Yaklaşık 4 saat süren güzel bir yolculuktan sonra 3 gece konaklayacağımız Üsküp’e vardık. Türkiye’deki tanıdıkların Üsküp’lüyüz demelerinden dolayı buraya ayrı bir merakımız da vardı.
Üsküp, Makedonya Cumhuriyetinin başkenti
Makedon halkı şehre ''Skopje'' diyor. Tabelalarda Üsküp diye aramayın yani.. Ülkeye ilk yerleşen halklardan olan Slavların kendi dillerinde bu kelimenin anlamı ''oklarla''. Şehir oklar kullanılarak kuşatıldığı için buraya bu adı vermişler..
Makedonlara göre de anlamı daha değişik. “Pahalı, değerli” anlamına gelen “skop”dan geliyormuş. Ben Üsküp diyorum samimiyetten. Makedonlar hiç kusura kalmasın.
Önce merkezi bir yerde olan otelimiz Hotel Kapistec Skopje'ye yerleştik. Güzel eski zaman eşyaları ile süslü, yatakların üzeri beyaz iş dantellerle süslü eski bir ev gibiydi. Otel temiz ve yatakları rahattı. Yöneticisi ise; güler yüzlü ve İngilizce güzel anlatarak yardımcı olan biriydi. Kahvaltısı için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Ama bunu çok sorun yapmadık.
İlk günü önce arabayla yine şehir turu yaptık, sonra şehrin eski çarşısına gittik. Arabamızı, kaba bir tabirle Osmanlılara kazık atan İskender heykelinin yanındaki otoparka daha güvenli olur diye park ettik. Giergi Kastrioti Skender bej yazan bir heykel.. Büyük İskender değil bu kişi. Onunla karıştırılmasın. Osmanlı zamanında bu amcam önce Osmanlı tarafına geçerek Müslüman olmuş, sonra nedense kızmış gitmiş tekrar Hristiyan olarak Müslümanlara karşı yenilmez bir komutan olmuş. Bu nedenle burada heykeli dikilmiş. İşte o atlı heykelin yanında arabamızı park ettik. 100 dolar bozdurduk. Bir sürü dinar aldık. Eski Türk parası gibi bol sıfırlı ve büyük kağıt paralar. Üsküp gerçekten Türk parasına çevirince yemek açısından uygun bir yer. Özellikle Avrupa ülkelerinden gelenler Euro bozdurduklarında bayağı ucuza alışveriş yapabilirler.
Önce kaleye kadar arabayla çıktık. Kale onarımındaymış. İçeri almadılar. Sonra arabamızı park ettiğimiz yerin yanında bulunan Balkan Üniversitesini gördük. Kapıdaki görevliye burada türk öğrenciler de okuyor mu diye sorarken, Rektörümüzde zaten türk, sizi gördü, odasına davet etti dedi.
Makedonya Uluslararası Balkan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hüner ŞENCAN’mış. Kendisi odasında bize kahve ikram edip, burası hakkında da biraz bilgi verdi. İstanbul Üniversitesinden 3 yıl önce atanmış. Türklerin bayağı tercih ettiği bir üniversite imiş. Binası eski postane binasıymış. Güzel restore edilmiş. Balkanlarda Üniversite açmanın hikayesi de şöyleymiş. 1911 yılında Sultan Reşat Kosova'ya gidiyor. Buradan Üsküp'e de uğrayan Reşat burada ilk üniversitenin temellerini atıyor. 1912'de Balkan Savaşı çıkıyor ve üniversite girişimi yarıda kalıyor. Sultan Reşat üniversitenin temellerini attıktan 100 yıl sonra Balkan Üniversitesi kurulmuş. Kendisiyle hoş sohbetten sonra teşekkür ederek yanından ayrıldık.
Daha önceki gezi notlarımızdan okuduğumuz üzere "Destan Kebapçısı nerede?" diye sorarken Türkçe bilen biri başka bir köfteci önerdi. İlk gece yemeği orada yedik. İkinci gece Destan Kebapçısını bulsak ta ilk yediğimiz köftenin tadı daha da güzeldi. Destan kebapçısını herkes biliyor. Onun yanındaki sokaktaki köfteci. Kendisi Türkçe biliyor.
Sonra gece çarşıyı gezdik. Taşköprü Müslüman ve Hristiyan kısmı ikiye ayıran bir köprü. Osmanlı zamanının Taşköprüsü’nden, Hristiyan tarafına geçince farkı fark ediyorsunuz. Hemen bir Avrupa kentine gidiyormuş gibi bir intiba oluşuyor. Büyük heykeller taş köprünün çıkışında sizi karşılıyor.
Dağın tepesine çok büyük bir Haç yapmışlar. Adı, Milenyum Haçı. Gece ışıklanarak haçın görkemini herkesin gözüne sokmak istiyorlar gibi. Ama Müslümanlar ne kadar yüksekte de olsa ay yıldız ondan daha yukarda diye söylüyorlarmış. Müslümanlar yapsa tüm dünya ayaklanır, ne gerek var dini kullanmaya gibi hepimiz söyleniriz. Ama tüm Balkan turunda Haç’ın dağ tepesine işlenmesi dinin ne kadar önemli bir unsur olduğunu gösteriyor. Üsküp Hristiyan kısmında büyük bir restorasyon çalışması var. 10 sene sonra Üsküp’ün bu tarafı bayağı güzel bir yer olacak.
Ünlü Şairimiz Yahya Kemal Üsküp’lüymüş. Burada Yahya Kemal Koleji adında Taşköprü’nün hemen başında bir okul görüyoruz. Söylediklerine göre Fethullah Gülen’e aitmiş. Gerçi sonradan internette araştırdığımda Milli Eğitim Bakanlığına bağlı bir okul diye bahsediyor ama ben söyleyenlerin yalancısıyım. Yine Balkanlar ile ilgili notları okurken güzel bir söz okumuştum. Sizinle paylaşayım. Balkanlar hakkında konuları anlatırken rehber demiş ki “Bu topraklar iki Kemal yetiştirdi. Biri Yahya Kemal, Biri Mustafa Kemal. Artık yeni bir Kemal yetişir mi bilemem”
Taşköprü’nün kenarındaki kaleyi karşına alan kısımda kaykay yapan gençlerin gösterileri her akşam burayı kalabalıklaştırıyor. İşlek caddeden, şehir müzesine kadar yürüyebilirsiniz. Taşköprü’nün iki ayağı resmen doğu batı senteziyle oluşmuş. Tekrar Müslüman tarafına geçtiğimizde otantik müzikler. Küçük ara sokaklarla tipik bir Eminönü, Mısır çarşısı, eski Topkapı meydanı karışımı çarşılarla karşılaşıyorsunuz.
Bir sonraki sabah Üsküp’ün Türk çarşısı kısmını gündüz gözüyle bir kere daha dolaştık. Sonra Çifte hamamda resim sergisini gezdik. Bunların hepsi Üsküp’ün meydanında. Sonra Saat kulesinin yanındaki camiyi gezdik. Tekrar çarşıya döndüğümüzde limonatası meşhur diye bir limonata içelim dedik. Değişik bir sunuşu olan bizim fanta tadında bir içecek içtik. Yanımıza gelen bir genç delikanlı gayet delikanlı ve bıçkın bir edayla. “Siz Türksünüz. İstanbul’dan mı geliyorsunuz. Severim sizi. Gideceğim bende oralara” gibi Elveda Rumeli'deki Baytarın torunu Alex ya da Ramiz ağa şivesinde bir konuşmayla bizimle konuştu. Hesap ödeyeceğimiz sırada ise gayet centilmen bir tavırla limonatalar benden diyerek hesabımızı o ödedi.
Kalkandelen yani Tetova
Ardından arabamıza binip Gostivar’a gittik. Gostivar’ı sadece arabayla dolaştık. Pek bir şey yok ama her yeri görmek gerektiğine inandığımız için oraya da gittik. Madem Gostivar’ı size anlatamıyorum, ben de size buradan çıktığı söylenen bir Balkan fıkrasını anlatayım.
“Gostivar'da bir yaşlılar evi açılmış. Kimse yaşlısını götürmediği için de kapanmış. Ama birlikte yaşadıkları için gelin kaynana arasında espriler de çok oluyormuş. Gostivar'da yaygın söylenen şu deyiş vardır:
Kayınvalide çaydanlıktır. Devamlı kaynar. Kayınpeder demliktir. Susar demlenir. Görümce çay kaşığıdır. Heryeri karıştırır. Damat çay tabağıdır. Nereye çekersen oraya gider. Gelin ise çaydır. Elleme yanarsın..”
Gostivar'dan geçerek Kalkandelen’e (Tetova) vardık. Önce Alaca camiyi gezdik. Renkli bir cami olduğundan hoşumuza gitti. Etrafı gayet temiz, çimen ve güllerle kaplıydı. Müslüman halk tarafından bakımı üstlenilmiş. Paşa Camii adıyla da bilinen Alaca Camii, Tetova'nın eski kısmında Köpüklü Nehri'nin yanında bulunuyor. 1495 yılında Hurşide ve Mensure Hanım adlarında iki kız kardeş tarafından yaptırılmış. Daha sonraları da bir paşa tarafından genişletilmiş ve restore edilmiş. Paşa pek bir sanata düşkünmüş. Bunu en iyi caminin süslemesinden anlıyoruz. Ama camii kilitli idi. İçinin meşhurluğunu bilmemize rağmen maalesef göremedik.
Camiinin ilerisinde hamamdaki resim sergisini gezdikten sonra tekkeye vardık. İçerisi bayağı büyük ve güzel restore edilmiş bir yerdi. Bizi kapıda Cemali karşıladı. Türkçeyi güzel konuşan bir Arnavut Müslüman gençti. Burada halkın %95 i Müslüman. Arnavut, Boşnak, Türk, Çingene gibi karışık milletten olmalarına rağmen hepsi Müslüman. Cemali bunları bize gayet güzel bir Türkçeyle anlattı.
1991 yılında burayı komünistlerin alıp nasıl meyhaneye çevirdiğini anlattı. Daha sonra 2001 yılında burayı nasıl geri aldıklarını, kapıda kalaşnikoflarla nasıl beklediklerini anlattığında bu kadar yakın bir tarihi dinlediğimize şaşırdık. 1991-1993 yılları gibi yakın bir tarihte yaşanan Müslüman-Hristiyan savaşı beni hayretler içinde bıraktı. Hemen yakınında da bir Bektaşi tekkesi varmış. Orayı gezemedik. Arnavut genç çok cana yakın bir şekilde bize burası hakkında bilgi verdi.
Burada bayağı duygulu saatler yaşayarak arabayı binerken oğlumun tavsiyesi üzerine Leyla isimli bir kitaba başladım. Yanımda getirmiştim rastgele ama tam da buralarla ilgili olacağını bilmeyerek.
Kalkandelen’den (Tetova) ayrılırken Alexandra Cavelius’un LEYLA isimli kitabını okumaya başladım ve bir gecede kitabın neredeyse sonlarına yaklaştım. Bosnalı Müslüman bir kızın 1991-1993 yıllarında başına gelenlerle ilgili bir roman.. Çok yakın bir tarih olmasına rağmen fazlada ilgilenmediğimiz bu vahşete, o zamanlar nasıl da duyarsız kalmışız diye hayıflandım.
Kalkandelen (Tetova) ve Gostivar ‘ı Üsküp’te kalarak günü birlik ziyaret edebilirsiniz.