceden rezervasyon yaptırdığımız robot restorana gittik. Robot restoran, bir tür şov merkezi. Koca koca uzaktan kumandalı oyuncakların, çılgın kızların ve içinde insan olan robotların hazırladığı gösteriyi izleyebileceğiniz, enteresan diğer mekânlardan bir diğeriydi.
Giriş yemeksiz kişi başı 60 dolar, yemekli 70 dolar. Bira 5 dolar. Biz yemekli olanı tercih ettik. Bu mekâna rezervasyonsuz gidemiyorsunuz. Mutlaka önceden arayıp yer ayırtmanız gerekiyor. Gösterinin 70 dolara değip değmeyeceği kişiye göre değişen bir kavram olduğu için bu konuda yorum yapmak istemiyorum, fakat gayet keyifli ve eğlenceliydi. Çocuklu aileler için pek uygun değil!
Robot Restaurant, Shinjuku’da. Gösteri çıkışı biraz etrafta takılıp otele döndük.
4. Gün
Son günümüzü, ünlü Japon anime yazarı Hayao Miyazaki’nin yönetmen arkadaşı ile kurduğu Ghibli Müzesi (Japonya’nın Walt Disney’i olarak da biliniyor) ve Ninja Akasaka Restaurant’a gitmek üzere planlamıştık. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Japonya’da gitmeyi planladığınız yerler için rezervasyon yaptırmanız şart, bazı mekânlar için biz de yaptırmıştık fakat durumun bu kadar ciddi olduğunu son gün fark ettik. Ghibli Müzesi için Tokyo’da çok yaygın olan Lawson Marketlerden günler öncesinden biletimizi almamız gerekiyormuş (müzede bilet satılmıyor). Son güne kaldığı için bilet bulamadık. Bilet bulamayınca hemen otele geri dönüp Ninja Akasaka Restaurant’ı aratıp rezervasyon yapalım dedik ki orada da yer olmadığını öğrendik. Otel lobisinde biraz durup düşünüp meşhur cherry blossom (sakura) mevsiminin sonu olmasına rağmen bir umut görebiliriz diye Sumida Park’a gidelim dedik. Önce Tokyo Station’daki alışveriş merkezinde sonra da yeraltı AVM’lerinde gezip dolaşıp yorulduk ve öğle yemeği için gün yüzüne çıkmadan yine yer altındaki bir yerel restorana oturduk.
Ocakbaşı tarzında olan bu restoranda biftek ve tavuktan oluşan bir set menü yedik, hesap 35 dolar. Yemekten sonra metroya binip Asakusa Station’dan çıkıp nehir kenarına doğru yürüyüp parka ulaştık ve son “sakura”yı da dalında görme şansına ulaştık.
Parkın içerisinde, Japonların Starbucks’ı Tully’s Coffee’de oturup kirazlı karsambaç gibi bir şeyler yedik. Buradan Skytree ve bira fabrikası olduğunu zannettiğim binayı çok rahat görebilirsiniz.
Shinjuku hafta sonları trafiğe kapatılır. Gidip özgürce sokaklarda yürüdük, waffle benzeri tatlıları mideye indirdik (10 dolar). Son olarak ayrılmadan Roppongi’deki TGI Fridays’e yemeğe gittik.
Burada biraz batı mutfağını özlemimizi giderelim dedik; Jack Daniels’lı tavuk ve beef burger söyledik 2 bira eşliğinde, hesap 66,29 dolar ödedik.
Yemek, içmek, eğlenmek derken bir tatil daha bitti. Tokyo; hayalleri süsleyecek yaşam kalitesine, seyahatten soğutacak kadar hayat pahalılığına sahipti. Tabii bu pahalılık Japonları etkilemese bile ziyaret etmek isteyenler için son derece önemli. Havalimanından ayrılmadan, 1000 dolardan geriye kalanlarla babalarımıza ve kendimize 3 şişe sake, bir de kırılan bardağımın yerine bir kupa aldık ve 85 dolar ödedik. Sonuç: geldik, gezdik, gördük çok beğendik ve ideal bir millet olmalarına ise fena halde imrendik. Bu saygı, hoşgörü, düzen, anlayış, gelişmişlik bize ve tüm milletlere de bulaşır ümidi ile…