Uzun Yaşam Adası Girit

Annesi ya da babası Giritli olup Türkiye'ye göçmüş, adada büyükanne ve büyükbabalarının evini arayan ya da adada hala akrabası olan birçok arkadaşım var. Bu nedenle mi bilmem ama bu adaya gitmeyi hep düşünmüş ve istemişimdir. Ama zaten benim gitmeyi  istemediğim bir yer yok gibi :)

Zor geçen mübadele yılları

Bir arkadaşım giderken bana 'annemin memleketine selam söyle' dedi. Mübadele yılları çok acılar, zorluklar yaşanmış. Adadan Anadolu kıyılarına ilk Müslüman göçü, Osmanlı ordusunun adayı terk ettiği 19. yy. sonlarında yaşanan çatışmalar ve kıyımlar yüzünden başlamış ve 1896-97 yıllarındaki ayaklanmalardan sonra on binlerce Müslüman Anadolu’ya sığınmış.

Daha sonra ise 30 Ocak 1923 günü, Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan ön anlaşmayla Yunanistan ve Girit'te yaşayan 800 bin Müslüman Anadolu'ya ve Anadolu’da yaşayan 1 milyon Ortodoks da Yunanistan'a göç ettirilerek 300 yıllık topraklarından koparılmış.  Müslüman Türk'leri İzmir, Ayvalık, Bodrum ve İskenderun limanlarına çıkaran Giresun gemisi bir "mübadele gemisi" idi.

Girit Adası'nın Tarihi

Oldukça talihsiz bir ada, hemen her devletin istilasına uğramış ve yönetimi kaybetmişler; Romalılar, Bizanslılar, Hapsiler, Araplar, tekrar Bizanslılar, Venedikliler, 1645’te ise Osmanlı hakimiyetine girmiş. 200 yıl boyunca Osmanlı'ya karşı  isyanları sonunda başarılı olmuş. 1898’de Girit Cumhuriyeti kurularak 1913’te de Yunanistan’a bağlanmışsa da talihsizliği bitmiyor.

2. Dünya Savaşı sırasında Almanya tarafından işgal edilmiş ve ağır bombardımanlara maruz kalmış, adadaki Yahudiler toplanarak toplama kamplarına sevk edilmiş, yıllar süren mücadele ve direnişlerden sonra tekrar Yunanistan’a dahil olmuş.

Dünyanın en yaşlı zeytin ağacı Girit'te

Girit adası zeytin ağacı bakımından oldukça zengin hatta dünyanın en yaşlı zeytin ağacı da bu adada, bu nedenle zeytinyağları çok kaliteli (Giritliler rafine zeytinyağı bilmez, hakiki sızma zeytinyağı kullanırlarmış), şarapları güzel, deniz ürünleri ve balıkları bol, ot çeşitleri çok ve bol, sebze yemeği ağırlıklı besleniyorlar. Bu nedenle de Akdeniz’in, belki de dünyanın en sağlıklı ve en uzun ömürlü insanlarından en uzun yaşayan insanlarıymış Giritliler. Yapılan araştırmalar, Giritlilerin kalp, damar ve diğer hastalıklara yakalanma açısından hep en son sırada yer aldıklarını gösteriyor, ayrıca ciltleri parlak ve güzel.

Yunan Adaları'nın en büyüğü: Girit

Ada, Yunan adalarının en büyüğü, Akdenizin ise en büyük adalarından biri, (5. ada), doğudan batıya 260 km., kuzeyden güneye de 60 km. İklim Akdeniz iklimi, kıyıları, koyları ve manzaralar güzel, insanları sevecen sıcakkanlı, biz Türkleri de çok seviyorlar, bunu her gittiğimiz yerde samimiyetleri ve sıcak davranışları ile hissettirdiler bize. Zaten birçok bakımdan çok benzeyen iki halk ve kültür.

Müziğimiz, yemeklerimiz tanıdık (güveç, dolma (dolmades),  şiş kebap (souvlaki), bizim döner (gyros), Kleftaki dedikleri yemekleri bizdeki kağıt kebabına benzer yemekleri, kabak-patlıcan kızartması, kabak çiçeği dolması, cacık (tzatziki), mezeler) ve tabii deniz mahsulleri (ahtapot, kalamar) ot yemekleri, bazı ülkelere gidip yemeklerini yiyemeyen ve aç kalanlar Girit’te kesinlikle aç kalmazlar, üstelik porsiyonlar oldukça doyurucu, fiyatlar makul. Tatlı olarak baklava (paklava), revaniye benzer bir tatlı, lokma gibi yine bizim tatlara benzer tatlılar var, dondurmalarının oldukça lezzetli olduğunu söyleyebilirim.

İçki deyince ise ilk akla gelen “uzo”, yani Rakı. Tadı ve aroması markasına göre değişse de fazla bir fark yok. Bir de onların rakı dedikleri ”tsikoudia” Girit’e özgü bir rakı çeşidi, oldukça sert, meşhur İtalyan likörü “grappa”yı biraz andırıyor ama bana göre sert, acı ve tatsız. Yemeklerden sonra, bazen yemek öncesi likör bardaklarında ikram ediyorlar. Tüm adalarda bulunan meşhur sakız likörlerini burada da bulabilirsiniz elbette. İçki ve şarap fiyatları oldukça ucuz.

Girit'e nasıl gidilir?

Girit’e turla değil de kendiniz gitmek gitmek isterseniz Agean Airlines ile İstanbul'dan Atina bağlantılı ve/veya direkt olarak başkent Heraklion'a uçabilirsiniz, ya da daha keyifli bir hale getirerek, 1 ada daha görmek isterseniz Bodrum veya Marmaris'ten Rodos'a (ki burada yaklaşık 400 sene hükümranlık süren Osmanlı'nın, Sultan Süleyman'ın izlerini göreceksiniz.  Tapınak şövalyeleri tarafından inşa edilmiş kalesi ile ortaçağdan kalmış mahallesi -old town- ile Unesco dünya mirası listesinde bulunan bu adayı görmenizi de tavsiye ederim) gemi, oradan da Girit'e ister gemi ister uçakla ulaşabilirsiniz. Biz İstanbul'dan Aegean Airlines ile Atina üzerinden başkent Heraklion'a uçtuk, toplam uçuş saatimiz 2 saat, dönüşümüz hafta sonu olunca Heraklion'dan direkt İstanbul'a uçtuk  (1 saat 20 dakika).

Girit'in en güzel bölgesi: Chania

Ada çok büyük ve biz sadece 5 günlüğüne ve biraz da keyif için gidiyoruz, tüm adayı gezmemiz elbette mümkün değil, ama mümkün olduğunca çok yer görmek için araba kiraladık. Zaten otelimizi de başkent Heraklion'a 150 km uzaklıktaki Chania'da.

Chania yani Hanya bence Girit'in en güzel bölgesi. Otelimiz de şehrin 7 km. dışında Santa Marina Beach Hotel. Havaalanından arabamızı alıp otelimize doğru yola çıkıyoruz, yolun oldukça virajlı olduğunu ve 2,5 saat süreceğini öğrendik ama yol düzgün, asfalt ve çok da güzel manzaralar olduğu için keyifle sohbet ederek gidiyoruz. Ben, yol güzel, araba rahat, etraf da keyifli ise yolu seyahatin bir parçası olarak düşünür ve keyif alırım, sevdiğiniz ya da dostlarla birlikte iseniz bu keyif katlanarak çoğalır elbette. Otelimizi bir plaj oteli, çok güzel kumu olan ve oldukça geniş bir plajı var. Santa Marina Beach Hotel 4 yıldız, standartlara çok uygun olmasa da memnun kaldık.

Gündüz deniz keyfinden sonra akşam üzeri hem şehri gezmek hem yemek için Hanya'ya şehir merkezine gidiyoruz.

Girit adasının 1971 yılına kadar başkentliğini yapan ve adanın 2. büyük yerleşim yeri olan Chania Orta Çağ 'da Venedikliler döneminde Canea gibi değişik isimler almış. Şehir, 828 yılında adayı fetheden Araplar tarafından kurulmuş, daha sonra ise Roma ve Venedik hakimiyetine geçen ada 1453 yılında Osmanlı İmparatorluğunun İstanbul’u fethi ve Girit’i, Hanya'yı istilasından sonra kiliseler camiye çevrilmiş, yeni camiler (limandaki Küçük Hasan yada Yalı camii gibi), hamamlar yapılmış. 1821 yılında Osmanlı'ya karşı başlayan ayaklanma ile 1922 de şehirde hiç Müslüman kalmamış. 2. Dünya savaşı sırasında ise bombaların hedefi olmuş ve ağır yaralar almış olmasına rağmen Chania -Eski Şehir- Girit adasının en güzel kentsel yöresi olmuş.

Hanya’yı Konya’yı görmek” ya da “Hanya’yı Konya’yı göstermek” şeklinde söylenen deyim nereden çıkmış merak ediyorsanız  (aslı “Hanya’yı Gonya’yı görürsün”şeklinde imiş - Hanya yakınlarındaki “Gonya” da ‘Konya’ olmuş). Rivayete göre, Hanya tarihinde oldukça fazla katliamlar yaşanmış ve bu katliamlardan Hanya yakınlarında Gonya Manastırı da nasibini almış, biri kızılacak bir davranışda bulunduğunda “katliamlar arasında kaybolup gidersin” anlamına gelen “Hanya’yı Gonya’yı görürsün” denmeye başlamış.

Şehir merkezi modern olsa da aralarda tarih kokan evler sıkça gözümüze çarpıyor, ancak fazla korunduğunu söyleyemem. Yeni yapılmış binaların arasında adeta kaybolmuş ve yazık olmuş.

Old Town tabelalarını takip ederek liman bölgesine geliyoruz. Tarih boyunca Venedik ve Osmanlı arasında el değiştiren şehir, Yunan adasından çok Osmanlı ve Venedik karışımı gibi, her iki kültürün de izlerini özellikle liman bölgesinde hissediyoruz. Burada çok eski bir tarih yatıyor ve bu manzara etkileyici. Büyükçe bir koy içindeki liman, bir yanda uzun bir mendirek ve ucunda güzel ve zarif bir Venedik deniz feneri, diğer ucunda ise büyük Venedik kalesi ki bu kale Osmanlılar’ın Girit Adası’nda fethettiği ilk kale.

Evler Venedik mimarisinin rengarenk evleri, biraz ilerleyince görkemli kubbeleriyle minaresiz bir Osmanlı camii, liman boyu dizi dizi restoranlar, hediyelik eşya satan dükkanlar ve inanılmaz kalabalık.

Güneş batmak üzere, daha önceden gözümüze kestirdiğimiz ve günbatımının tam karşısında deniz kenarındaki bir barda içkilerimizi yudumlarken denizin içinde ve kale ile fener arasından kaybolan muhteşem bir günbatımı izliyoruz. (Santorini de umduğum bu manzara idi, ancak sokakta, kalabalıkta ve ayakta izlemek bana pek de cazip gelmemişti). Otelden aldığımız bilgi ile kalabalıktan uzakta sadece birkaç restoranın bulunduğu daha sakin ama yine deniz kenarı güzel bir restoranda çok lezzetli ve deniz mahsüllerinden oluşan güzel bir yemek yiyoruz.

Ertesi sabah, yukarıda da bahsettiğim, dünyanın en yaşlı zeytin ağacının otelimize yakın sayılacak bir köyde olduğunu duyunca gidip görmek istiyoruz. Bilim adamlarına göre 3500 - 4000 yaşında olduğuna inanılan zeytin ağacının gerçek yaşı tam olarak bilinmiyor, her yıl binlerce kişi tarafından ziyaret edilen ağacın en inanılmaz yanı ise her yıl yeşerip zeytin vermesi imiş. Ağacın sahipleri köylüler ağacın hemen yanındaki evlerinin bahçesini restorana çevirmişler ve ev yemekleri yapıyorlar.

Bu arada akşam köylerinde şarap festivali olduğunu söyleyip bizleri de davet ediyorlar. Değişik bir gece yaşayacak olmanın memnuniyetiyle kabul ediyoruz. Köy meydanına geldiğimizde bunun kesinlikle turistik bir olay olmadığı, sadece köy halkının katıldığı bir festival olduğu hemen anlaşılıyor. Köy sandığına katkı olarak girişte 5'er € ödüyoruz, bize jelatin içinde bir tatlı ikram ediyorlar.

Meydanda masalar sandalyeler dizilmiş, bir sahne kurulmuş, minik bir orkestra yerini almış, yemek kokuları ise her yanı sarmış. 2 büyük mangal yakılmış, birkaç delikanlı şiş kebap (souvlaki), köy tavuğu, sosisleri kızartmakta, köy hanımları ise süper organize bir şekilde Grek salatası, cacık (tzatziki), dolmaları (dolmades) ve kızarmış patatesleri süratle tabaklara koyup servis ediyorlar.

Fazla bir kar amacı gütmüyor olacaklar ki kişi başı neredeyse 8-9 € ya müthiş lezzetli köy ürünleri yiyoruz. Kendi üretimleri olan şarap ise beyaz ve kırmızı çeşitleri ile 8 varildeki musluklardan ücretsiz dolduruluyor, bazı varillerdeki gerçekten güzel şaraplarını Yunan müziği eşliğinde yudumlarken bazı parçalar kulaklarımıza hiç de yabancı değil.

Derken folklor kıyafetli gençler bizlere halk oyunları şöleni sunuyorlar, hemen arkasından ise delikanlı ve genç hanımlardan oluşan bir grup hasapiko-sirtaki gösterisine başlıyor.

3 senedir sirtaki yapan ve bu seyahat boyunca böyle bir ortam isteyen ben, resim çekmek için hemen orada olduğum için gençlerle sirtakiye yapıyor ve büyük keyif alıyorum. Bu gösteriden sonra arkadaşlarımla ve köy halkı ile göbek atmayı da ihmal etmiyor ve büyük keyif aldığımız bu çok değişik geceden mutlu ayrılıyoruz.

Girit'te görülmesi gereken bir plaj: Elafonissi Plajı

Ertesi sabah deniz epey dalgalı, bizimle samimi bir iletişim kuran ve özel ilgi gösteren garsonlarımızın 'çok özel ve güzel bir plaj' (Elafonissi Plajı) tavsiyesi ile adanın en batı ucuna doğru 70 km. ama tahminen iki saat yol gidiyoruz ama şikayetçi değiliz, gezmek görmek için geldik adaya.

Yolda enteresan bir kanyonda mola verip, arabaların sadece tek yönde sırayla geçebildiği bir tünelden geçiyoruz. Epey yol, plaj fazla kalabalık değildir diye düşünürken yüzlerce araba, onlarca otobüsün park ettiği park yerinde zorlukla yer buluyoruz. Muhtemelen sabahın erken saatlerinde dolmuş Elafonissi Plajı, zira şemsiye altı ve şezlong bulmak ne mümkün, insan kaynıyor her yer.

Gerçekten de böyle enteresan bir plaj görmedim, görmeden anlatması zor, sanırım burası cennet. Alabildiğine güzel, bembeyaz bir kum sahil, havuzun çok çok büyüğü doğal bir havuz, kara kendiliğinden doğal bir mendirek yapmış sanki ve bu havuzun en derin yeri sanırım 1 m. Civarında, altı müthiş güzel bir pembe-beyaz kum, tertemiz, yeşil, turkuaz, masmavi müthiş bir koy. Hatta bu büyük havuzun içinde ufacık bir iç havuz daha var, derinliği 15-20 cm. ve tabii hamam suyu gibi sıcak, çıkmak istemeyeceksiniz. Sahildeki büfelerde her türlü içecek, içki, pizza, hot-dog, sandviçler, hatta haşlanmış ve kebap mısır satılıyor. Kısacası Girit’e giderseniz mutlaka gidip görmeniz gereken bir plaj.

Bu kısa tatilimizde çok güzel anılarla sona eriyor ve dönüş başlıyor. Uçağımız gece ve Heraklion'dan olduğu için bu şehri gezmeyi son güne bırakmıştık. Sabah otelden ayrılıp yola çıkıyoruz. Yine sahil yolundan ve güzel manzaralarla ilerlerken çeşitli köy ve kasabalardan geçiyoruz.

Hanya ile Heraklion arası: Retimnon

Yolumuz üzerinde bulunan Retimnon ise Hanya ile Heraklion arasında adanın üçüncü büyük şehri. Girit Adası’ndaki Venedik yönetimi öncesinde küçük bir balıkçı kasabası olan kasaba Venediklilerin 1574-1582 arasında kaleyi inşa etmelerinden sonra daha gelişmiş. Osmanlı’nın 1646’daki hâkimiyeti sonrası nüfus artmaya başlamış ve şehir Osmanlı sancağı olmuş. Buradaki yapılarda da Osmanlı etkisi oldukça belirgin. Sadrazam Kara Mustafa Paşa Camii, Retimnon’daki en heybetli cami.

Gemi turizminin önemli bir limanı: Heraklion

Ve Heraklion'a geliyoruz. Osmanlı ismi Kandiye. 150 bin nüfusu ile adanın en büyük, Yunanistan’ın da dördüncü büyük şehri. Aynı zamanda Akdeniz gemi turizminin en önemli limanlarından, sahil şehri görünümünde.

Aslan Meydanı şehrin merkezi kabul edilen, hem yerli halkın hem de turistlerin kafelerde, restoranlarda ve sokaklarda vakit geçirdikleri bir alan. Merkezde, meydana adını veren dört aslanın ağzından akan sularla havuz ve havuzun etrafındaki kafeler hem yerli halk hem de turist kaynıyor ve oldukça kalabalık.

Meydandan limana doğru inen yolun üzerinde Venedik zamanından kalma Ag. Markos ve Ag. Titos kiliseleri yer almakta. Bu cadde sahilde Osmanlı tarafından fethi 24 yıl süren ünlü Kandiye Kalesi ile sonlanıyor. Sahil balık restoranlarıyla dolu. Her ne kadar balık burada popüler ise de elbette yine çeşitli otlar, sebzeleri de bulmak mümkün. Şarapları da oldukça kaliteli.

Adanın en önemli ve diğer yerleşim yerleri ve tatil beldeleri ise Malia, Aagios Nikolaos, Elounda, Lerapetra, Plakias, Agia Galini, Matala, Siteia, Myrtos, Agia Pelagia, Gouves, lasithi Plateau, Mirtia, Arhenas, Potamies’teki Gouverniotissa Manastırı.

Yani Girit’i gezmek için buraya birkaç kez gelinebilir. Ülkemize mesafe ve kültürel açıdan yakınlığı, tarihi, harika koyları, nefis Akdeniz yemekleri ve şarabı ile güzel bir tatil seçeneği.

 

nevinsalman

Yazar Hakkında

nevinsalman

Ankara da doğdum, TED Ankara Koleji ve Gazi Üniversitesi Mimarlık fakültesi mezunuyum. 6 sene Londra'da yaşadım, sonraki yıllarda İstanbul'a yerleştim ve serbest çalıştım.