Hava yolu şirketlerinin yaptığı kampanyaları sıkı takip ediyoruz, bunlardan biri ile 29 Ekim tatilini de fırsat bilerek 4 günlük bir tatil için Stockholm’e biletlerimizi aldık. Bu sefer iki aile olarak seyahat ediyoruz. 4 yetişkin, 1-3-5 yaşlarında 3 erkek çocuk ve de 2,5 aylık anne karında bir bebek : )
Grup böyle olunca gezi de eğlenceli oldu : )
Otel arayışımız uzun sürdü, çünkü Stockholm’de oteller gerçekten diğer Avrupa şehirlerine göre pahalı… Uzun arayışlar sonucunda hakkında olumlu yorumlar olan Best Western Kom Hotel’e 4 gece için toplam odabaşı 430 Euro’dan rezervasyonumuzu yaptırdık.
Araştırmalarımızı yaptık ve de Cuma akşamı uçağa bindik. Gece İsveç saati ile saat 00.30’da orada olacağımız ve çocuklu olduğumuz için taksi ayarladık. Taksi için İsveç’te bir standart yok, farklı farklı şirketlerin farklı fiyatları var ve de çocuklar için otokoltuğu zorunlu. Yani Türk mantığı biz çocukları da kucağa alır bir taksiye sığışırız diyemiyorsun : )
Havalimanından 7 kişilik büyük taksi ile saat 01.00 gibi otelimizde olduk, dinlenmek için odalarımıza çekildik.
Stockholm... Şehrin iki ana merkezi; Södermalm ve Östermalm. Södermalm, şehrin “soho”su olarak biliniyor; bu nedenle yerel adı Sofo (south of folkungagatan). Burası geleceğin büyük isimlerinin küçük butiklerine, ikinci el kıyafet dükkânlarına ev sahipliği yapıyor. Södermalm’in İstiklal Caddesi vari caddesi Götgatan’ı görmeden dönmeyin. Södermalm’in; yüzlerce kafesi, restoranı, barı ve gece kulübüyle kendine has bir gece hayatı var. Ama daha “elit” bir eğlence arıyorsanız, Östermalm’e gitmelisiniz. Biz çocuklu olduğumuzdan gece hayatına çok katılamadık ancak eşlerimiz bu eğlenceden mahrum kalmadı : )
1. Gün - Gamla Stan ve merkez:
Otelmizden çıktık ve yürüyerek Drottninggatan Caddesi’nden aşağıya doğru Gamla Stan’a ulaşmamız 10 dakika aldı. Bu sayede anladık ki burası beklediğimizden daha küçük ve yürüyerek gezilebilecek bir şehir ve ulaşım için kart almamıza gerek yok.
Gamla Stan (Eski Şehir) girişinde köprü üzerinde şehre girdiğimizi belgelemek için konu mankeni Mert’i kullanıyoruz oda bize gezinin pozunu veriyor tüm sempatikliği ile : )
Gidişte “Vasterlanggatan” dönerken ise “Stora Nygatan” sokaklarından geçeceğiz. Bu sokaklar sağlı-sollu butik mağazalar, hediyelik eşya dükkânları ve cafelerle dolu; çocuklara birer Vikingli tişört aldık.
En dar sokak, iki elini kaldırdığında sanki duvarlara değeceksin gibi duruyor, fotoğraf çektirmek için kalabalığın geçmesini bekledik biraz ve de konu mankenimiz bu sefer Ömer : )
Ekip biraz yoruldu ve üşüdü. Biraz dinlenmek biraz da çok övülen pastanelerini denemek için Gamla Stan’da, ortasında eski bir kuyunun ve tulumbanın olduğu meydanda yer alan eski bir pastaneye girdik. Pastalar gerçekten harikaydı kesinlikle tavsiye ederim : )
TAVERNA BRILLO’da (http://tavernabrillo.se/sv/) yemek yedik. Haftasonu olduğundan rezervasyonsuz kabul etmiyorlardı, ancak bizi 3 çocuklu görünce 1 saat sonra rezervasyonu olan bir masayı bize verdiler. İsveç’te dışarıda yemek yeme alışkanlığı olduğundan restoranlar sürekli kalabalık. Yan masada yemek yiyen orta yaş üzeri bir çifle tanışıyoruz, İstanbul’da ve Marmaris’te bulunmuşlar. Türk olduğumuzu öğrenince bizimle muhabette başlıyorlar; normal şartlarda bu aylarda Stockholm’de diz boyu kar olduğunu bu sene havanın sıcak gittiğini söylediler. Bu da bizim şansımız olmuş, gerçi hava Ekim ayı için gayet soğuktu.
Deniz mahsulleri ve pizzadan oluşan bir akşam yemeği yedik. Yediğimiz her şey çok başarılıydı, 3 kişi için ödediğimiz fiyat yaklaşık 100 Euro, memnun bir şekilde ayrılıyoruz. Maalesef burada fotoğraf çekmemişiz : (
2. Gün - Skansen & Vasa Museum:
Otelden Skansen’e taksi ile gidiyoruz, yaklaşık 10 Euro tutuyor. Şansımıza hava soğuk ama güneşli, giriş biletlerimizi alıp Skansen’e giriyoruz. Burası İsveç hayatının canladırıldığı doğal bir park, her yer yemyeşil. Haftasonu olduğu için İsveçliler de çocuklarını alıp gelmişti, yazın çok kalabalık oluyormuş. Hemen alt tarafında bir de lunapark var ama biz gittiğimizde maalesef sezon nedeni ile kapalıydı.
Bu kırmızı at Stockholm’ün ve İsveç’in simgesi imiş, herkes binip poz veriyordu bizimkiler de onlara katıldı. Bu tahta atın küçüklerini tüm hediyelik eşya satan mağazalarda bulabilirsiniz. Yalnız İsveç bu tür hediyelikler yönünden gerçekten pahalı bir ülke, bir de Euro geçmediğinden ne kadara denk geldiğini hesaplamanız biraz zaman alıyor. Bu atın dışında her yerde; Viking heykelcikleri, tişörtleri ve şapkaları göreceksiniz : )
Skansen’de yaklaşık 3-4 saatlik bir gezi yaptıktan sonra şimdi rotamız; Vasa Museum, buradaki gemiyi görmeden olmaz tabii…
Vasa, 1626-1628 yılları arasında yapılmış olan bir İsveç İmparatorluğu savaş gemisiymiş. Gemi 10 Ağustos 1628 tarihindeki ilk yolculuğunda, limandan ayrıldıktan hemen sonra henüz 1 deniz mili bile gitmeden su alarak batmış. Gemideki en değerli olarak nitelendirilen bronz toplar kurtarıldığı için, unutulan geminin batığı 1950’li yıllarda yeniden keşfedilmiş. Stockholm Limanı’nın giriş ağzında yoğun deniz trafiğinin olduğu bölgedeki batık, 24 Nisan 1961 tarihinde neredeyse hiç yıpranmamış olarak kurtarılmış ve su yüzeyine çıkartılmış. Önce geçici bir müzeye konan gemi daha sonra Stockholm’deki gemiyle aynı adla anılan Vasa Müzesi’ne aktarılmış.
Dönüşte yine gezi yorumlarından okuduğumuz için, Grand Hotel’i görmek istedik. Yürüyerek yaklaşık 15 dakikada otele vardık. Hava soğuk olduğundan çok üşümüştük ve kafesinde bir şeyler içmeye karar verdik. Evet, otel güzel ama ne bileyim ben yorumlara çıkacak kadar muhteşem bulmadım açıkçası ve muhakkak görülmeli diye bir şey diyemeyeceğim.
Otelin önünden sezonda bot turları kalkıyormuş, ancak biz gittiğimizde maalesef onlar da yoktu biz yapamadık. Ama bence yapılması güzel olur, adalardan oluşan bir şehir en güzel denizden gezilir diye düşünüyorum : )
Öğrendiğimiz kadarı ile kanal turu için sezonda 30 dakikada bir tekne kalkıyormuş ve tur 55 dakika kadar sürüyormuş, fiyatı da yaklaşık olarak 150 SEK imiş.
Akşam yemeğimizi RESTAURANG PRINSEN’de (http://restaurangprinsen.eu/) yedik, İsveç’e gelmişken “İsveç Köftesi” yemek lazım değil mi : ) Güzel bir restorandı, fakat fiyatların uygun olduğunu söyleyemeyeceğim; 2 kişilik yemek ve şaraba toplamda yaklaşık 100 Euro ödedik.
3. Gün:
Sabah geç bir kahvaltıdan sonra otelden, görmediğimiz Södermalm Bölgesi’ni görmek için ayrılıyoruz. Bu bölge, Gamla Stan Adası’nın güneyinden başlıyor ve diğer adalara köprü ile bağlı. Burası nüfus açısından yoğun bir ada. Kafe ve restoranları da bol olan, görülesi bir ada…
Akşam üzeri kapalı pazarı olan ve gezi yorumlarında bolca okuduğumuz Saluhall’e, yemek için gidiyoruz. Östermalm Saluhall, hem tarzı hem de seçenekleri ile olağanüstü… Hem alışveriş yapabilir, hem ayaküstü atıştırabilir ya da her şey bir yana diyerek oturup bir şişe şarap ile tüm balık ürünlerini deneyeceğiniz mükellef bir öğlen yemeği yiyebilirsiniz.
Saluhall, hafta içi 9.30-18.00 arası açık. Haftasonu ise Cumartesi 16.00′da kapanıyor ve Pazar günleri ise kapalı. Biz Cumartesi günü de 18.00’e kadar açık olduğunu düşünerek gittiğimizde kapı duvar şekilde geri döndük, o yüzden planlamanızı yaparken saatleri dikkate alın.
Herkesin ve kitapların da önerdiği Lisa Elmqvist isimli restorana oturuyoruz. O gün hava çok yağmurlu olduğundan ve kapanmasına yakın gittiğimiz için restoran sakin. Keyifle deniz ürünlerimizi yiyip yanında da harika şarabımızı içiyoruz. Artık Stockholm’de son gecemiz olduğundan biraz yorgunuz, hava da çok kötü olduğundan yemekten sonra doğru otelimize dönüyoruz.